89Al-i İmran Suresi 164-176
Hatalı Çevrilen Ayetler
89Al-i İmran Suresi 164-176
Hatalı Çeviri:
164. Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.
165. (Bedir'de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud'da) kendi başınıza geldiği için mi «Bu nasıl oluyor!» dediniz? De ki: O, kendi kusurunuzdandır. Şüphesiz Allah'ın her şeye gücü yeter.
166, 167. İki birliğin karşılaştığı gün sizin başınıza gelenler, ancak Allah'ın dilemesiyle olmuştur ki, bu da, müminleri ayırdetmesi ve münafıkları ortaya çıkarması için idi. Bunlara: «Gelin, Allah yolunda çarpışın; ya da savunma yapın» denildiği zaman, «Harbetmeyi bilseydik, elbette sizin peşinizden gelirdik» dediler. Onlar o gün, imandan çok, kâfirliğe yakın idiler. Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Halbuki Allah, onların içlerinde gizlediklerini daha iyi bilir.
168. (Evlerinde) oturup da kardeşleri hakkında: «Bize uysalardı öldürülmezlerdi» diyenlere, «Eğer doğru sözlü insanlar iseniz, canlarınızı ölümden kurtarın bakalım!» de.
169, 170. Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.
171. Onlar, Allah'tan gelen nimet ve keremin; Allah'ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler.
172. Yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve Peygamber'in çağrısına uyanlar (özellikle) bunların içlerinden iyilik yapanlar ve takvâ sahibi olanlar için pek büyük bir mükâfat vardır.
173. Bir kısım insanlar, müminlere: «Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!» dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve «Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!» dediler.
174. Bunun üzerine, kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan, Allah'ın nimet ve keremiyle geri geldiler. Böylece Allah'ın rızasına uymuş oldular. Allah büyük kerem sahibidir.
175. İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.
176. (Resûlüm) İnkârda yarışanlar sana kaygı vermesin. Çünkü onlar, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Allah onlara, ahiretten yana bir nasip vermemek istiyor. Onlar için çok büyük bir azap vardır.
Doğru Çeviri:
164Andolsun ki Allah, mü’minlere kendilerinden, onlara Kendi âyetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitap ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir iyilikte bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.
165İki katını isabet ettirdiğiniz bir musibet, kendinize isabet edince mi, “Bu hezimet nereden!?” dediniz. De ki: “Başınıza gelen bu hezimet, kendi nezdinizdendir.” Şüphesiz Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.
166-168İki topluluğun karşılaştığı günde size dokunan şeyler de Allah'ın izniyledir/ bilgisiyledir. Ve mü’minleri bildirsin/ işaretleyip göstersin ve münâfıklık yapan kimseleri –kendileri oturup dururken kardeşleri için: “Eğer bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi” diyen kimseleri– bildirsin/ işaretleyip göstersin diyedir. Ve onlara: “Geliniz, Allah yolunda savaşınız veya savunma yapınız” denilmişti. Onlar: “Biz, savaşı bilseydik kesinlikle size uyardık” dediler. Onlar o gün, imandan çok Allah'ın ilâhlığını, rabliğini örtmeye yakındılar. Onlar, kalplerinde olmayan şeyleri ağızlarıyla söylüyorlar. Allah, gizledikleri şeyleri daha iyi bilendir. De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, haydi kendinizden ölümü uzaklaştırınız.”
169-171Allah yolunda öldürülenleri de sakın ölüler sanma. Tam tersi onlar diridirler, Allah'ın armağanlarından verdiği şeylerle sevinçli olarak Rableri katında rızıklanmaktadırlar. Arkalarından kendilerine henüz ulaşmayan kimselere, kendileri için hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar, Allah'tan bir nimeti, armağanı ve Allah'ın şüphesiz, mü’minlerin ecrini kaybetmeyeceğini müjdelemek isterler.
172,173Kendilerine yara dokunduktan sonra Allah ve Elçi'nin davetine katılan kimseler; insanlar kendilerine: “Şüphesiz insanlar size karşı birlik oldular, onlardan ürperin” dediklerinde, bunun, kendilerini inanç yönünden artırdığı ve: “Allah bize yeter. O, ne güzel tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan”dır!” diyen kimseler; onlardan iyileştiren, güzelleştiren ve Allah'ın koruması altına girmiş kimselere büyük bir ödül vardır.
174Sonra da onlar, kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan Allah'ın nimeti ve armağanıyla geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular. Ve Allah, çok büyük lütfun sahibidir.
175Şüphesiz ki o şeytan/kötü niyetli insan, kendi yakınlarını korkutur. Onlardan korkmayın, eğer mü’min iseniz Benden korkun.
176Küfürde Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmekte yarışan şu kişiler de seni üzmesin. Onlar, Allah'a hiçbir şekilde asla zarar vermezler. Allah onlara âhirette herhangi bir pay vermemeyi istiyor. Ve onlar için çok büyük bir azap vardır.
164Andolsun ki Allah, mü’minlere kendilerinden, onlara Kendi âyetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitap ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir iyilikte bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.
Mü’minleri onore etmek için bu âyette, Andolsun ki Allah, mü’minlere kendilerinden, onlara Kendi âyetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitap ve hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] öğreten bir Peygamber göndermekle büyük bir iyilikte bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler buyuruluyor, ki bunda iki husus söz konusudur: A) Elçi'nin içlerinden biri olması, B) Onların dünya ve âhirette mutluluklarını sağlayacak ilkelerin gönderilmiş olması.
Allah, Rasûlullah'ı sadece mü’minler için değil, tüm insanlığın iyiliği için göndermiştir:
28Ve Biz, seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik, velâkin insanların çoğu bilmiyorlar. [Sebe/28]
158De ki: "Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülkü Kendisinin olan, Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah'ın, size, hepinize gönderdiği elçiyim. O hâlde kılavuzlandığınız doğru yolu bulmanız için Allah'a ve O'nun sözlerine iman eden, Ümmî; Anakentli; Mekkeli Peygamber olan Elçisi'ne iman edin ve o'na uyun." [A‘râf/158]
19De ki: "Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür?" De ki: "Benimle sizin aranızda Allah tanıktır. Ve sizi ve ulaşan herkesi kendisiyle uyarayım diye bana bu Kur’ân vahyolundu. Allah'la beraber gerçekten başka ilâhlar olduğuna siz gerçekten tanıklık eder misiniz?" De ki: "Ben etmem." De ki: "O, ancak ve ancak bir tek ilâhtır ve kesinlikle ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım." [En‘âm/19]
1Âlemlere uyarıcı olsun diye kuluna/kullarına Furkân'ı indiren ne cömerttir/ne bol bol nimet verendir! 2Furkân'ı indiren, göklerin ve yerin hükümranlığı Kendisinin olan, hiç çocuk edinmeyen, hükümranlıkta ortağı olmayan ve her şeyi oluşturup sonra da onları bir ölçüye göre ayarlama yapandır. [Furkân/1]
7İşte böylece Biz, kentlerin anasını ve onun kıyısındaki kişileri uyarasın ve kendisinde hiç şüphe olmayan toplanma günü ile uyarasın diye sana Arapça bir Kur’ân vahyettik.
Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir. [Şûrâ/7]
2,3O, Anakentliler/Mekkeliler içinde, kendilerinden olan ve Anakentlilere ve henüz onlara katılmamış olan onlardan başkalarına Allah'ın âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitabı ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri öğreten bir elçi gönderendir. –Onlar, önceden apaçık bir sapıklık içinde olsalar da.– Ve O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. [Cuma/2-3]
Burada, mü’minlere... denilmesi, ondan istifade edenin mü’minler olması sebebiyledir. Nitekim Allah şöyle buyurmaktadır:
45Sen, ancak kıyâmetin kopuş zamanına, saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan kişilerin uyarıcısısın. [Nâzi‘ât/45]
Aynı ifade, Kur’ân için de kullanılmıştır; yani, Kur’ân da tüm insanların rehberi olmasına rağmen, Kur’ân'dan muttakilerin istifade etmeleri nedeniyle, Muttakiler için rehberdir (Bakara/185) denilmiştir.
165İki katını isabet ettirdiğiniz bir musibet, kendinize isabet edince mi, “Bu hezimet nereden!?” dediniz. De ki: “Başınıza gelen bu hezimet, kendi nezdinizdendir.” Şüphesiz Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.
166-168İki topluluğun karşılaştığı günde size dokunan şeyler de Allah'ın izniyledir/ bilgisiyledir. Ve mü’minleri bildirsin/ işaretleyip göstersin ve münâfıklık yapan kimseleri –kendileri oturup dururken kardeşleri için: “Eğer bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi” diyen kimseleri– bildirsin/ işaretleyip göstersin diyedir. Ve onlara: “Geliniz, Allah yolunda savaşınız veya savunma yapınız” denilmişti. Onlar: “Biz, savaşı bilseydik kesinlikle size uyardık” dediler. Onlar o gün, imandan çok Allah'ın ilâhlığını, rabliğini örtmeye yakındılar. Onlar, kalplerinde olmayan şeyleri ağızlarıyla söylüyorlar. Allah, gizledikleri şeyleri daha iyi bilendir. De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, haydi kendinizden ölümü uzaklaştırınız.”
165. âyette işaret edildiği üzere Müslümanlar kâfirleri Bedir günü'nde hezimete uğratmışlardı; Uhud savaşı'nın başında da hezimete uğratmışlardı. Ama sonra, isyan edip emre riâyet etmeyince, hezimete uğramışlar; Uhud savaşı'nda 70 ölü vermişlerdi. Oysa Bedir savaşı'nda müşriklerden 70'i öldürülmüş, 70'i de esir alınmıştı. Böylece Müslümanlar müşrikleri iki kere, müşrikler de Müslümanları bir kere hezimete uğratmış oldu. Âyetteki, Bu [başınıza gelen hezimet], kendi nezdinizdendir ifadesinden de anlaşılacağı üzere Uhud hezimeti, savaşçıların kendilerinden; yani, itaatsizliklerinden ve mal düşkünlüklerinden kaynaklanmıştır.
166-168. âyetlerde, Abdullah b. Ubey ile onunla birlikte geri dönerek Rasûlullah'ı yardımsız bırakan arkadaşlarına işaret edilmektedir. Bu olay şöyle nakledilir:
300 kişi idiler. Câbir b. Abdullah'ın babası, Abdullah b. Amr b. Haram el-Ensârî, arkalarından giderek; "Allah'tan korkun, Peygamberinizi bırakmayın, Allah yolunda çarpışın yahut savunma yapın" dedi ve buna benzer sözler söyledi. İbn Ubey kendisine, "Savaş olacağı görüşünde değilim. Eğer biz, savaş olacağını bilsek, elbette sizinle birlikte oluruz" dedi. Abdullah onlardan ümit kesince, "Haydi gidin Allah'ın düşmanları! Allah, Rasûlü'nü size muhtaç bırakmayacaktır" dedi. Bu sözleri söyledikten sonra Peygamber (s.a) ile birlikte yola devam etti ve şehid düştü. Yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
Paragrafın devamında da münâfıkların ölüme bakışları ortaya konmuştur. Onlara göre, savaşta öldürülen kişi, savaşa gitmemiş olsaydı ölmez ya da öldürülmezdi. Bunlara, Eğer doğru kimseler iseniz, haydiyin kendinizden ölümü uzaklaştırınız denilerek, onların kanaat ve iddialarının yanlışlığı dile getirilmektedir.
169-171Allah yolunda öldürülenleri de sakın ölüler sanma. Tam tersi onlar diridirler, Allah'ın armağanlarından verdiği şeylerle sevinçli olarak Rableri katında rızıklanmaktadırlar. Arkalarından kendilerine henüz ulaşmayan kimselere, kendileri için hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar, Allah'tan bir nimeti, armağanı ve Allah'ın şüphesiz, mü’minlerin ecrini kaybetmeyeceğini müjdelemek isterler.
Bu âyetlerde, konunun, savaş [ölme, öldürme ve ölüm korkusu ile savaştan kaçma] olması nedeniyle, Rasûlullah'ın şahsında insanlara çok önemli bilgiler veriliyor: Allah yolunda öldürülenleri de sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Allah'ın lütfundan verdiği şeylerle sevinçli olarak Rabb'leri katında rızıklanmaktadırlar. Arkalarından kendilerine henüz ulaşmayan kimselere, kendileri için hiç bir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Onlar, Allah'tan bir nimeti, lütfu ve Allah'ın şüphesiz, mü’minlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelemek isterler.
Bu âyetin, önce Bedir ve Uhud'da Allah yolunda ölenlerle ilişkilendirilmesi, sonra da genellenmesi gerekir. Zira, eski ümmetlerdeki Allah yolunda ölmüşleri saymazsak, bu âyetler indiğinde Bedir ve Uhud dışında Allah yolunda ölen henüz yoktu.
Bu âyetin iyi anlaşılması için, Bakara ve Nisâ sûrelerinde yer alan şu âyetlerin göz önünde bulundurulması gerekir:
* Ve Allah yolunda öldürülenlere, "Ölüler" demeyin. Aslında onlar diridirler. Fakat siz bilincine ermiyorsunuz. [Bakara/154]
* Kim hayır ve iyiliklere aracı olmakla yardımcı olursa, bundan kendisine bir pay vardır. Kim de kötülüğe delil olmak ve yardım etmekle veya kötülük çığırını açmakla yardımda bulunursa, ondan kendisine bir günah payı vardır. Allah her şeye güç yetirendir. [Nisâ/85]
Bu âyetlerden yola çıkarsak, Allah yolunda ölenlerin ölmeyip rızıklandığı, örneklikleriyle başkalarını da Allah yolunda ölmeye teşvik etmeleri nedeniyle unutulmayıp şan ve şerefle anılmaları ve amel defterlerinin kapanmaması, onları örnek alan kimselerin ecri kadar onlara da ecir yazılıp durması olarak anlaşılabilir.
172,173Kendilerine yara dokunduktan sonra Allah ve Elçi'nin davetine katılan kimseler; insanlar kendilerine: “Şüphesiz insanlar size karşı birlik oldular, onlardan ürperin” dediklerinde, bunun, kendilerini inanç yönünden artırdığı ve: “Allah bize yeter. O, ne güzel tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan”dır!” diyen kimseler; onlardan iyileştiren, güzelleştiren ve Allah'ın koruması altına girmiş kimselere büyük bir ödül vardır.
174Sonra da onlar, kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan Allah'ın nimeti ve armağanıyla geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular. Ve Allah, çok büyük lütfun sahibidir.
175Şüphesiz ki o şeytan/kötü niyetli insan, kendi yakınlarını korkutur. Onlardan korkmayın, eğer mü’min iseniz Benden korkun.
176Küfürde Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmekte yarışan şu kişiler de seni üzmesin. Onlar, Allah'a hiçbir şekilde asla zarar vermezler. Allah onlara âhirette herhangi bir pay vermemeyi istiyor. Ve onlar için çok büyük bir azap vardır.
Burada savaşın zorlu şartlarında metânetli davranan, Allah'a tevekkül eden mü’minler övülmektedir.
Tevekkül, "kişinin azimden [her türlü tedbiri aldıktan] sonra, işin sonucunu Vekîl'e [varlığı ayakta tutan, sürdüren, koruyan ve rızık veren Allah'a] bırakması" demektir.
Bu âyetlerin iniş sebebiyle ilgili kaynaklarda şu bilgiler yer almıştır:
Bu âyet, Uhud günü'nde nâzil olmuştur. Ashâb, bozguna uğradıktan sonra, Hz. Peygamber'in yanına dönünce, Hz. Peygamber, müşrikleri takib konusunda Müslümanları teşvik etti, Zaten Hz. Hamza'nın (r.a) mübârek nâşına müsle [işkence] yapılmış olduğunu gördükten sonra onlar da müsle yapmaya niyetliydiler, ama Hz. Peygamber onları bundan men etmişti. Derken Allah Teâlâ müşriklerin kalbine korku salmış, böylece dağılıp gitmişlerdi. Hz. Peygamber, Uhud'da şehid olanların cenaze namazını kılmış ve onları, kanlarıyla defnetmişti. Âlimlerin rivâyet ettiğine göre Safiyye, kardeşi Hamza'nın durumunu görmek için geldiğinde, Hz. Peygamber (s.a) Zübeyr'e, "Onu bırakma da, kardeşine yapılmış olan müsle'den dolayı feryâd ü figan etmesin" demiş, bunun üzerine Safiyye, "Ona ne yapıldığına dair haber bana geldi. Bu, Allah'a itaat etmenin yanında önemsiz bir şeydir" deyince, Hz. Peygamber Zübeyr'e, "Ona müsaade et de kardeşine baksın" demiştir. Safiyye de, "Hayır!" demiş ve Hz. Hamza için Allah'tan mağfiret talebinde bulunmuştur. Yine kocası, babası, kardeşi ve oğlu öldürülmüş bir kadın gelip de, Hz. Peygamber'in hayatta olduğunu görünce, "Artık bundan sonra hiç bir musibetin önemi yoktur!" dedi. Âyetin sebeb-i nüzûlü hakkında söylenenler, işte bunlardır. [Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.]
En doğru olan bu rivâyete göre, Ebû Süfyân ve arkadaşları, Uhud'dan dönüp Revhâ denilen yere vardıkları zaman pişman olarak şöyle demişlerdir: "Biz onların pek çoğunu öldürdük. Onlardan geriye pek az kimse kaldı. O hâlde ne diye biz onların yakasını bıraktık? Aksine, bizim yapmamız gereken, geriye dönüp onların kökünü kazımaktır." Böylece onlar, geri dönmeye niyetlendiler. Bu haber Hz. Peygamber'e (s.a) ulaşınca, kâfirleri korkutmak ve onlara, gerek kendisinin gerekse ashâbının son derece güçlü olduğunu göstermek istedi. Bunun üzerine o, ashâbını Ebû Süfyân'ı takibe çıkmaya teşvik etti. Ve şöyle dedi: "Ben şu anda, ancak savaşta benimle beraber olanlarla takibe çıkmayı istiyorum..." Böylece Hz. Rasûl (s.a) ashâbından bir toplulukla, Kureyş'i takibe çıktı. Rivâyete göre bu topluluğun sayısı 70 kadardı. Müslümanlar, Medîne'ye üç mil mesafede olan Hamrâu'l-Esed mevkiine varınca, Allah Teâlâ müşriklerin kalbine bir korku saldı da, böylece müşrikler dağıldılar. Rivâyet edildiğine göre, ashâbın içinde, birbirlerini birer saat süreyle omuzlarında taşıyan kimseler vardı; bütün bunlar, yaralarının çok ve ağır olmasındandı. Yine onların içinde, birer saat süreyle birbirlerine dayanarak yürüyen kimseler de vardı. [Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.]
Müşrikler, Uhud'dan ayrılıp Peygamber (s.a) ve ashâbına isâbet edenler isâbet ettikten sonra, (müşriklerin) geri döneceklerinden korktular. Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu: "Bizim gücümüzün yerinde olduğunu bilmeleri için onların arkasından gitmeye kim gelir?" Ebû Bekr ve ez-Zübeyr, 70 kişi ile birlikte gidenler arasında idiler. Ve (Kureyşlilerin) arkasından yola çıktılar. Onlar geldiklerini haber alınca da Allah'tan bir nimet ve bir lütuf ile geri döndüler.
Âişe (r.anhâ) Hamrâu'l-Esed gazvesi'nde meydana gelen olaylara işaret etmektedir. Hamrâu'l-Esed Medîne'den yaklaşık 8 millik uzaklıktadır. Şöyle olmuştu: Uhud'un ertesi günü olan Pazar günü, Rasûlullah (s.a) müşriklerin arkasından gitmek üzere insanlar arasında ilanda bulunup şöyle dedi: "Bizimle birlikte ancak dün orada bulunan kimseler çıksın. Onunla beraber 200 mü’min yola çıktı. Buhârî'de de şöyle denilmektedir: (Peygamber) buyurdu ki: "Onların arkasından kim gider?" Onlardan 70 kişi ortaya çıktı, Aralarında –önceden de geçtiği üzere– Ebû Bekr ve ez-Zübeyr de vardı. Hamrâu'l-Esed'e varıncaya kadar yollarına devam etliler. Böylelikle düşmanı korkutmuş oluyordu. Aralarında ağır yaralı olup yürüyemeyecek olan ve bineği de bulunmayan kimseler vardı. Hatta başkalarının boyunları üzerinde taşınanlar dahi vardı. Bütün bunlar ise Rasûlullah'ın (s.a) emrini yerine getirmek ve cihada rağbet için yapılmıştı.
Âyet-i kerîmenin oldukça ağır yaralı, biri diğerine yaslanan, bununla birlikte Peygamber (s.a) ile beraber yola koyulan Abduleşhel oğulları'ndan iki kişi hakkında indiği de söylenmiştir, (Hz. Peygamber ve beraberindekiler) Hamrâu'l-Esed'e ulaştıklarında Nuaym b. Mes‘ûd ile karşılaştılar. O onlara, Ebû Süfyân b. Harb'in ve beraberindeki Kureyşlilerin toparlanıp bir araya geldiklerini ve Medîne'ye gidip oranın halkını toptan imha etmeyi kararlaştırdıklarını söyledi. Bunun üzerine onlar –yüce Allah'ın söylediklerini haber verdiği– Allah bize kâfidir, O ne güzel vekîldir dediler. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
Bu âyetlerde, Uhud sonrası Rasûlullah'ın çağrısına icâbet eden mü’minler övülür. Târih, her şey bitti sanıldığında, sabır ve metanetin zafer getirdiğine şâhittir.*
*İşte Kuran, Al-i İmran Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz