75Secde Suresi 10-14
Hatalı Çevrilen Ayetler
75Secde Suresi 10-14
Hatalı Çeviri:
10. «Toprağın içinde kaybolduğumuz zaman, gerçekten (o vakit) biz mi yeniden yaratılacağız?» derler. Doğrusu onlar Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler.
11. De ki: Size vekil kılınan (bu konuda görevlendirilen) ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.
12. O günahkârların, Rableri huzurunda başlarını öne eğecekleri, «Rabbimiz! Gördük duyduk, şimdi bizi (dünyaya) geri gönder de, iyi işler yapalım, artık kesin olarak inandık» diyecekleri zamanı bir görsen!
13. Biz dilesek, elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat, «Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım» diye benden kesin söz çıkmıştır.
14. (O gün onlara şöyle diyeceğiz:) Bu güne kavuşmayı unutmanızın cezasını şimdi tadın bakalım! Doğrusu biz de sizi unuttuk; yaptıklarınızdan ötürü ebedî azabı tadın!
Doğru Çeviri:
10Ve onlar: “Biz, yeryüzünün içinde kaybolduğumuzda mı, gerçekten biz mi yeni bir oluşturuluşta olacağız?” dediler. Aslında onlar, Rablerine kavuşmayı; O'nun huzuruna varmayı bilerek reddeden /inanmayan kimselerdir.
11De ki: “Size ölümle görevlendirilmiş görevli güç, sizi vefat306 ettirecek; size geçmişte yaptıklarınızı ve yapmanız gerekirken yapmadıklarınızı bir bir hatırlattıracak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”
12Suçluları, Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de sâlih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz” derlerken bir görsen!
13Ve eğer Biz, dileseydik her kişiye doğru yolu verirdik. Velâkin Benden: “Bütün bilinen, bilinmeyen, geçmişten, gelecekten307 herkesten cehennemi elbette tamamen dolduracağım” sözü hak olmuştur.
“14Öyleyse bu gününüzle karşılaşmayı unuttuğunuzdan/ terk ettiğinizden dolayı tadın azabı! Hiç şüphesiz ki Biz cezalandırdık sizi. Ve yapmış olduğunuza karşılık sonsuzluk azabını tadın!”
10Ve onlar: “Biz, yeryüzünün içinde kaybolduğumuzda mı, gerçekten biz mi yeni bir oluşturuluşta olacağız?” dediler. Aslında onlar, Rablerine kavuşmayı; O'nun huzuruna varmayı bilerek reddeden /inanmayan kimselerdir.
11De ki: “Size ölümle görevlendirilmiş görevli güç, sizi vefat ettirecek; size geçmişte yaptıklarınızı ve yapmanız gerekirken yapmadıklarınızı bir bir hatırlattıracak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”
Bu ayetlerde, "Biz yeryüzünün içinde kaybolduğumuzda mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışta olacağız?" diyen ahiret inkârcılarına ders verilmektedir. Bu konu Kur’an’da birçok kez yer almıştır. İnsanın ölümü onun yok olması değil, Allah’a döndürülmesidir. Yani insanın ahiret yurduna adım atması, orada toplanması, sorgulanması, bunun sonucunda da iman ve amellerinin karşılığını almasıdır.
Demek oluyor ki, beden parçalanıp toprağa karışsa da yine varlığını sürdürmekte, bir araya getirilmeyi beklemektedir.
"Ölüm" Kur’an’da "Allah’a dönüş, Allah’a kavuşma" olarak nitelenmiştir. Bu ifadeler bir çeşit "hasretten, gurbetten kurtulup sılaya kavuşma"yı çağrıştırmaktadır. Bu ifadeyle insanın sevdiklerine saygın olarak kavuşması gerektiği ima edilmektedir.
11. ayetteki "Size görevlendirilmiş ölüm meleği sizi vefat ettirecek, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz" ifadelerinden, önce vefatın olacağı, sonra da Allah’a dönüşün gerçekleşeceği anlaşılmaktadır.
VEFAT
" وفاة Vefat" sözcüğünün kökü " وفى vfy [vefa]" sözcüğüdür. "Vfy" sözcüğü; " غدر ğadr" sözcüğünün zıddı olup "tastamam verme, eksiltmeden yerine getirme" demektir. Bu sözcükten türemiş olan "vefat" sözcüğü ise "ölüm" demektir. Ölüme "vefat" denmesi, Allah’ın kişiye verdiği ömrü senesi, ayı, günü, saati, dakikası ve saniyesiyle eksiksiz yaşatmasındandır. [Lisanü’l-Arab; c: 9, s: 362-364]
Bu bilgiler doğrultusunda Kur’an’a bakıldığında, "vfy" sözcüğünün gerek sülasi [üçlü] gerekse mezidatı [eklentili kalıpları] dâhil, Kur’an’da toplam 66 kez yer aldığı görülmektedir.
Ancak sözcük Kur’an’ın her yerinde aynı anlamda kullanılmamıştır. Sırf "vefat" sözcüğünün geçtiği ayetlere bakıldığında, sözcüğün "ölüm" anlamına gelmediği, "ölüm" ile "vefat"ın birbirinden farklı iki ayrı şey olduğu görülmektedir:
60Ve O, sizi geceleyin vefat ettiren; geçmişte yaptıklarınızı, yapmanız gerekirken yapmadıklarınızı bir bir hatırlattıran, gündüzün elde ettiğiniz şeyleri bilen, sonra adı konmuş süre sonunun gerçekleşmesi için sizi kaldırandır. Sonra dönüşünüz yalnızca O'nadır. Sonra O, yaptıklarınızı size haber verecektir.
61Ve Allah, kulları üzerinde hükümranlığı sürdürür ve O, sizin üzerinize koruyucular gönderir. Sonra da sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç eksik-fazla yapmadan, onu vefat ettirirler; onlara geçmişte yaptıklarını, yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlatırlar. 62Sonra kendi gerçek Mevlâları Allah'a döndürülürler. Dikkatli olun, hüküm ancak O'nundur ve O, hesap görenlerin en süratlisidir." [En’am;/60, 61]
42Allah, o nefisleri, ölmeleri sırasında, onlara geçmişte yaptıklarını ve yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlatırır. Ölmeyenleri de uyuduklarında; artık haklarında ölüm gerçekleştirdiklerini alıkoyar, diğerlerini de adı konmuş bir süre sonuna kadar salıverir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için nice alâmetler/göstergeler vardır. [Zümer/42]
Dikkat edilirse, ayetlerdeki "ölüm geldiği vakit elçilerimiz ... vefat ettirirler" ve "ölmeleri sırasında vefat ettirir" ifadelerinde "vefat" sözcüğünün "Allah’ın kişiye verdiği ömrü senesiyle, ayıyla, günüyle, saatiyle, dakikasıyla ve saniyesiyle eksiksiz yaşatması" anlamına karşılık olmadığı; "vefat"ın ölüm anından hemen önce yaşanan bir süreç olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Rabbimiz "vefat"ın ölümden başka bir süreç olduğunu ve değişik şekillerde tezahür ettiğini şu ayetlerde beyan etmiştir: Secde/11, Nisa/97, Nahl/28, Enfal/50, 51, Muhammed/27, Nahl/32, Kıyamet/22-30.
Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, "vefat" iki şekilde gerçekleşmekte, bu süreci takva sahipleri mutluluk ve rahatlık içinde geçirirken, suçlular ise mutsuz ve işkence içinde geçirmektedirler.
Demek oluyor ki, "vefat", Allah’ın insanlara ölecekleri andan hemen önce yaşatacağı, herkese yaptıklarının ve yapması gerekirken ötelediklerinin hepsini eksiksiz fazlasız göstereceği, haber vereceği bir süreçtir. Başka bir ifade ile "vefat", Rabbimizin, insanın hayatındaki tüm kayıtları en ince ayrıntısı ile tıpkı bir yazarkasanın "Z raporu" gibi, ölüm anından kısa bir süre önce hiç eksiksiz fazlasız ortaya koyuvermesidir. Bu "ortaya koyuş", insana yaratılışta yerleştirilmiş olan "koruyucular, bellekler, elçiler [hafıza hücreleri]" ile sağlanmaktadır.
Özetlemek gerekirse; "vefat" ölüm değil, "ölüm anında hayat boyu yaşananların Allah tarafından hatıra getirilmesi" demektir.
İNKÂRCILARIN MAZERETLERİ
İnkârcıların ahireti inkâr edebilmek için ileri sürdükleri mazeretler Kur’an’da birçok kez (Sebe/7, Sebe/19, Vakıa/47, Müminun/82, Saffat/16) nakledilmiştir.
Bu konu İsra suresinde (İsra/49-52) de ayrıntılı olarak sunulmuştur.
Yeniden diriltilme konusunda da daha evvel Yunus (4. ayet) suresinde ayrıntılı açıklamalarımız olmuştu.
12Suçluları, Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de sâlih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz” derlerken bir görsen!
11. ayette insanların mutlaka Allah’a döndürülecekleri vurgulanmıştı. Bu ayette ise suçluların o günkü trajik durumları tasvir edilmektedir: Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak "Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de salih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz" diye yakaracaklardır. İnkârcıların şaşılacak ölçüdeki perişan hallerine dikkat çekilen bu uhrevî sahne, tüm insanlığa bir uyarı tablosu olsun diye nakledilmiştir.
Ne var ki, böylesine trajik bir duruma düşen inkarcılar, zillet içinde yalvarıp yakarmalarına rağmen bu yakarışlarında samimi değildirler. Bu durum daha evvel En’am suresinde açıklanmıştı:
* Ve onların, ateşin üzerinde durduruldukları zaman, "Ah, ne olurdu dünyaya döndürülseydik, Rabbimizin âyetlerini yalanlamasaydık ve mü’minlerden olsaydık!" deyiverdiklerini bir görsen! Aksine, işin aslı daha önce gizleyip durdukları açığa çıktı. Geri çevrilselerdi yine yasaklandıkları şeye kesinlikle dönmüşlerdi. Evet onlar gerçekten yalancıdırlar. [En’am/27,28]
Ayetteki "المجرمون mücrimler [suçlular]" ifadesi ile inkârcılar kastedilmektedir. "Mücrimler [suçlular]" sözcüğü Kur’an’da birçok ayette yer almıştır. Bu ayetlerin hepsinde de mücrimler "şükür etmeyenler, iman edenlere gülenler, Kur’an’dan şüphe edenler, Firavun’a yardımcı olanlar, hakkı işlemeyenler, Allah’a karşı yalan uyduranlar, Allah’ın ayetlerini yalanlayanlar, insanları yoldan çıkaranlar, Allah’ın ayetlerine karşı büyüklük taslayanlar, imandan sonra küfre dönenler, elçi uyarmasına rağmen cinsel sapıklıktan vazgeçmeyenler, toplumda bozgunculuk yapanlar" olarak nitelenmişlerdir. Bu niteliklerinden, mücrimlerin daima inkârcı, yalanlayıcı bir kitle olduğu; bu suçları inançsızlıkları yüzünden işledikleri anlaşılmaktadır.
13. Biz dilesek, elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat, «Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım» diye benden kesin söz çıkmıştır.
14. (O gün onlara şöyle diyeceğiz:) Bu güne kavuşmayı unutmanızın cezasını şimdi tadın bakalım! Doğrusu biz de sizi unuttuk; yaptıklarınızdan ötürü ebedî azabı tadın!
"14Öyleyse bu gününüzle karşılaşmayı unuttuğunuzdan/terk ettiğinizden dolayı tadın azabı! Hiç şüphesiz ki Biz cezalandırdık sizi. Ve yapmış olduğunuza karşılık sonsuzluk azabını tadın!"
Bu ayetlerde, suçluların mahşerdeki rüsvalıklarının sebebinin bizzat kendileri olduğu, Allah’ın zorlamasıyla o hale gelmedikleri, bu nedenle de yaptıklarının karşılığını çekecekleri açıklanmaktadır. Kur’an’ın bütünsel mesajı göz önüne alındığında, Allah’ın kimseyi doğru yola zorlamadığı; insana hem iyiyi, doğruyu, güzel olanı seçecek bir "akıl" verip hem de iyiyi, doğruyu ve güzel olanı açıklayan bir "kitap" gönderip gerisini insanların kendisine bıraktığı anlaşılmaktadır.
1-10Kur’ân'ı ve onun yaydığı sosyal aydınlığı, Kur’ân'ı izleyen Elçi ve mü’minleri, Kur’ân ışığı ile aydınlanan toplumları, Kur’ân ışığından yoksun kalan toplumları, bilginleri ve bilginleri yücelten bilgileri, kara cahilleri ve kara cahilleri bu hâle getiren ilke ve anlayışları, benliğini bulmuş kimseleri ve benlik bulduran etmenleri –ki O, ona taşkınlık yapma ve kendini koruma içgüdülerini/günah işleme ve "Allah'ın koruması altında olma yeteneklerini ilham etti– kanıt gösteririm ki, benliğini arındıran gerçekten kurtulmuştur. Onu bilerek reddeden de kesinlikle zarara uğramıştır. [Şems/8]
29Ve de ki: "O gerçek, Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen bilerek reddetsin/inanmasın." Şüphesiz Biz, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O, ne kötü bir içecektir! Dayanma/sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür! [Kehf/29]
2,3Şüphesiz Biz, insanı karışık bir nutfeden oluşturduk. Onu yıpratacağız/yükümlülükler vereceğiz. Bu nedenle onu çok iyi işitici, çok iyi görücü yaptık; iyiyi kötüyü ayıracak bilgileri yollayarak bilgilendirdik. Şüphesiz Biz, ona yolu gösterdik, ister kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödeyen biri olsun, ister nankör. [İnsan/3]
Ve İnsan/29, Tekvîr/26- 28, Yunus/99- 100, Leyl/1-11.
Ğaşiye suresinde de Resulullah’ın görevinin sadece öğüt verip hatırlatmak olduğu açıklanmıştı:
21,22Haydi, öğüt ver/hatırlat, şüphesiz sen, sadece bir öğütçüsün/hatırlatıcısın. Sen, onların üzerinde bir zorba değilsin. [Ğaşiye/21, 22]
Ayrıca dinde zorlamanın olmayacağı, herkesin inanıp inanmamakta serbest olduğu birçok ayette açıkça belirtilmiştir:
256Dinde zorlamak/tiksindirmek yoktur; iman, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten; iyi kötüden, güzel çirkinden, doğruluk sapıklıktan kesinlikle iyice ayrılmıştır. O hâlde kim tâğûta küfreder; onu tanımaz Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. [Bakara/256]
45Biz, onların söylediklerini daha iyi biliriz. Ve sen, onların üzerinde zorlayıcı değilsin. O hâlde sen, Benim tehdidimden korkan kimselere Kur’ân ile öğüt ver. [Kaf/45]
99Oysa Rabbin dileseydi, elbette yeryüzündekilerin hepsi topluca inanırdı. Artık, inanan kimseler olmaları için, insanları sen mi zorlayacaksın? [Yunus/99]
Bunlardan başka Zümer/7, 15, Fussılet/40, İnsan/2, 3, Hud/28, Nahl/9, Secde/13, Maide/48, Nahl/36, 93, Yunus/108, İsra/15, Şûra/20, 48, Hud/15, İsra/18, En`âm/35, Rad/31, Şuara/3, 4’e de bakılabilir.
13. ayetteki "Velâkin Benden ‘Bütün insanlar ve cinlerden [herkesten] cehennemi elbette tamamen dolduracağım’ sözü hak olmuştur" ifadesinde geçen "söz", daha evvel Sad suresinde nakledilen temsili sahnedeki "ilahi karar"dır:
71,72Hani Rabbin bir zaman evrendeki güçlere, "Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer oluşturucuyum. Onu düzgünleştirip bilgili hâle getirdiğim zaman derhal ona boyun eğip teslim olun" demişti.
73,74Bunun üzerine İblis/düşünce yetisi hariç evrendeki güçlerin tümü hep birlikte boyun eğip teslimiyet gösterdiler, İblis büyüklük tasladı ve görmezden gelenlerden oldu.
75Allah, "Ey İblis! O benim iki elimle/kudretimle oluşturduğuma boyun eğip teslim olmana ne engel oldu? Büyüklendin mi? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?" dedi.
76İblis dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım. Beni enerjiden oluşturdun, onu ise maddeden oluşturdun."
77,78Allah, "Hemen çık oradan, artık sen kesinlikle kovulmuşsun, /katilin, asılsız söz ve düşünce üretenin, karanlığa taş atanın tekisin, "Elbette hayırdan uzak tutmam da karşılık gününe kadar senin üzerindedir" dedi.
79İblis, "Rabbim! O hâlde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana süre ver" dedi.
80,81Allah, "Haydi, sen belirli bir vakte kadar süre verilenlerdensin" dedi.
82,83İblis, "Öyle ise en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan; mutlak galip oluşuna yemin ederim ki ben onların hepsini; –içlerinden arıtılmış kulların hariç– kesinlikle azdıracağım" dedi.
84Allah dedi ki: "Gerçek budur. Ben de şu gerçeği söylüyorum: "85Andolsun ki cehennemi kesinlikle senden ve onların sana uyanlarından; hepinizden dolduracağım."
86De ki: "Ben Kur’ân'a karşı sizden bir ücret istemiyorum. Ben yükümlülük getirenlerden/kendiliğinden bir şeyler uyduranlardan, külfet getirenlerden, başa iş çıkaranlardan da değilim. 87Kur’ân, bütün âlemler için bir öğüttür ancak. 88Ve onun müthiş haberini bir zaman sonra kesinlikle bileceksiniz." [Sâd/71 -88]
14. ayetteki "Öyleyse bu gününüzle karşılaşmayı unuttuğunuzdan /terk ettiğinizden dolayı tadın azabı! Hiç şüphesiz ki Biz unuttuk/terkettik [cezalandırdık] sizi. Ve yapmış olduğunuza karşılık sonsuzluk azabını tadın!"ifadelerinden anlaşıldığına göre, inkârcılar için tüm ümit kapıları kapatılmaktadır.
Allah’ı umursamamanın cezası Kur’an’da değişik yerlerde gündeme getirilerek gerekli uyarılar yapılmıştır:
124-126Kim Benim anılmamdan/Benim öğüdümden mesafeli durursa, hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim/yaşam vardır. Kıyâmet günü de onu kör olarak kıyâmet günü toplantı alanına toplarız. O der ki: "Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak bu yere çıkardın?" Allah der ki: "Bu böyledir, âyetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun/cezalandırılıyorsun." [Ta Ha/126]
36,37Ve her kim Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] öğüdünden, anılmasından körleşirse Biz ona bir şeytan musallat ederiz de artık o, onun için akrandır/yandaştır; ve şüphesiz ki yandaşlar/akranlar, körleşenleri Yol'dan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin kılavuzlandıkları doğru yolda olduklarını sanırlar.
38Sonunda Bize gelince: "Keşke seninle benim aramda doğu ile batı arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı" der. –Öyleyse bu ne kötü bir akrandır/yandaştır!–
39Ve bugün pişmanlık duymanız size hiçbir yarar sağlamayacak. Siz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yaptığınız zaman kesinlikle azapta ortaklarsınız. [Zuhruf/36- 39]
50,51Ve ateşin ashâbı, cennetin ashâbına, "Biraz su veya Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden bize aktarın" diye seslendiler. Onlar da, "Allah, dinlerini alaya ve eğlenceye alan, basit, iğreti dünya hayatına aldanan kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere ikisini de gerçekten yasaklamıştır!" dediler. –Bu günle karşılaşacaklarını umursamadıkları, âyetlerimizi/alâmetlerimizi/göstergelerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi, Biz de bugün onları umursamayacağız/cezalandıracağız.– [Araf/50,51]
34,35Ve denilmiştir ki: "Bugün Biz sizi, sizin bu gününüze kavuşmayı unuttuğunuz gibi unuturuz/terk ederiz/cezalandırırız. Yeriniz de ateştir. Sizin için yardımcılardan herhangi biri de yoktur. İşte bunlar, sizin Allah'ın âyetlerini alaya almanız ve basit dünya yaşamının sizi aldatması sebebiyledir." Artık bugün onlar, ateşten çıkarılmaz ve özür dilemeleri de kabul edilmez/Allah'ı hoşnut etmeleri de istenmez. [Casiye/34,35]*
306 Burada “vefat” anı anlatılmaktadır. Vefat, “tastamam verme, eksiltmeden yerine getirme” demektir. Vefat, Allah'ın insanlara, ölecekleri andan hemen önce yaşatacağı, herkese yaptıklarını ve yapması gerekirken ötelediklerini eksiksiz-fazlasız göstereceği, haber vereceği bir süreçtir. Başka bir ifade ile vefat, Rabbimizin, insanın hayatındaki tüm kayıtları en ince ayrıntısı ile tıpkı bir yazar-kasanın “Z raporu” gibi, ölüm anından kısa bir süre önce eksiksiz-fazlasız ortaya koymasıdır. Bu “ortaya konuş” ise, insanın yapısına yaratılıştan yerleştirilmiş olan “koruyucular, bellekler, elçiler, hafıza hücreleri” ile sağlanmaktadır. Rabbimiz meselenin önemine binaen “ölme, öldürme” demeyip ölümü, ölüm öncesinin o esrarengiz olaylarının adıyla vermektedir. “Vefat” ile ilgili ayrıntılı bilgi Tebyinül’ Kur’an’da verilmiştir.
307 Cin, halk kültüründe “insan gibi yiyip içen, üreyen, inanan, bazen ehil insanlarca işçi gibi çalıştırılan, olağanüstü güç ve bilgilere sahip, insanları çarpan, istediklerine zarar veren, erdirici, yüksek değerler ilham eden gizli destekçi güç, görünmeyen yaratık” olarak bilinmekte; bu nedenle de Kur’ân yanlış anlaşılmaktadır. Cin sözcüğü, aslında “örtülü varlık; insanın beş duyusuyla kavrayamadığı, algılamaya kapalı, mevcudiyeti kesin olan varlık veya güç” demektir. Bu sözcüğün karşıt anlamlısı ins [insan] de; “beş duyu ile hissedilebilen, bilinen, görünen, tanıdık, ilişki kurulabilen, kaybolmayan, sürekli ortada duran” demektir. Aşina olduğumuz şu sözcükler de cin sözcüğünün türevlerindendir: Cennet [toprağı ağaç yapraklarıyla saklanmış yer], cinnet [aklı, fikri saklanmak, delirmek], cenin (–ana karnında saklandığı için bu adı almıştır–), cünnet [savaşta kullanılan kalkan (–kişiyi oktan mızraktan sakladığı için bu ad verilmiştir–)].
Kur’ân'da cin sözcüğünün; “mikroorganizmalar, elektrik, mıknatıs, ışın, radyasyon, ajan/casus, yabancı, kimliği belirsiz kimse” anlamlarında kullandığını göreceğiz. Bir de Kur’ân'da ins ve cin sözcüklerinin beraber kullanıldığını görürüz. Bu iki zıt anlamlı sözcük birlikte kullanıldığında, sözcüklerin anlamı farklılaşmakta, başkalaşmakta ve zenginleşmektedir. Zıt anlamlı iki sözcükten, daha kapsamlı bir anlam çıkarmak her dilde var olan bir uygulamadır. Örneğin: Gece-gündüz, yaş-kuru, canlı-cansız, kedi-köpek, sabah-akşam, yer-gök, iyi-kötü, acı-tatlı, sağ-sol, ileri-geri, aşağı-yukarı, en-boy, ak-kara, irili-ufaklı, dünya-âhiret gibi zıt anlamlı sözcüklerin beraber deyimsel kullanımında, kalıbın anlamı, sözcüklerin özel anlamlarından farklılaşmakta ve zenginleşmektedir.
Anlamlarının birbirlerine zıt olduğunu gördüğümüz ins ve cin sözcükleri, birlikte bir kalıp hâlinde kullanıldıklarında, “gördüğünüz-görmediğiniz, bildiğiniz-bilmediğiniz, tanıdığınız-tanımadığınız, yani herkes ve her şey” anlamına gelmektedir. Bunun Kur’ân pek çok örneği bulunmaktadır.
*İşte Kuran, Secde Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz