• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

44Meryem Suresi 16-29, 34, 30-33, 36




Mushafta Bozuntu Yapılan Ayetler


44Meryem Suresi 16-29, 34, 30-33, 36


Hatalı Çeviri:
16. (Resûlüm!) Kitap'ta Meryem'i de an. Hani o, ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti.

17. Meryem, onlarla kendi arasına bir perde çekmişti. Derken, biz ona ruhumuzu gönderdik de o, kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü.

18. Meryem dedi ki: Senden, çok esirgeyici olan Allah'a sığınırım! Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen (bana dokunma).

19. Melek: Ben, yalnızca, sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbinin bir elçisiyim, dedi.

20. Meryem: Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım halde benim nasıl çocuğum olabilir? dedi.

21. Melek: Öyledir, dedi; (zira) Rabbin buyurdu ki: Bu bana kolaydır. Çünkü biz, onu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız. Bu, hüküm ve karara bağlanmış (ezelde olup bitmiş) bir iş idi.

22. Meryem ona hamile kaldı. Bunun üzerine onunla (karnındaki çocukla) uzak bir yere çekildi.

23. Doğum sancısı onu bir hurma ağacına (dayanmaya) sevketti. «Keşke, dedi, bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!»

24. Aşağısından (İsa yahut melek) ona şöyle seslendi: «Tasalanma! Rabbin senin alt yanında bir su arkı vücuda getirmiştir.»

25. «Hurma dalını kendine doğru silkele ki, üzerine taze, olgun hurma dökülsün.»

26. «Ye, iç. Gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen de ki: Ben, çok merhametli olan Allah'a oruç adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım.»

27. Nihayet onu (kucağında) taşıyarak kavmine getirdi. Dediler ki: Ey Meryem! Hakikaten sen iğrenç bir şey yaptın!

28. Ey Harun'un kız kardeşi! Senin baban kötü bir insan değildi; annen de iffetsiz değildi.

29. Bunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi. «Biz, dediler, beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz?»

30. Çocuk şöyle dedi: «Ben, Allah'ın kuluyum. O, bana Kitab'ı verdi ve beni peygamber yaptı.»

31. «Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti.»

32. «Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı.»

33. «Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün esenlik banadır.»

34. İşte, hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu İsa -hak söz olarak- budur.

35. Allah'ın bir evlât edinmesi, olacak şey değildir! O, bundan münezzehtir. Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece «Ol!» der ve hemen olur.

36. (İsa şunu da söyledi:) Muhakkak ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk ediniz. İşte doğru yol budur.



Doğru Çeviri:
Necm: 109
16Kitap'ta Meryem'i de an! Hani o, ailesinden/yakınlarından ayrılarak doğu tarafında bir yere kaçıp gitmişti.

17Sonra ailesiyle/yakınlarıyla kendisi arasına bir perde edinmişti de Biz ona ruhumuzu/ilâhî mesajımızı gönderdik, sonra ruhumuzu/mesajlarımızı getiren elçi, Meryem'e mükemmel bir beşerî örnek verdi.

18Meryem: “Ben senden Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] sığınırım. Eğer sen Allah'ın koruması altına girmiş birisi/takî isen...” dedi.

19Elçi/Zekeriyyâ: “Ben sadece, SENİ tertemiz bir delikanlıya HAZIRLAMAK için, Rabbinin elçisiyim” dedi.

20Meryem: “Benim nasıl delikanlım olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamıştır. Ben bir yasa tanımaz/iffetsiz biri de değilim” dedi.

21Elçi: “Öyledir! Rabbin buyurdu ki: Babasız çocuk vermek, Bana pek kolaydır. Hem Biz, onu nezdimizden insanlara bir alâmet/gösterge ve rahmet yapacağız.” Ve o gerçekleştirilmiş bir iş oldu.

22Sonunda Meryem/delikanlıya gebe kaldı. Sonra da onunla uzak bir yere kaçtı gitti.

23Sonra doğum sancısı onu bir hurma kütüğüne tutunup dayanmaya zorladı. “Keşke bundan önce ölseydim ve büsbütün unutulan biri olsaydım!” dedi.

24-26Sonra ona; Meryem’e aşağısındaki kişi; Zekeriyya seslendi: “Sakın üzülme, Rabbin alt tarafında bir su arkı yaptı. Hurma kütüğünü kendine doğru silkele, üzerine olgunlaşmış taze hurmalar düşsün. Sonra ye-iç; keyfine bak, gözün aydın olsun. Sonra eğer beşerden birini görürsen, ‘Ben Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] bir oruç adadım, onun için bugün hiçbir kimseyle konuşmayacağım’ de.”

27-28Sonra Meryem, çocuğunu yüklenerek toplumuna getirdi. Toplumu dediler ki: “Ey Meryem! Doğrusu sen görülmemiş bir şey yaptın. Ey Hârûn'un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kişi değildi, annen de yasa tanımaz/iffetsiz bir kadın değildi.”

29Bunun üzerine Meryem ona; doğum anında aşağısında bulunan kişiye; Zekeriyya’ya işaret etti, ondan gelişmeleri açıklamasını istedi. Zekeriyya, Meryem’in zina etmeden çocuğu doğurduğuna kefil olup çocuğun ma’bedde yetiştirilmesini istedi. Onlar, “Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyleriz/Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyler?” dediler.

34İşte bu, hak söze göre, hakkında ihtilâf edip durdukları, “30Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber yaptı. 31Beni, ben nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı] ve zekat'ı; Allah’ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak içtenlikle verdiği vergiyi yükümlülük olarak ulaştırdı. 32Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse yaptı. Ve beni bir zorba, mutsuz biri yapmadı. 33Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden diriltileceğim gün, selâm benim üzerimedir. 36Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na kulluk edin, işte bu, dosdoğru yoldur” 34diyen Meryem oğlu Îsâ'dır.132



16Kitap'ta Meryem'i de an! Hani o, ailesinden/yakınlarından ayrılarak doğu tarafında bir yere kaçıp gitmişti.

17Sonra ailesiyle/yakınlarıyla kendisi arasına bir perde edinmişti de Biz ona ruhumuzu/ilâhî mesajımızı gönderdik, sonra ruhumuzu/mesajlarımızı getiren elçi, Meryem'e mükemmel bir beşerî örnek verdi.



MERYEM

"مريم Meryem" sözcüğü "مفعل mef’al" kalıbında bir sözcüktür. Sözcüğün "bir yerden ayrılmak" [Lisanü’l-Arab c:4, s.325. "rym" mad.] anlamındaki "رام rame" fiilinden türemiş olması mümkündür. Ancak bu ismin Kitab-ı Mukaddes’te iki yerde Musa peygamberin kızkardeşinin adı olarak geçmesi, sözcüğün İbraniceden geldiğini göstermektedir. [Çıkış:15/20 ve Sayılar: 26/59] Yeni Ahid [İncil]’de bu sözcük Marim, Maria ve Mariamme tarzında 53 kez yer alır. Bu sözcüklerin kesin anlamı net olarak bilinmemektedir. Yorumcular tarafından, "Meryem" sözcüğü ile ilgili, "deniz damlası", "deniz yıldızı", "tanrıya bağlı", "tanrıyı seven", "hanımefendi", "ışık veren", "şişman", "prenses", "mağrur", "güzel kimse", "kâmil kimse" gibi anlamlar ileri sürülmüştür. [Prof. C. Tümer; Hz. Meryem, T.D.V. Yayınları; T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Meryem mad.]

"Meryem" sözcüğü Kur’an’da 34 kez isim şeklinde, 1 kez de "o" zamiriyle işaret edilmek suretiyle toplam 35 kez geçmektedir.

Meryem’in kimliği ve ailesi hakkında yazılıp çizilenlerin ekserisi hayal ürünü olup bu konuda Hıristiyan kaynaklarında da yeterli bilgi ve belge yoktur. Dolayısıyla, Meryem’in anasının adının "Hanna" olduğu, onun da Zekeriyya peygamberin baldızı olduğu, Zekeriyya peygamberin eşinin [yani Meryem’in teyzesinin] adının "Elizabet" olduğu yönündeki nakiller kesinlik arz etmemektedir. Çünkü Taberî Tarihi’nde de olduğu gibi, bu nakiller kesin olmayan Hıristiyan kaynaklarına dayanmaktadır:

Hıristiyanlar, Meryem’in İsa’ya on üç yaşında gebe kaldığını, İsa göğe kaldırılıncaya [!] kadar otuz iki yıl ve birkaç gün dünyada kaldığını, Meryem’in İsa’nın (as) göğe kaldırılmasından sonra altı yıl daha yaşadığını iddia ederler. Buna göre Meryem elli küsur yaşında vefat etmiş demektir. [Kurtubi; Meryem/16 hakkında]

Bu durumda yapılacak şey, her zaman olduğu gibi Kur’an’daki bilgilerle yetinmektir. Kur’an’da Meryem’in anası babası ile ilgili geniş bilgi verilmemekle birlikte, Âl-i Imran suresinin 35. ayetinden anlaşıldığı kadarıyla babasının adı Imran’dır.

Meryem’in doğumu ile ailesinden ayrılışı arasındaki yaşamına dair Kur’an’da herhangi bir bilgi verilmemiştir. Konumuz olan ayetlerde verilen bilgiler, Meryem’in yetişkinlik çağına ait bilgilerdir.

Yukarıdaki ayetlere göre Meryem, ehlinden [ailesinden ve yakınlarından] ayrılıp tek başına doğuda bir bölgeye gitmiştir. O dönemde Meryem’in kaç yaşında olduğu ve ehlinden hangi sebeple ayrıldığı konularında herhangi bir bilgi yoktur.

Ayette geçen "إنتباذ intibaz" sözcüğü "eldeki şeyi öne veya arkaya fırlatıp atmak, tek başına ayrılma, uzaklaşma, ilişik kesme" anlamındadır. [Lisanü’l-Arab; c.8, s.429. nbz mad.] Nitekim bir kimsenin insanlardan uzak bir köşeye oturması da "intebeze" sözcüğüyle ifade edilir. Dolayısıyla Meryem’in kendi evinin doğu taraftaki odasına veya mabedin doğu köşesine çekildiği yolundaki yorumlar sözcüğün anlamına ve ayetin ruhuna aykırıdır. Sözcüğün ifade ettiği anlama göre Meryem yakın çevresinden kopmuş, onlardan ayrılıp uzaklara gitmiştir. Kısacası Meryem evden kaçan kızdır. Durumun böyle olduğu, 17. ayetteki "ehliyle kendisi arasına bir perde edinmişti" ifadesinden de anlaşılmaktadır. Çünkü bu ifade, onun kendisiyle ailesi arasına bildiğimiz bez perde çektiği anlamına değil, ailesinden mesafelenip uzaklaştığı, ailesiyle irtibatı kestiği anlamına gelir. Bunun bir örneği de Sad suresinin 32. ayetindeki "Ben, hayır [servet, çıkar] sevgisini, Rabbimin zikrinden dolayı sevdim. -Sonunda onlar perdenin arkasına girdiler.-" ifadesinde görülmektedir.

Meryem’in ailesini terk etmesinin sebebi olarak "hayız gördüğü için utanmıştı" veya "hamileliği bahanesiyle uzaklaşmıştı" tarzında yapılan yakıştırmalar, ayetin orijinal anlamını bozmaktan başka bir şey değildir. Bizim kanaatimize göre Meryem sorunludur ve sorunları sebebiyle yakın çevresinden uzaklaşmıştır. Meryem’in sorununun ne olduğunu anlama konusunda Âl-i Imran suresinin 36, 37, 42 ve 43. ayetlerindeki bazı ifadeleri birer ipucu olarak değerlendirmek mümkündür.

Bu ayetlerde yapılmış olan vurgulardan hareket edilerek olayların gelişimi ve Meryem’in sorunları hakkında bazı tahminler yürütülebilir:

Meryem, erkek çocuk isteyen ve bekleyen, çocuk kız olunca da pek sevinmeyen bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Imran’ın karısının "Onu kız doğurdum" ifadesinin hemen arkasından gelen Rabbimizin "-hâlbuki Allah onun doğurduğu şeyi daha iyi bilir-" şeklindeki ifadesi, Meryem’in Imran’ın karısının zannettiği ve ayette dile getirdiği gibi olmadığını göstermektedir.

Diğer taraftan Âl-i Imran suresinin 37. ayetindeki "Ve onu güzel bir bitki olarak bitirdi" ifadesi de, Meryem’in normal bir insan özelliğinden çok bir bitki özelliği taşıdığını düşündürmektedir. Bir insanın bitki özelliğinde olması Rabbimizin yaratılış kanunlarına ters değildir. Çünkü insanın yaratılış aşamalarından birisi de bitkilik evresidir:

* Ve Allah, sizi yeryüzünden bir bitki olarak bitirdi. [Nuh/17]

Meryem’in daha sonra erkeksiz hamile kaldığı da göz önüne alınırsa, bitki özelliğinde olması onun tıpkı çiçekli bitkilerin çoğunda görüldüğü gibi "erselik" yapıda olduğu, yani vücudunda hem erkek hem dişi üreme organı bulunduğu ihtimalini ortaya çıkarır ki, bizim kanaatimiz de bu yöndedir.
Bu kanaatimizi doğrulayan bir husus da Âl-i Imran suresinin 42. ayetindeki "seni âlemlerin kadınlarına seçti" ifadesidir. Çünkü bu ifade ile belirtilen seçkinlik, Meryem’in meziyetleri dolayısıyla diğer kadınlardan üstünlüğünü değil, onun biyolojik farklılığını, fazlalığını, fizikî bakımdan diğer kadınlarla aynı yapıda olmadığını anlatmaktadır.

Meryem’in erselik yapıda olması, ehlini terk edip uzak bir yerde tek başına yaşamaya gitmesinin sebebini de izah etmektedir. Yani Meryem, her problemli insanın yapabileceği gibi, bünyesindeki bu farklılığın meydana getirdiği psikolojik sıkıntı ile evini terk etmiştir.

Ayrıca Meryem’in (20. ayette görüleceği üzere) "Bana bir beşer dokunmamıştır" şeklindeki ifadesi de, onun erselik yapıda olmasına uygun bir ifadedir. Çünkü Meryem "Bana bir erkek dokunmamıştır" dememiş, hem erkek hem kadın için söz konusu edilebilecek bir ifade kullanmıştır.

Enbiya/91’de Meryem’e raci zamir müennes kullanılırken, Tahrim/12’de müzekker kullanılmıştır.

Bütün bunlardan başka, Meryem’den rükû eden erkekler ile beraber rükû etmesinin istenmesi de çok ilginçtir. Yani Meryem’e haniflik konusunda erkek olarak görev yapması bildirilmiştir. Ayetteki "er-Rakiîn" ifadesinin müzekker getirilmesi herhâlde sadece seci’ [kafiye] olsun diye değildir.

Tamamen Kur’an ayetlerindeki ifadelere dayandırdığımız bu tahminler, bilimsel gerçeklerle de hiçbir çelişki göstermemektedir:

Erdişilik hermafroditlik ya da erseliklik olarak da bilinir. Aynı bireyde erkek ve dişi üreme organlarının birlikte bulunması. Çiçekli bitkilerin çoğunda ... erdişilik görülür. [Ana Britannica; c:11, s:313]

Yalancı Erdişilik: ... Dişi tipi yalancı erdişilikte yumurtalıkların olmasına karşın ikincil eşey özellikleri ve dış üreme organları erkeğinkilere benzer. Genellikle ergenlik döneminde kadına özgü ikincil eşey özellikleri de gelişir. ... Erkek tipi yalancı erdişilikte erbezleri olduğu hâlde ikincil eşey özellikleri ve dış üreme organları kadınınkilere benzer. Bu durumda dölütte erbezlerinin salgıladığı testosteron hormonu bilinmeyen bir nedenle vücuttaki gerekli değişiklikleri gerçekleştirememiştir. En sık rastlanan tipinde dış üreme organları tümüyle kadın üreme organları görünümündedir; ergenlik döneminde kadına özgü ikincil eşey özellikleri belirir. Buna karşılık eşey bezleri [erbezleri] ve eşey kromozomları kişinin erkek olduğunu gösterir. Bu tip bozukluk genellikle kız olduğu sanılan çocuğun ergenlik dönemine girdiği hâlde âdet kanamasının başlamamasıyla tanınır. Vücuttaki dokular erkek eşey hormonlarına çok az ya da hiç yanıt vermediklerinden ve dış üreme organları kadınınkilere benzediğinden çocuk kız çocuğu olarak yetiştirilir. ... [Ana Britannica; c:32, s:74]

MERYEM’E GÖNDERİLEN RUH

Kadr suresinin tahlilinde yaptığımız ayrıntılı açıklamalarda belirttiğimiz gibi, "ruh" sözcüğü Kur’an’da hep "vahiy, ilâhî bilgi" anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla 17. ayetteki "ona ruhumuzu gönderdik" ifadesi de "Meryem’e bir takım ilâhî bilgilerin gönderildiği" anlamına gelmektedir. Ancak bu bilgiler doğrudan Meryem’e vahyedilmemiş, bir elçi vasıtasıyla gönderilmiştir. Bu elçi, o dönemde yaşamış olan Zekeriyya peygamberden başkası değildir. Çünkü Kur’an’dan öğrendiğimize göre, Meryem o dönemde Zekeriyya peygamberin himayesindedir.

Bu ayette "ruhumuzu gönderdik" sözleri ile ifade edilen Meryem’e bilgi verme işlemi, aynı olayı anlatan başka ayetlerde "ruhumuzu üfledik" sözleri ile ifade edilmiştir. Yine Kadr suresindeki açıklamalarda belirttiğimiz gibi, "ruh üfleme" tabiri "az bir bilgi ile bilgilendirmek" demektir. Buna göre, Allah’ın Meryem’e ruhunu göndermesi, elçisi Zekeriyya vasıtasıyla Meryem’e bir takım bilgiler yollaması anlamına gelmektedir. Elçinin Meryem’e örnek gösterdiği mükemmel beşer ise o gün henüz bir bebek olan Yahya peygamberdir. Çünkü Yahya peygamber de kısır anası tarafından daha önce Zekeriyya peygambere verilmiş bu bilgi ile dünyaya getirilmiştir.

Özetlemek gerekirse; daha önce kendisine verilmiş olan ilâhî bilgiyi Meryem’e iletmekle görevlendirilen Zekeriyya peygamber, bu bilgi sayesinde bir erkeğe gerek olmadan çocuk doğurabileceğini Meryem’e anlatarak görevini yapmış, bu bilginin doğruluğuna kanıt olarak da bebek Yahya’yı göstermiştir. Âl-i Imran suresinin 42, 43. ayetlerinde sözü edilen melekler de Zekeriyya peygamber ile Meryem’e gönderilen ayetlerdir.

تمثّل TEMESSÜL

"تمثّل temessül" sözcüğünün esas anlamı "örnek vermek" demektir. Bununla beraber sözcük, ikinci, üçüncü anlam olarak "insan şekline girmek" manasında da kullanılmıştır. [Lisanü’l-Arab; c.8, s.200, 201. msl, temessül mad.] Kur’an ile ilgili çalışma yapanlar, genellikle sözcüğün esas anlamı yerine uzak anlamını tercih etmişlerdir. Böyle olunca da Meryem’e haberci olarak Cebrail’in geldiği, korkmasın diye de Cebrail’in ona bir delikanlı kılığında göründüğü yorumları ortaya çıkmıştır.

Biz "temessül" sözcüğünün esas anlamı ile çevrilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Sözcüğün burada asıl anlamıyla değerlendirilmesi, yukarıdaki alıntıda geçen İncil’in şu ifadesi ile de uyum göstermektedir:
Bak, senin akrabalarından Elizabet de yaşlılığında bir oğula gebe kaldı. Kısır bilinen bu kadın şimdi altıncı ayındadır. [Luka; 1/36]



18Meryem: “Ben senden Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] sığınırım. Eğer sen Allah'ın koruması altına girmiş birisi/takî isen...” dedi.


Bu ayette Allah’tan mesaj getiren elçiye Meryem’in verdiği tepki dile getirilmiştir.

Buradaki "تقىّ takiyy" sözcüğü "takva sahibi biri" anlamında olabileceği gibi, özel bir isim de olabilir. Bazı kaynaklarda Meryem’in bulunduğu kentte "Takiyy" adında adı kötüye çıkmış, günahkâr bir adamın varlığından bahsedilmektedir. Eğer bu bilgi doğru ise, Meryem’in, yalnız başına yaşadığı yerde kendisine yaklaşan kişinin o kötü kişi olabileceğini düşünmüş ve taciz edilmekten korkarak "Eğer sen Takiyy adındaki kimse isen" demiş olması mümkündür.

Meryem’in "Eğer sen takiyy [takva sahibi birisi/Takiyy] isen" sözlerinin yer aldığı cümle, bir şart cümlesi olmasına rağmen ayette cümlenin ikinci [ceza] bölümü mevcut değildir. Bu, okuyanların takdirine bırakılmıştır. Bize göre cümlenin ikinci bölümü "Bana dokunma!" veya "Bana zarar verme!" şekillerinde takdir edilebilir.



19Elçi/Zekeriyyâ: “Ben sadece, SENİ tertemiz bir delikanlıya HAZIRLAMAK için, Rabbinin elçisiyim” dedi.


Meryem/19. ayetteki "لأهب LİEHEBE" sözcüğü, şimdiye kadar, وَهَبَ VEHEBE (Hibe etme) fiilinden geldiği kabul edilerek ayete; "Elçi/Zekeriyyâ: "Ben sadece, sana tertemiz bir delikanlı bağışlamam/bağışlamak için, Rabbinin elçisiyim." dedi. " anlamı verilmiştir.

Kur’an’daki hibe ayetleri (25 ayet: Şûrâ/ 49, Âl-i İmrân/ 8, 38, Meryem/ 5, 19, 49, 50, 53, Furkân/ 74, İbrâhîm/ 9, Şu’arâ/ 21, 83, Ahzâb/ 50, En’âm/ 84, Enbiyâ/ 72, 90, Ankebut/ 27, Sâd/ 30, 43, 35, Sâffât/ 100) tetkik edilirse; evlat- torun, erkek- dişi hibe edenin ve hibe edilmesi istenen zatın sadece Allah olduğu görülür. Allah’ın bir ismi de "وهاب Vehhâb"tır (Sâd/ 9, 35 ve Âl-i İmrân/8).

Ahzâb/50’de ise; kadının nefsini hibe edebileceği açıklanır. Ama bir insanın peygamber de olsa; evlat- torun, erkek- dişi, elçilik hibe etmesi düşünülemez. Kullar ancak, kendilerini ve sahip oldukları malları mülkleri hibe edebilirler.

Enbiyâ/89, 90, Meryem/5’ Âl-i İmrân/38 de bizzat Zekeriya’nın Allah’tan kendisine bir evlat hibe etmesi için yakardığını görmekteyiz. O zaman nasıl olurda kendisi himmete muhtaç birisi başkasına himmet eder; Meryem’e tertemiz bir delikanlı/ğulam hibe etmeye kalkar? Bunun kabulü, ayetlere ve akla aykırıdır.

Bizim kanaatimize göre Meryem/19’daki "لأِهَبَ LİEHEBE" sözcüğü, "وَهَبَ VEHEBE" fiilinden değil, "أهَبَ EHEBE" fiilinden gelmektedir. "أهَبَ EHEBE" fiilinin lügatlerdeki anlamı, "bir iş için hazırlık yapmak, düzenleme yapmak, onarmak" demektir.
"أهَبَ EHEBE" fiili de "وَهَبَ VEHEBE" fiili gibi MU’TELL (kalıbında çekim sırasında değişiklik yapılan) bir fiildir. "أهَبَ EHEBE, يأهَبُ YE’HEBÜ, أهْبأً EHBEN …" diye çekilir. Birinci harfi hemze olduğundan bu tarz fiillere MEHMUZ FİİL denir.

Mehmuz fiillerde hemze sakinse; kendi haline bırakmak veya harfi değiştirmek serbesttir. Değiştirme durumunda; sakin hemzenin önündeki harf üstün ise; hemze elif harfine, esre ise hemze ya harfine, ötre ise hemze vav harfine dönüştürülür. Bu, Arap dilinin genel kurallarından biridir.

Önce bu meseleyi farklı bir kelime ile örnekleyelim:

"أكَلَ EKELE, يَأكُلُ YE’KÜLÜ". Bu fiil de mehmuz (yapısında hemze olan) bir kelimedir. "Ye’külü" kelimesindeki hemze sakin, bir öncesi üstündür. Bu defa ye’külü’nün hemzesini elif harfine dönüştürülür ve bu elif harfi (a harfi) uzatılarak "يَاكُلُ yâkülü" şeklinde okunur.

أهَبَ EHEBE" fiili de aynı "أكَلَ EKELE" fiili gibidir. "أهَبَ EHEBE", Muzari kalıbında "يَاهَبُ YE’HEBÜ " şeklinde gelir. Genel kural gereği يَاهَبُ YÂHEBÜ şekline sokulur.

Ayetteki "لإهَبَ LİEHEBE" kelimesini tahlil edersek, "lam" mastariye olup arkasında mukadder "en" edatı vardır. Takdiri "لأنْ Lİ EN" şeklindedir. "أهَبَ EHEBE" sözcüğü muzari nefsi mütekellim (geniş zaman 1. Tekil şahıs) kalıbında olup mensup halde (üstün okunarak) kelimenin aslı أئْهَبَ E’HEBE’dir. Birleştirirsek " لأنْ أئْهَبَ LİEN E’HEBE"dir.

Yukarıda mehmuz sözcüklerdeki genel kuralı açıklamıştık. O kurala göre "أهَبَ E’HEBE" sözcüğü, "آهَبَ ÂHEBE"ye dönüşecektir. Tıpkı YE’KÜLÜ’nün "YÂKÜLÜ’ye dönüştüğü gibi.
Buna A’râf/123, Tâ-Hâ/71 ve Şu’arâ/49’da geçen "… قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْ …" bölümünün içinde geçen "اٰذَن ÂZENE" fiilini de örnek olarak görebiliriz. Buradaki "اٰذَن ÂZENE" fiili "أذِنَ EZİNE" fiilinin muzari kalıbından BİRİNCİ TEKİL ŞAHIS kalıbı olup "اَنْ EN" edatı nedeniyle mensuptur (sonu "ne" diye okunuyor). Kelimen aslı "أئْذَنَ E’ZENE"dir. Kelime içindeki hemze sakin bir evveli üstün (E’li) okunmaktadır. Buradaki sakin hemze Elif haline dönüştürülerek "اٰذَن ÂZENE" şekline sokulmuştur. Bu konuya "آمَنَ ÂMENE", "آنَسَ ÂNESE" filleri de örnektir.

İlk Mushaflarda harfi medler (uzatma harfleri) olmadığından ilk Mushaflardaki "لأهَبَ liehebe" diye okunan sözcüğün "لآهَبَ LİÂHEBE" diye okunmasında herhangi bir sakınca olmayacağı açıktır.

Bu tespitlere göre de ayetin meali şöyle olmak zorundadır/olmalıdır:

Elçi/Zekeriyyâ: "Ben sadece, SENİ tertemiz bir delikanlıya HAZIRLAMAK için, Rabbinin elçisiyim" dedi.

Bu kıraat, Kur’an’a ve akla uygun olan kıraattir.

Not: Mu’cem’ul Kıraat ve Mu’cem’ül Kıraat’i l Kur’aniyye’lerde bu kelime üzerinde kıraat farklılıkları ayrıntılı olarak gösterilmiştir.

Ayette açıklandığına göre, çift cinsiyetli Meryem; Zekeriya’nın bilgisi ve becerisi sayesinde o haliyle doğum yapabilecektir. Enbiya/89,90’da verilen bilgilere göre; Zekeriya’nın eşi de ISLAH, tedavi sonucu Yahya’yı doğurmuştur.
Bu ayetlerde belirli bir hazırlık, uygulama sonucu doğacak çocuğun cinsiyetine etki edilebileceği işareti de vardır.

ZEKİY

Ayette geçen "zekiy" sözcüğü "زكى zeka" fiilinden gelir. Sözcük lügatlerde "temizlik, paklık, artıp büyümek, feyiz ve bereket" anlamlarına gelir. Buradaki Zekiy sözcüğü, "ذ [peltek ze]" ile yazılan ve Türkçeye de geçmiş olan "zeki, zekâ" sözcüklerinden farklıdır.

Buradaki "zekiy sözcüğü; günahlardan arınmış, temiz olarak büyüyüp yetişmiş, peygamber olarak gönderilmek için gerekli olan özelliklere sahip, tertemiz ve nezih anlamlarına gelmektedir. Bu anlamlardan da İsa peygamberin günahlardan uzak bir kişiliğe sahip bulunduğu, tertemiz birisi olarak büyüyüp yetişeceği ve nezahetinin peygamberliğe yaraşır şekilde olduğu anlaşılmaktadır.



20Meryem: “Benim nasıl delikanlım olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamıştır. Ben bir yasa tanımaz/iffetsiz biri de değilim” dedi.


Meryem’in "Ben kimseyle temas kurmadım, meşru ilişkide bulunmadım, ben bağiyy, yani gayri meşru ilişki kurmuş biri de değilim" anlamına gelen tepkisi, Âl-i Imran suresinde şu sözlerle bildirilmiştir:

* Meryem: "Rabbim! Bana bir beşer dokunmamışken benim için çocuk nasıl olur?" dedi. Allah: "Öyledir! Allah dilediği şeyi oluşturur; O, bir işe karar verdiği zaman onun için "Ol!" der, o da hemen olur" dedi. [Âl-i Imran/47]



21Elçi: “Öyledir! Rabbin buyurdu ki: Babasız çocuk vermek, Bana pek kolaydır. Hem Biz, onu nezdimizden insanlara bir alâmet/gösterge ve rahmet yapacağız.” Ve o gerçekleştirilmiş bir iş oldu.


Elçinin [Zekeriyya peygamberin] bu ayette Meryem’e yaptığı açıklama, 9. ayette Allah’ın kendisine indirdiği vahiy ile aynı mealdedir. Allah’ın elçisi sıfatıyla, doğacak çocuğun [İsa’nın] insanlara bir mucize ve rahmet olacağını bildiren Zekeriyya peygamberin buradaki sözleri, Âl-i Imran suresinde meleklerin ağzından şu şekilde ifade edilmiştir:

* Hani bir zaman haberci âyetler: "Ey Meryem! Allah seni, Kendisinden bir kelimeyle müjdeliyor. Onun adı, Meryem oğlu Îsâ Mesih'tir. Dünya ve âhirette saygındır. Ve O, yaklaştırılanlardan ve sâlihlerdendir. Yüksek mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşacaktır da. Ve Allah, O'na kitabı, haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri ve Tevrât ile İncîl'i öğretecek. [Âl-i Imran/45-48]

21. ayetin sonundaki "Ve o gerçekleştirilmiş bir iş oldu" ifadesi, bu sözlerin kime ait olduğuna göre iki türlü anlaşılabilir:

a- Eğer bu sözler Elçi’nin sözlerinin devamı olarak kabul edilirse; "Bu iş kader olarak yazılıp kesinleştirilmiştir" demektir.

b- Yok, eğer Rabbimizin beyanı olarak kabul edilirse; "Meryem ikna oldu ve gebe kalması için yapılması gerekeni yaptı, gerçekleştirdi" demektir.

Biz, hem ayetteki "kadâ" fiiline bakarak, hem de bir sonraki ayetin devamlılık bildiren "fe" edatı ile başlamasını göz önüne alarak ikinci anlamın daha uygun olduğunu düşünüyoruz.



22Sonunda Meryem/delikanlıya gebe kaldı. Sonra da onunla uzak bir yere kaçtı gitti.


Bu ayet, Meryem’in ikna olarak elçinin getirdiği bilgi ile hamile kaldığını ve sonra da bulunduğu yerden daha uzak bir yere gittiğini bildirmektedir. Bazı tarihî kaynaklara göre bu yer Beyt el-Lahm [Betlaham] adlı şehirdir.

Meryem’in ikinci kez yer değiştirmesinin sebebini "durumunu saklamak için" diye açıklamak mümkündür. Bu konu Kur’an’da açıkça bildirilmemekle beraber, ayetteki "intibaz" sözcüğü bu açıklamaya delâlet eder mahiyettedir.

Meryem’in hamile kaldığında 13 yaşında olduğu, hamileliğinin kimine göre 9 ay, kimine göre 8 ay, kimine göre 7 ay, kimine göre 6 ay, hatta bazılarına göre 3 saat, bazılarına göre de 1 saat sürdüğü yolunda birçok rivayet varsa da, bunların hepsi dayanaksız ve ciddiyetten uzak nakillerdir.



23Sonra doğum sancısı onu bir hurma kütüğüne tutunup dayanmaya zorladı. “Keşke bundan önce ölseydim ve büsbütün unutulan biri olsaydım!” dedi.


Bu ayette Meryem’in gebelik döneminin sonuna geldiği ve doğurmasının yaklaştığı anlatılmaktadır. Bir hurma ağacının altında doğum sancısı çeken Meryem hem bitkindir hem de kendini çaresiz ve kimsesiz hissetmektedir. "Keşke bundan önce ölseydim ve büsbütün unutulan biri olsaydım!" şeklindeki sözleri, içinde bulunduğu tedirginliğin şiddetini göstermektedir. Bu sözler, doğum sancısı çeken bir kadının söyleyeceği sözler değil, izah edemeyeceği bir şekilde sahip olduğu çocuğunu halkından nasıl gizleyeceğini düşünen bir kadının üzüntüsünü ve pişmanlığını yansıtan sözlerdir. Çünkü hiçbir anne adayı, doğum esnasında çektiği sancı sebebiyle üzülmez ve pişmanlık duymaz.



24-26Sonra ona; Meryem’e aşağısındaki kişi; Zekeriyya seslendi: “Sakın üzülme, Rabbin alt tarafında bir su arkı yaptı. Hurma kütüğünü kendine doğru silkele, üzerine olgunlaşmış taze hurmalar düşsün. Sonra ye-iç; keyfine bak, gözün aydın olsun. Sonra eğer beşerden birini görürsen, ‘Ben Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] bir oruç adadım, onun için bugün hiçbir kimseyle konuşmayacağım’ de.”


Doğum öncesindeki birkaç dakikayı nakleden bu ayetlerde Meryem’in şikâyetlerine cevap veren ve ona yol gösteren biri ortaya çıkmıştır. Kim olduğu belirtilmeden ayette "o" veya "kimse" diye bahsedilen kişi, Meryem’e Allah’ın bir su arkı akıttığını haber vermiş, hurmalardan yemesini, sudan içmesini söylemiş, çocukla ilgili olarak gelecek eleştirilere cevap vermemesini ve o eleştirileri yönelten insanlarla konuşmamasını öğütlemiştir. Biz bu kişinin Zekeriyya peygamber olduğu kanaatindeyiz. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Meryem’in bir çocuk doğuracağı haberini vermesi için de o gönderilmişti.

Zekeriyya peygamber doğum esnasında Meryem’in yanına Allah’ın göndermesi ile gitmiş olabileceği gibi, hamile kaldığı günü bildiğinden doğum anını hesaplayarak kendi isteği ile de gitmiş olabilir.

Ayetteki "من تحتها min tahtiha" ifadesi, "مَنْ تحتها men tahtiha" olarak da okunmuştur. [Razi, Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an] "Men tahtiha" ibaresi "alttaki kimse" demektir. Ayetin anlamını belirtmek için "men tahtiha" ifadesi tercihe daha uygun düşmektedir. Ancak ayette geçen "min tahtiha" ifadesindeki "ها ha" zamirini "ağaç"a göndermek suretiyle "ağacın altından" anlamı çıkarmak da mümkündür. Nitekim Zemahşeri’nin beyanına göre Katade bunu tercih etmiştir. [Zemahşeri; Keşşaf]

Ayette geçen "جذع ciz’" sözcüğü, hurma ağacının alt kısmını, yani ağacın meyveli olan kısmının altında kalan kısmı ifade etmektedir. [Lisanü’l-Arab; c.2, s. 69] Kutrub ise herhangi bir ağacın kök kısmındaki her kütüğün "ciz’" olduğunu söylemiştir. [Razi; Mefatihu’l-Gayb]

Buna ve ayetteki "ب be" harf-i cerrinin cümleye katacağı anlama göre, "جذع ciz’"sözcüğünün içinde bulunduğu cümle iki şekilde anlamlandırılabilir:

-Hurma ağacının gövdesini kendine doğru çek ve hareket ettir.

-Gövdedeki taze ve olgun hurmaları kendine doğru hareket ettir.

Meryem’in hurma ağacını sallaması ile ilgili olarak birçok efsane üretilmiştir. Ağacın kuru ağaç olduğu ama kuru ağaçta keramet olarak taze hurma oluştuğu, hatta sadece hurma değil elma, armut, şeftali, kiraz gibi birçok meyve çeşidinin oluştuğu gibi yorumlar bu tür rivayetlere dayanmaktadır. Ancak ayette bu anlatımları destekleyecek en ufak bir ipucu yoktur. Ayrıca Meryem o esnada bir başkası [Zekeriyya peygamber] tarafından yönlendirildiğinden, gelişen olayların Meryem’le ilişkilendirilmesi de doğru bir yaklaşım değildir.

الصّوم SAVM [ORUÇ] SÖZCÜĞÜNÜN ANLAMI

"الصّوم Savm" kelimesi, "ترك الآكل والشّرب والكلام والنّكاح [yemeyi, içmeyi, konuşmayı ve cinsel ilişkiyi bırakmak]" demektir. [Lisanü’l-Arab; c:5, s:434]

26. ayetin açık ifadesinden de anlaşıldığı gibi, Lisanü’l-Arab’ın yukarıdaki ifadesi doğru olup "savm" sözcüğü "konuşmamayı" da kapsamaktadır. Bakara suresinin 183–187. ayetlerinde Müslümanlar için zorunlu bir görev olarak belirlenmiş "savm", yememeyi, içmemeyi, cinsel ilişkide bulunmamayı ve konuşmamayı gerektirmektedir. Fakat birçok lügat ve ilmihal kitaplarında "es-Savmu fi’ş-Şer’i [Şeriatte Oruç]" diye başlıklar atılmış ve "konuşmayı terk" maddesi ihmal edilmek suretiyle "savm"ın "yeme, içme ve cinsel ilişkiyi bırakma" olduğu yazılmıştır. Yapılan bu ihmali sadece sözcüğünün esas anlamını bozan bir hata olarak değerlendirmek doğru değildir. Çünkü bize göre bu ihmal dine karşı yapılmış büyük bir iftiradır. Eğer şeraitte "savm"ın kapsamından "terk-i kelam" çıkarılacaksa, bunun Kur’an’da yer alması, yani bizzat Allah tarafından çıkarılması gerekmektedir. Nitekim Rabbimiz Bakara suresinin 185. ayetinde "... sizden kim o aya [ramazana] tanık olursa o ayı oruçlu geçirsin ..." talimatıyla getirdiği yeme, içme ve cinsel ilişki şeklindeki yasaklara 187. ayette "orucun gecesi... size helâl kılındı ..." sözleri ile istisna getirmiş ve ramazan ayı gecelerini kapsam dışı bırakmıştır. Dinde belirleme işte böyle olur. Kur’an’da "terk-i kelam"ın "savm"ın kapsamından çıkarıldığına dair herhangi bir veri olmadığına göre, bizim kanaatimiz, oruç tutarken konuşmanın da terk edilmesi gerektiği yönündedir. Kişiyi takva sahibi yapacak olan orucun kimseyi takva sahibi yapmayıp aksine savurgan ve riyakâr biri yapmasının arkasındaki sebep, orucun İslam’daki gerçek anlamından farklı olarak uygulanmasından olsa gerektir.



27-28Sonra Meryem, çocuğunu yüklenerek toplumuna getirdi. Toplumu dediler ki: “Ey Meryem! Doğrusu sen görülmemiş bir şey yaptın. Ey Hârûn'un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kişi değildi, annen de yasa tanımaz/iffetsiz bir kadın değildi.”


Meryem kucağında bir bebekle dönünce kavmi bu durumu şaşkınlıkla karşılamış ve evlenmeden bebek sahibi olması sebebiyle Meryem’i ailesine yakışmayan bir suç işlemekle [zina yapmakla] itham etmiştir.

Dikkat edilirse, kıssada Meryem’in evden ilk ayrılışının "ehlinden" olduğu, bebeği ile geri dönüşünün ise "kavmine" olduğu ifade edilmiştir. Ayrılışındaki ifadeye uygun olarak Meryem’in "ehline" değil de "kavmine" döndüğünün söylenmesi, aradan geçen zaman içinde Meryem’in ehlinden kimsenin hayatta kalmadığı şeklinde yorumlanabilir.

HARUN’UN KIZ KARDEŞİ

Ayetteki bu ifade ya Meryem’in Harun adında bir erkek kardeşi olduğu anlamına gelir, ya da onun Harun ailesine mensup biri olduğunu gösterir. Bu tarz hitap şeklinin Arap örfünde soya mensubiyeti ifade ettiği bilinmektedir. Zira Araplar bir kişiyi tanıtmak için o kişinin adını, genellikle o kişinin mensup olduğu kabilenin geçmiş büyüklerinden birinin veya ilk atası olarak bilinen kimsenin adı ile bağlantı kurarak söylerler. Nitekim Araplarda, bu örfe göre oluşmuş ve klâsik kaynaklarda "Kelboğulları, Esedoğulları, Temimoğulları, "Haşimoğulları" gibi örnekleri bulunan kişi isimli soylar vardır. Bu uygulama ülkemizde de yerleşmiş ve soyadı kanunu uygulamasında "Falanoğlu, Filanoğlu" gibi, aile büyüklerinin adlarını taşıyan soyadları alınmıştır.

Taberi ve el-Gaznevi gibi bazı kaynaklarda ise o dönemde, yine kötülüğü ile meşhur olmuş Harun adlı bir kişinin varlığından söz edilmektedir. Eğer bu bilgi doğru ise, bu takdirde "Harun’un kız kardeşi" ifadesi tarizdir, yani üstü kapalı olarak Harun’un kötülüğünün Meryem’e de isnadıdır.

En büyük ihtimal ise Meryem, Musa ve Harun’un kız kardeşinin adını taşıdığından ona sitemde bulunmuşlardır. "Sen böyle bir soya sahip olmana rağmen sorumsuzca soyuna yakışmayan bir davranışta bulundun!" demişlerdir. Her yörede düşük davranışlarda bulunan birisi, soyundaki asalet hatırlatılarak azarlanır.


29Bunun üzerine Meryem ona; doğum anında aşağısında bulunan kişiye; Zekeriyya’ya işaret etti, ondan gelişmeleri açıklamasını istedi. Zekeriyya, Meryem’in zina etmeden çocuğu doğurduğuna kefil olup çocuğun ma’bedde yetiştirilmesini istedi. Onlar, “Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyleriz/ “Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyler?” dediler.

34İşte bu, hak söze göre, hakkında ihtilâf edip durdukları, “30Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber yaptı. 31Beni, ben nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı] ve zekat'ı; Allah’ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak içtenlikle verdiği vergiyi yükümlülük olarak ulaştırdı. 32Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse yaptı. Ve beni bir zorba, mutsuz biri yapmadı. 33Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden diriltileceğim gün, selâm benim üzerimedir. 36Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na kulluk edin, işte bu, dosdoğru yoldur” 34diyen Meryem oğlu Îsâ'dır.



Meryem, Elçinin öğüdüne uyarak oruç tutmuş ve kavminin üzücü ithamlarına rağmen onlara cevap vermemiştir. Konuşmamasından başka bir de Size o cevap verecek şeklinde ZEKERİYA peygamberi işaret etmesi ise herkesi çileden çıkarmış ve kavminin ""Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyleriz/Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyler?" sözlerine muhatap olmuştur.

Bu ayetlerden de Zekeriyya peygamberin de oğlu Yahya gibi Sabii olduğu; Yahudi olmayıp Yahudiliği terk etmiş olduğu anlaşılmaktadır.

"Sabiî" kavramı yukarıda açıklanmıştı.

Daha evvel birçok yerde Mushaf tertip heyetinin, necmleri ve dilbilgisi kurallarını dikkate almadıklarını, tertili ihmal ettiklerini, Mushafı kronolojik olarak tertip etmediklerini göstermiş; bu durumun da, tertip heyetinin dilbilimde uzman olmamalarından, düzeltmeleri sonra yapmak üzere önce bütünü koruma yolunu tercih etmelerinden kaynaklanmış olabileceğini ifade etmiştik.

Ne var ki, bu heyetin ve baş sorumlunun bu olumsuzluklara karşı duyarsız kalışı, bu nedenle birçok olay ve katliamın zuhuru, buna rağmen tertibin irdelenmesinin engellenmesi, bizi, bunun ihmal ve gafletten değil, ihânetten kaynaklandığı kanaatine sevketti.

Kur’ân'daki [Meryem, Zuhruf, Nisâ sûreleri] Îsâ peygamberle ilgili pasajlarda bazı âyetlerin yer değiştirmiş olduğunu, bunların bulunduğu yere teknik ve semantik açıdan uygun düşmediğini gördük ve bunları da belirttik.

Pasaj ve paragraflardaki tertilin bozulmasının, özellikle de İsa ve Musa ile ilgili pasajlarda oluşu insanı cidden düşündürüyor.
Kur’ân'daki bazı âyetler, yerlerinden alınıp Îsâ ile ilgili pasajın içine yerleştirilmiş, bunun sonucu olarak da Kur’ân'a yönelik nitelikler, Îsâ peygambere kaydırılmış, böylece de yanlış inançların oluşması sağlanmıştır. Bu nedenle, tertipte olduğu gibi kıraatte de bir dahlin olup olmadığını araştırmayı bir iman borcu bildik ve Meryem sûresi'ndeki Îsâ ile ilgili pasajı yeniden ele alıp inceledik ve daha evvel ihmal ettiğimiz çok önemli bulgulara ulaştık. Bu âyetleri, yeni bulgular çerçevesinde meallendiriyoruz. Musa ile ilgili pasajlar da ileriki surelerde gelecektir.

Meryem/29. âyetin, mevcut Mushaftaki gelenekçi anlayışa göre meali şöyledir:

Bunun üzerine o [Meryem], o'na [çocuğa] işaret etti. Onlar, "Biz beşikte bir sabî olan kimseyle nasıl konuşuruz?" dediler.

Bu meale göre Meryem, elçinin öğüdüne uyarak oruç tutmuş ve kavminin üzücü ithamlarına rağmen onlara cevap vermemiştir. Konuşmadığı gibi, "Size o cevap verecek" şeklinde bebeğini işaret etmiş, kavmi, Biz beşikte bir sabî olan kimseyle nasıl konuşuruz? deyince de Îsâ beşikte konuşmuştur.(!)

Bu anlam, Âl-i İmrân/46, Mâide/110. âyetlerin mevcut kıraatleriyle de desteklenmiş ve Îsâ'ya beşikte konuşma mucizesi verilmiş ve Îsâ, mevcut âyet tertibine göre beşikteyken, "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber kıldı [yaptı]. Beni, ben nerede olursam olayım mübârek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana salâtı ve zekâtı tavsiye etti. Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse [kıldı]. Ve beni bir zorba, bir mutsuz kılmadı. Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak ba‘s olacağım [yeniden diriltileceğim] gün selâm benim üzerimedir. Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na ibâdet edin, işte bu, dosdoğru yoldur" diye konuşmuştur. (!)

Ne var ki, belirttiğimiz gibi, bu paragrafın tertibi de düzgün yapılmamış, Îsâ'nın sözlerinden olan 36. âyet ["Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na ibâdet edin, işte bu, dosdoğru yoldur" ifadeleri], 34. âyet olarak tertip edilerek paragraf kuralsızlaştırılmış ve anlamsızlaştırılmıştır. Yani bu ayet açıkça paragrafa müdahale edildiğini haykırmaktadır.

Biz tahlilimizi, önce bu pasajda ve Îsâ ile ilgili diğer âyetlerde yer alan المَهد[el-mehdi/beşik] sözcüğü üzerinde yaptık. Diğer sözcükler gibi ilk Mushaflarda harekesiz olarak yazılı olan bu sözcüğün, المَهد [el-mehdi], المُهد [el-müdi] ve المِهد [el-mihdi] olarak okunması mümkündür. المَهد [el-mehdi] okunursa, "beşik"; المُهد [el-mühdi] okunursa "yüksek mevki" anlamına gelmektedir. [Lisânu'l-Arab; Tâcu'l-Arûs, "Mhd" mad.]

Elimizdeki resmi Mushafta bu sözcüğün Îsâ ile ilgili olarak ilk geçtiği yer Âl-i İmrân/38-39. âyetlerdir. İlk Mushaflardan İsam nüshasında bu âyetlerin yer aldığı 385. varak kayıptır. Bu sayfa, Dâvûd b. Ali Keylanî tarafından Mekke'de 1437/841 senesinde yazılarak Mushafa yerleştirilmiştir. [Mushaf-ı Şerif, İSAM yayınları.] Kayıp olan sayfayı yazanlar 46. âyetteki المهد[e l-mhd] sözcüğünü harekelememişler; yani sözcüğü المَهد [el-mehdi], المُهد [el-mühdi] ve المِهد [el-mihdi] şeklinde okunabilir kılmışlardır.

Meryem/29'daki el-mehdi sözcüğü, المُهد [el-mühdi] şeklinde okunursa, âyetin anlamı, "Bunun üzerine Meryem ona; doğum anında aşağısında bulunan kişiye; Zekeriyya’ya işaret etti, ondan gelişmeleri açıklamasını istedi. Zekeriyya, Meryem’in zina etmeden çocuğu doğurduğuna kefil olup çocuğun ma’bedde yetiştirilmesini istedi. Onlar, "Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyleriz/Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyler" şeklinde olacaktır.

Yine bu âyetin orijinalindeki نكلّم [nükellimü] diye okunan sözcüğün, ilk Mushaflarda harekesiz oluşu ve bu sözcüğü oluşturan harflerin يكلّم [yükellimü] şeklinde de okunabileceği gerçeğinden hareket edildiğinde âyetin anlamı, "Bunun üzerine Meryem ona; doğum anında aşağısında bulunan kişiye; Zekeriyya’ya işaret etti, ondan gelişmeleri açıklamasını istedi" onlar da "Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyleriz/Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyleriz" şeklinde olur.

Âyetteki sözcüklerin kıraatlerini ve anlamlarını böylece açıkladıktan sonra pasajdaki âyetlerin tertibi konusuna yeniden dönüyoruz.

Elimizdeki Mushafın 30. âyeti, قال [qâle/o dedi ki] ifadesiyle başlamaktadır. Bu âyet, 29. âyetin devamında tertip edilerek, Îsâ, beşikteki çocuk dedi ki: "..." anlamı oluşturulmuştur. Bu sözcükler, beşikteki çocuğun konuşamayacağını ileri sürenlere bir gösteri durumunda olsa idi, teknik olarak cümle "fâ-i takibiyye" ile başlayarak ifadenin, فقال [fe qâle] şeklinde olması gerekirdi. Nitekim 29. âyette Meryem'e yapılan ithama karşı Meryem'in savunması, فأشارت اليه [fe eşâret ileyhi/bunun üzerine o, (yani, Meryem), o'na Zekeriyya’a işaret etti] şeklinde "fa-i takıbiyye" ile gelmiştir.

Kısacası 30. âyet de, teknik yönden bulunduğu yere uygun değildir. 30. âyet teknik ve anlam itibariyle, 34. âyetin devamıdır. Cümle hâlinde 31-33 ve 36. âyetler ile birlikte 34. âyette yer alan "Meryem oğlu Îsâ" ifadesinin sıfatıdır. Bu kabule göre paragrafın anlamı şöyle olacaktır:

* Bunun üzerine Meryem ona; doğum anında aşağısında bulunan kişiye; Zekeriyya’ya işaret etti, ondan gelişmeleri açıklamasını istedi. Zekeriyya, Meryem’in zina etmeden çocuğu doğurduğuna kefil olup çocuğun ma’bedde yetiştirilmesini istedi. Onlar, "Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyleriz/Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyler?" dediler.

* İşte bu, hak söze göre, hakkında ihtilâf edip durdukları, "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber yaptı. Beni, ben nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı] ve zekâtı/vergiyi yükümlülük olarak ulaştırdı. Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse yaptı. Ve beni bir zorba, mutsuz biri yapmadı. Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden diriltileceğim gün, selâm benim üzerimedir. Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na kulluk edin, işte bu, dosdoğru yoldur" diyen Meryem oğlu Îsâ'dır.

Bu paragrafta açıkça Îsâ'nın peygamberlik görevi ve hayatı özetlenmiştir. Onun tebliğinde de Sünnetullah dışında herhangi bir ayrıcalık söz konusu değildir. Îsâ'nın misyonu ile ilgili burada verilen özet şu âyetlerde de zikredilmiştir:

* "Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih'in kendisidir" diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Hâlbuki Mesih, "Ey İsrâîloğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz Allah'a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah'a ortak koşarsa kesinlikle Allah ona cenneti haram eder, onun barınağı da ateştir. Ve zâlimler için yardımcılardan kimse yoktur." "Allah, üçün üçüncüsüdür" diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfir olan kimselere acı veren bir azap dokunacaktır. [Mâide/72-73]

* Îsâ apaçık delillerle geldiği zaman dedi ki: "Ben size hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] getirdim ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklayayım diye geldim. O hâlde Allah'a karşı takvâlı olun ve bana itaat edin. Şüphesiz ki Allah; O, benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu, doğru bir yoldur. [Zuhruf/63-64]

Bu paragraftaki metne göre de, "mühd"de [yüksek mevkide] olan, Îsâ değil o günün ileri gelen mabed görevlileridir.

Meselenin temel unsuru olan المهد [el-mehd] kelimesi, Îsâ peygamber ile ilgili olan Âl-i İmrân/46 ve Mâide/110'da da geçmektedir. Sözcük, المُهد [el-mühd] şeklinde okuyup anlamlandırıldığında bu âyetlerin anlamı şöyle olacaktır:

* Ve yüksek bir mevkide bulunarak, yetişkin biri olarak insanlarla konuşacak ve o sâlihlerdendir. [Âl-i İmrân/46]

* O zaman Allah şöyle diyecektir: "Ey Meryem oğlu Îsâ! Senin üzerinde ve annenin üzerinde olan nimetimi hatırla! Hani Ben seni rûhu'l-kudüs ile desteklemiştim. Yüksek bir mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşuyordun. Hani sana kitabı, hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri], Tevrât'ı ve İncîl'i öğretmiştim. Hani Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıyordun ve üflüyordun, o da Benim iznimle kuş oluveriyordu. Anadan doğma kör olanı ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iznimle iyileştiriyordun. Yine Benim iznimle ölüleri çıkarıyordun. Ve hani İsrâîloğulları'na apaçık mucizelerle geldiğin ve onlardan inkâr edenlerin, ‘Bu ancak apaçık bir sihirdir’ dedikleri zaman seni onlardan korumuştum." [Mâide/110]

Bu âyetlerde, Meryem/29'un aksine yüksek mevkide olan Îsâ'dır. Rabbimiz o'na yüksek mevkiler ihsan etmiştir. Bu Nisâ/158'de, Onu kesin olarak öldürmediler. Aksine Allah o'nu Kendine yükseltti [derecesini artırdı] şeklinde ifade edilmiştir. Böyle yüksek mevkilerin İdrîs peygambere de ihsan edildiği bildirilmiştir:

* Ve Kitap'ta İdrîs'i an/hatırlat. Şüphesiz o, çok sâdık biriydi, bir peygamberdi. Ve Biz o'nu yüce bir mekâna yükselttik. [Meryem/56-57]

Bu açıklamalardan anlaşıldığına göre, Mushaftaki Îsâ ile ilgili pasajların âyetlerinin yerleri ve kıraatleri, Îsâ'ya özel bir statü verebilmek için bilinçli olarak değiştirilmiş ve böylece Îsâ beşikte iken konuşturulmuş, göğe/Allah'ın yanına uçurulmuş, insanlar tekrar geleceğine inandırılmış, gelişi kıyâmet alameti sayılmış ve ölmeden evvel herkesin o'na iman edeceği inancı yaygınlaştırılmıştır.

Yahûdi ve Hristiyanlar, Îsâ peygamberin beşikte konuştuğunu reddetmekte ve şu görüşleri ileri sürmektedirler:

Eğer bu olay gerçekten meydana gelseydi, çok ilginç ve etkileyici olması sebebiyle tevatür şeklinde yayılır ve hiç unutulmazdı. Hâlbuki böyle bir olay hiç duyulmamıştır ve Hristiyanların en fanatiklerinde bile böyle bir inanç oluşmamıştır. Ayrıca Yahûdilerin o dönemde Îsâ'ya düşman oldukları târihî bir gerçektir. Nitekim Îsâ elçiliğini ilân edince, misyonunu bildirince o'nu öldürmeye uğraşmışlardır. Eğer Îsâ beşikte konuşmuş ve peygamberliğini ilân etmiş olsaydı, Yahûdiler o'nu daha o zaman ortadan kaldırırlardı.*




132 Resmi Mushaf'ta Îsâ ile ilgili pasajlardaki âyetler, gaflet veya ihanetten –teknik ve anlam bilgisi açısından– hatalı olarak tertip edilmiştir. Bu tertip sonucu Îsâ, insan/beşer olmaktan çıkarılmış; beşikte konuşturulmuş, göklere yükseltilmiş ve sonrada gökten yere ineceği inancı oluşturulmuştur.

Bütün bunlar, pasajdaki cümlelerin yerini değiştirmek ve oluşturulan kıraat farklılıklarını esas alma sûretiyle yapılmıştır.
Âyetin orijinalinde Meryem’in işaret ettiği kimse zamir olarak; “ona” şeklinde yer aldığından, genellikle “o” zamiri ile kastedilenin “Meryemin kucağındaki bebek” olduğu kabul edilir. Bize göre ise “o” zamiri, o toplantıda bulunan ve Meryem’in durumunu a’dan z’ye bilen, Meryem doğururken onu yönlendiren, 24-26. ayetlerde konu edilen “aşağıdaki kişi olan Zekeriyye peygambere re gönderilmiş olmalıdır. Ayrıca Âl-i Imrân/37’deki “Ve Zekeriyyayı ona (Meryem’e) kefil etti” beyanı ile ifade edilen de budur.

Ayrıca sunduğumuz meal, mehd sözcüğünün mühd; nükellimü sözcünün yükellimü şeklindeki kıraaatinden ve 30. âyetin başında “fa-i takıbiyye” olmayışından hareketle, “Îsâ'nın sözlerini içeren âyetler, 34. âyetteki “Meryem oğlu Îsâ” ifadesinin sıfatı olarak değerlendirilmesi ile elde edilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Tebyînu'l-Kur’ân.



*İşte Kuran, Meryem Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim