• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

79Mearic Suresi 1-18




Hatalı Çevrilen Ayetler


79Mearic Suresi 1-18


Hatalı Çeviri:
1, 2, 3. Birisi, yükselme derecelerinin sahibi olan Allah katından inkârcılara gelecek olan ve hiç kimsenin savamayacağı azabı istedi!

4. Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar.

5. (Resûlüm!) Şimdi sen güzelce sabret.

6. Doğrusu onlar, o azabı (ihtimalden) uzak görüyorlar.

7. Biz ise onu yakın görmekteyiz.

8. O gün gökyüzü, erimiş maden gibi olur.

9. Dağlar da atılmış yüne döner.

10. Dost, dostu sormaz.

11, 12, 13, 14. Birbirlerine gösterilirler (fakat herkes kendi derdindedir). Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından (kurtuluş için), oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de, tek kendini kurtarsın.

15. Fakat ne mümkün! Bilinmeli ki, o (cehennem) alevlenen bir ateştir.

16. Derileri kavurup soyar.

17, 18. Yüz çevirip geri dönen, (servet) toplayıp yığan kimseyi (kendine) çağırır!



Doğru Çeviri:
1-3Bir isteyen, “yükselme zamanları” sahibi Allah'tan, kendisini savacak kimsenin olmadığı; engellenemeyen, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselere özgü, ‘olacak azab’ı istedi.

4Haberci âyetler ve vahiy, miktarı elli bin yıl olan bir gün içinde O'na yükselir/ yeryüzünden çekilir.

5O hâlde sen, güzel bir sabır ile sabret.

6,7Şüphesiz Biz, olacak azabı çok yakın görürken, onlar onu çok uzak görüyorlar.

8-10O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. Ve bir sıcak; yakın dost bir sıcak; yakın dosta sormaz.

11-14Birbirlerine gösterilmiş oldukları hâlde suçlu, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, eşini ve kardeşini, kendisini barındıran, içinde yetiştiği tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye/kurtulmalık versin sonra da kendini kurtarabilsin ister.

15-18Kesinlikle o suçlunun düşündüğü gibi değil! O, sırtını dönen ve yüz çevireni, toplayıp da kasada yığanı çağıran, kavurup soyan, alevlenen bir ateştir.


1-3Bir isteyen, “yükselme zamanları” sahibi Allah'tan, kendisini savacak kimsenin olmadığı; engellenemeyen, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselere özgü, ‘olacak azab’ı istedi.


Bu ayetlerde, kimliği bildirilmeyen bir kişinin "kâfirler için olan, mutlaka gelecek olan, kimsenin de engelleyemeyeceği azab"ı istediğinden bahsedilmektedir.

"İSTEYEN KİŞİ" KİMDİR?

Rabbimiz, engellenemez azabı isteyenin kim olduğunu bildirmediği halde klasik kaynaklarda söz konusu kişinin kimliği ile ilgili şu bilgilere yer verilmiştir:

Bu isteyen-soran kişi en-Nadr b. cl-Hârs'dir. O şöyle demişti: "Ey Allah! Eğer bu Senin katından gelen hakkın kendisi ise, durma, bizim üzerimize gökten taş yağdır! Yahut bize acıklı bir azap gönder!" (Enfal/32) Onun bu istediği kendine gelmiştir. Bedir günü, o ve Ukbe b. Ebi Muayt, esir alındıktan sonra öldürülmüşlerdir. Bunu İbn Abbas ve Mücahid söylemiştir.

Burada azabın gelmesini isteyenin el-Hâris b. Kuman el-Fihrî olduğu da söylenmiştir. Şöyle ki: O, Peygamber (sav]in Ali (r.a) hakkında: "Ben her kimin mcvlâsı [dostu ve yakını] isem, Ali de onun mevlâsıdır [dostu ve yakınıdır]" dediğini haber alınca, devesine binerek geldi ve el-Ebtah denilen yerde devesini çöktürdükten sonra "Ey Muhammed!" dedi, "Sen bize Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, senin Allah'ın Rasûlü olduğuna şahitlik etmemizi emrettin, senin bu emrini kabul ettik. Beş vakit namaz kılmamızı emrettin, senin bu emrini de kabul ettik. Mallarımızın zekâtını vermemizi emrettin, bu emrini de kabul etlik. Her sene ramazan ayında oruç tutmamızı emrettin, bunu da kabul ettik. Hac etmemizi emrettin, bunu da kabul ellik. Sonra bununla da yetinmeyerek bu sefer amcanın oğlunu bizden üstün kıldın. Bu senin bizzat kendinin yaptığı bir iş mi, yoksa Allah'tan gelen bir şey mi?" Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin olsun ki; bu ancak Allah'tan gelen bir iştir."

El-Hârîs: "Allah'ım, eğer Muhammed'in dediği gerçek ise Sen üzerimize ya semadan bir taş yağdır yahut bize çok acıklı bir azabı getir!" diyerek geri dönüp gitti. Allah'a yemin ederim, henüz daha devesine varmadan Allah onun üzerine bir taş attı, bu taş beyninin üzerine düştü, makadından çıktı ve onu öldürdü. Bunun üzerine de "İsteyen biri inecek azabı istedi" ayeti nazil oldu.

İsteyen kişinin Ebu Cehil olduğu ve bu sözleri onun söylediği de söylenmiştir. Bu da er-Rabi'in görüşüdür. [Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an, Neseî, Hakim]

Nadr b. el-Haris, "Allah’ım, eğer bu senin katından bir hak ise, üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elim bir azap ver" (Enfal/32) deyince, Allah Teâlâ bu ayeti indirdi. Buna göre, ayetteki ifadesi, "Gelecek azabı, çağıran birisi çağırdı [istedi]" şeklinde olur. [‘Razi; el Mefatihu’l Gayb]

"Esbab-ı Nüzul" kayıtlarında Şuara/185-187’de "Onlar: ‘Sen, kesinlikle büyülenmişlerden birisin. Sen de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsin. Biz senin kesinlikle yalancılardan biri olduğundan eminiz. Şayet doğrulardan isen, üstümüze gökten bir parça düşürüver!’ dediler." diye konu edilen şahsın Ebucehil; Enfal/32’de "Bir vakit de, "Ey Allah’ım, eğer bu Senin katından gelmiş bir hak/gerçek ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver’ demişlerdi" diye konu edilen şahsın da النضر بن الحرث Nadr b. Hars olduğu nakledilmiştir. Bize göre bütün bu iddialar birer yakıştırmadan ibarettir.

Ayrıca ayetin iniş sebebinin Resulullah’ın kuzeni ve damadı Ali ile ilişkilendirilmesi de hiç uygun düşmemektedir. Zira bu ayetler indiği dönemde Ali henüz "mevla"lıkla nitelenecek bir konumda değildi.

Bizim sureden anladığımıza göre, engellenemez azabı isteyen bizzat Resulullah’tır. Kur’an’ın edebî üslubu gereği, Abese suresinin başında olduğu gibi, ikinci şahıs yerine üçüncü şahıs ile kelam edilmiştir. Anlaşıldığına göre, peygamberimiz inkârcıların tavırları yüzünden çok bunalmış ve Allah’tan kendisine ve inananlara zulmedenlerin cezalandırılmasını istemiştir. Peygamberimizin bu isteğine 5-7. ayetlerde şöyle cevap verilmiştir: "O halde sen, güzel bir sabır ile sabret! Şüphesiz Biz onu [olacak azabı] çok yakın görürken, onlar onu çok uzak görüyorlar."

AZABIN ÖZELLİĞİ, ONU DEFEDECEK KİMSENİN OLMAYIŞI

Konumuz olan ayetleri doğru anlamamız, metindeki " ذى المعارجzi’l-mearic" sözcüklerini iyi anlamamıza bağlıdır.

Önce bu sözcükle ilgili klasik kabulleri naklediyoruz:

1- Kelbi'nin rivayetine göre İbn Abbas, ayetteki " ذى المعارجzi’l-mearic" ifadesine "Göklerin sahibi" manasını vermiştir. Melekler oraya doğru yükselip çıktıkları için göklere "me'âric" denilmiştir.

2- Katade bu ifadeye "FazI, ikram, lütuf ve nimetler sahibi" manasını vermiştir. Bu böyledir. Çünkü Allah'ın nimet ve ihsanlarının birçok derecesi vardır ve bunlar insanlara farklı mertebelerde ulaşırlar.

3- "Me'âric" sözcüğü Cenâb-ı Hakk'ın velî kullarına, cennette verdiği dereceler manasınadır.

Bana göre bu hususta bir dördüncü izah da şu şekilde yapılabilir: Gökler nasıl yükseklik-alçaklık ve büyüklük-küçüklük bakımlarından farklı ise, melekî ruhlar da kuvvet-zaaf ve kemal-noksanlık bakımından ilahi bilgilerin çokluğu, kuvveti ve bu alemi tedbirde kuvvetli veya zayıf olmak bakımlarından farklı farklıdırlar. Belki de, Allah Teâlâ'nın nimetlerinin inamının nuru ve rahmetinin feyzinin eseri, bu âleme ancak bu ruhlar vasıtasıyla ulaşırlar. Bu ulaşma da ya alışılmış şekilde olur veya alışılmışın dışında olur. Nitekim Hak Teâlâ da "(Dünyanın) içini idare edenlere yemin olsun ki..." (Naziat/5) ve "(Dünyanın) işini taksim edenlere yemin olsun ki" (Zariyat/4) buyurmuştur. O halde bu ayetteki "O, meâric sahibi Allah'tandır" ifadesi ile, bu âlemin çeşitli ihtiyaçlarının, oraya doğru yükselmesi açısından, tıpkı bir asansör gibi olan; Allah'ın rahmetinin eserinin o âlemden burada olanlara inmesi açısından da tıpkı bir merdiven gibi olan o çeşitli ruhlara bir işaret kastedilmiştir. [Razi; el Mefatihu’l Gayb]

Bizim tahlilimiz ise şöyledir:

Ayette Rabbimiz Kendisini " ذى المعارجzi’l-Mearic" olarak nitelemiştir. Bu sözcük " ذىzi" ve " معارجmearic" sözcüklerinden oluşmuş bir tamlamadır. " ذىZi" edatı, tartışmasız olarak "sahip" anlamındadır. Bu sözcük cümledeki konumuna göre " ذوzü" diye de yazılıp okunabilmektedir.

" معارج Mearic" sözcüğü ise çoğuldur. Bu sözcüğün tekilinin " مِعرَج mi’rac" veya " مَعرَجMe’rac" olması teknik olarak mümkündür.

" مِعرج Mi’rac" sözcüğü, "uruc" mastarının "İsm-i Alet" kalıbı olup anlamı "yükselme aleti [merdiven, asansör]" demektir. Nitekim Zuhruf suresinde bu kalıptan olan anlamıyla yer almıştır:

33-35Ve eğer insanlar, bir tek önderli, gerçeği bilerek reddeden toplum olmayacak olsalardı, Biz, Rahmân'ı [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ı] bilerek reddeden /inanmayan kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler, onların evleri için kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar ve altından süs eşyaları yapardık. Bunların hepsi basit dünya hayatının kazanımından başka bir şey değildir. Âhiret ise Rabbinin katında, Allah'ın koruması altına girmiş olan kişiler içindir. [Zuhruf/33- 35]

" مَعرج Me’rac" sözcüğü ise "İsm-i Zaman ve İsm-i Mekân" kalıbı olup eylemin yer ve zamanını bildiren bir anlam taşımaktadır. Sözcüğün bu kalıptan olduğunu varsaydığımızda, anlamı da "yükselme yeri, yükselme zamanı" şeklinde olmaktadır. Hangi anlamın verilmesi gerektiği konusunda bir sorunla karşılaşıldığında, sözcüğün zaman anlamına mı yoksa mekân anlamına mı alınacağı cümledeki söz akışına bakılarak tespit edilir.

4. âyetteki "Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl olan bir gün içinde O’na yükselir [yeryüzünden çekilir]" ifadesi, bu sözcüğün "İsm-i Zaman" anlamında ele alınmasına dair bize ipucu olmaktadır. Bu nedenle biz, ayetteki " ذى المعارج zi’l-Mearic" sözcüğünü "İsm-i Zaman" kalıbının çoğulu olarak "Yükselme zamanları" anlamında çevirmiş bulunuyoruz.


4Haberci âyetler ve vahiy, miktarı elli bin yıl olan bir gün içinde O'na yükselir/ yeryüzünden çekilir.


Melekler ve Ruh [vahiyler] elli bin yıl içinde Allah’a yükselecektir. Yeryüzünde ruhtan ve meleklerden eser kalmayacaktır. "Melekler ve Ruh" kavramları ile ilgili detayı Kadr suresinde sunmuştuk.
Ezcümle, burada konu edilen "melekler ile ruh" da vahiylerdir; Kur’an ayetleridir.
Hatırlanacağı üzere, Kur’an [vahiy], Allah tarafından indirilmişti:
1Şüphesiz Biz, değerli sayfalar içindeki Kur’ân'ı Kadr gecesinde indirdik.
2Kadr gecesi nedir; sana ne bildirdi/öğretti?
3Kadr gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
4,5Haberci âyetler, içlerindeki ruh; can katan, canlı tutan güçleriyle Rablerinin izniyle/bilgisi gereği, o şafak sökene kadar/aydınlığa kavuşuncaya kadar iner dururlar; her bir işten.
–Selâm!– [Kadr/1-5]

Birçok ayette Kur’an’ın [vahyin] indirilişi bildirildiği gibi, konumuz olan 4. ayette de daha evvel indirilmiş olan vahyin Allah tarafından yeryüzünden çekileceği haber verilmektedir. Vahyin kaldırılışı anlamına gelen "yeryüzünden çekilmek", ifadesi, tıpkı Secde ve Hud surelerinde geçen "işlerin Allah’a yükselmesi, işlerin Allah’a döndürülmesi" ifadeleri gibidir. Şöyle ki: Söz konusu ayetlerde geçen "işlerin Allah’a yükselmesi" ve "işlerin Allah’a döndürülmesi" ifadeleri, evrende, dolayısıyla da yeryüzünde nizam ve intizamın kalmayacağı anlamındadır. Bu da kıyametin kopuşu, dünyanın son buluşu demektir:

5Allah, gökten yere, sistemleri düzenler, sonra da sistemler, ölçüsü, sizin saydıklarınızdan bin yıl olan bir günde Allah'a yükselir; geri döner, sistem çöker, bozulur. [Secde/5]

123Ve göklerin ve yerin görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği sadece Allah'a aittir. Ve tüm iş/oluş yalnızca O'na döndürülür. O hâlde O'na kulluk et, O'na sonucu havale et. Ve Rabbin, sizin yapmakta olduklarınızdan habersiz, bunlara duyarsız değildir. [Hud/123]

Ayette geçen "elli bin sene"yi çok uzun bir zamandan kinaye olarak alabiliriz. Aksi halde kıyamet saati belli olmuş olur. Bu ifadeden anlaşıldığına göre, Rabbimiz vahyi ani olarak ortadan kaldırmayacak, insanlığın hayatında çok uzun yıllar bulundurulduktan sonra ortadan kalkacaktır.

5Peki, Biz, siz sınırı aşan bir toplum oldunuz diye o Öğüt'ü/Kur’ân'ı size göndermekten vaz mı geçelim? [Zuhruf/5]

47Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. Hâlbuki Allah, sözünden asla caymayacaktır. Ve şüphesiz Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir. [Hacc/47]


5O hâlde sen, güzel bir sabır ile sabret.

6,7Şüphesiz Biz, olacak azabı çok yakın görürken, onlar onu çok uzak görüyorlar.


Bu ayetlerde Rabbimiz kıyametin hemen kopmayacağını, onlar çok uzak görseler de Allah’a göre zamanın çok yakın olduğunu bildirmektedir. Bu hatırlatmayla Rabbimiz, peygamberimize sabretmesi, görevini metanetle sürdürmesi mesajını vermektedir. Bu açıklama aynı zamanda peygamberimizi rahatlatmaya yönelik bir mesaj da içermektedir.

Kâfirler, kaçınılmaz ve engel olunmaz azabın geleceği günü çok uzak görse de Allah’a göre o gün çok yakındır. O günün gelişi ile ilgili Kur’an’da birçok ayette detay verilmiştir. Bunlardan bir kaçını hatırlatmakla yetiniyoruz:

30Ve Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman onları bir görsen! Rableri: "Bu, bir gerçek değil miymiş?" der. Onlar: "Rabbimize yemin ederiz ki gerçektir" derler. Rableri: "Öyleyse küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olmanız nedeniyle azabı tadın!" der. [En’am/30]

44Derken kendilerine hatırlatılanı terk ettiklerinde, onların üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Öyle ki, kendilerine verilen şeylerle ‘sevince kapılıp şımarınca’, onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar, umutları suya düşenler oldular. [En’am/44]

107Yoksa bunlar Allah'ın azabından hepsini saracak bir felaket gelmesinden veya farkında değillerken ansızın kendilerine saatin/kıyâmetin kopuş anının gelmesinden güven içinde midirler? [Yusuf/107]

40Aslında bu azap, onlara ansızın gelecek de kendilerini şaşırtacaktır. Artık onu geri çevirmeye güçleri yetmeyecek ve onlara süre tanınmayacak. [Enbiya/40]

66Onlar kendileri farkına varmadan, ansızın, kıyâmet anının kendilerine gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? [Zuhruf/66]

5. ayette Resulullah’a "O halde sen, güzel bir sabır ile sabret" diye emredilmiştir. Sabr-ı cemil " صبر جميل [güzel sabır]", herhangi bir tahammülsüzlüğün ve şikâyetin bulunmadığı sabırdır.


8-10O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. Ve bir sıcak; yakın dost bir sıcak; yakın dosta sormaz.

11-14Birbirlerine gösterilmiş oldukları hâlde suçlu, o günün azabından kurtulmak için oğullarını, eşini ve kardeşini, kendisini barındıran, içinde yetiştiği tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini fidye/kurtulmalık versin sonra da kendini kurtarabilsin ister.


Bu ayetlerde, kıyametin kopuş sahneleri ve insanların içinde bulundukları psikolojik durum bildirilmektedir.

O gün evren tepeden tırnağa değiştirilmiştir; gökler maden gibi erimiş, akmakta ve yakıp yıkmaktadır. Dağlar atılmış renkli yün gibi kabarıp savrulmaktadır. Bu hengâmede ne dostlar birbiriyle ilgilenebilmekte, ne de kimse bir başkasının yardımına koşabilmektedir. Herkes kendi derdine düşmüştür. O kadar ki, inançsız insan, ailesi, çoluğu çocuğu, malı–mülkü, nesi varsa, hepsini feda edip kendini kurtarabilme hasretiyle yanmaktadır.

Bu ayetlerde kısaca değinilen dehşet sahneleri, Kur’an’ın değişik ayetlerinde pek çok kez ve ayrıntılı olarak yer almıştır. Bu ayetlerden bazıları şunlardır:

GÖK VE DAĞLARIN KIYAMETTEKİ KONUMU: [Kâria/5, Tur/9, 10, Nebe’/20, Vakıa/5, Hakkah/14.]

DOSTLAR ARASINDA İLİŞKİNİN OLMAYIŞI:

Mü'minûn/101, Abese/34-37, Hac/1, 2.

YAKINLARIN BİRBİRİNİ TANIMALARI

45Ve insanlar, Allah'ın, onları toplayacağı günde, sanki onlar sadece gündüzden bir saat kalmışlar gibi, aralarında tanışırlar. Allah'a kavuşmayı yalanlayan kişiler, kılavuzlanan doğru yoldan gidenler olmadıklarından kesinlikle ziyana uğramışlardır. [Yunus/45]

KÂFİRİN FİDYESİ

54Ve eğer ki, şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapmış olan herkes yeryüzünde ne varsa kendisinin olsa onu feda ederdi; kurtulmalık verirdi. Ve onlar, azabı görünce pişmanlık duyardı. Ve aralarında adalet kesinlikle gerçekleşecektir. Ve onlar, haksızlığa uğramazlar. [Yunus/54]

18Rablerine uyanlar için "en güzel" vardır. O'na uymayanlar ise, yeryüzünde bulunan ne varsa hepsi ve onunla birlikte bir misli daha kendilerinin olsa, onu kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. İşte onlar, hesabın kötüsü kendileri için olanlardır. Varacakları yer de cehennemdir. Orası da ne fena yataktır! [Ra’d/18]

47Ve eğer bütün yeryüzündekiler ve onunla birlikte bir o kadarı da şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kişilerin olsaydı, kıyâmet günü azabın kötülüğünden kurtulmak için onu kesinlikle kurtulmalık verirlerdi. Ve onların hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah tarafından onlar için meydana çıkarılır. [Zümer/47]

36Şüphesiz, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler; bütün yeryüzündekiler ve onunla birlikte bir o kadarı daha, kıyâmet gününün azabından kurtulmalık vermek için kendilerinin olsa, onlardan kabul edilmez. Ve onlar için can yakıcı bir azap vardır. [Maide/36]

91Şüphesiz ki küfretmiş; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmiş ve bu durumda oldukları hâlde de ölen şu kişilerin hiç birinden, yeryüzü dolusu altın –onu fidye/kurtulmalık verseler bile– asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar, dayanılmaz azap kendileri için olanlardır. Onlar için yardımcılardan da yoktur. [Al-i Imran/91]

Ayetteki "mücrim" ifadesi, daha evvel birçok yerde açıkladığımız gibi sıradan, basit suçlu anlamında olmayıp "kâfir, yalanlayıcı, müşrik" anlamındadır.


15-18Kesinlikle o suçlunun düşündüğü gibi değil! O, sırtını dönen ve yüz çevireni, toplayıp da kasada yığanı çağıran, kavurup soyan, alevlenen bir ateştir.


Bu ayetlerde, hakka sırtını dönen, kazandığı servete bel bağlayan, biriktirdiği parayı tedavüle sokmayıp kasada saklayan; zekât, sadaka vermeyen, sosyal yardımlarda bulunmayan, işsizin iş, aşsızın aş edinmesine engel olan, kendi hayatı için hiç ölmeyecekmiş gibi planlar kuran bir kişinin kendini ateşten kurtaramayacağı bildirilmektedir.

Ayette ateş "çağıran, kavurup soyan, alevlenen" diye nitelenmiştir. Daha evvel "ateşin daveti" ile ilgili olarak Kur’an’da şu bilgiler verilmişti:

56Şüphesiz ki âyetlerimize inanmamış şu kişileri Biz, yakında ateşe atacağız. Derileri piştikçe, azabı tatsınlar diye, derilerini başka deriler ile değiştireceğiz. Şüphesiz Allah, çok güçlüdür, en iyi yasa koyandır. [Nisa/56]

30Biz, o gün, cehenneme, "Doldun mu?" deriz. O da, "Daha var mı?" der. [Kaf/30]

34Ey iman etmiş kişiler! Şüphesiz, hahamlardan, rahiplerden birçoğu kesinlikle insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Ve altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayan kimseler, hemen onlara acıklı bir azabı müjdele!
35O gün, biriktirdikleri altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak: "İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi, şimdi tadın şu biriktirmiş olduğunuz şeyleri!" [Tevbe/34, 35]

8-11Kim de cimrilik ederse ve kendisini tüm ihtiyaçların üstünde görürse ve en güzeli yalanlarsa, Biz ona en zor olan için kolaylık vereceğiz. Aşağı yuvarlanıp değişime, yıkıma uğradığında/öldüğünde malı onu kurtaramayacaktır.
12Doğruya ve güzele kılavuzlamak sadece Bizim üzerimizedir. 13Sonrası da öncesi de sadece Bizimdir.
14-16İşte bu nedenle, yalanlayan, yüz çeviren, en çok mutsuz olacak olan kişiden başkasının girmediği, alevlendikçe alevlenen bir ateşe karşı Ben sizi uyardım. [Leyl/8- 16]*




*İşte Kuran, Mearic Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim