73Enbiya Suresi 1-15
Hatalı Çevrilen Ayetler
73Enbiya Suresi 1-15
Hatalı Çeviri:
1. İnsanların hesaba çekilecekleri (gün) yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirdiler.
2, 3. Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir ihtar gelse, onlar bunu, hep alaya alarak, kalpleri oyuna, eğlenceye dalarak dinlemişlerdir. O zalimler şöyle fısıldaştılar: Bu (Muhammed), sizin gibi bir beşer olmaktan başka nedir ki! Siz şimdi gözünüz göre göre büyüye mi kapılıyorsunuz?
4. (Peygamber) dedi ki: Rabbim, yerde ve gökte (söylenmiş) her sözü bilir. O, hakkıyla işiten ve bilendir.
5. «Hayır, dediler, (bunlar) saçma sapan rüyalardır; bilakis onu kendisi uydurmuştur; belki de o, şairdir. (Eğer öyle değilse) bize hemen, öncekilere gönderilenin benzeri bir âyet getirsin.»
6. Bunlardan önce helâk ettiğimiz hiçbir belde iman etmemişti; şimdi bunlar mı iman edecekler?
7. Biz, senden önce de, kendilerine vahiy verdiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik. Eğer bilmiyorsanız bilenlerden sorunuz.
8. Biz onları (peygamberleri), yemek yemez birer (cansız) ceset olarak yaratmadık. Onlar (bu dünyada) ebedî de değillerdir.
9. Sonra onlara (verdiğimiz) sözü yerine getirdik; böylece, hem onları hem de dilediğimiz (başka) kimseleri kurtuluşa erdirdik; müsrifleri de helâk ettik.
10. Andolsun, size içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hâla akıllanmaz mısınız?
11. Zalim olan nice beldeyi kırıp geçirdik; arkasından da nice başka topluluklar vücuda getirdik.
12. Azabımızı hissettiklerinde bir de bakarsın ki oralardan (azap bölgesinden) kaçıyorlar!
13. «Kaçmayın! İçinde bulunduğunuz refaha ve yurtlarınıza dönün! Çünkü size sorular sorulacak!»
14. «Vay başımıza gelenlere! dediler; gerçekten biz zalim insanlarmışız.»
15. Biz kendilerini, kuruyup biçilmiş ekine, sönmüş ateşe çevirinceye kadar bu feryatları sürüp gider.
Doğru Çeviri:
1İnsanlar için hesapları yaklaştı. Onlar ise aldırmazlık içinde, mesafeli duran kimselerdir.
2,3Rablerinden kendilerine gelen her yeni öğüdü/hatırlatmayı ancak oyun yaparak ve kalpleri eğlenerek dinlerler. Ve şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseler, aralarında şu fısıltıyı gizlediler: “Bu, sizin gibi bir insandan başka bir şey midir? Artık görüp dururken büyüye mi gidiyorsunuz?”
4De ki: “Benim Rabbim gökte ve yerde her sözü bilir. Ve O, en iyi işiten, en iyi bilendir.”
5Aksine onlar: “Bunlar, karmakarışık düşlerdir; yok yok onu kendisi uydurdu; yok yok o bir şairdir. Hadi öyleyse önceki gönderilenler gibi bize bir alâmet/gösterge getirsin” dediler.
6Onlardan önce yok ettiğimiz hiçbir memleket iman etmemişti. Şimdi bunlar mı iman edecekler?
7Ve Biz, senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz olgun kimseleri gönderdik/elçi yaptık.
Haydi, siz bilmiyorsanız Öğüt/Kitap Ehli olanlara/vahiy bilgisi olanlara soruverin.
8Ve Biz o elçileri yemek yemez birer ceset yapmadık. Onlar sürekli kalıcılar/ ölümsüz de değillerdi.
9Sonra Biz onlara, verdiğimiz o sözü yerine getirdik. Böylece onları ve dilediğimiz kimseleri kurtardık. Gerçeği eksik gösteren kişileri de değişime/yıkıma uğrattık.
10Hiç kuşkusuz Biz size, öğüdünüz/şan şerefiniz içinde olan bir kitap indirdik. Buna rağmen hâlâ akıllanmayacak mısınız?
11Biz, şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapan nice kentleri de kırıp geçirdik. Onlardan sonra da başka toplumları var ettik.
12Öyle ki onlar azabımızın şiddetini hissettikleri zaman ondan hızla uzaklaşıp kaçıyorlardı. –13Hızla uzaklaşıp kaçmayın, sorgulanmanız için, içinde şımarıp azdığınız şeylere ve evlerinize dönün.–
14Onlar: “Yazıklar olsun bizlere! Şüphesiz biz gerçekten yanlış davrananlar; kendi zararlarına iş yapanlar imişiz” dediler.
15İşte onların bu çağrıları, onları biçilmiş bir ekin ve sönmüş ocak/kül hâline getirinceye kadar son bulmadı.
1İnsanlar için hesapları yaklaştı. Onlar ise aldırmazlık içinde, mesafeli duran kimselerdir.
2,3Rablerinden kendilerine gelen her yeni öğüdü/hatırlatmayı ancak oyun yaparak ve kalpleri eğlenerek dinlerler. Ve şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseler, aralarında şu fısıltıyı gizlediler: “Bu, sizin gibi bir insandan başka bir şey midir? Artık görüp dururken büyüye mi gidiyorsunuz?”
Surenin ilk ayetinde, hesaba çekilme zamanları [ölümleri] yaklaşmış olmasına rağmen hâlâ işi ciddiye almayan, büyük bir aymazlık içinde vahiyle mücadele etmeye devam eden Mekkeli müşrikler konu edilmiştir. Pasajın diğer ayetlerinde ise kendilerine tebliğ edilen her yeni vahiyle alay eden bu müşrik elitlerin çevirdikleri dolaplar deşifre edilmektedir. Onlar Resulullah’ı kastederek kendi aralarında "Bu, sizin gibi bir insandan başka bir şey midir? Artık görüp dururken büyüye mi gidiyorsunuz?" diye fısıldaşmakta ve vahiy aleyhinde propaganda yapmaktadırlar.
1. ayetin "İnsanlar için hesapları yaklaştı" şeklindeki ilk cümlesi nedeniyle akıllara "Bu ayet ineli yaklaşık bin beş yüz sene olmasına rağmen hâlâ kıyamet kopmadığına göre bu yaklaşmanın anlamı nedir?" sorusu gelebilir. Bu soruya verilecek cevap son derece açıktır: Hesap, ölümle birlikte başlamaktadır. Ölen kişi için zaman durmaktadır. Allah’a göre ise zaman diye bir şey yoktur. Ölen için kendi ölümü ile kıyametin kopuşu arasında hiçbir fark söz konusu değildir.
Nitekim Kur’an’da haşr esnasında herkesin ölüm ile dirilme arasındaki zamanı çok kısa bir süre olarak algılayacağı bildirilmektedir:
51Ve Sûr'a üflenmiştir. Bir de bakmışsın ki onlar kabirlerinden Rablerine doğru akın ediyorlar.
52Onlar: "Eyvah başımıza gelenlere! Yatıp uyuduğumuz yerden bizi kim kaldırdı/uyandırdı? Bu, Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] vaat ettiği şeydir. Gönderilen elçiler de doğru söylediler." derler.
53Sadece bir tek çığlık olmuştur. Bir de bakmışsın ki hepsi huzurumuzda "hazır ol"a geçirilmişlerdir. 54Artık bugün kişi herhangi bir şekilde haksızlığa uğramaz. Ve sadece yapmış olduklarınız ile karşılıklandırılırsınız. [Ya Sin/51-54]
99Biz, sana geçmiş olan şeylerin önemli haberlerinden bir kısmını böylece anlatıyoruz. Şüphe yok ki, sana katımızdan bir Öğüt/hatırlatma [Kur’ân] verdik. 101-102Kim Bizim verdiğimiz Öğüt'ten [Kitap'tan/Kur’ân'dan] yüz çevirirse, şüphesiz o, kıyâmet günü; Sûr'a üflendiği gün, sürekli içinde kalacakları bir yük yüklenecektir. Ve kıyâmet günü onlar için bu ne fena bir yüktür! Biz suçluları o gün, gözleri gövermiş olarak toplayacağız. 103Aralarında fısıldaşacaklar: "Siz dünyada sadece ‘on gün’ kaldınız." –104Biz aralarında ne konuşacaklarını daha iyi biliriz.– Yolca en üstün olan "Siz ancak bir gün kaldınız" diyecektir. [Ta Ha/99- 104]
45Ve insanlar, Allah'ın, onları toplayacağı günde, sanki onlar sadece gündüzden bir saat kalmışlar gibi, aralarında tanışırlar. Allah'a kavuşmayı yalanlayan kişiler, kılavuzlanan doğru yoldan gidenler olmadıklarından kesinlikle ziyana uğramışlardır. [Yunus/45]
55Ve kıyâmetin kopacağı gün günahkarlar bir saatten fazla durmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle döndürülüyorlardı.
56Kendilerine bilgi ve iman verilen kimseler de diyecekler ki: "Andolsun ki Allah'ın yazısında, dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, ölümden sonra dirilme günüdür. Fakat siz bunu bilmiyordunuz." [Rum/55, 56]
Görülüyor ki, ölümün yaklaşması ile kıyametin yaklaşması insanlar için farklı şeyler değildir. Bu nedenledir ki, Rabbimiz insanları hem kıyamet hem de ölüm ile uyarmıştır:
1O saat/kıyâmetin kopuş anı yaklaştırıldı. Ve her şey açığa çıkarıldı.
2Onlar ise bir alâmet/gösterge görseler hemen yüz çeviriyorlar ve "Devam edip giden bir büyüdür" diyorlar. [Kamer/1, 2]
1Allah'ın emri kesinlikle gelecek. Artık onu acele edip istemeyiniz. Allah, onların ortak koştukları şeylerden arınıktır ve yücedir. [Nahl/1]
1,2Çoğaltma yarışı, mezarlara girinceye kadar sizi eğlendirip oyaladı.
3,4Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Yakında bileceksiniz. Yine; kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Yakında bileceksiniz. [Tekasür/1-4]
Ölüm, kıyamet çok yakın olmakla beraber, Rabbimiz iman veya inkârın özgür iradeyle gerçekleşebilmesi ve imanın "zoraki iman" olmaması için ölüm ve kıyamet vakitlerini gizlemiştir.
11Sonra onun yanına geldiğinde seslenildi: "Mûsâ!12Ben, senin Rabbin olan Benim. Hemen yakınlarını ve mallarını burada bırak, şüphesiz sen temizlenmiş vadide, Tuva'dasın/iki kere temizlenmiş bir vadidesin.13Ve Ben seni seçtim; O hâlde vahyedilecek olan şeye; "14Hiç şüphesiz ki Ben, Allah'ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluştur-ayakta tut].15Şüphesiz ki o saat/kıyâmet gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin karşılığını alsın diye neredeyse gizleyeceğim.16O nedenle kıyâmete inanmayan ve kendiboş iğreti arzusuna uyan kimse seni, kıyâmete iman etmekten alıkoymasın; sonra değişime/yıkıma uğrarsın" 14uyarısına kulak ver. [Ta Ha/11-16]
63,73İnsanlar sana kıyâmetin kopuş vaktinden soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi, Allah'ın; münâfık erkekleri, münâfık kadınları, ortak koşan erkekleri, ortak koşan kadınları azap etmesi; ve Allah'ın, mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların tevbelerini kabul etmesi için ancak Allah'ın nezdindedir. Ne bilirsin belki kıyâmetin kopuş vakti yakında olur. Ve Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir." [Ahzab/63, 73]
3,4Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler: "Bize o kıyâmetin kopuş anı gelmeyecektir" dediler. De ki: "Evet, gelecektir. Görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği bilen Rabbime andolsun ki iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan o kimselere –ki işte onlar kendileri için bir bağışlanma ve hatırı sayılır bir rızık olanlardır– karşılıklarını vermek için size kesinlikle gelecektir. O'ndan göklerde ve yerde zerre ağırlığı bir şey kaçmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi kesinlikle açık bir kitaptadır." [Sebe/3, 4]
Müşrikler, iyilik ve kötülük yapanların mutlaka karşılıklarını göreceğini kavrayabilecek akla sahip olmalarına rağmen, dünyanın haz ve eğlencelerine kapılıp sonlarının nereye varacağını düşünmedikleri için kendilerini ebedi mutluluğa götürecek olan elçiden uzak durmaktadırlar:
20Bilin ki iğreti dünya yaşamı, ancak bir oyun, tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünüş, mal ve çocuklar konusunda bir çoğaltma yarışıdır. –Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir.– Âhirette ise şiddetli bir azap; Allah'tan bir bağışlama ve bir hoşnutluk vardır. Dünyadaki iğreti yaşam, aldanış malından, malzemesinden başka bir şey değildir. [Hadid/20]
"Bu, sizin gibi bir insandan başka bir şey midir? Artık görüp dururken büyüye mi gidiyorsunuz?" demelerinden anlaşıldığına göre, Mekkeli müşrikler, Elçi’nin içlerinden biri, bir beşer olmasını hazmedememiş ve buna sürekli itiraz etmişlerdir. Hâlbuki beşere gelen elçinin de mutlaka beşer olması aklın gereği olup asıl hayret edilmesi gereken, onların bunu değerlendiremeyişleridir. Oysa Elçi’nin kendileri gibi bir beşer oluşu, sağduyulu insanların kolayca ve gönül huzuru ile kabullenebileceği normal bir durumdur. Çünkü Rahman ve Rahîm Allah, uyarıcı ve öğütçü olarak kendileri ile aynı hisleri duyan, aynı şeyleri hisseden, kendi dillerini konuşan, onları her yönüyle anlayan, tahammül derecelerini bilen bir kimseyi peygamber seçmiştir. Onların kendi içlerinden birini seçip elçi yapmıştır ki, içinde bulundukları yanlış tutumu sürdürecek olurlarsa, bu elçi onları bekleyen felâket konusunda dikkatlerini çeksin ve aralarında yükümlülükleri ilk yüklenen, mesajı ilk uygulayan kişi olarak diğerlerine örnek olsun, onlara doğru yönü nasıl bulabileceklerini göstersin.
Bu konuya dair açıklamalar şu ayetlerde yapılmıştır:
7,8Ve inkâr etmiş olanlar: "Bu ne biçim elçi ki, yemek yiyor, sokaklarda yürüyor? Ona, bir melek indirilseydi ya! Böylece O'nunla beraber bir uyarıcı olur! Yahut kendisine bir hazine bırakılsaydı veya kendisinden yiyeceği bir bahçe olsaydı ya!" dediler. Bu şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar: "Siz, yalnızca büyülenmiş bir kişiye uyuyorsunuz" da dediler.
9Senin için nasıl örnekler getirdiklerine bir bak! Artık onlar sapmışlardır, hiçbir yola da güç yetiremezler. [Furkan/7- 9]
20Biz, senden evvel de sadece, kesinlikle yemek yiyen, çarşılarda yürüyen elçilerden gönderdik. Ve Biz sizin bir kısmınızı bir kısmınız için saflaştırmak için sıkıntı malzemesi yaptık. –Sabrediyor musunuz!– Ve senin Rabbin çok iyi görendir. [Furkan/20]
8Ve onlar, "Bu Peygamber'e bir melek indirilseydi ya!" dediler. Eğer Biz, bir melek indirmiş olsaydık, iş, kesinlikle bitirilmiş olurdu. Sonra da kendilerine göz bile açtırılmazdı.
9Eğer Biz, Peygamber'i bir melek yapsaydık, yine de o'nu bir adam şeklinde yapardık ve onlar yine düştükleri kuşkuya düşerlerdi.
10Ve hiç kuşkusuz senden önce de elçiler ile alay edildi. Sonra da onlardan alay eden kişileri alay ettikleri şey kuşatıverdi. [En’am/8-10]
33-38Ve elçinin toplumundan, küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş, âhirete ulaşmayı yalanlamış ve şu basit dünya yaşamında kendilerine refah verdiğimiz kodaman kişiler: "Bu, sadece sizin gibi bir beşerdir, sizin yediğiniz şeylerden yiyor, sizin içtiğiniz şeylerden içiyor. Ve eğer, kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz, şüphesiz o zaman siz, kesinlikle ziyan edenlersiniz. Size, gerçekten siz öldüğünüz, toprak ve kemik olduğunuzda, mutlak sûrette sizin çıkarılacağınızı mı vaat ediyor? Tehdit olunduğunuz şey, hiç olmayacak bir şeydir! Sadece basit dünya hayatımız! Biz, ölürüz, yaşarız. Ve biz, diriltilecekler değiliz. Elçi, sadece Allah hakkında yalan uyduran bir adamdır ve biz o'na inanmıyoruz" dediler. [Mu’minün/33-38]
90-93Ve "Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar hâlinde üzerimize düşürmelisin yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı yahut göğe yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, öğrenip öğreteceğimiz bir kitabı bize indirmene kadar asla inanmayız" dediler. Sen de ki: "Rabbim noksanlıklardan arınıktır. Ben, beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki!" [İsra/90-93]
Yine müşriklerden nakledilen "Artık görüp dururken büyüye mi gidiyorsunuz?" şeklindeki ifadeden anlaşıldığına göre, onlar Kur’an’ın olağanüstü nitelikte olduğunu kabul etmekte fakat Allah’tan geldiğini itiraf edemeyerek onu "büyü" olarak tanımlamaktadırlar. Onların bu tutumları ile ilgili olarak merhum Mevdudi tarih kitaplarından şu olayları nakletmektedir:
"Muhammed b. İshak (H.Ö. 152) der ki: "Bir keresinde Ebu Süfyan'ın kayınpederi ve Hind'in babası Utbe b. Rebia, Kureyş ulularına Peygamber'i (s.a) görüp ona tavsiyelerde bulunmak istediğini söyledi. Onlar "Biz sana güveniyoruz, git ve onunla konuş" dediler. Bu olay Hz. Hamza müslüman olduktan sonra vuku bulmuştur. Bunun üzerine Utbe, Peygamber'e (s.a) gitti ve şöyle dedi: "Ey kardeşimin oğlu, biliyorsun ki sen bundan önce saygıyla anılırdın ve şerefli bir aileye mensupsun. Peki, neden halkına bu tehlikeli meseleyi getirdin? Bununla kavminin arasını açtın, kavmini akılsızlıkla suçluyor, onların dinlerini ve tanrılarını küçümsüyor ve atalarına kâfir diyorsun. Ey kardeşimin oğlu, eğer istediğin zenginlikse, mallarımızı birleştirir seni aramızda en zengin kimse yaparız. Eğer istediğin şerefse, seni liderimiz, istersen kralımız yaparız. Eğer sana musallat olan hastalıktan kurtulamıyorsan seni tedavi edecek en iyi hekimi buluruz." Utbe bu tür konuşmaya devam etti ve Peygamber (s.a) sessizce bekledi. Uzun konuşmasını bitirdiğinde, Peygamber (s.a) : "Ey Velid'in babası, konuşacakların bitti mi, yoksa söyleyecek başka şeylerin var mı?" diye sordu. Utbe, söyleyeceklerini söylediğini bildirdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a): "Şimdi beni dinle!" dedi ve Bismillah diyerek "Fussilet" suresini okumaya başladı. Utbe sanki büyülenmiş gibi onu dinliyordu. Peygamber (s.a) 38. ayete geldiğinde secde yaptı. Daha sonra secdeden başını kaldırıp: "Ey Ebu'l-Velid, sana söyleyeceklerimi söyledim, sen de duydun. Benim söyleyecek başka şeyim yok" dedi. Utbe arkadaşlarının yanına döndüğünde, onlar Utbe'nin yüzündeki ifade değişikliğini fark etmişlerdi: "Tanrı'ya andolsun, sanki o buradan giden adam değil" dediler. Yanlarına vardığında: "Ne yaptın?" diye sordular. "Tanrı'ya andolsun, bugün hiç duymadığım bir söz duydum. Allah'a andolsun, o ne şiir, ne büyü, ne de kehanet... Ey Kureyşliler, size bu adamı kendi haline bırakmanızı tavsiye ederim. Ondan duyduklarımdan mesajının burada büyük bir devrim yaratacağı sonucunu çıkardım. Eğer Araplar onu yok ederlerse kendi kardeşinizi öldürme suçundan kurtulmuş olacaksınız; eğer o Araplara üstün gelirse onun hâkimiyeti sizin hâkimiyetiniz ve onun şerefi sizin şerefiniz olacak" cevabını verdi. İnsanlar ona: "Ey Ebu'l-Velid, Tanrı'ya andolsun, sen onun büyüsüne kapılmışsın" dediler. Bunun üzerine Utbe: 'Ben kendi görüşümü söyledim. İster kabul edin, ister etmeyin' dedi."
Beyhaki, yukarıdaki olayı anlattıktan sonra şunları ekler: "Peygamber (s.a) "Bu durumda eğer onlar yüz çevirirlerse de ki: Ben sizi Ad ve Semud kavimlerine isabet eden yıldırıma benzer bir yıldırımla uyarıp korkuttum" ayetini okuduğunda Utbe elini Peygamber'in (s.a) ağzına kapayarak: "Allah aşkına, kavmine merhamet et!" dedi.
Aynı bağlamda İbn İshak başka bir olay anlatır. Bir keresinde Eraş kabilesinden bir adam develeriyle Mekke'ye geldi ve Ebu Cehil onun develerini satın aldı. Adam parasını isteyince, Ebu Cehil onu saçma bir takım özürlerle başından savdı. Sonunda adam Kâbe’ye geldi ve açıkça Ebu Cehil'in şerefsizliğini halka ilan etmeye başladı. O sırada Peygamber (s.a) de Kâbe’nin bir köşesinde oturuyordu. Kureyşin ileri gelenleri adama: "Bu meselede sana hiçbir şekilde yardımcı olamayız, bak şurada bir adam oturuyor, ona git, o sana paranı verir" dediler. Bunun üzerine Eraşî Peygamber'e (s.a) doğru gitti. O sırada Kureyş'in ileri gelenleri: "Bugün büyük bir eğlence olacak" diye aralarında gülüşüyorlardı. Adam Peygamber'e (s.a) durumu haber verdiğinde o hemen kalktı ve adamla birlikte Ebu Cehil'in evinin yolunu tuttu. Arkalarından bir adam da Kureyşliler adına gözcü olarak onları takip ediyordu. Peygamber (s.a) Ebu Cehil'in kapısını çaldı 'kim o' sesine "Muhammed" cevabını verdi. Bunu duyan Ebu Cehil hemen dışarı çıktı. Hz. Peygamber (s.a) ona: "Bu adamın parasını öde" dedi. Bunun üzerine Ebu Cehil hiçbir şey söylemeden develerin parasını getirdi ve adama ödedi. Bunu gören Kureyşli gözcü arkadaşlarının yanına döndü, bütün olayı anlattı ve: "Tanrıya andolsun, bugün şimdiye dek hiç görmediğim bir şey gördüm. Ebu Cehil çıktığında Muhammed (s.a) ona adamın parasını ödemesini söyledi, o da sanki büyülenmiş gibi onun dediğini yaptı" dedi. (İbn Hişam cild. II, s. 29-30) [Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an]
4De ki: “Benim Rabbim gökte ve yerde her sözü bilir. Ve O, en iyi işiten, en iyi bilendir.”
Bu ayette Rabbimiz, peygamberimize, Mekkeli müşriklerin kendi aralarında gizli gizli"Bu, sizin gibi bir insandan başka bir şey midir? Artık görüp dururken büyüye mi gidiyorsunuz" deyişlerinin işe yaramayacağını, Allahın hepsini bildiğini ve kendisine haber verdiğini söylemesini emretmektedir. Böylece müşriklerin gizli planlarının işe yaramayacağı ortaya konarak peygamberimize ve müminlere moral ve güven verilmekte, müşrikler ise paniğe uğratılmaktadır.
Ayetin başındaki " قالkale" sözcüğü " قلkul" diye de okunmuştur. " قال kale" şeklindeki kıraat, Hamza, Kisâi ve Âsim’in râvisi Hafs'ın kıraatidir. Diğer kıraat imamları ise aynı fiili Kâf’ın zammesi, Elif’in hazfı ve Lam’ın sükûnu ile " قلkul [De ki]" şeklinde okumuşlardır. [Razi; el Mefatihu’l Gayb] Aynı fiil Medine, Mekke, Basra, Topkapı, Türk İslam Eserleri Müzesi ve Kahire nüshalarında da "kul" şeklinde yazılıdır. Biz de fiilin "kul" şeklini itibara alarak meali "de ki" diye sunduk. Aynı mesele 112. ayet için de söz konusudur.
6De ki: "Onu, göklerdeki ve yerdeki sırrı bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, merhamet edendir." [Furkan/6]
78,79Şüphesiz onlar; mü’minlerden, sadakalardan kendi gönülleriyle bağışta bulunanlara ve güçlerinin yettiğinden fazlasını bulamayanlara dil uzatan, sonra da onlarla alay eden kimseler, Allah'ın, onların sırlarını ve fısıltılarını bilip durduğunu ve şüphesiz Allah'ın bütün bilinmeyenlerin çok iyi bilicisi olduğunu bilmediler mi? Allah, onları maskaraya çevirmiştir. Ve onlar için çok acıklı bir azap vardır. [Tevbe/78, 79]
5Aksine onlar: “Bunlar, karmakarışık düşlerdir; yok yok onu kendisi uydurdu; yok yok o bir şairdir. Hadi öyleyse önceki gönderilenler gibi bize bir alâmet/gösterge getirsin” dediler.
6Onlardan önce yok ettiğimiz hiçbir memleket iman etmemişti. Şimdi bunlar mı iman edecekler?
7Ve Biz, senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz olgun kimseleri gönderdik/elçi yaptık.
Haydi, siz bilmiyorsanız Öğüt/Kitap Ehli olanlara/vahiy bilgisi olanlara soruverin.
8Ve Biz o elçileri yemek yemez birer ceset yapmadık. Onlar sürekli kalıcılar/ ölümsüz de değillerdi.
9Sonra Biz onlara, verdiğimiz o sözü yerine getirdik. Böylece onları ve dilediğimiz kimseleri kurtardık. Gerçeği eksik gösteren kişileri de değişime/yıkıma uğrattık.
10Hiç kuşkusuz Biz size, öğüdünüz/şan şerefiniz içinde olan bir kitap indirdik. Buna rağmen hâlâ akıllanmayacak mısınız?
Bu ayetlerde Rabbimiz, Mekkeli müşriklerin zihnine yerleşmiş olan "beşerden elçi olmaz ve olmamalı" şeklindeki saplantıyı açıkladıktan sonra, elçilik görevi ile ilgili olarak hem onlara hem de tüm zamanların insanlarına açıklamalarda bulunmuş ve sonra da doğrudan müşriklere hitap ederek onlara "hala akıllanmayacak mısınız?" sorusunu yöneltmiştir. Bu soru açık bir uyarı ve kınama ifadesidir.
5. ayette nakledildiğine göre, Mekkeli müşrikler "Bunlar karmakarışık düşlerdir; yok yok, onu kendisi uydurdu; yok yok, o bir şairdir. Hadi öyleyse önceki gönderilenler gibi bize biralâmet/göstergegetirsin" demektedirler. Bu onların gizli planlarının bir parçasıdır. Yine merhum Mevdudi tarihi belgelerden şunları nakletmektedir:
İbn İshak, Tufeyl b. Amr ed-Devsî'nin başından geçenleri kendi ağzından şöyle anlattığını nakletmiştir: "Ben Devs kabilesinden bir şairdim. Mekke'ye gittiğimde çevremi Peygamber (s.a) hakkında birçok şeyler söyleyen bir yığın Kureyşli sardı. Bunun üzerine şüphelendim ve mümkün olduğu kadar ondan kaçmaya çalıştım. Ertesi gün Kâbe’ye gittiğimde onu salat ederken gördüm. Şans eseri, birkaç cümle duydum ve okuduklarının olağanüstü mükemmellikte sözler olduğunu hissettim. Kendi kendime: "Ben bir şairim, aklı başında genç bir adamım ve doğru ile yanlışı ayırt edemeyecek bir çocuk değilim. O halde neden yanına gidip de okuduğu şey hakkında sorular sormayayım?" dedim. Hemen sonra onu evine kadar takip ettim ve "İnsanlar senin aleyhinde o kadar çok şeyler söylediler ki, senin sesini duymamak için kulaklarıma pamuk tıkadım. Fakat bugün şans eseri senden duyduğum şeyler o denli etkileyiciydi ki mesajını daha ayrıntılı bir şekilde öğrenmeye kendimde cesaret buldum" dedim. Bunun üzerine Peygamber (s.a) Kur'an'dan bir bölüm okudu, ben de hemen orada o anda müslüman oldum. Eve döndüğümde karımı ve babamı İslâm'a davet ettim, onlar da kabul ettiler. Daha sonra kabilemi İslâm'a davet ettim. Hendek Savaşı'na dek kabilemden 80 kadar aile müslüman olmuştu." (İbn Hişam, c. II, s. 22-24)
İbn İshak'ın naklettiği diğer bir rivayete göre, Kureyş'in ileri gelenleri, yaptıkları bir toplantıda Peygamber'e (s.a) yöneltilen bütün suçlamaların asılsız olduğunu ikrar etmişlerdi. İbn İshak'a göre, bir gün Nadr b. Haris, topluluğa hitaben: "Siz bu metotlarla Muhammed'i (s.a) alt edemezsiniz. O genç bir adamken onu aranızda en iyi huylu kimse olarak kabul ediyor ve onu en doğru ve şerefliniz diye saygı duyuyordunuz. Şimdi ise o olgunluk yaşına ulaştı ve siz ona: 'Büyücü, kâhin, şair, büyülenmiş mecnun' diyorsunuz. Tanrıya andolsun, o bir büyücü değil, çünkü biz sihirbazların ne tür insanlar olduklarını ve ne tür hilelere başvurduklarını biliriz. Tanrıya andolsun, o bir kahin de değil, çünkü biz kahinlerin tahmine dayalı bilgilerinden de haberdarız. Tanrıya andolsun, o bir şair de değil, çünkü şiir sanatı onun sözlerinin şiir sınıfına dahil edilemeyeceğini takdir etmektedir. Tanrıya andolsun, o bir mecnun da değil. Çünkü biz mecnunların ne kadar saçma ve anlamsız şeyler söylediklerini biliyoruz. O halde ey Kureyş uluları, onu alt etmek için başka bir plan bulalım" dedi. Bundan sonra insanların dikkatini Kur'an'dan çevirmek için Rüstem ve İsfendiyar gibi İran kültürüne ait hikâyeleri toplumda yayma önerisinde bulundu. Bunun üzerine bu planı uygulamaya koydular ve Nadr bu hikâyeleri insanların toplu bulundukları yerlerde anlatmaya başladı. (İbn Hişam c. I, s.320-321) [Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an]
Müşriklerin "Hadi öyleyse önceki gönderilenler gibi bize bir alâmet/göstergegetirsin" benzeri taleplerine bir başka surede de şöyle cevap verilmiştir:
50Ve onlar, "Ona Rabbinden alâmetler/göstergeler indirilmeli değil miydi?" dediler. De ki: "Alâmetler/göstergeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise ancak apaçık bir uyarıcıyım."
51Kendilerine okunan Kitab'ı şüphesiz Bizim sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. [Ankebut/50, 51]
Ne var ki, talep ettikleri türde mucizeler gönderilse bile, muannit müşriklerin yine de iman etmeyecekleri Kur’an’da birçok kez dile getirilmiştir. Üstelik kör inatlarından kaynaklanan bu inkârları sebebiyle Allah’ın kahrına, helakine duçar olacakları da yine O’nun Kur’an’da bildirilen bir ilkesidir. Rabbimizin Mekkeli müşriklerin istedikleri türden bir mucize göndermemiş olması, bir anlamda onların lehine bir durumdur. Çünkü mucizeleri gördükleri hâlde inanmayanlar, Allah’ın kanunu gereği, tıpkı eski kavimler gibi yerle bir olacaklardır. Allah Mekkeli kâfirlerin mucizeleri gördükleri hâlde inanmayacak olduklarını bilmektedir. İlahî azabın onların üzerine hemen gelmemesi ise Allah’ın bir rahmeti olarak değerlendirilmelidir.
23Ve eğer Allah, onlarda hayır olduğunu bilseydi kesinlikle onlara işittirirdi. Ve eğer işittirseydi yine de onlar, geri duranların ta kendisi olarak sırt dönerlerdi. [Enfâl/23]
59Ve Bizi, alâmetleri/göstergeleri göndermekten ancak öncekilerin onları yalanlamış olmaları alıkoydu. Ve Semûd'a, açık, gözle görülebilir biçimde sosyal destek kurumları kurmaları görevini vermiştik de onun sebep olmasıyla haksız davranmışlardı. Ve Biz, o alâmetleri/göstergeleri ancak korkutmak için göndeririz. [İsra/59]
96,97Şüphesiz, şu, aleyhlerinde Rabbinin Kelime'si hak olmuş olan kimseler, kendilerine bütün alâmetler/göstergeler hep birden gelse, yine de o acıklı azabı görünceye kadar iman etmezler. [Yunus/96, 97]
109Ve Biz senden önce de yalnızca, kentlerin kendi halkından, kendilerine vahyettiğimiz birtakım olgun kişileri elçi olarak gönderdik. Şimdi o yerlerde şöyle bir gezip dolaşmadılar mı? Ki kendilerinden önce gelip geçenlerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna bir baksalar! Elbette âhiret yurdu Allah'ın koruması altına giren kişiler için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? [Yusuf/109]
6Bu cezalandırma, kendilerine elçileri açık deliller ile geldiğinde: "Bir beşer mi bize yol gösterecek?" deyip de küfretmeleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye çalışmaları ve sırt çevirmeleri nedeniyledir. Allah, muhtaç olmadığını gösterdi. Allah zengindir, övülmeye en iyi lâyık olandır. [Teğâbün/6]
45Sonra nice kentler de vardı ki şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yaparlarken Biz, onları değişime/yıkıma uğrattık. Artık damları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmıştır; nice terk edilmiş kuyularla bomboş kalmış yüksek saraylar!
46Peki onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendilerinin, akıl edecekleri kalpleri ve işitecekleri kulakları olsun. İşte, şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur. [Hacc/45, 46]
"Ehl-i Zikr"
Ayette müşriklere cevap verilirken Rabbimiz "Haydiyin, siz bilmiyorsanız ‘Zikir Ehli’ olanlara [Tevrat’ı bilenlere] soruverin" denilmiştir. "Ehl-i Zikr" ifadesi ile Yahudilerden ve Hıristiyanlardan Tevrat ile ilgili bilgisi olanlar kastedilmiştir. Zira onlar geçmişte de elçilerin beşer olduğunu, hatta beşere ancak beşer elçinin gelmesi gerektiğini bilirlerdi. Ayrıca kitaplarında bir peygamberin geleceği de yazılı idi. Bu konu ile ilgili olarak A’raf suresindeki açıklamalarımızın tekrar okunmasını öneriyoruz.
11Biz, şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapan nice kentleri de kırıp geçirdik. Onlardan sonra da başka toplumları var ettik.
12Öyle ki onlar azabımızın şiddetini hissettikleri zaman ondan hızla uzaklaşıp kaçıyorlardı. –13Hızla uzaklaşıp kaçmayın, sorgulanmanız için, içinde şımarıp azdığınız şeylere ve evlerinize dönün.–
14Onlar: “Yazıklar olsun bizlere! Şüphesiz biz gerçekten yanlış davrananlar; kendi zararlarına iş yapanlar imişiz” dediler.
15İşte onların bu çağrıları, onları biçilmiş bir ekin ve sönmüş ocak/kül hâline getirinceye kadar son bulmadı.
Bu ayetlerde zulmün sonuçları açıklanmaktadır. Zulüm [şirk koşmak ve şirki yaygınlaştırmak için çaba harcamak], toplumların felaketine neden olan en büyük manevi suçtur. Konumuz olan ayetlerde nakledilen sahne de bu suçu işleyen nankör inkârcıların dünyadaki son anlarıyla ilgilidir. Zalimler mutlaka kötü sonla karşı karşıya gelecekler, "Yazıklar olsun bizlere, Şüphesiz biz gerçekten zalimler imişiz" diye itirafta bulunacaklardır. Ne var ki, bu itiraflarının hiçbir yararı olmayacaktır, çünkü son pişmanlık fayda vermeyecektir.
Daha evvelki surelerin tahlilinde "Zoraki İman" ile ilgili detaylı açıklama yapmıştık. Bu nedenle burada sadece Mü’min suresinin son üç ayetini vermekle yetiniyoruz:
83Ne zaman ki elçileri onlara açık delillerle geldi, kendilerinde bulunan bilgiden dolayı şımarıklık etmişlerdi. Hâlbuki o, alay ettikleri şey onları kuşatmıştı.
84Sonra da ne zaman hışmımızı gördüler: "Allah'ın birliğine inandık ve O'na ortak koştuğumuz şeyleri kabul etmedik" dediler.
85Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine yarar sağlayacak değildi. –Allah'ın, kulları hakkındaki sürüp giden tutumu...– İşte kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler burada kaybettiler, zarara uğradılar. [Mü’min/83-85]
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, bu pasajda konu edilen zulüm, şirk ve şirke çalışmaktır; toplumda her zaman var olan ufak tefek haksızlıklar değildir. Kur’an’da "zulüm", farklı nitelikleriyle yüzlerce ayette yer almıştır. Bu nitelikler şunlardır:
Kadınlara haksızlık yapmak, Allah'ın sınırlarını aşmak, haram lokma yemek, Allah'ın söylediklerini başka sözlerle değiştirmek, Allah'ın demediğini dedi diyerek O'na iftira etmek ve buna göre fetva vermek, kendilerine yapılan ilâhî uyarıları unutmak, verilen nimetlerden dolayı şımarmak, faiz yemek, haksız yere insanları inançları nedeniyle memleketlerinden çıkarmak, bozgunculuk yapmak, fitne çıkarmak ve fitne çıkaranlara kulak vermek, Allah'ı görmek istemek, peygamberler üzerinde tecelli eden mucizeleri yalanlamak ve onlara inanmamakta ısrar etmek, Allah'ın davetine uymamak, peygamberine tâbi olmamak, günah işlemek, iftira etmek, şeytana kulak vermek, yalan söylemek, sapıklara uymak, yapmadığı şeyi yaptım diye söylemek, başkalarının hakkına tecavüz etmek, peygamberleri öldürmek için tuzak kurmak ve bu konuda and içmek, Allah'ın indirdiği ile hükmetmemek, küfrü imana tercih etmek, tövbe etmemek, Allah'ın âyetlerine hakaret etmek, toplumu ikiye bölüp birini tutup diğer grubu ezmek, sömürmek ve köleleştirmek.
Bu niteliklerin konu edildiği ayetlere bakıldığında, bu eylemlerin imansızlıktan kaynaklandığının konu edildiği açıkça anlaşılmaktadır.*
*İşte Kuran, Enbiya Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz