73Enbiya Suresi 22-24
Hatalı Çevrilen Ayetler
73Enbiya Suresi 22-24
Hatalı Çeviri:
22. Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve gök, (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti. Demek ki Arş'ın Rabbi olan Allah, onların yakıştırdıkları sıfatlardan münezzehtir.
23. Allah, yaptığından sorumlu tutulamaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir.
24. Yoksa O'ndan başka birtakım tanrılar mı edindiler? De ki: Haydi delillerinizi getirin! İşte benimle beraber olanların Kitab'ı ve benden öncekilerin Kitab'ı. Hayır, onların çoğu hakkı bilmezler; bu yüzden de yüz çevirirler.
Doğru Çeviri:
22Eğer yer ile gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de; yer, gök kesinlikle kargaşa içinde olurdu/düzenleri bozulurdu. O hâlde en büyük tahtın296 Rabbi olan Allah, onların nitelemekte oldukları şeylerden arınıktır.
23Arşın Rabbi Allah, yaptığından sorumlu olmaz, onlar ise sorumlu olacaklardır.
24Yoksa onlar, O'nun astlarından birtakım ilâhlar mı edindiler? De ki: “Kesin delilinizi getirin. İşte şu, benimle beraber olanların öğüdüdür ve benden öncekilerin öğüdüdür.” Tam tersi, onların çoğu gerçeği bilmezler. Artık onlar, mesafeli duran kimselerdir.
Bu ayet gurubunda, müşriklerin bir takım ilahlar edinmesi konu edilerek bunun mantıksızlığı, geçmişten bu yana bu tip sapkınlıkların olduğu, Rabbimizin bu yanlış inançlardan vazgeçirmek için toplumlara elçiler gönderdiği vurgulanmaktadır.
21. ayette "istifham-ı inkarî" ile "Yoksa onlar yeryüzünden birtakım ilahlar edindiler de onlar mı canlandıracaklar [onları diriltecekler]?" diye sorulmuştur. Bunun anlamı, "onlar diriltmeye gücü yeten ilâhlar edinmemişlerdir" demektir. Bu anlamı çağrıştıracak şekilde soru sorulması, sözde ilahların aşağılanarak müşriklerin kınanması maksadına yöneliktir.
Ayetlerin muhtevası insanoğlunu tevhid konusunda düşünmeye davet eder niteliktedir. Rabbimiz, evrende birden fazla ilahın bulunmasının ondaki düzenin bozulması sonucunu doğuracağını hatırlatarak düşünen insanlara tevhid inancının aklî temelini göstermektedir. "Dû zen"in [iki kadının] olduğu evde "düzen" olmaz özdeyişiyle de ifade edildiği gibi, birbirinden bağımsız iki yöneticinin olduğu yerde düzenin değil, kargaşanın egemen olması kaçınılmazdır.
36Ve andolsun ki Biz her ümmete, "Allah'a kulluk edin ve tağuttan sakının" diye bir elçi gönderdik. Artık Allah, bu ümmetlerden bir kısmına doğru yolu gösterdi, bir kısmına da sapıklık hak olmuştur. Şimdi yeryüzünde bir gezip dolaşın da bakın yalanlayanların sonu nasıl olmuş? [Nahl/36]
91,92Allah, çocuk diye bir şey edinmemiştir; O'nunla beraber hiçbir ilâh da yoktur. Aksi takdirde her ilâh kesinlikle kendi oluşturduğu şeyle birlikte gider ve kesinlikle diğerleri üzerine üstün olurdu. Görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni ve açığı bilen Allah, onların niteledikleri şeylerden arınıktır. O, onların ortak koştukları şeylerden de çok yücedir. [Mü’minun/91, 92]
45Ve sen, elçilerimizden senden önce gönderdiğimiz kişilere sor, "Biz Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] astlarından kulluk edilecek ilâhlar tanımış mıyız?" [Zuhruf/45]
51Ve Allah, buyurdu: "İki ilâh edinmeyin. O, ancak tek bir ilâhtır. O hâlde yalnız Benden korkun/yalnız Bana kulluk edin." [Nahl/51]
Peki, iki ya da daha çok ilah olduğu düşünülebilir mi? İlahların ikiliği veya daha çokluğu varsayılsa neler olur? Bu konuda Merhum Razi’nin İlm-i Kelam kitaplarında aynen verilen on dört maddelik cevap mahiyetindeki açılımını aşağıda naklediyoruz:
Tevhidin Diğer 14 Delili
1- En kuvvetlisi olan bu delile göre şöyle denilebilir: Biz, zatları gereği vacibu'l-vücûd olan iki varlığın bulunduğunu kabul etsek, bu durumda onların varlık bakımından müşterek olmaları gerekir. Yine onlardan her birinin bizzat kendisi sebebiyle, [harici bir şeye ihtiyaç kalmaksızın] diğerinden ayrılması gerekir. Hâlbuki kendisi sayesinde müşterekliğin sağlandığı şey, farklılığın edildiği şeyden başkadır. Böylece, onlardan her biri, sayesinde diğerine müşterek şeylerle, yine sayesinde diğerlerinden ayrılmış olduğu şeylerden mürekkep bir varlık olmuş olur. Halbuki, her mürekkep varlık, cüz'üne, parçalarına muhtaçtır ki, cüz'ü kendisinden başkadır. O halde, her mürekkep varlık, başkasına muhtaçtır. Başkasına muhtaç olan her varlık da zatı gereği mümkün varlıktır; binaenaleyh [netice itibariyle], zâtı gereği vâcibu'l-vücûd olan, zâtı gereği mümkünü'l-vücüd olmuş olur ki, bu bir "hulf'dur. O halde, vacibu'l-vücûd sadece Allah’tır. O'nun dışında kalan her şey ise mümkin varlıktır ve O'na muhtaçtır. Halbuki, varlığı hususunda başkasına muhtaç olan, muhdestir. O halde, Allah'ın dışında kalan şey muhdestir. Bu delili, bu ayetin tefsiri kabul etmek mümkündür. Çünkü biz, vacibu’l-vücûd olan iki varlığın farzedilmesi halinde, onlardan hiçbirinin vâcibu'l-vücûd olmayacağına; vâcibu'l-vücûd bulunmadığında da, mümkin varlıklardan hiçbirinin artmayacağına ve bu durumda da, "fesad"ın gerekli olacağına delillerle işarette bulunmuştuk. Böylece, iki ilâhın bulunması halinde, bütün âlemde fesadın meydana geleceği kesinleşmiş olur.
2- Biz, iki ilahın varlığını kabul etmemiz halinde, o zaman, onlardan her birinin ulûhiyette diğerine müşterek olması gerekir. Bu durumda da, herhangi bir şey sebebiyle onlardan her birinin diğerinden ayırt edilmesi gerekir. Aksi halde, ikilikten bahsedilmez. Binâenaleyh, kendisiyle farklılığın ve seçilmenin meydana geldiği şey, ya kemâl sıfatı olur veya olmaz. Eğer bu, kemâl sıfatı olursa, bu vasfı taşımayan [taraf] kemâl vasfından uzak olmuş olur. Böylece de nakıs olur. Nakıs olan ise, ilâh olmaz. Yok, eğer ulûhiyette bu nazar-ı dikkate alınmazsa, bununla nitelenmek vacip değildir. Böylece bu, bir tahsis ediciye muhtaç olmuş olur. O halde bu demektir ki, bununla tahsis edilmiş olan, başkasına muhtaç olmuş olur.
3- Şöyle de denilebilir: Biz iki ilâhın bulunduğunu farz etsek, o ikisi arasında mutlaka onları birbirinden ayırt edecek bir farklılığın bulunması gerekirdi. Ancak ne var ki, bize göre, bu başkalık, ancak ya mekân, ya zaman, ya vâcibu'l-vücûd olma veyahut da mümkinü'l-vücûd olma açısından meydana gelir. Bütün bunlar ise, ilâh hakkında imkânsızdır. Böylece, bir başkalığın bulunması imkânsız olur.
4- İki ilâhtan birisi, âlemi idare etmede ya yeterli olur veya olmaz. Eğer yeterli olursa, ikincisi gereksiz ve kendisine ihtiyaç duyulmayan olmuş olurdu ki, bu bir noksanlıktır. Noksan olan ise ilâh olamaz.
5- Akıl, muhdes varlıkların bir faile muhtaç olmasını iktiza eder. Tek bir failin bütün âlemin müdebbiri olmasında bir imkânsızlık yoktur. Ama bu Bir'in ötesinde olması düşünülebilen fail ve müdebbirlere gelince; bu hususta herhangi bir rakamla bir başka rakam arasında fark yoktur: Bu da, sonsuz sayıların meydana gelmesi neticesine götürür ki, bu imkânsızdır. O halde, birden fazla ilâhın mevcudiyetine hükmetmek imkânsızdır.
6- İki ilâhtan biri, kendisine delâlet eden başkasına delâlet etmeyen bir delili kendisine tahsis etmeye ya muktedir olabilir veya olmaz. Birincisi imkânsızdır. Çünkü yaratıcıya delâlet eden delil ancak muhdesler ile sağlanır. Hâlbuki muhdeslerin meydana gelmesinde berikine değil de bizzat diğerine delâlet edecek delil yoktur. İkincisi de muhaldir, çünkü bu, O'nun bizzat kendisini tanıtmaktan ve izhar etmekten aciz olduğu sonucuna götürür. Hâlbuki aciz olan ise ilâh olamaz.
7- İki ilâhtan biri, yaptığı işlerden herhangi birisini diğerinden gizlemeye ya kadir olabilir veya olamaz. Eğer kadir olursa, o zaman kendisinden gizli tutulan taraf, cahil olmuş olur. Eğer kadir olamazsa, aciz olması gerekir.
8- Şayet biz, iki ilahın bulunduğun farz etsek, o ikisinin kudretlerinin toplamı, yalnız başına her birinin kudretinden daha güçlü olur. Fakat her birinin kudreti sonludur. Toplam, sonlu olan kudretlerin katlanmış biçimidir. Binaenaleyh, hepsi de sonlu olur.
9- Sayı, bire muhtaç olduğu için noksandır. Cinsinden noksan sayı bulunan bir ise noksandır. Çünkü sayı, birden fazladır. Nakıs olan ise, ilâh olamaz. O halde ilah mutlaka tektir.
10- Biz, varlığı mümkün olan bir yok farz edip, sonra da, iki ilâhın bulunduğunu varsayarak, bu durumda eğer onlardan birisi, o varlığı mümkün olan yok'u yaratamazsa, o zaman onlardan her biri aciz olmuş olur. Aciz olan ise ilâh olamaz.
Eğer onlardan biri kadir olsa, diğeri olamasa, kadir olan ilâh olur. Eğer her ikisi de kadir olursa, bu durumda onlar onu ya yardımlaşarak var etmişlerdir; bu durumda bu da demektir ki, onlardan her biri diğerinin yardımına muhtaç olmuşlardır. Yok, eğer onlardan her biri yalnız başına onu icat etmeye kadir olup, onlardan birisi de onu icat ettiğinde, bu durumda ikincisi, onun icat etmeye kadir olmaya devam eder ki, bu imkânsızdır. Çünkü mevcut olanı yeniden icat etmek [var etmek] imkânsızdır. Eğer beriki, onu icada kadir olmayı sürdüremezse, bu durumda birincisi, ikincisinin kudretini silmiş ve onu acze düşürmüş olur; böylece de onun tasarrufu altında ezilmiş olur. Dolayısıyla da ilâh olamaz. Bu durumda, şayet, "Bir, yaratacağı şeyi icat ettiğinde, kudreti ondan zail olur. Bu durumda da, sizin, onun aciz olduğunu söylememiz gerekir" denilirse, biz deriz ki: Bir o yaratacağı şeyi yarattığında, kudreti olmuş, ona kudreti intikal etmiştir. Kudretin geçmesi ise acizlik olamaz. Ama olana gelince, onun kudreti etkili olduğunda, ortağı için, kesinlikle kudret kalmaz. Tam aksine, birincinin kudretinden dolayı onun kudreti zail olmuş olur. Ve karşı tarafı acze düşürme olmuş olur.
11- Biz bu delili bir başka şekilde şöyle de ifade edebiliriz: Belli bir cisim ele alıp diyelim ki: O iki ilâhtan birisi, o cisimde hareketi, diğeri ise sükûnu; ya da, bunun aksini yapmaya kadir olabilir mi? Eğer kadir olamazlarsa, aciz olurlar. Eğer kadir olurlarsa bu durumda delili biz şu noktaya yöneltiriz: Onlardan biri, o cisimde hareketi başlattığında, ikincisinin, onda sükûnu yaratması imkânsız olur. Bu durumda birincisi, ikincisinin kudretini silmiş ve onu acze düşürmüş olur. Böylece de o, ilâh olamaz. Bu iki açıklama biçimi, her ikisini kudretine nazaran, acziyeti ifade ederler. Birinci izah da, her ikisinin iradesine nispetle acziyeti ifade ederler.
12- İki ilâh da bütün malûmatı bildiklerinde, o zaman her birinin ilmi, bizzat diğerinin ilmi olmuş olur. Böylece de, iki ilmin denk olması gerekir, iki denklikten birisini kabul eden zât, diğer denkliği de kabul eder. O halde, bunlardan her birine, bedel yoluyla, diğeriyle de vasıflanması mümkün iken, o sıfatın tahsis edilmesi, bunların her birine ilmi ve kudreti, sayesinde bu vasfı tahsis eden bir muhassisin olmasını gerektirir. Böylece de bunların her biri fakir, muhtaç ve noksan bir mahlûk olur.
13- Bu âlemde ortaklık "kusur ve noksanlık"; tek başına bulunma, kendine yetme ise "mükemmellik" kabul edilir. Nitekim biz bu âlemde kralların o basit ve sonlu hâkimiyetleri hususunda ortaklıktan olabildiğince uzak durduklarını görmekteyiz. Yine biz hükümdarın, iktidarı ne kadar büyük olursa, ortaklıktan nefret etmesinin de o kadar büyük olduğunu müşahede ediyoruz. O halde, Aziz ve Celil olan Allah'ın mülkü ve melekûtu hakkındaki kanaatin nasıl olabilir? Binaenaleyh, onlardan birisi, bu melikliği sadece kendisine tahsis etmek istese ve bunu da yapsa, yapamayan fakir ve aciz olmuş olur ki, böylece de ilâh olamaz. Bunu yapamasa, o zaman son derece üzülür ve nefret duygusu içinde olur ki, yine ilâh olamaz.
14- Biz, iki ilâhın bulunduğunu farz etsek, bu durumda onlardan her biri ya diğerine muhtaç olur veyahut her biri diğerinden müstağni bulunur, muhtaç olmaz. Veyahut da onlardan biri diğerine muhtaç olurken, diğeri ona muhtaç olmaz. Bu durumda sen bak, eğer birincisi olursa, her biri de noksan olmuş olur. Çünkü muhtaç olan noksandır, "Eğer ikincisi olursa, onlardan her biri, kendisine ihtiyaç duyulmayan şeyler olmuş olurlar. Kendisine ihtiyaç hissedilmeyen şey de noksandır. Baksana, bir beldenin bir başkanı ve yöneticisi olsa, o beldenin halkı da o başkana müracaat etmeyip ona iltifat etmeksizin kendi işlerini yapsalar, o başkan eksik ve noksan kabul edilir. Hâlbuki ilâh olan, kendisinden istifade edilen ve kendisinden müstağni olunamayandı. Eğer onlardan birisi, aksi düşünülmeksizin diğerine muhtaç olursa, muhtaç olan herkes kul, kendisine muhtaç olunan ise ilâh olmuş olur. Bil ki, bütün bu izahlar ikna etmeye yönelik ve zannî izahlardır. Esas olan ise önceki izahlardır. [Razi; el Mefatihu’l Gayb]
24 ve 25. ayetlerde, müşriklerin inançlarının herhangi bir akli ve nakli delile dayanmadığı, ilk peygamberden son peygambere kadar hepsine "Benden başka ilâh diye bir şey yoktur. Onun için bana ibadet edin" diye vahyedildiği vurgulanmaktadır.
148Allah'a ortak koşan kimseler diyecekler ki: "Allah dileseydi biz ortak koşmazdık, atalarımız da ortak koşmazlardı, hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan önce yalanlayanlar da azabımızı tadıncaya kadar işte böyleydi. De ki: "Yanınızda bize çıkarabileceğiniz bir bilgi mi var? Siz, sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz." [En’am/148]
20Ve onlar: "Eğer Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] dileseydi, biz onlara tapmazdık" dediler. Onların buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece uyduruyorlar.
21Yoksa Biz kendilerine bundan önce bir kitap verdik de şimdi onlar, ona mı tutunuyorlar? [Zuhruf/20, 21]*
296 Arş, “en büyük, en yüksek makam koltuğu/taht” demektir. Kur’ân'da 26 kez geçer. Bunlardan dördü Neml sûresi'nde Sebe melikesinin tahtı, biri de Yûsuf sûresi'nde Yûsuf peygamberin tahtı olmak üzere kullar için geçerken, 21 tanesi mecâzî olarak Allah'ın tahtı olarak geçer.Burada arşın, mecâzen Allah'a izafe edilmesi, Allah'ın en yüksek makam sahibi oluşunun, O'ndan üstün bir idarecinin bulunmayışının beyanıdır.
*İşte Kuran, Enbiya Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz