2.Ölümden Sonra Hayat Var mı?
MORGAN FREEMAN İLE EVRENIN SINIRLARI
ÖLÜMDEN SONRA HAYAT VAR MI?
EBEN ALEXANDER
Eben Alexander 15 yıldır Harward Tıp okulunda beyin cerrahisi öğretiyor ve icra ediyor. 2008 yılında Ölüme Yakın Deneyim (ÖYD) yaşadı. Bakteriyel menejitin çok nadir bir türünü kaptı. Derin bir komaya girdi. Beynin dış yüzeyinin irinle kaplı olduğu BT'de görülüyor. Bu bakteri bütün glikozu yok etmişti. Geriye tüketilecek tek şey olarak beyin hücreleri kalmıştı. Bu yüzden bizi insan yapan beyin kısmı tümüyle kapanmıştı. Beyin ölümüne ramak kalmış 7 günden sonra Alexander komadan çıktı. Mucizevi şekilde bir ay içinde normale döndü. Fakat ötedeyken ona bir şeyler oldu. ÖYD yaşadı.
BRUCE GREYSON
Bruce Greyson, Virginia Üniversitesi eczacılık okulunda bir psikiyatrist. 1.000'den fazla ölüme-yakınlık tecrübesi olayı araştırdı.
Derin bir huzur hissi, iyi olma, fiziksel vücudu terk etme hissi, ılık bir sıcaklık ve koşulsuz sevgi duygusu yayan parlak ışık. Ölüme-yakınlık deneyimiyle uyumlu özelliklerdir. Pek çok bilim adamı bunların oksijenden mahrum kalmış sinir hücrelerinden kaynaklanan beynin tetiklediği halüsinasyonlardan daha fazlası olmadığı değerlendirmesiyle göz ardı etmektedir.
1970'lere dönersek, Amerikan hava kuvvetlerince yapılan deneyler bu fikri test etmiş oldu. Bilim adamları, pilotları bir santrifüzde döndürerek vücutlarını büyük g-kuvvetlerine tabi tuttular. Bu kanlarının ayaklara dolmasına ve beyinlerinin oksijen açlığına maruz kalmasına neden oldu. İstisnasız bayıldılar. Kalktıklarında, bazı pilotlar parlak bir ışık gördüklerini bildirdi. Diğerleri bedenlerini terk ederek kendilerine yukarıdan baktıklarını ölümden dönen insanlarınkine benzer deneyimler anlattılar. Ama kilit bir unsur eksiğiyle. Oksijen kaybetme süreci içinde, bilinçlerini kaybediyor oldukları için, ölüme yakın deneyimleriyle bazı benzerlikler taşıyan kimi özelliklere sahip oldular. Ancak ölmüş sevdikleriyle ya da diğer varlıklarla karşılaşmak kesinlikle yoktu.
Peki bu psikolojik açıklamalardaki problem, beynin karmaşık şeyler yapamayacağımızı bildiğimiz zamanlardaki karmaşık düşünceyi, anı oluşumunu, cereyan etmiş olayların algılarını hesaba katmamalarıdır.
Ölüme-yakınlık tecrübeleri bir zihnin, varoluşun dışın kanatlanmak konusunda nihai rüyası mı? Yoksa ölüm ötesinden bir işaret midirler?
Bilinç nedir?
STUART HAMEROFF
Dr. Stuart Hameroff, Tucson'daki Arizona Üniversitesi'nde, "Bilinç Etütleri Merkezi" yöneticisi. Aynı zamanda bir anestezist.
Anestezi altında hasta rüya görmez, hoş bir rüya seç demiş olsam da. Bunu hep söyleriz. Ama hiç farkındalık yoktur. Fasıla olmaz hasta uyanır. Beş dakikadır mı, beş saattir mi uyuyorlar bilmezler. Anestezi farkındalığı ortadan kaldırır. Anestezi altındaki beyin oldukça aktiftir. Ve fark hala biraz gizemlidir. Hastaları izlerken geçen yıllar boyunca, operasyon odası Hameroff'u "Beyin aktivitesi ile bilincin bağlantısı" konusunda takıntılı yapmıştı. Sonra, 15 yıl önce büyük İngiliz fizikçisi Roger Penrose ile tanıştı. Birlikte, beynin nasıl çalıştığına dair köktenci bir teori geliştirdiler. "sonsuz ruh için bilimsel bir argüman"dan daha azı olmayan bir şey haline gelen teori. Teorinin kökleri, beyin hücreleri içindeki "mikrotüpçük" denen minicik yapılardadır.
Eğer bir hücrenin içine bakarsanız, bu yapısal bileşenleri biraz vücudumuzdaki kemikler gibi bulursunuz. Mikrotüpçükler, kelimenin tam anlamıyla her bir hücre içinde hücrenin yapısını ve mimarisini belirleyen bir orman geliştirir. Mikrotüpçüklerin, hücrenin masaüstü bilgisayarı olmak ve moleküler seviyede bilgileri işlemek için mükemmelen tasarlanmış olduğunu düşünüyoruz.
Hameroff ve Penrose mikrotüpçüklerin, nöronlara ve beyne bir bütün olarak normal bilgisayarlardan külliyen farklı şekilde çalışan, kuantum bilgisayarı gibi çalışması için imkan verdiğini savunuyor.
İşte burada, iki yarım küreli bir beynimiz var. Beyne bakış açılarının çoğu, tek tek nöronların koleksiyonu şeklindedir. Bir nöron ateşlendiğinde bir sinaps üzerinde bir sonraki nörona sinyal gönderir. Dominolara çok benzer biçimde bu da o nöronun ateşlenmesine neden olur, ve o da başka nöronun ateşlenmesine. Bu yüzden, örneğin bir nöron buradan ateşlerse, oda komşusunu beynin her yanına mesayı göndermesi için tetikleyecektir. Bu beynin nasıl çalıştığına dair klasik görüştür. Geleneksel bilgisayarda bir bilgi izi sürülebilir patikalardan gider. Fakat kuantum bilgisayarın mikroskobik bileşenleri, "dolaşıklık" denen gizemli süreçle bağlanır. Bazılarımız kuantum süreçlerinin beyinde bilinç içinde önemli bir rol oynadığını düşünüyor. Dolayısıyla, örneğin, eğer burada nöral aktivite varsa "yerel olmayan kuantum"la burada işlem yapabilmek için birleşmiş olabilir. Bu nöronlar, mekan olarak aryık olsalar da, iletişim halindedirler ki buradaki aktivite şuradaki aktiviteyi etkileyebilsin.
Hameroff ve Penrose, bir beyin hücresi mikrotüpçüklerindeki değişimin, diğerindeki mikrotüpçükleri etkileyebileceğini savunuyor. Fakat hepsi bu değil. Kuantum teorisi, uzaydaki her bir noktanın, boş uzay bile olsa bilgi içerebileceğini iddia eder.
Bu dominolarla alakasız şekilde evrenin ince dokusunda, bilgi vardır, kuantum bilgisi, yukarı ve aşağı bilgi alabiliriz, buradan ve buradan, fakat iletişimdedirler ki burada olan bir şey buradaki bir şeyi etkileyebilsin.
Bu mikrotüpçükler içindeki bilgiler bağlantı kurulabilir ve beynin dışında evren ile "dolaşıklık"a girebilir anlamına gelir. Dolayısıyla, tıpkı bu iki nöronun dolaşıklığa girebileceği gibi, tüm beyindeki bilincin enformasyonu dolaşıklığa girebilir, ve büyük evrende var olabilir.
Hameroff'a göre ruhlarımız nöronlardan çok daha temel bir şeylerden inşa edilmiştir. Evrenin temel dokusundan inşa edilmiştir.
Bence, bilinç veya onun dolaysız öncülü, -onu ön-bilinç olarak adlandıracağız- evren boyunca hep vardı, belki büyük patlamadan beri.
Eğer bilinç bir kuantum süreci ise, ölüme-yakın deneyimler esnasında ne cereyan ettiğine dair gizemi çözebilir.
Diyelim ki kalp durdu, kan akışı durdu, mikrotüpçükler kuantum durumlarını kaybediyor. Fakat mikrotüpçükler içinde olan kuantum bilgisi yok olmadı. Yok olamazlar. Sadece büyük evrene dağılır ve yayılırlar. Eğer hasta geri döndürüldüyse, canlandırıldıysa, kuantum bilgisi, mikrotüpçüklerin içine geri dönebilir ve hasta "ölüme-yakın deneyim yaşadım" der. Beyaz ışığı gördüm, bir tünel gördüm, ölmüş yakınlarımı gördüm, bedenimden çıkmış bile olabilirim. Şimdi, canlanmayıp ölmüş olsalar, bu kuantum bilgisi, beden dışında var olabilir, belki bir ruh olarak sonsuza dek var olması mümkündür. Pek çok bilim insanı, ruhun kainata sıkıca bağlantılı bir kuantum bilgisayarı olduğuna inanmayı güç buluyor. Fakat Hameroff; bu araştırmanın, iddialarını yavaş yavaş onaylıyor olduğunu düşünüyor.
Kuantum etkilerinin kuşların yön bulmasından fotosenteze ve insanın koku alma hissine birkaç önemli biyolojik süreci kumanda ettiği son zamanlarda gösterildi. Şimdiye kadar kimse, bu teoriye ciddi bir darbe indirmedi. Hala ayaktayız, kanıtlar gelmeye devam ediyor, Yeni kanıtlar 15 yıl önce ortaya koyduğumuz fikri desteklemeye devam ediyor.
Fakat gerçek şu ki; bilinç nereden geliyor veya ölünce nereye gidiyor halen bilmiyoruz.
(10. dakida ile 16. dakika 36. saniye arası)
***
Eğer bilinci ölçmenin bir yolu olsaydı, belki bu sorunların cevaplarını bulabilirdik. Bir bilim insanının bizi biz yapan zihinsel örüntüleri bulmak ümidiyle zihinlerimizin derinliklerini keşfetmesi belki yakında olur.
İnsan beyni 3 pount, yumuşak dokudan büyük değil. Fakat dünyayı değiştiren fikirler üretebiliyor. Martin Luther King'le Cengiz Han, kadar farklı olan kişilikleri taşıyabiliyor. Hatta kendisini bile biliyor. Kendisinin farkında. Bir ruhu olduğunu sanıyoruz. Fakat bu ruh nereden geliyor? Bilinç, beynin bir ürünü müdür? Beyin daha uzun ömürlü olabilir mi? İnsanlar öldüğünde "insan beynine ne olur"u çalışmak, pek kolay değil. Fakat ölümün bir yönü hepimize her gün uğrar. Her gece uykuya dalınca, bilincimiz uzaklara süzülür.
GIULIO TONONI
Wisconsin Üniversitesinden Profesör Giulio Tononi bilinçlerini kaybettiklerinde "beyinlerimiz nasıl değişir" konusunu çalışıyor ve bunu yaparken bizi biz yapan sırrı açığa çıkarmayı umuyor. Bilincin en basit tarifi, rüyasız bir uykuya daldığınızda "çekip giden"dir. Fakat işin aslı beyin hiç de kapanmaz. Nöronlar, sinir hücreleri gerçekte bir bakıma uyanık olduğumuz zaman kadar aktiftir. Bu yüzden, ilginç bir bilimsel sorudur. Beyniniz hala orada ve vızır vızır çalışırken nasıl olurda siz ortadan kayboluyorsunuz?
Tononi, farkındalık düzeyimizin, beynin değişik bölümlerinin birbiriyle ne kadar bilgi paylaştığıyla belirlendiğine inanıyor. Ayrıntılarıyla zengin bir deneyim, beyinde benzersiz şekiller yaratarak yüksek düzeyli karmakarışıklıkta örüntüler oluşturacaktır ki, Tononi bunun ölçülebilir olduğunu düşünüyor. Esasında her deneyim, şıradışı bir şekil gibidir. Harika yalımlı bir alev gibi, sürekli değişen olağanüstü bir şekil. Şimdi, "bilgi ilişkisi" diyeceğim bir şeyle karakterize bir şekil. Fakat, içsel ışıkla parlayan bir şekil. Bilincin ateşi, beyin içinden beslenen ve yanmak ve parlamak için çok özel malzeme setleri gerektiren çok özel bir ateştir. Ateşin ne zaman tutuştuğunu ve ne zaman söndüğünü anlamak basitçe beyin taraması okumaktan çok daha fazla zordur.
Giulio Tononi, bu yüzden rüyasız uykunun bilinçsiz öteki alemine hasrettiği koca bir laboratuar kurdu. Ve bilinci kaybettiğimizde, beynin nasıl değiştiğini tespit edecek bir deney düzeneği hazırladı. Bu, Nörolojik açıdan "karanlık bir evin kapısını kimse var mı diye" çalmakla aynıdır. Transkraniyel Manyetik Uyarım dediğimiz bir şey kullanırız ki açmaya gerek olmadan beyne küçük bir akım enjekte etmek için bir yoldur, böylece mükemmelen zararsız bir şekilde serebral korteks'in nasıl tepki verdiğini görürüz. İlkin ekip, bir gönüllü üzerinde uyanıkken deneyi yürütür. Bir elektrot örgüsü beynin tüm faaliyetlerini takip edecektir. Şimdi küçük bir manyetik bobin kafasına yerleştirilir. Anahtarın açılışıyla, serebral korteksine saniyenin onda biri süren manyetik bir darbe verir. Patlama, beynin küçük bir bölümündeki nöronların ateşlenmesine ve karşılığında ateşlenenlerin diğer nöronlara sinyal gönderip onların da ateşlenmelerine neden olur. Nöral faaliyetin karmaşık örüntüsü korteksin üçte birine sıçrar ve saniyenin üçte biri kadar sürer. Bilinçli bir beyin, çalan bir çan gibi yankılanır. Evde kesinlikle birileri var. Peki iyi de, bilinçsiz olduğu zaman ne olur? Şimdi bu delikanlı uyuyor, çanı yeniden çalacağız ve beynin nasıl tepki verdiğini göreceğiz. Beynin ışıkları bir kez daha yanıyor. Ama bu sefer yankılanma yok. Çanın sesi manyetik darbe kapatıldığı anda kesiliyor. Uyuyan beyin faal olabilir ancak, bir parçası ile diğerleri arasındaki bilgi paylaşımı yetisini kaybetti.
Tononi, bilginin bu yayılımının; bilincin kilit araçlarından biri olduğunu düşünüyor. Uyanıkken beyin, sürekli iletişim için uzmanlaşmış alanlar saklar, devlet hazine ve savunma bakanlarıyla yapılan bakanlar kurulu toplantısında birleşik bir eylem planı üzerinde hepsinin karar vermesi gibi. Beyin uyuduğunda toplantı ertelenir. Uzmanlar ayrılır ve hiçbir karar çıkmaz. (animasyon-canlandırma)
Geceleyin derin uykudayken neden bilincinizi kaybedersiniz? Uzmanlar, uyandığınızda genelde uyurken durdurdukları konuşmalarını yaparlar. Uyuduğumuzda, uzmanlar arası etkileşimi zorlaştıran bazı mekanizmalar ortaya çıkar. Ve sonunda, birbirleriyle daha fazla konuşamaz hale gelince bekleneceği gibi, bilincinizi kaybedersiniz. Artık orada değilsizdir.
Tononi'nin yeteneği, bilinçli bir halde bir beyinle bilinçsiz bir beyinin farkını söyleyebilmek için, komadaki hastalarda farkındalik düzeyini, tıbben hazırlıklı bir ortamda kısa sürede değerlendiren uygulama bulabilmesidir. İlk bilmek isteyeceklerinizden birisi: bilinç var mı? Komadaki kişi; karınız, oğlunuz veya annenizse ve gözlerin açık olduğunu görüyorsunuz ve orada bilinç var mı bilmiyorsunuz, belki hatta acı çekiyor, bunula nasıl baş edersiniz?
Giulio Tononi, beyindeki bilinci görmenin bir yolunu buldu ancak, nöronların karmaşık ağının arasından nasıl ortaya çıktığı sır olarak kalıyor, sadece tahminde bulunmaya başlayabileceği bir sır. Birisi, bilinci desteklemek karmaşık bir sistem gerektirir dediğinde, bir bakıma bu doğru olmalıdır. Fakat internet de oldukça karmaşıktır. Bir başka örnek olarak satranç programlarının da ayrıca çok karmaşık olduğunu söyleyebilirdiniz. Dolayısıyla, insanların sezgisel olarak karmaşık dediği pek çok şey vardır, fakat onların sadece çok azı bilincin ortaya çıkmasına imkan verebiliyor gözükmektedir. Dolayısıyla gereksinim duyduğunuz şey, doğru türde karmaşıklıktır. Ve diyebilirim ki çok az yapı bunu yapabilir, bu olağanüstü beceriyi gösterebilir. Korteklerimiz; serebral korteks, sanki buna ulaşmak için neredeyse ideal şekilde bağlanmıştır.
Peki, bilincin kökünü öğrenmek için bir yol var mı? Öz-farkındalığın bu anlamı, ruhla aynı değil mi? Bu bey (Douglas Hofstadter) insan ruhunu bulduğunu ve öldüğünde ona ne olacağını bildiğini düşünüyor.
Ruh ne ki? Bir tür enerji alanı mı? Somut bir şey mi? Ya ağırlığı? 1907'de Dr Duncan MacDougall, ruhun bir onsun dörtte üçü veya 21 gram ağırlığında olduğu sonucunu çıkardı. Bu sonuca, ölen tüberküloz hastalarının bedenlerini tartarak varmıştı. Fakat 100 yıldan bu yana hiç kimse O'nun bulgularını tekrarlayamadı. Çünkü ortada tartacak bir şey var gibi gözükmüyordu.
Orada sizi siz yapan anlaşılması zor bir cevher olabilir mi? En küçük ölçeklerde var olan bütün madde atomlardan oluşur. Dünya, atomları milyarlarca yıldır geri dönüştürür. Karbon ağaçlardan okyonuslara, oradan bedenlerimizdeki hücrelere gider. Ölmüş insanların atomları bile yeniden kullanılır. Bu uyluk kemiğinizdeki atom, bir zamanlar Kleopatra'nın aşığının dudağından bir parça olabilir. Ve bu dönüşüm sadece atom seviyesinde olmaz.
Hücre düzeyinde kendinizi sürekli yeniden inşa ediyorsunuz. Bedeniniz her saat 1 milyar yeni hücre üretiyor. Kaç yaşında olduğunuza bağlı olmaksızın çoğunuz 10 yaşından fazla değil.
CHRISTOF KOCH
Christof Koch, Caltech'te bir biyo-mühendislik profesörüdür. Sizi siz yapanın tek tek atom veya hücrelerle bir ilgisi olmadığını düşünüyor. Eşsiz bir şekilde örgütlenmiş beyin hücrelerinden ortaya "siz"in çıktığınıza inanıyor. Beyin, evrende bildiğimiz en karmaşık mesele. Sıradan insan beyni, 100 milyar nöron hücresinin düzeninden oluşur. Bu hücrelerin her biri kendi başlarına çok karmaşıktırlar. Her bir nöron, etkileşimli 10 bin bağıntıyla başka 10 bin hücreye bağlı olan bilgisayara benzer. Bu nöronlar, ayrık haldeyken biliçli değildirler. Fakat birbirleriyle çok büyük ölçekte etkileşime girdiklerinde sonuç, öz-farkındalık taşıyan bir ağdır. Bilincin milyonlarca veya muhtemelen milyarlarca nöronun ateşlenmesinden ortaya çıktığına inanıyoruz. Ruhum bu yüzden budur. Hissettiklerim; acı, zevk, özlem, öznel duygularım budur. Ama eğer, Koch'un inandığı gibi, "ben" sadece beyin hücrelerinin bu kırılgan ve sürekli değişen bir ağından kaynaklanıyorsa, sonsuz "ben" olamayabilir. Sürekli değişiriz. Her deneyimde biraz daha. Bazı deneyimlerle daha fazla, bazılarında ise az. Dolayısıyla, bu bakımdan süreklilik yoktur. Yaşlandıkça zihnim, bedenim. Ama bilhassa kişiliğim ve zihnim değişir. Bu bakımdan da "sürekli kişilik" yoktur. Beynin, beyin tarafından değiştirilen, değişken bir yapısıdır bu. Beyne bu bakış açısı maddesel olarak adlandırılır ve Koch bu fikrin en kuvvetli savunucusudur.
Materyalistler için, ruh geçici bir yanılsamadan fazlası değildir. Yanılsama, içinden çıktığı fiziksel "ağ"dan daha uzun ömürlü olamaz. Bir kere elektriksel faaliyet trafiği kesilirse, beyinin kendisi daha fazla çalışmaz ve nöronlar ateşlemeyi ve ayrıca ruh da var olmayı keser.
DOUGLAS HOFSTADTER
Ama bilişsel dalda ünlü bilim insanı Douglas Hofstadter, ölümden sonra yaşam olasılığını göz ardı etmekte aceleci değildir. O, öldüğümüz anda ruhun kaybolmadığına inanıyor. Fizikte lisans öğrencisiyken, sevdiğim dindar bir profesör vardı. Beni şok eden, şaşırtan ve kafamı karıştıran biçimde beynin içinde ruhu ve bilinci ortaya çıkaran henüz keşfedilmemiş bazı parçacıkların varlığına inanırdı.
Hofstadter'in beyni daha çok bilimsel bir yaklaşımla ele aldı. Karmaşık zihinsel süreçlerin modellenmesinde bir öncü oldu. İnsanların nasıl düşündüğünü düşünüyor. Onun fikrine göre, insanların en iyi yaptığı şey çevrelerindeki dünyanın zihinsel bir haritasını yapmaktır. Bir dünyayı algılama süreci, her şeyin içsel temsilcilerinin ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu karabiber kabına baktığımda ondan içsel bir modelim vardır. Oraya bakmaya gerek duymam. Çünkü, pek çok defa görmüşümdür. Zaten içsel durağan bir modelim vardır. Bütün hayvanlar zihinsel harita yapar. Hayvan daha büyükse, daha karmaşık harita. Bir arı, güneşin pozisyonunu ve kovanın pozisyonunu bilir. Bir manta; yolculuk için okyonusun dolambaçlı akıntılar ağını öğrenir. Bir babun, topluluk sosyal hiyerarşik düzenini takip etmelidir.
Bizim haritalar, bir ömür boyu karşılaştığımız nesneler ve insanlardan inşa olur. Bir diğer hayati parça vardır. Sadece dünyanın geri kalanıyla değil; basketbol serbest atış atışında veya çengel atışta iyi olup olmadığımız, ne tür mizah duygusuna sahip olduğumuz, her iki elde beş parmak olduğu gerçeği gibi yüzeysel, fiziksel şeyler içeren kim ve ne olduğumuza dair kendi anlaşımızla da bir araya geliriz.Ve kimi yansıttığımıza ilişkin bir konsept yaratırız.
Hofstadter, aynı zamanda, dünyayı içeren bu haritayı, ayrıca harita yapımcısının bir haritasını da içeren zihinsel bir geri besleme döngüsü olarak göz önüne alır. Bir televizyon ekranına, o ekrana bağlı bir kamera yöneltirsen ekran kendi görüntüsünü alır. Görüntüler iç içe, iç içe vs. vs... Ve çok karmaşık bir görsel örüntü oluşur. Sistem kendi kendini algılıyordur. Bana göre ruh ortaya çıkaran bir süreçtir. Gelişen bir varlık yılların algı ve geri bildirimlerinden çıkıyor. Fakat, bu bilinç perspektifinin şök edici bir sonucu var. Eğer ruh sadece tuhaf bir zihinsel geri-besleme döngüsüyse, o zaman sadece insanlara özgü olmamalıdır. Yeterince akıllı her şebeke, neyden yapılı olursa olsun bunu deneyimleyebilmelidir. Bu nedenle günümüz Frankenstein'ı bir ruh inşa etmeyi planlıyor. Öğreniyor olduğu şey ölüm-ötesi bir yaşam imkanını işaret ediyor olabilir.
Dinler, bize ruhlarımızın bedeni aştığını söylerler. Bunlar, bir süre yakınında dolandığımız netameli sahalar. Çoğu bilim insanı buna inanmıyor. Bizim ruh dediğimize, milyonlarca yılda evrilmiş, "beyin bağlantılarının öz-farkındalık şebekesi" diyorlar. Eğer bu gerçekse, insan beynini bir kopyasını yapsak ne olurdu? Bir ruhu olurmuydu? Cevabı bulmanın eşiğindeyiz. Ve zihnin gizemi hesaplamalarla çözeceğimiz bir şeyse, belki bize ölümden kaçış rotası bile verebilir.
Dünya çapında araştırma ekipleri bir insan beyni inşa etmek için, geriye doğru mühendislik girişimlerinde bulunuyorlar. Zor bir iş çünkü, bütün araştırmalarımıza karşın beyin hala bilinen evrendeki en karmaşık cihaz. Ama, beyni haritalamayı tamamen bitirmek on yıllar aldı. Bu yüzden, bazı isyancı bilim adamları yaşayan beyin hücreleri içindeki ateş gücünden yararlanmaya karar verdiler. Onlar, beynin küçük parçalarını alıp donanım çipleri üzerinde hibritleştirerek, biyoloji ve teknolojiyi birleştirmek suretiyle ruhun sırlarını çözmeye çalışıyorlar.
Çoğu bilgisayar similasyonu, basite indirgenmiş nöronlarla sınırlıdır. Burada sahip olduğumuz şey, günümüz bilgisayarlarıyla simüle edeceğimiz her şeyden çok ama çok daha karmaşık; gerçek, ıslak, pelte gibi nöronların bütün karmaşıklıklarıyla kültür kaplarımızda olması.
STEVE POTTER
Georgia Teknoloji Enstitüsünden Profesör Steve Potter; yarı-canlı, yarı makine beyinler tasarlıyor ve inşa ediyor. Potter'in takımı fare embriyosundan kültürlenmiş nöronları alarak onları minyatür elektrot plakaları üzerinde büyütüyor. İşte burada çoklu elektrot dizisi kültür çanağı. Üzerinde büyüyen parlak renkli bazı nöronları görebilirsiniz. Bunlar, işleme girmeden önce gelen kayıtlar ve hücreleri uyarmak için kullandığımız elektrotlar.
Bunların hepsi, hücreler arasındaki bağlantıyı yüklenen akson ve dentritler. Bu bağlantı formları kültürde ilk dört saat içinde oluşur. Süreçte kalan bu zaman aralığında bağlantı oluşum şekillenmesini görebilirsiniz. İşte şunlar, nöronların birbiriyle konuştukları sinaptik bağlantılar ve bu konuşmaları gelişim halindeyken kalsiyuma duyarlı boya kullanarak filmleyebiliyoruz. İşte şurada hücrelerin parladığını görebilirsiniz. Hücrenin bir diğer hücreye sinyal gönderdiği her seferde küçük bir kalsiyum patlaması vardır. Beyin büyüdüğünde, Potter elektrot aracılığıyla beyne bilgi gönderiyor ve beyin karşılık veriyor. Bu elektrotlar, robota bağlı bir bilgisayarla bağlantıdadır ki bu yeni yaşam formu demektir. Bu bir hibrot, yaşayan bir beyin dokusunun kontrolünde bir robot. Beyinleri bir buzdolabında fakat, bedeni laboratuar sehpası etrafında yol bulsun diye bilgisayar ekranındaki nöron tepkilerini görüyorsunuz.
Herhangi bir hayvan gibi hibrot deneyimliyor ve deneyimlediklerinden öğreniyor. Bu örnekte, çevrede gezinmeyi deneyimliyor. Dolayısıyla soru şu, bir hibrit hiç bilinçli olabilecek mi? Şimdiye dek bilinç sahibi şebekeler yapıp yapamadığımız sorusu zaten çoktandır “evet” olarak yanıtladığımız bir soru olacaktır. Çevreden girdi kabul eden kültür kaplarımız var. Bu girdilere karmaşık şekillerde cevap veriyorlar. Dolayısıyla çok ilkel tarzda da olsa çevrelerinin bilincindedirler. Belki değişik beyin dokularının kendi aralarında ve beyin dokuları ile bilgisayar arasında daha karmaşık etkileşimle, insan bilincine daha fazla benzeyen insanların bilişsel diyebileceği bir yüksek düzeye ulaştırabiliriz. Ama bir gün hibrot ve bilgisayar uyanır ve kim ve ne olduğunun farkına varırsa, bu kablolardan bir ruh belirirse, nasıl bileceğiz.
Diyaloğa güvenmek zorundayız. Yapay beyne “bilinçli misin?” diye sorarsak? Ve bizi bilinçli olduğuna ikna ederse sözlerine kulak vermek zorunda kalırız. Fakat aynı şey diğer insanlarla konuştuğumuzda da geçerlidir. Diğer insanların da gerçekten bilinçli olup olmadığını bilemeyiz. Doğruyu söyleyen ama özel, öznel bir tecrübesi olmayan, sadece bir zombie de olabilirler.(Animasyon)
Şimdi, şu anda bir bilgisayara bir bakıma benim verebileceğim türde kararlara sahip ve verebilen bir çeşit yapay zeka koyabilirim. Bazı bakımlardan benim bilincimin bir kısmı onun içindedir. Bu yapması zor bir şey değil. Ama, “bilincimin yeterince iyi bir kopması diye” tanımlayabileceğim bir şey elde etmek, onu bir başkasının bedenine koymuş olmak, onun ben olduğum konusunda insanları aptal durumuna düşürmek, işte bu, nasıl yapılacağı konusunda değil detaylı yönteme ilk ipucuna bile sahip olmadığımız bir şey. Ruhlarımız için yapay yuvalar yapmak uzun bir zaman alabilir. Peki o zamana kadar ne yapacağız? Bedenin ölümden sonra ruhu taşıyacak ideal bir vasıtaya kapağı atmak zaten mevcut olan şey olabilir. Taşıyıcılardan birisi hemen yanınızda oturuyor olabilir.
Gelişmiş teknolojimize karşın, hayatın muammasına, çözülmek için halen uzun bir yol görünüyor. Yoksa değil mi?
DOUGLAS HOFSTADTER
Bloomington, İndiana'dan Douglas Hofstadter bir perspektif meselesi diyor. O, bilincin; beynin, bilgiyle bir araya gelerek düşünce örüntülerine katılmasının garip ve harika bir şekilde kaçınılmaz bir sonucu olduğuna inanıyor. Ve bizi şekillendiren düşünce örüntüleri sadece bize münhasır değil. Hepimiz şimdiye dek etkisinde kaldığımız ölü ya da diri herkesin, ilginç kolajlarıyız. Ruhumuzun örüntüsü kendi beyninizde en güçlü ve en karmaşık olan; fakat diğer beyinlere de geçebilir.
Bu Chopin'in çalışmalarının kitabı. Beyaz kağıt üzerindeki bu siyah lekeler Chopin'in yüksek, düşmüş, muzaffer, boyun eğmiş veya ızdırap dolu duygularının çok ama çok merkezi parçalarını yakalar. Duygu, devinimsel makyajının parçası olan her şeyle gelir ve bir kimseye bir başka insana derin bir bakış şansı verir. Belki 150, 160 yıl sonra, bu kişilik resmi olarak dünya üzerindeyken yok olmuş olabilir. Ama, ruhlarından bir şeyler kalıyor, milyonlarca diğer insanın zihin ve beyninin içini dolduruyor. Ölüm sonrası hepimiz deneyimleriz, bu yaşam formunun ne olduğunu bilemesek de.
Hofstadter için karısının, Carol'ın ölümü büyük bir kişisel trajedi oldu. İtalya'daydık, ve beyin tümörünün teşhisi çok ani oldu. Aralığın 11'inde beyin tümörü olduğunu öğrenmiştik ki 12 Aralık'ta akşam komaya girdi. Yani, çok ama çok hızlı oldu. Bu kadar uzun zamandır ve bu kadar derinden bağlı olduğum birisinin birdenbire varoluştan kayboluyorsa, siz de takdir edersiniz yaşama devam etmesi gibi bir şey mümkün mü, nerede, ne şekilde,… İnsan ruhu nakledilebilir mi, bir beyin sökülüptakılabilir mi gibi sorularla zorunlu olarak karşı karşıya kalmıştım. Ve cevabım çok sınırlı anlamda, “evet” olmak zorundaydı. Carol'un içimde varoluş derecesi onun çok sadeleştirilmiş bir versiyonu biçiminde. Kaba versiyonu. İnce işlenmemiş. Sanki, çok çok küçük güzel taşların bir milyonuyla yapılı bir mozaik gibi. Ve o yok oldu, fakat birisi, yok olmadan önce, onun kopyasını yapmıştı, yapmıştı ama sadece 1.000 taşla. 1.000 taş, hala aynı renk ve aynı tür düzende, ama çok daha iri taneli, farklı taşlarla farklı bir ortamdalar. Orijinal yok oldu ama, iri taşlı versiyonda kopyası var… Ve işte, hayat devam ediyor. Şimdiye kadar karşılaştığımız herkeste ruhumuzun bir parçası yaşamaya devam eder. Bu ruh parçası, bizi sevmiş insanlar en güçlü olanı, en çok tanınanıdır. Bu tarz ölümden sonra yaşam, dinimiz ne olursa olsun hepimizle ilintilidir. Fakat ruh için başka dinlenme mekanları var mı?
Bilincimiz, dünyadaki son anında, sadece varoluşun dışına doğru mu ışıldar? Ruh, nöral işlemler şebekesinden, bir makinede yeniden yaratılabilir bir şeyden fazlası değil mi? Ya da beyinlerimizin kuantum durumu büyük evrence tekrar mı emilecek?
Bilim insanları cevap konusunda farklı görüşlere sahip olsalar da, nihayet bu yapbozu çözmeye yakın olduklarına inanıyorlar.
Bilincinizi kaybettiğinizde ruhunuzu kaybedersiniz. Her şeyi kaybedersiniz. Dünya sizin için varolmaya devam etmez. Arkadaşlarınız artık var olmaz. Siz var olmazsınız. Her şey kaybolmuştur.
Eğer bu ölüme yakın deneyimleri olduğu gibi kabul edersek, o zaman zihin veya bilinç; fiziksel beden olmadan işlevini sürdürüyor görünür. Sanırım, bilince kuantum yaklaşımı; neden buradayız ve amacımız ne, ölüm sonrası yaşam, reenkarnasyon... ve vücudumuz pes ettikten sonra bilincin kalması olasılıklarını prensipte açıklayabilir. Ruhumuz için bu sanatsal gerçekliğin dışında harika varoluşlar bulunduğuna ve bunun bizim gerçek realitemiz olduğuna büyük inancım ve buna dair bilgim var. Evet, bu dünyayı terk ettiğimizde gerçeği hepimiz öğreneceğiz.
Önünde sonunda, tek tek her birimiz gerçeği keşfedecek. Ama son saatimize, kaderimizi bilerek mi gireceğiz? Belki, bazı şeyler insanların kavrayabileceğinden gerçekten çok büyüktür. İşte bu da, ne bildiğimizden, neye inandığımıza kaymak zorunda olduğumuz noktadır.**Morgan FREEMAN İle Evrenin Sınırları -Ölümden sonra Hayat Var mı? 2. Sezon 1. Bölüm, (Video Deşifresi)Derleyen
Hakan KAYILI
13.11.2018
Yorumlar -
Yorum Yaz