• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

90Ahzab Suresi 4-5




Hatalı Çevrilen Ayetler


90Ahzab Suresi 4-5


Hatalı Çeviri:
4. Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadığı gibi, «zıhâr» yaptığınız eşlerinizi de analarınız yerinde tutmadı ve evlâtlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanımadı. Bunlar sizin ağızlarınıza geliveren sözlerden ibarettir. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola O eriştirir.

5. Onları (evlât edindiklerinizi) babalarına nisbet ederek çağırın. Allah yanında en doğrusu budur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin. Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yok; fakat kalplerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.



Doğru Çeviri:
4Allah, bir er kişinin göğüs boşluğu içinde iki kalp yapmadı; insan hem mü’min hem kâfir olmaz, mutlaka bundan biridir. Ve Zıhar’da bulunduğunuz;350 kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptığınız eşlerinizi de sizin anneleriniz olarak kabul etmedi. Evlâtlıklarınızı da sizin öz çocuklarınız saymadı. Bu, sizin ağzınızla söylemenizdir. Allah ise hakkı söyler. Ve Yol'a kılavuzlar.

5Evlâtlıkları kendi babalarına nisbet ederek çağırın; bu, Allah katında daha hakkaniyetlidir. Artık, eğer babalarını bilmiyorsanız artık onlar, dinde sizin kardeşleriniz ve sözleşmeyle yakınlık kurduklarınızdır. Kalplerinizin kasıt göstererek yaptıkları; bilinçli, planlı- programlı yaptığınız şeyler dışında hata olarak yaptıklarınızda ise, sizin için bir vebal yoktur. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.



Yukarıda, Ey peygamber! Allah'a takvâlı davran, kâfirlere ve münâfıklara da itaat etme. Şüphesiz Allah, alîm'dir [en iyi bilendir], hakîm'dir [en iyi yasa koyandır]. Ve Rabbinden sana vahyedilen şeylere uy. Şüphesiz Allah, sizin ne yapıp durduğunuza haberdardır. Ve Allah'a tevekkül et, Vekîl olarak da Allah yeter buyurularak olacaklara karşı Elçi hazırladıktan sonra, o'nun sıkıntı çekeceği konular ele alınmaya başlamaktadır. Bu âyetlerde insanın psikolojik yapısı açıklanmakta ve aile hukukuna yönelik bazı reformlar yapılmaktadır:

• Bir er kişinin göğüs boşluğu içinde iki kalp olmaz.

• Annelere benzeterek yemin konusu yapılan eşler anne sayılmaz.

• Evlâtlıklar, öz çocuk sayılmaz.

• Evlâtlıklar babalarına nisbet edilerek çağırılmalıdır.

• Eğer babaları bilinmiyorsa, kardeş ve yakın biri gibi kabul edilmelidir.

• Kalplerin kasıt göstererek yaptıkları şeyler dışında hata olarak yapılanlar günah sayılmaz.

Bu paragrafın iniş sebebine dair kaynaklarda şu bilgiler verilmiştir:

Mücâhid dedi ki: Bu âyet-i kerîme dehası dolayısıyla "iki kalpli" diye anılan Kureyş'ten bir adam hakkında nâzil olmuştur. Bu kişi, "Benim iki kalbim vardır. Bunların her birisi ile Muhammed'in aklından daha üstün bir seviyede aklederim" diyordu. (Mücâhid) dedi ki: "Bu adam Fihr'den idi."

el-Vâhidî, el-Kuşeyrî ve başkaları da şöyle demişlerdir: Bu âyet-i kerîme Fihrli Cemil b. Ma‘mer hakkında inmiştir. Duyduğunu ezberleyen bir adamdı. Kureyşliler, "Bu adam bunca şeyi ancak iki kalp sahibi olduğu için ezberleyebilir" diyorlardı. Bu adam da şöyle dermiş: "Benim iki kalbim var. Bu iki kalp sayesinde Muhammed'in aklından daha üstün bir akıl sahibiyim." Bedir günü müşrikler beraberlerinde Cemil b. Ma‘mer de bulunduğu hâlde yenilgiye uğrayınca, Ebû Süfyân onu kervan arasında ayakkabılarından birini ayağına giyinmiş, öbürünü ise eline asmış [almış] olduğu hâlde görünce, ona, "İnsanların hâli nedir?" diye sordu, o da, "Bozguna uğradılar" diye cevap verdi. Bu sefer Ebû Süfyân ona, "Peki ne diye senin ayakkabılarından bir elinde, diğeri ayağında?" diye sorunca, adam, "Ben her ikisinin de ayağımda olduğunu zannediyordum" diye cevap verdi. İşte o vakit, "Eğer onun iki kalbi bulunmuş olsaydı, ayakkabılarından birini elinde unutmazdı" diyerek gerçeği anladılar. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]

İbn Abbâs da şöyle demektedir: Âyetin nüzûl sebebi şudur: Bazı münâfıklar, "Muhammed'in iki kalbi vardır. Çünkü o herhangi bir husus ile meşgul iken bir başka işle uğraşıyor, sonra tekrar önceki işine geri dönüyor" demişlerdi. Onlar Peygamber hakkında bunu söylemişlerdi, yüce Allah da onları bu buyruğu ile yalanladı.

Âyetin Abdullah b. Hatal hakkında indiği de söylenmiştir. ez-Zührî ve İbn Hibban dediler ki: Bu buyruk, Peygamber'in (s.a) Zeyd b. Hârise'yi evlâtlık edinmesi hakkında bir temsil olmak üzere nâzil olmuştur. Yani, bir adamın iki kalbi olmayacağı gibi, aynı şekilde tek bir evlât iki ayrı babanın oğlu olamaz. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]

Âyetteki, Bir er kişinin göğüs boşluğu içinde iki kalp kılmadı ifadesiyle, iki inancı bir arada götürmek isteyen münâfıklar eleştirilmektedir: Herkesin sadece bir kalbi vardır ve bu kalpte ya iman ya da küfür bulunur. İnsanın iki kalbi olup da birinde iman, birinde küfür bulunmaz. Münâfıklar, iki inancı birden taşıdıklarını iddia etmekteydiler.

Burada konu edilen kalp, biyolojik kalp [insanın göğüs kafesinde bulunan ve vücuda kan pompalayan organ] değil; aklın, düşüncenin ve tüm zihinsel fonksiyonların merkezi olan beyin"dir. Kalp sözcüğü hakkında yaptığımız açıklamaya bakılabilir. [Tebyînu'l-Kur’ân]

Âyetteki, Ve kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptığınız [zıhârda bulunduğunuz] eşlerinizi de sizin anneleriniz kılmadı ifadesiyle, Arap câhilî örfündeki bir uygulama ortadan kaldırılmaktadır. Arap örfüne göre bir adam, karısının herhangi bir davranışına kızdığı zaman, ona, "Sen bana anamın sırtı gibisin" derdi. Bunun üzerine aralarındaki aile bağları kopmasa bile helâl kabul edilmezdi. Ancak tam anlamıyla boşanmış da sayılmadığı için kadın, başka bir yol seçemezdi. Kadın çileye mahkum olur giderdi. Buna Mücâdele sûresi'nde de değinilmiştir:

1Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah kesinlikle işitmiştir. Allah, ikinizin konuşmasını da işitir. Şüphesiz Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.
2Sizden, kadınlarınıza Zıhar yapan kimseler; zıhar yapılan kadınlar, kendilerinin anaları değildir. Onların anaları, ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Ve şüphesiz onlar, sözden çirkin olanı ve yalanı söylüyorlar. Ve şüphesiz Allah, çok affedici, çok bağışlayıcıdır.
3Ve kadınlarına zıhar yapıp sonra da söylediklerinden dönenlerin, birbiriyle temastan/ilişkiden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. İşte siz, bununla öğütleniyorsunuz. Allah, yaptıklarınızdan çok iyi haberi olandır.
4Artık, kim ki bu imkânı bulamazsa, cinsel birleşme yapmalarından önce, hemen aralıksız olarak iki ay oruç tutmalıdır. Artık kim ki güç yetiremedi, altmış miskini doyurmalıdır. Bu, Allah'a ve Elçisi'ne inanmanız içindir. Ve bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için de çok acıklı bir azap vardır. [Mücâdele/1-4]

Böylesine berbat bir câhilî uygulama olan "îlâ", Allah tarafından (bkz. Bakara/226) uygulamadan kaldırılmıştır. [Tebyînu'l-Kur’ân]

Âyetteki, Evlâtlıklarınızı da sizin öz çocuklarınız saymadı. Bu, sizin ağzınızla söylemenizdir. Allah ise hakkı söyler. Ve yol'a kılavuzlar beyânıyla, câhilî Arap örfündeki evlâtlık anlayışı ortadan kaldırılmıştır. Bunun ilk uygulaması da, Rasûlullah'ın yakın çevresinde olmuştur. Tüm Kur’ân bilginlerinin kabulüne göre bu âyet, Zeyd b. Hârise hakkında inmiştir.

Bu konuya dair klâsik eserlerde şu bilgiler yer almaktadır:

İbn Ömer şöyle demiştir: "Biz Hârise oğlu Zeyd'i, hep ‘Muhammed'in oğlu Zeyd’ diye çağırırdık; tâ ki, Onları babalarına nisbet edip çağırın. Bu, Allah nezdinde daha âdildir âyeti nâzil oluncaya kadar."

Enes b. Mâlik ve başkalarından rivâyet edildiğine göre Zeyd, Şam taraflarından esir alınıp getirilmişti. Onu Tihâme'den bir grup atlı esir almış, Hakim b. Hizam b. Huveylid onu satın almış, halası Hatice'ye, Hatice de Peygamber'e (s.a) hibe etmişti. Peygamber de Zeyd'i hürriyetine kavuşturup evlâtlık edinmişti. Bir süre yanında kaldıktan sonra amcası ve babası onun fidyesini verip kurtarmak arzusu ile geldiler. Peygamber (s.a) onlara, –ki bu peygamber olarak gönderilmesinden önce olmuştur–, "Onu istediğini seçmekte serbest bırakın" dedi. Eğer sizi tercih edecek olursa, sizden hiç bir fidye almaksızın sizin olsun." Ancak Zeyd Rasûlullah'ın (s.a) yanında köle olarak kalmayı hürriyetine ve kavminin yanına dönmeye tercih etti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) şöyle dedi: "Ey Kureyşliler! Tanık olun ki, bu benim oğlumdur. O bana ve ben ona mirasçı olurum." Peygamber Kureyşlilerin meclislerini tek tek dolaşır ve onları bu hususa şâhit tutardı. Amcası ve babası bu işe razı olarak geri döndüler.

Yine rivâyet edildiğine göre, babası yanına gelince; Peygamber (s.a), açıkladığımız şekilde onu muhayyer bırakmış, babası geri dönüp gitmişti. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]

Onları babalarına nisbet edip çağırın buyruğu, daha önce açıklandığı üzere Zeyd b. Hârise hakkında inmiştir. İbn Ömer'in, "Biz Zeyd b. Hârise'yi ancak ‘Zeyd b. Muhammed’ diye çağırırdık" sözü, evlât edinmenin hem câhiliye döneminde, hem İslâm geldikten sonra uygulamada olduğuna delildir. Evlât edinmek dolayısıyla karşılıklı miras almak ve yardımlaşmak söz konusu idi. Bu, yüce Allah tarafından, Onları babalarına nisbet edip çağırın. Bu Allah nezdinde daha âdildir buyruğu ile nesh edilinceye kadar böylece devam etti. Bu buyrukla yüce Allah, evlât edinme hükmünü kaldırdı ve bunun gereği olan sözleri kullanmayı yasaklayarak, kişinin babasına nisbet edilmesinin daha uygun ve adaletli olduğunu bildirdi. Denildiğine göre, câhiliye döneminde bir kimse birinin gayreti, yiğitliği ve görünüşü hoşuna gidecek olursa, onu kendisine katar ve mirasından diğer erkek çocuklarının payı gibi ona pay ayırırdı. O da o kimseye nisbet edilir ve, "Filan oğlu filan" denilirdi. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]

Bundan sonra, Muhammed oğlu Zeyd olarak tanınan Zeyd, kendi babasına nisbet edilerek, Hârise oğlu Zeyd olarak anılmaya başlandı. Zeyd ile ilgili detay 37. âyette gelecektir.
5. âyetteki, ve mevâlînizdir [sözleşmeyle yakınlık kurduklarınızdır] ifadesi, o günün örfünde "velâ" uygulamasını gündeme getirmekte ve onu tasvip etmektedir. Nitekim bu uygulama, İslâm ülkelerinin hukuk sistemlerinde uygulanagelmiştir.

ولاؤ [velâ], ولىّ [velî/yakın] sözcüğünden türemiş olup, taraflarına مولى [mevlâ] tabir edilir. موالى [mevâlî] sözcüğü de, مولى [mevlâ] sözcüğünün çoğuludur. Âyette de, موالى [mevâlî] diye çoğul olarak yer almıştır.

Velâ, tarafların [garip bir kimse ile varsıl-güçlü bir kimsenin] özgürce, "Sen benim mevlâm ol, şâyet ben bir cinâyet işlersem himâyecim olarak diyeti ödersin, öldüğümde de malıma vâris olursun, malım sana kalır" tarzındaki sözleşme ile meydana gelir. Böyle bir sözleşmenin yasal görülmesinin nedeni, kimsesiz gariplere kimsesizliğini unutturmak, fertler arasında bir bağ ve yardımlaşma şuuru temin etmektir.*




350 Bu âyetle, Arap câhilî örfündeki bir uygulama [zıhar] ortadan kaldırılmaktadır. Arap örfüne göre bir erkek, karısının herhangi bir davranışına kızdığı zaman, ona, “Sen bana anamın sırtı gibisin” derdi. Bunun üzerine aralarındaki aile bağları kopmasa bile helâl kabul edilmezdi. Ancak tam anlamıyla boşanmış da sayılmadığı için kadın, başka bir yol seçemez, çileye mahkum olurdu. Buna Mücâdele/1-4'de (641. necm) değinilmiştir.



*İşte Kuran, Ahzab Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim