• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

62Şura Suresi 36-39




Hatalı Çevrilen Ayetler


62Şura Suresi 36-39


Hatalı Çeviri:
36. Size verilen şey, yalnızca dünya hayatının geçimliğidir. Allah'ın yanında bulunanlar ise daha iyi ve daha süreklidir. Bu mükâfat iman edenler ve Rablerine dayanıp güvenenler içindir.

37. Onlar, büyük günahlardan ve hayasızlıktan kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar.

38. Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar.

39. Bir haksızlığa uğradıkları zaman, yardımlaşırlar.



Doğru Çeviri:
36-39İşte, size verilen herhangi bir şey, basit dünya hayatının kazanımıdır. Sadece dünya hayatının geçici bir menfaatidir. Allah katında bulunanlar [nimetler, ödüller] ise;

iman etmiş ve sadece Rablerine işin sonucunu havale eden kimseler için,

Zaman kaybına neden olan şeylerin/ Hayırda ağırdan almanın/ Zarar vermenin/ Kusur oluşturmanın büyüklerinden ve hayâsızlıktan kaçınan ve hoşlanmadıkları bir şey yapıldığı zaman bağışlayan kimseler için,

Rablerinin çağrısına cevap veren, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan-ayakta tutan], işleri de kendi aralarında Şura; “işin en iyi yanını ortaklaşa bulup ortaya çıkarma” olan, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcarlar/ başta yakınları olmak üzere başkalarının nafakalarını temin eden kimseler için

ve kendilerine bir haksızlık ve saldırı isabet ettiği zaman birbirleriyle yardımlaşan/ intikam alan kimseler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır.





Bu ayet gurubunda Rabbimiz, lütfuna mazhar olan müminlerin özelliklerini sayarak kendi katındaki nimetlerin müminler için dünya nimetlerinden, tüm kazanımlarından daha hayırlı ve kalıcı olduğunu bildirmektedir.
Rabbimizin övgüsüne mazhar olan müminler şu özellikleri taşıyanlardır:

* İman etmiş ve sadece Rablerine tevekkül eden kimseler

* Günahın büyüklerinden ve hayâsızlıktan kaçınan ve hoşlanmadıkları bir şey yapıldığı zaman bağışlayan kimseler

* Rablerinin çağrısına cevap veren kimseler,

* Salâtı ikame eden kimseler,

* İşleri de kendi aralarında Şura [görüşme, danışma]olan kimseler,

* Rızıklandırıldıkları şeylerden infak eden kimseler

* Kendilerine bağy [bir zulüm ve saldırı] isabet ettiği zaman birbirleriyle yardımlaşan/intikam alan kimseler.

Bu ayet gurubunda, dünyadaki zenginlik ve bolluğun, makam ve mevkiin ancak geçip giden basit hayatın bir geçimliği olduğu; dolayısıyla onunla övünmemek, ona bel bağlamamak gerektiği mesajı verilmektedir. Bu ayet gurubunun inişiyle ilgili olarak klasik kaynaklarda bazı kişilerin adları verilmişse de, Rabbimizin beyanı genel olup tüm zamanlardaki insanlara yöneliktir.

BÜYÜK GÜNAHLAR [GÜNAH-I KEBÂİR]

Büyük günahların neler olduğu, bazı rivayetlere dayanılarak yapılan içtihatlar doğrultusunda aşağıdaki gibi belirlenmiştir:

* Haksız yere adam öldürmek

* Zina etmek

* İffetli bir bayana kötülük isnat etmek

* Savaşta, hücum anında cepheden kaçmak

* Sihirbazlık yapmak

* Yetim malını yemek

* Müslüman ana-babaya asi olmak

* Faiz yemek

* Hırsızlık yapmak

* Alkolik olmak, aklı işe yaramaz hale getirmek

* Emredileni yapmamak, yasakları yapmakla aileye karşı istikameti terk etmek

* Küçük sayılmasına rağmen ısrarla, devamlı yapılan her türlü küçük günah

* Şirk

Sıralamanın sonunda yer alan "şirk" bir günah değil, kâfirliğin ta kendisidir. Günah, imanlı insanların yaptıkları kusurlu davranışlara denir. Bu nedenle "şirk"in günahlar arasında sayılması yanlıştır.

Bize göre "büyük günah", Rabbimizin Kur'an'da, önüne "büyük" sıfatı eklediği suçlardır. Bu suçlar tespitlerimize göre şunlardır:

* Haram Ay'da savaşmak:

217Sana dokunulmaz olan aydan ve o dokunulmaz olan ayda savaşmaktan soruyorlar. De ki: "Onda savaşmak, büyük suçtur. Ve Allah yolundan alıkoymak, O'nu ve Mescid-i Harâm'ı/ilâhîyat eğitim merkezini bilerek reddetmek/görmezlikten gelmek ve Mescid-i Harâm'ın halkını; orada eğitim-öğretim yapanları ve kısa süreli eğitime katılanları oradan çıkarmak, Allah yanında daha büyüktür. Ve insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtmeye sürüklemek, öldürmekten daha büyüktür." Onlar, eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden döndürmek için sizinle savaşmaktan hiçbir zaman geri durmazlar. Sizden de her kim dininden döner ve kâfir; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden biri olarak can verirse, artık onların bütün amelleri, dünyada ve âhirette boşa gitmiştir. Ve işte onlar, ateşin ashâbıdır. Onlar orada sürekli kalanlardır. [Bakara/217]

Haram aylar, Hacc yapılan ve Arap geleneğine göre savaşın yasak olduğu aylardır. Bu ayeti "işaret", "delâlet" ve "iktiza" anlamlarını dikkate alarak günümüze uyarlarsak "büyük günah"ın uluslararası eğitimin, öğretimin, bilim alış verişinin ve ticaretin yollarını güvensiz hâle getirmek ve engellemek olduğu söylenebilir.

* Yetim malı yemek:

2Ve yetimlerinize mallarını verin. Temizi pise değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Bunu yapmak kesinlikle büyük bir suçtur. [Nisa/2]

Bu ayetin günümüz şartlarındaki direktiflerinden birisi de "Kamu mallarının talan edilmemesi ve kamu geliri olan verginin kaçırılmaması"dır. Çünkü bugün yetimin velisi ve hamisi kamudur.

* Rızk endişesiyle çocukların öldürülmesi:

31Ve yoksulluk kaygısıyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları ve sizi Biz rızıklandırırız/besleriz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır. [İsra/31]

Bu ayet, bugüne kadar Arapların kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleri ve erkek çocuklarını putlara kurban etmeleri şeklinde açıklanmıştır. Hâlbuki ne kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi, ne de erkek çocuklarının putlara kurban edilmesi ayetin vurguladığı yoksulluk kaygısı ile yapılmış eylemlerdir. Bu ayetin "yoksulluk kaygısı" vurgusu göz önüne alındığında, günümüz için işaret ettiği "büyük günah", bize göre yoksulluk bahanesiyle geç dönemde yaptırılan kürtajlar ve yine yoksulluk bahanesiyle erkek veya kız çocukların eğitim ve öğretimden mahrum bırakılmaları suretiyle geleceklerinin karartılmasıdır.

* Kişinin yapmayacağı şeyi "yapacağım" demesi:

2,3Ey iman etmiş kimseler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında cezayı gerektiren büyük bir suç/günah olarak belirlendi. [Saff/2 - 3]

Bu ayetteki direktifler, her ne kadar ayetlerin iniş sebebi olarak gösterilen Uhud savaşında cepheden kaçanları muhatap alır gözükse de, tüm yalan taahhütte bulunanları, yapmayacağı halde "yapacağım" diyerek kendilerine inanan ve güvenen insanları kandıranları, sözlerini yerine getirmeyerek insanları hayal kırıklığına uğratanları muhatap almaktadır. Bu tipler, hatırlanacağı üzere Felak suresinde "Neffasati fi’l-ukad [sözleşmelerine tükürenler]" olarak nitelenmişti.

MÜMİNLERİN TAŞIDIĞI DİĞER ÖZELLİKLER

Rabbimiz, razı olacağı kul tipini Kur’an’da şöyle tanımlamaktadır:

63Ve Rahmân'ın; yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın kulları öyle kimselerdir ki onlar, yeryüzünde alçakgönüllülükle yürürler ve cahil kimseler kendilerine lâf attığı zaman "Selâm!" derler.
64Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] kulları, Rablerine teslimiyet göstererek ve kulluk görevlerini yerine getirerek gecelerler.
65,66Ve Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] kulları, "Rabbimiz! Cehennem azabını bizden sav! Doğrusu onun azabı daimî bir değişim ve yıkıma uğramaktır. Orası cidden ne kötü bir karargâh, ne kötü bir ikametgâhtır!" derler.
67Ve Rahmân'ın kulları, harcadıklarında savurganlık etmezler, sıkılık da etmezler ve bu ikisi arasında bir denge olmuştur.
68-71Ve işte Rahmân'ın kulları, Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar. Allah'ın haram ettiği canı öldürmezler. –Ancak hak ile öldürürler.– Zina da etmezler. –Ve kim bunları yaparsa, günahla karşılaşır. Kıyâmet günü azabı kat kat olur ve orada, alçaltılarak sürekli olarak kalır. Ancak tevbe eden, iman eden ve sâlihi işleyenler bunun dışındadır. İşte Allah, onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Ve Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. Ve her kim tevbe eder ve sâlihi işlerse, kesinlikle o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner.–
72Ve Rahmân'ın kulları, yalan yere tanıklık etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman saygın bir şekilde geçerler.
73Ve Rahmân'ın kulları, kendilerine Rablerinin alâmetleri/göstergeleri hatırlatıldığında ise, onlar üzerine sağırca ve körce davranmazlar.
74Ve Rahmân'ın kulları, "Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve bizden sonraki kuşaklarımızdan göz aydınlığı olacak kimseler hibe et/bağışla. Ve bizi Allah'ın koruması altına girmiş kişilere önder kıl!" derler.
75,76İşte Rahmân'ın kulları, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamlarında, orada sonsuz olarak kalacaklar olarak ödüllendirilecekler, orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır. –Orası ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir ikametgâhtır!– [Furkan/63- 76]

Kızgınlık Halinde Bağışlamak:

133-135Ve Rabbinizden bağışlanmaya, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcama yapan, öfkelerini yutan, insanları affeden, çirkin bir hayâsızlık işledikleri ya da kendi kendilerine haksızlık ettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyen, –Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir?– yaptıkları kötü şeylerde bile bile ısrar etmeyen, Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için hazırlanmış eni göklerle yer kadar olan cennete koşuşun. Ve Allah, iyilik, güzellik üretenleri sever. [Al-i İmran/133- 135]

Salâtın İkamesi:

Bu ifade bilindiği gibi "namazın dosdoğru kılınması" olarak çevrilegelmiştir. Bizim çalışmalarımızı izleyenler bilirler ki, buradaki salât "sosyal destek" demektir. "Salâtın ikamesi" de "sosyal destek kurumlarının kurulması ve sürekli ayakta tutulması" demektir. Namaz başka ayetlerle farz kılınmıştır.

ŞÛRÂ

Kur’an’da Allah, mü’minlerle ilgili yönetimin (yasama-yürütme) "Şûrâ" ile olması gerektiğini bildirmektedir.

"Şûrâ" sözcüğünün kökü " ش و رşvr" sözcüğü olup ilk konuluş anlamı, "kovandan, taş ve ağaç oyuklarından balı çıkarıp ortaya koymak" demektir. [Lisanü’l Arab, Tacü’l Arus; şvr mad.]

" الشورى Şûrâ" formu ise, Müfâale (müşâvere) babından, "büşra, zikra, fütya" gibi mastar olup işteşlik yapısıyla, terimsel olarak, "Bilgili, birikimli, deneyimli ehil kimseler tarafından ortaklaşa çalışma ile bir meselenin, bir problemin en tatlı, en iyi ve en güzel çözümünün üretilip ortaya konulması" demektir.

Şûrâ, İslâm öncesi, tarihte de aklın, deneyimin ürünü olarak benimsenmiş ve uygulanan bir sistemdi. Mekke site devletinde de Şura ilkesi vardı. Onlar da problemlerini "Darunnedve" denilen Şûrâ kurulu ile çözerlerdi.

Kur’an’da (Neml/29–35, 38–40,) da Süleyman peygamberin, Sebe melikesinin ve Firavun’un da Şûrâ meclislerinin olduğu; ciddi problemlerde onların çözüm ürettiği" bildirilmektedir. Yine Kur’an’dan (A’raf, Hud, Yusuf, Müminun, Şuara, Kasas sureleri) Yusuf peygamber ve Musa peygamber dönemlerinde Mısır’da firavunların, Şuayb peygamber döneminde Medyen yöneticilerinin de "Şûrâ meslisi"nin olduğunu bilmekteyiz.

Kur’an’da Şûrâ ile ilgili müminlere yönelik üç ayet bulunmaktadır.

1. 36-39İşte, verilen herhangi bir şey basit dünya hayatının kazanımıdır. Sadece dünya hayatının geçici bir menfaatidir. Allah katında bulunanlar [nimetler, ödüller] ise;
iman etmiş ve sadece Rablerine işin sonucunu havale eden kimseler için,
günahın büyüklerinden ve hayâsızlıktan kaçınan ve öfkelendikleri zaman bağışlayan kimseler için,
Rablerinin çağrısına cevap veren, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan-ayakta tutan], işleri de kendi aralarında Şûrâ; "işin en iyi yanını ortaklaşa bulup ortaya çıkarma" olan,kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden harcamada bulunan kimseler için
ve kendilerine bir haksızlık ve saldırı isabet ettiği zaman birbirleriyle yardımlaşan/intikam alan kimseler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır. [Şûrâ/36–39]

Rabbimiz ayetinde övdüğü müminleri "-İşleri de kendi aralarında Şûrâ olan kimseler" olarak nitelemiş ve "Şûrâ"nın önemine dikkat çekmiştir. Zira bir toplum kendi aralarında, karşı karşıya kaldıkları sorunlar ile ilgili istişare edecek olursa, mutlaka işlerinde en doğru, en sağlıklı, en tatlı karara ulaşırlar. Şûrâ problemleri çözme konusunda insanların birbirleriyle kaynaşmalarının, en ince noktalara kadar akıl yürütmelerinin ve doğruyu bulmalarının en ileri derecedeki sebebidir. Bundan dolayıdır ki, Rabbimiz toplumu ilgilendiren bütün işlerin toplumda danışma ile yürütülmesi gerektiği kuralını ayetle ortaya koymaktadır.

2. 159İşte sen, sırf Allah'ın rahmeti sebebiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları bağışla, onlar için bağışlanma dile. İşlerde onlarla müşavere et; işin en güzelini ortaklaşa bulup ortaya çıkar, bir kere de azmettin mi, artık Allah'a işin sonucunu havale et. Şüphesiz Allah, işin sonucunu Kendisine havale edenleri sever.
[Âl-i Imrân/159]

Âyetteki, Rasûlullah'a yönelik olan, "İşlerde onlarla müşavere et; işin en güzelini ortaklaşa bulup ortaya çıkar" ifadesi, tabiî ki hakkında ilâhî emir ve açıklama olmayan konulara aittir. İstişare mü’minlerin vazgeçilmez bir davranışıdır.

Bu âyetlerde, başta yöneticiler olmak üzere herkese, bilmedikleri hususlarda ve içinden çıkamadıkları konularda; ister dinî, ister siyasî, ister iktisadî, ister askerî olsun; uzmanlarla istişare edilmesi emri verilmektedir. Ayrıca bu ifadeyle, müşaverenin önemi ortaya konulmuş; müminlerin bu ilkeden vazgeçmemeleri istenmiştir.

3. "Şûrâ" sözcüğünün geçtiği bir diğer ayet de Bakara/233’tür. Bu ayette ayrılan ana babanın çocuklarını emzirme- emzirtme konusunda istişare etmeleri gerektiği bildirilir.

Rabbimiz ayetinde övdüğü müminleri "-İşleri de kendi aralarında Şura[görüşme, danışma]olan kimseler" olarak nitelemiş ve "Şura"nın önemine dikkat çekmiştir. Zira bir toplum kendi aralarında, karşı karşıya kaldıkları sorunlar ile ilgili istişare edecek olursa, mutlaka işlerinde en doğru karara ulaşırlar. Şura problemleri çözme konusunda insanların birbirleriyle kaynaşmalarının, en ince noktalara kadar akıl yürütmelerinin ve doğruyu bulmalarının en ileri derecedeki sebebidir. Bundan dolayıdır ki, Rabbimiz ayetin işaret anlamıyla toplumu ilgilendiren bütün işlerin toplumda danışma ile yürütülmesi gerektiği prensibini koymaktadır.

Dikkat edilirse bu ayet gurubunda "öfkelendikleri zaman bağışlayan kimseler, ... kendilerine bağy [bir zulüm ve saldırı] isabet ettiği zaman birbirleriyle yardımlaşan/intikam alan kimseler" ifadesi yer almaktadır. Görünürde bu ifadeler birbiriyle çelişmektedir.

Bu problemi iyi anlamak için önce af çeşitlerini ele almak gerekir:

a- Öyle olaylar vardır ki, suçluyu affetmek suçlunun suçunun yatışmasına ve suçundan vazgeçmesine vesile olur.

b- Öyle olaylar da vardır ki, suçlunun affı suçlunun suçunun artmasına; öfke ve kininin kuvvetlenmesine, ileride daha büyük sorun olmasına sebep olur.

39. ayette konu edilen afv ile suçlunun cezalandırılması seçenekleri, bu farklı iki afva göredir. Kötülüğü artıracak affa yer yoktur.

237Ve eğer onları, kendilerine dokunmadan önce boşar ve mehri de kesmiş bulunursanız, o zaman borç, o kestiğiniz miktarın yarısıdır. Ancak kadınlar veya nikâh akdini elinde bulunduran kimse/velisi bağışlarsa başka. Ve bağışlamanız, Allah'ın koruması altına girmeye daha yakındır. Aranızdaki fazlalığı da unutmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir. [Bakara/237]

72Ve Rahmân'ın kulları, yalan yere tanıklık etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman saygın bir şekilde geçerler. [Furkan/72]

199Sen afvı/malın fazlasını al, "urf" [örf, Kur’ân âyetleri öbeği] ile emret ve câhillerden de mesafeli dur. [A’raf/199]

33,34Ve Allah'a çağırıp/yakarıp sâlihi işleyen ve "Ben, Müslümanlardanım" diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır? Ve güzellikle çirkinlik/iyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel şeyle sav. O zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sımsıcak bir yakın'dır. [Fussılet/33, 34]

96Sen, kötülüğü en güzel bir şeyle sav. Biz onların yakıştırmakta oldukları şeyleri çok iyi biliriz. [Mü’minun/96]

14Ey iman etmiş kimseler! Şüphesiz eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. O nedenle, onlardan sakının. Ve eğer affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki şüphesiz Allah, çok bağışlayan çok merhamet edendir. [Tegabün/14]

126Ve eğer ceza verecek olursanız da, sizin cezalandırıldığınızın misli ile ceza verin. Ve eğer sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır. [Nahl/126]

251Sonra da, Allah'ın izniyle/bilgisiyle Câlût ve ordusunu bozguna uğrattılar. Dâvûd da Câlût'u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri verdi. Ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü kesinlikle bozulur giderdi. Fakat Allah, âlemler üzerinde büyük bir armağan sahibidir. [Bakara/251]

39-41Kendilerine savaş açılan kimselere, kendileri haksızlığa uğramaları; onlar, başka değil sırf "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle savaşmalarına izin verildi.
Ve şüphesiz ki Allah, onları zafere ulaştırmaya en iyi gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri; çarşı-pazar, tüm Salat; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan mescitler yerle bir edilirdi.
Allah, Kendisine yardım edenlere –kendilerini yurtlandırıp güçlendirirsek salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan], zekâtı/vergilerini veren, örfe uygun/herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden ve vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeylerden alıkoyan kimselere– kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, çok güçlüdür, mutlak galiptir. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir. [Hacc/39-41]

Bu konuda Yusuf peygamberden bir örnek de verilmiştir. O, kendisine kötülük yapan kardeşlerini affetmiştir:

89Yûsuf dedi ki: "Siz cahiller iken Yûsuf'a ve kardeşine neler yaptığınızı biliyor musunuz?"
90Yûsuf'un kardeşleri: "Yoksa sen, sahiden Yûsuf musun?" dediler. Yûsuf: "Ben Yûsuf'um, bu da kardeşim. Kesinlikle, Allah bizi nimetlendirdi. Şüphesiz kim Allah'ın koruması altına girer ve sabrederse, artık hiç şüphesiz Allah, iyi-güzel işler yapanların ödülünü kaybetmez" dedi.
91Onlar dediler ki: "Allah'a yemin olsun, Allah seni gerçekten bize üstün yaptı. Ve biz gerçekten hatalılar idik."
92,93Yûsuf dedi ki: "Bugün size bir ayıplama ve azarlama yoktur. Allah sizi bağışlasın. O, merhamet edenlerin en merhametlisidir. Şu gömleğimi götürün de babamın yüzüne koyun, o, ayıplanan/dalga geçilen hastalıktan kurtulmuş hâle gelir/derbederlikten kurtulur. Ve bütün ailenizi bana getirin." [Yusuf/89- 93]

Ayrıca İslam tarihine baktığımızda, bu ayetleri en iyi anlayan ve en iyi uygulayan Resulullah’ın birçok olayda bize örnek olduğunu görmekteyiz:

* Hudeybiye senesi Ten'îm dağından inerek canına kasteden seksen kişiyi affetmiş; onları cezalandırmaya gücü yettiği halde ve intikam alabilecekken onlara ihsanda bulunmuştu.

* Aynı şekilde Ğavras b. Hâris'i de affetmişti. Ğavrâs, Resulullah uyurken kılıcını kınından çıkararak Resulullah’ı öldürmek istemişti. Elinde kılıç, yalın halde iken Resulullah uykusundan uyanmış, ona engel olmuş, o da kılıcı elinden bırakmıştı. Resulullah kılıcı almış, ashabını çağırarak kendisinin ve bu adamın durumunu onlara bildirmiş, sonra da onu bağışlamıştı.

* Aynı şekilde kendisini zehirlemek isteyen Lebîd b. A’sam’ı da affetmiş, ona karşılık vermemiş, gücü yettiği halde onu cezalandırmamıştır.

* Yine Bedir, Uhud ve Hendek savaşında kendisine düşman olanlar Müslüman olunca onları da affetmiştir. Kimseye şahsi kin gütmemiştir.

Ayette övülen müminler, "sadece Rablerine tevekkül eden kimseler" olarak tanıtılmıştır. Tevekkül kısaca "kişinin, acizliğini ortaya koyarak ‘Vekil’ olan Allah’ı kendisine vekil tutması, yani inanç olarak varlığını ve varlığının devamını rızk, terbiye ve koruma bakımından Allah’a bırakması, her türlü sonucun kendisi için en iyisi olacağını kabullenmesi ve sonuca razı olması"; diğer bir ifadeyle de, kişinin azimden [her türlü hazırlığı yapıp kesin karar verdikten] sonra sonucu "Vekil"e [varlığı ayakta tutan, sürdüren, koruyan ve rızk veren Allah’a] bırakması" demektir.*



*İşte Kuran, Şura Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim