90Ahzab Suresi 36-40
Hatalı Çevrilen Ayetler
90Ahzab Suresi 36-40
Hatalı Çeviri:
36. Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.
37. (Resûlüm!) Hani Allah'ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah'tan kork! diyordun. Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir.
38. Allah'ın, kendisine helâl kıldığı şeyde Peygamber'e herhangi bir vebâl yoktur. Önce gelip geçenler arasında da Allah'ın âdeti böyle idi. Allah'ın emri mutlaka yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir.
39. O peygamberler ki Allah'ın gönderdiği emirleri duyururlar, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah (herkese) yeter.
40. Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
Doğru Çeviri:
36Ve Allah ve Elçisi bir işte hüküm verdiklerinde, hiçbir mü’min erkek ve mü’min kadın için kendi işlerinde serbestlik yoktur. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne isyan ederse o, açık bir sapıklıkla sapmıştır.
37Hani sen, Allah'ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye: “Eşini zor da olsa yanında tut ve Allah'ın koruması altına gir!” diyordun da insanlardan çekinerek Allah'ın açığa vuracağı şeyi kendi içinde saklı tutuyordun. Oysa Allah, Kendisine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymana çok daha lâyıktı. Artık Zeyd,352 Zeyneb'ten ilişkisini kesince, Biz seni Zeyneb’e eş yaptık. Ki böylelikle evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zaman, evlatlıklardan ayrılan kadınla evlenme konusunda mü’minler üzerine bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir.
38,39Allah'ın kendisine farz kıldığı şeyde Peygamber üzerine, daha önce gelip geçen kimselerde; Allah'ın verdiği elçilik görevini tebliğ eden, O'na saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve Allah'tan başka kimseye saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymayan kimselerle ilgili Allah'ın uygulaması olarak bir güçlük yoktur. Allah'ın emri, ayarlanmış, belirlenmiş bir kaderdir. Hesap görücü olarak Allah yeter.
40Muhammed, sizin er kişilerinizden hiç birinin babası değildir. Ancak O, Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur.353 Ve Allah, her şeyi en iyi bilendir.
36Ve Allah ve Elçisi bir işte hüküm verdiklerinde, hiçbir mü’min erkek ve mü’min kadın için kendi işlerinde serbestlik yoktur. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne isyan ederse o, açık bir sapıklıkla sapmıştır.
Bu âyette yine Allah'ın değişmez bir ilkesine dikkat çekilmektedir: Allah ve Elçisi bir işte hüküm verdiklerinde, hiç bir mü’min erkek ve mü’min kadın için kendi işlerinde serbestlik yoktur. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne isyan ederse o, açık bir sapıklıkla sapmıştır.
Bu âyetin iniş sebebi olarak kaynaklarda şu bilgiler verilir:
Katâde, İbn Abbâs ve Mücâhid'in bu âyetin nüzûl sebebi hakkında rivâyet ettiklerine göre; Rasûlullah (s.a) halasının kızı Zeyneb bt. Cahş'a talib oldu. Peygamber'in kendisi için istediğini zannetmişti. Onun Zeyneb'i, Zeyd için istediği anlaşılınca, bundan hoşlanmadı, kabul etmedi ve karşı koydu. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu, bunun üzerine Zeyneb boyun eğdi ve Zeyd ile evlendi.
Bir başka rivâyette belirtildiğine göre; Zeyneb ve kardeşi nesebi dolayısıyla bunu kabul etmedi. Çünkü Zeyd, dün daha bir köle idi. Nihâyet bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Bunun üzerine kardeşi Peygamber'e, "Bana dilediğin emri ver" deyince, Peygamber (s.a) Zeyneb'i, Zeyd ile evlendirdi.
Âyet-i kerîmenin, Ukbe b. Ebî Muayt'ın kızı Umm Gülsüm hakkında nâzil olduğu da söylenmiştir. Umm Gülsüm kendisini Peygamber 'e (s.a) hibe etmişti, o da onu Zeyd b. Hârise ile evlendirmişti. Kendisi de kardeşi de bu işten hoşlanmadılar ve, "Biz Rasûlullah'ı (s.a) istedik, o ise bizi başkasıyla evlendirdi" dediler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Bu sefer her ikisi de Zeyd ile evliliği kabul etti. Bu açıklamayı İbn Zeyd yapmıştır. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
Bu âyetin, Zeyneb bt. Cahş (r.anha) hakkında nâzil olduğu ileri sürülmüştür. Çünkü Hz. Peygamber (s.a) onu, daha önce Zeyd b. Hârise (r.a) ile evlendirmek istediğinde, hem Zeyneb, hem de kardeşi buna karşı çıkmıştı. Bunun üzerine bu âyet nâzil olunca, her ikisi de bu evliliğe razı olmuşlardı. Bunu şöyle izah ederiz: Allah Teâlâ, Peygamberi'ne, hanımlarına kendisinden ayrılıp ayrılmama hususunda muhayyer olduklarını söylemesini emredince, bu emirden, Hz. Peygamber'in (s.a) başkalarına zarar vermeyi istemediği anlaşılmıştır. Binâenaleyh herhangi bir şeye meyli olana, Hz. Peygamber (s.a) bu imkânı vermiş, başkasının arzu ve isteklerinden ötürü kendi nefsinin hakkından vazgeçmiştir. [Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.]
Bu âyette ümmete, Allah'ın ve Rasûlullah'ın aldığı bir karara itiraz etmemeleri emredilmektedir ki bu, İslâm'ın temel ilkelerinden biridir. Buna göre hiçbir Müslüman, Allah ve Rasûlü'nün hüküm verdiği bir konuda muhayyer değildir. O konuda Allah'a ve Elçisi'ne teslim olması gerekir. Buradaki Elçi'ye teslimiyet, "Rasûlullah'ın Allah'ın âyetleri çerçevesinde almış olduğu kararlara uyma noktasında"dır. Zaten Allah Elçisi'nin, Allah'ın koyduğu ilkelere uymayan bir karar alması söz konusu olamaz:
12Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri, herkesçe kabul gören/vahye uygun hususlarda sana isyan etmemeleri üzerine bağlılık yemini ederek gelirlerse, hemen onların bağlılık yeminlerini al ve onlar için Allah'tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir. [Mümtehine/12]
65Artık, hayır! Rabbine andolsun ki onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadıkça ve tam bir güvenlikle güvenlik sağlamadıkça iman etmiş olamazlar. [Nisâ/65]
63Aranızda Elçi'yi çağırmayı, bazınızın bazınızı çağırışı gibi yapmayın. Saklanarak sıvışıp gidenleri Allah kesinlikle bilmektedir. Bu sebeple, O'nun emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir sosyal yangının isabet etmesinden veya kendilerine çok acıklı bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar. [Nûr/63]
Bu âyetin direkt muhatabı, o günkü Müslümanlar olup hüküm de, Rasûlullah'ın aldığı savaş kararları ve Rasûlullah'ın Zeyneb'i Zeyd ile evlendirme kararıdır. Âyetin endirekt muhatabı olan bugünkü Müslümanlar için ise hüküm, kamu otoritesi tarafından Allah'ın âyetleri çerçevesinde alınan kararlardır. Müslüman olduğunu ileri süren kimse, Allah'a ve Allah'ın âyetleri ışığında alınmış karara boyun eğmelidir. Aksi takdirde imanı sorgulanmaya açık hâle gelir.
Bu âyette, karar öncesi Rasûlullah ile istişare imkânı ortadan kaldırılmamıştır. Ama Rasûlullah bir karar aldığında, artık o'na düşen Allah'a tevekkül etmektir, karardan caymak değildir. Bu husus Âl-i İmrân sûresi'nde vurgulanmıştı:
159İşte sen, sırf Allah'ın rahmeti sebebiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları bağışla, onlar için bağışlanma dile. İşlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah'a işin sonucunu havale et. Şüphesiz Allah, işin sonucunu Kendisine havale edenleri sever. [Âl-i İmrân/159]
37Hani sen, Allah'ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye: “Eşini zor da olsa yanında tut ve Allah'ın koruması altına gir!” diyordun da insanlardan çekinerek Allah'ın açığa vuracağı şeyi kendi içinde saklı tutuyordun. Oysa Allah, Kendisine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymana çok daha lâyıktı. Artık Zeyd, Zeyneb'ten ilişkisini kesince, Biz seni Zeyneb’e eş yaptık. Ki böylelikle evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zaman, evlatlıklardan ayrılan kadınla evlenme konusunda mü’minler üzerine bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir.
Bu âyette, 36. âyette konu edilen Allah'ın ve Elçisi'nin kararına itiraz edilmemesi noktasında, Zeyd'in boşadığı Zeyneb'in Rasûlullah ile evlendirilmesi örnek olarak zikredilmektedir.
Âyetteki, Artık Zeyd, ondan ilişkisini kesince, Biz onu seninle evlendirdik; ki böylelikle evlâtlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zaman, onlarla evlenme konusunda mü’minler üzerine bir güçlük olmasın ifadesiyle, tekrar evlâtlığın öz oğul sayılmadığı-sayılmayacağı ve evlâtlığın boşadığı eşin öz oğulun eşi gibi haram olmayacağı beyân edilmiştir. Zira Nisâ sûresi'nde, öz oğulun boşadığı kadını nikâhlamak babaya haram kılınmıştı:
23,24Size, anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, teyzeleriniz, halalarınız, erkek kardeşinizin kızları, kız kardeşinizin kızları, sizi emzirmiş olan anneleriniz, sütten kız kardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri, birleşme yaptığınız kadınlarınızın eski kocalarından doğup evinizde bulunan üvey kızlarınız –birleşme yapmadıysanız size bir sakınca yoktur–, kendi sulbünüzden olan oğullarınızın hanımları ve iki kız kardeşin arasını birleştirmeniz –eski yapılıp geçenler hariç–, yeminlerinizin sahip oldukları hariç, muhsan/nikâhlı kadınlar da haram kılındı. Allah çok affedici, çok merhametlidir. Bunlar, Allah'ın üzerinize yazdığıdır.
Bunların dışında, iffetlerinizi koruyup fuhuşta bulunmamak üzere mallarınızla, muhsınlaşacak/evlenecek kadın aramanız size helal kılındı. Öyleyse onlardan ne ile yararlandıysanız, zorunlu bir görev olarak mehirlerini ödeyiniz. Zorunlu ödemenizden sonra, rızalaştığınız şeyde size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah, en iyi bilen ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler koyandır. [Nisâ/23-24]
37. âyet, Muhammed'in (a.s) peygamberliğinin en büyük kanıtlarından biridir. Zira burada Rasûlullah'ın, belki de hiç kimsenin ifşasına razı olmayacağı sırları ifşa edilmekte ve bu da Rasûlullah tarafından topluma bildirilmekte, Kıyâmete kadar herkesin bilgisine sunulmuş olarak Kur’ân'da yer almaktadır.
Bu âyette, Allah'ın, evlâtlıklarla ilgili hükmü (yani, evlâtlıkların gerçek evlât olmadığı, evlâtlıkların boşadığı kadının, sözde baba kabul edilen kişi ile evlenmesinde sakınca bulunmadığı hükmü) Rasûlullah ile Zeyd ve Zeyneb'in şahsında fiilen yürürlüğe konmuştur. Bunlar insanlık icabı çevre baskısından çekinmiş, ama Allah'ın hükmü karşısında tercih hakklarının olmadığını öğrendiklerinde boyun eğmişlerdir. Çünkü Allah, haşyet duyulmaya daha layıktır. Bu Kur’ân'da sıkça vurgulanan bir husustur:
108Onlar, insanlardan gizlemek isterler de Allah'tan gizlemek istemezler. Hâlbuki Allah, söz olarak/karar olarak Kendisinin razı olmadığı şeyleri onlar gece plânlarlarken kendileriyle beraberdir. Ve Allah, onların yaptıklarını kuşatıcıdır. [Nisâ/108]
4O, gökleri ve yeri altı evrede oluşturan sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kuran, yeryüzüne gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilendir. Ve nerede olursanız olun O, sizinle beraberdir. Ve Allah yaptıklarınızı en iyi görendir. [Hadîd/4]
7Göklerde olan şeyleri ve yeryüzünde olan şeyleri, Allah'ın bildiğini görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde O, kesinlikle dördüncüleridir. Beşte de O, kesinlikle altıncılarıdır. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar O, kesinlikle onlarla beraberdir. Sonra kıyâmet günü onlara yaptıkları şeyleri haber verecektir. Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir. [Mücâdele/7]
Zeyd ile ilgili iki güzel açıklamayı sunuyoruz:
Bu âyet-i kerîmede söz konusu edilen ve Peygamber'in kendisine nimet verdiği söylenen kişi, önceden de açıkladığımız gibi Zeyd b. Hârise'dir. Onunla ilgili birtakım rivâyetler sûrenin baş tarafında geçmiş bulunmaktadır. Bir başka rivâyette belirtildiğine göre; bir gün amcası bir işi dolayısıyla Mekke'ye geldiği sırada onunla karşılaşmış. Ona, "Ey delikanlı adın ne?" demiş. O, "Adım Zeyd" deyince, "Kimin oğlusun?" diye sormuş. Zeyd, "Hârise'nin oğluyum" demiş. "O kimin oğludur?" deyince, o da, "Şerâhil el-Kelbî'nin oğludur" demişti. "Peki annenin adı ne?" diye sormuş, "Annemin adı Su’dâ" demişti, "ben dayımlar olan Tayy kabilesinde idim." Bunun üzerine amcası onu bağrına basmış, kardeşine ve akrabalarına haber göndermiş, onlar da Mekke'ye gelmişlerdi. Ondan kendileriyle birlikte gelmesini istediler ve, "Kimin kölesisin?" diye sordular. O da, "Abdullah'ın oğlu Muhammed'in" deyince, o'nun yanına gidip "Bu bizim oğlumuzdur, onu bize geri ver" dediler. Peygamber şöyle buyurdu: "Ben durumu ona bildireyim, sizi tercih ederse, onu alıp götürün." Zeyd'i çağırdı ve ona, "Bunları tanıyor musun?" diye sordu. Zeyd, "Evet, bu babam, bu kardeşim, bu da amcamdır" dedi. Peygamber (s.a) ona, "Ben sana karşı nasıl birisiyim" diye sorunca, Zeyd ağlayarak, "Bana bunu niye soruyorsun?" deyince, Peygamber şöyle dedi: "Seni serbest bırakıyorum, eğer bunlarla gitmeyi istiyorsan, gidebilirsin. Benimle birlikte kalmayı istersen, zaten benim sana karşı nasıl davrandığımı biliyorsun." Zeyd, "Sana kimseyi tercih edemem" deyince, amcası Zeyd'i çekip, "Ey Zeyd! Sen köleliği babana ve amcana mı tercih ediyorsun?" dedi. Zeyd de şöyle karşılık verdi: "Evet, Allah'a yemin ederim, Muhammed'in yanında kölelik, yanınızda kalmaktan benim için daha güzeldir." Bunun üzerine Rasûlullah (s.a), "Şâhitlik ediniz ki ben (ona) mirasçıyım, (o da bana) mirasçı olacaktır" dedi. Bundan dolayı, Onları babalarına nisbet edip çağırın (Ahzâb/5) âyeti nâzil oluncaya kadar ona, "Muhammed'in oğlu Zeyd" deniliyordu. Ayrıca, Muhammed sizin adamlarınızdan kimsenin babası değildir... (Ahzâb/40) âyeti de nâzil oldu. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
Zeyd, Kelb kabilesinden Hârise b. Şurahbil'in oğluydu ve annesi Tay kabilesinin bir kolu olan Benî Ma’n'dan Su’dâ bt. Sa‘lebe idi. Zeyd 8 yaşında iken annesi onu ailesinin yanına götürdü. Orada iken Benî Kayn b. Cesr kabilesi onlara saldırdı, mallarını talan etti, Zeyd'in de içlerinde bulunduğu bir grup adamı esir aldı. Daha sonra Benî Kayn kabilesi Zeyd'i, Taif yakınlarındaki Ukaz panayırı'nda sattı. Onu Hz. Hatice'nin yeğenlerinden biri olan Hâkim b. Hizâm satın aldı. Hâkim, Zeyd'i Mekke'ye getirdi ve halasına hediye etti. Hz. Peygamber (s.a), Hz. Hatice ile evlendiğinde Zeyd'i eşinin hizmetinde buldu. İyi davranışlarından ve hâlinden hoşlandığı için onu eşinden istedi. Böylece bu şanslı çocuk bir kaç yıl sonra kendisine peygamberlik verilecek olan bu mükemmel insanın hizmetine girdi. Zeyd o sırada 15 yaşındaydı. Sonraları babası ve amcası onun Mekke'de olduğunu öğrendiklerinde, Muhammed'e geldiler ve fidye karşılığı oğullarını geri almak istediler. Muhammed, "Çocuğa soracağım; sizinle mi gidecek, yoksa benimle mi kalacak, buna kendisi karar verecek. Eğer benimle kalmayı tercih ederse, ben benimle kalmayı seçen birini geri göndermem" dedi. Onlar da, "Çok güzel, çocuğa sor" dediler. Hz. Peygamber (s.a) Zeyd'i çağırdı ve, "Bu adamları tanıyor musun" diye sordu. Zeyd, "Evet, biri babam, biri de amcamdır" dedi. Hz. Peygamber (s.a), "Beni de, onları da tanıyorsun. Onlarla gitmek veya dilersen benimle kalmak hususunda serbestsin" dedi. Zeyd, "Seni bırakıp da başkasıyla gitmek istemiyorum" cevabını verdi. Babası ve amcası, "Zeyd! Köleliği hürlüğe ve başkalarıyla kalmayı anne-babanı ve aileni bırakmaya tercih mi ediyorsun?" diye sordular. O, "Bu adamda gördüğüm şeylerden sonra dünyadaki hiç bir şeyi o'na tercih edemem" dedi. Bu cevabı duyduklarında amcası ve babası Zeyd'in Hz. Peygamber'le (s.a) kalmasına razı oldular. Hz. Muhammed (s.a) hemen Zeyd'i azat etti ve Ka‘be'de bir grup Kureyşli önünde, "Şâhit olun, şu andan itibaren Zeyd benim oğlumdur. Ben ona vârisim, o da bana vâristir" diye ilan etti. Bundan sonra onu, Zeyd b. Muhammed diye çağırmaya başladılar. Tüm bunlar Muhammed'e peygamberlik gelmeden önce olmuştu. Daha sonra Allah o'na peygamberlik ihsan etti. Bunu duyar duymaz hiç tereddüt etmeksizin o'na inanan dört kişi vardı: Hatice, Zeyd, Ali ve Ebû Bekr (r.a). Zeyd o sıralarda 30 yaşındaydı ve 15 yıl boyunca Hz. Peygamber'e (s.a) hizmet etmişti. Hicretin 4. yılında Hz. Peygamber (s.a) onu halasının kızı Zeyneb ile evlendirdi, onun adına mehrini ödedi ve ev kurmaları için gerekli eşyaları temin etti.
İşte bu nedenle Allah bu âyette, Allah'ın nimet verdiği, senin de nimet verdiğin kimse... buyurmaktadır. [Mevdûdî, Tefhîmu'l-Kur’ân.]
Resulullah bu evliliği kendisi ayarlamıştır. Yani evliliğin sorumlusu kendisidir. Boşanma gerçekleşince 35 yaşında olan Zeyd’in eski karısı ve onun baba tarafından ailesi statüsünü yani Resulullah’ın yakını olma özelliklerini kaybetmiş oluyorlardı. Ayrıca Resulullah’ın yakın akrabası, halasının kızı zor bir duruma düşmüş olacaktı. Bu nedenle peygamber kaybedilen statünün ve akrabalık bağının onarılması için "Ne yapayım şimdi! Eğer Zeyd karısını boşarsa ben bari nikâhlayayım diye" düşünmüş olmalıdır. Yoksa bu işte Arabistan da yaşayan 35 yaşında bir kadının cinsel çekiciliğinin olduğunu sanmak ancak aklı şeyinde olanların düşünebileceği bir düşüncedir. Üstelik Muhammed’in o zamana kadar ne kadar ahlaklı bir insan ve güvenilir kişi olduğu bütün toplumunca biliniyor olduğu halde böyle bir yakıştırma ancak hastalıklı, fesat insanların düşünebileceği bir durumdur. Ayrıca bütün Arabistan’da çok sayıda genç ve güzel kadın bulunduğu halde 35-40 yaşlarını geçmiş ve akrabası olan kadınlarla neden evlensin? Ben şahsen bir kral veya devlet başkanı olsam böyle bir evliliği çok zorunlu kalmadıkça asla yapmam.
Kısacası peygamberin içinde saklayım açığa vurmadığı düşünce şudur:
"Bu zor durumun onarımı, ancak Zeyd’in karısının benim nikâhım altına girmesiyle mümkün olabilir".
Yani aslında Resulullah Zeyd ve Zeynep’in boşanması ile oluşan zor durumdan kendisinin ve Zeynep’in uğrayacağı statü kaybından nasıl kurtulacağını düşünmektedir. Onunla evlenirse toplumun ne diyeceğinden endişelenmektedir. Oysa Allah hiç kimseden çekinmez. En uygun ve doğru olanı emreder.
ZEYD VE ZEYNEP
4Allah, bir er kişinin göğüs boşluğu içinde iki kalp yapmadı; insan hem mü’min hem kâfir olmaz, mutlaka bundan biridir. Ve Zıhar’da bulunduğunuz; kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptığınız eşlerinizi de sizin anneleriniz olarak kabul etmedi. Evlâtlıklarınızı da sizin öz çocuklarınız saymadı. Bu, sizin ağzınızla söylemenizdir. Allah ise hakkı söyler. Ve Yol'a kılavuzlar.
5Evlâtlıkları kendi babalarına nisbet ederek çağırın; bu, Allah katında daha hakkaniyetlidir. Artık, eğer babalarını bilmiyorsanız artık onlar, dinde sizin kardeşleriniz ve sözleşmeyle yakınlık kurduklarınızdır. Kalplerinizin kasıt göstererek yaptıkları; bilinçli, planlı- programlı yaptığınız şeyler dışında hata olarak yaptıklarınızda ise, sizin için bir vebal yoktur. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Âyetteki, Evlâtlıklarınızı da sizin öz çocuklarınız saymadı. Bu, sizin ağzınızla söylemenizdir. Allah ise hakkı söyler. Ve yol'a kılavuzlar beyânıyla, câhilî Arap örfündeki evlâtlık anlayışı ortadan kaldırılmıştır. Bunun ilk uygulaması da, Rasûlullah'ın yakın çevresinde olmuştur. Tüm Kur’ân bilginlerinin kabulüne göre bu âyet, Zeyd b. Hârise hakkında inmiştir.
Bu konuya dair klâsik eserlerde şu bilgiler yer almaktadır:
İbn Ömer şöyle demiştir: "Biz Hârise oğlu Zeyd'i, hep ‘Muhammed'in oğlu Zeyd’ diye çağırırdık; tâ ki, Onları babalarına nisbet edip çağırın. Bu, Allah nezdinde daha âdildir âyeti nâzil oluncaya kadar."
Enes b. Mâlik ve başkalarından rivâyet edildiğine göre Zeyd, Şam taraflarından esir alınıp getirilmişti. Onu Tihâme'den bir grup atlı esir almış, Hakim b. Hizam b. Huveylid onu satın almış, halası Hatice'ye, Hatice de Peygamber'e (s.a) hibe etmişti. Peygamber de Zeyd'i hürriyetine kavuşturup evlâtlık edinmişti. Bir süre yanında kaldıktan sonra amcası ve babası onun fidyesini verip kurtarmak arzusu ile geldiler. Peygamber (s.a) onlara, –ki bu peygamber olarak gönderilmesinden önce olmuştur–, "Onu istediğini seçmekte serbest bırakın" dedi. Eğer sizi tercih edecek olursa, sizden hiç bir fidye almaksızın sizin olsun." Ancak Zeyd Rasûlullah'ın (s.a) yanında köle olarak kalmayı hürriyetine ve kavminin yanına dönmeye tercih etti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) şöyle dedi: "Ey Kureyşliler! Tanık olun ki, bu benim oğlumdur. O bana ve ben ona mirasçı olurum." Peygamber Kureyşlilerin meclislerini tek tek dolaşır ve onları bu hususa şâhit tutardı. Amcası ve babası bu işe razı olarak geri döndüler.
Yine rivâyet edildiğine göre, babası yanına gelince; Peygamber (s.a), açıkladığımız şekilde onu muhayyer bırakmış, babası geri dönüp gitmişti. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân]
Onları babalarına nisbet edip çağırın buyruğu, daha önce açıklandığı üzere Zeyd b. Hârise hakkında inmiştir. İbn Ömer'in, "Biz Zeyd b. Hârise'yi ancak ‘Zeyd b. Muhammed’ diye çağırırdık" sözü, evlât edinmenin hem câhiliye döneminde, hem İslâm geldikten sonra uygulamada olduğuna delildir. Evlât edinmek dolayısıyla karşılıklı miras almak ve yardımlaşmak söz konusu idi. Bu, yüce Allah tarafından, Onları babalarına nisbet edip çağırın. Bu Allah nezdinde daha âdildir buyruğu ile nesh edilinceye kadar böylece devam etti. Bu buyrukla yüce Allah, evlât edinme hükmünü kaldırdı ve bunun gereği olan sözleri kullanmayı yasaklayarak, kişinin babasına nisbet edilmesinin daha uygun ve adaletli olduğunu bildirdi. Denildiğine göre, câhiliye döneminde bir kimse birinin gayreti, yiğitliği ve görünüşü hoşuna gidecek olursa, onu kendisine katar ve mirasından diğer erkek çocuklarının payı gibi ona pay ayırırdı. O da o kimseye nisbet edilir ve, "Filan oğlu filan" denilirdi. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân]
Bundan sonra, Muhammed oğlu Zeyd olarak tanınan Zeyd, kendi babasına nisbet edilerek, Hârise oğlu Zeyd olarak anılmaya başlandı. Zeyd ile ilgili detay 37. âyette gelecektir.
37Hani sen, Allah'ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye: "Eşini zorda olsa yanında tut ve Allah'ın koruması altına gir!" diyordun da insanlardan çekinerek Allah'ın açığa vuracağı şeyi kendi içinde saklı tutuyordun. Oysa Allah, Kendisine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymana çok daha lâyıktı. Artık Zeyd, Zeyneb'ten ilişkisini kesince, Biz seni Zeyneb'e eş yaptık. Ki böylelikle evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zaman, evlatlıklardan ayrılan kadınla evlenme konusunda mü’minler üzerine bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir.
Bu âyette, 36. âyette konu edilen Allah'ın ve Elçisi'nin kararına itiraz edilmemesi noktasında, Zeyd'in boşadığı Zeyneb'in Rasûlullah ile evlendirilmesi örnek olarak zikredilmektedir.
Âyetteki, Artık Zeyd, Zeyneb'ten ilişkisini kesince, Biz seni Zeyneb'e eş yaptık. Ki böylelikle evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zaman, evlatlıklardan ayrılan kadınla evlenme konusunda mü’minler üzerine bir güçlük olmasın. ifadesiyle, tekrar evlâtlığın öz oğul sayılmadığı-sayılmayacağı ve evlâtlığın boşadığı eşin öz oğulun eşi gibi haram olmayacağı beyân edilmiştir. Zira Nisâ sûresi'nde, öz oğulun boşadığı kadını nikâhlamak babaya haram kılınmıştı:
23,24Size, anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, teyzeleriniz, halalarınız, erkek kardeşinizin kızları, kız kardeşinizin kızları, sizi emzirmiş olan anneleriniz, sütten kız kardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri, birleşme yaptığınız kadınlarınızın eski kocalarından doğup evinizde bulunan üvey kızlarınız –birleşme yapmadıysanız size bir sakınca yoktur–, kendi sulbünüzden olan oğullarınızın hanımları ve iki kız kardeşin arasını birleştirmeniz –eski yapılıp geçenler hariç–, yeminlerinizin sahip oldukları hariç, muhsan/nikâhlı kadınlar da haram kılındı. Allah çok affedici, çok merhametlidir. Bunlar, Allah'ın üzerinize yazdığıdır.
Bunların dışında, iffetlerinizi koruyup fuhuşta bulunmamak üzere mallarınızla, muhsınlaşacak/evlenecek kadın aramanız size helal kılındı. Öyleyse onlardan ne ile yararlandıysanız, zorunlu bir görev olarak mehirlerini ödeyiniz. Zorunlu ödemenizden sonra, rızalaştığınız şeyde size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah, en iyi bilen ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler koyandır. [Nisâ/23-24]
37. âyet, Muhammed'in (a.s) peygamberliğinin en büyük kanıtlarından biridir. Zira burada Rasûlullah'ın, belki de hiç kimsenin ifşasına razı olmayacağı sırları ifşa edilmekte ve bu da Rasûlullah tarafından topluma bildirilmekte, Kıyâmete kadar herkesin bilgisine sunulmuş olarak Kur’ân'da yer almaktadır.
Rasülüllah, kendisine verilen emirleri ilk uygulayan kişi olmak zorundadır:
En’am/15, 163, Yunus/72, Neml/91, Zümer/12, mü’min/66
Bu âyette, Allah'ın, evlâtlıklarla ilgili hükmü (yani, evlâtlıkların gerçek evlât olmadığı, evlâtlıkların boşadığı kadının, sözde baba kabul edilen kişi ile evlenmesinde sakınca bulunmadığı hükmü) Rasûlullah ile Zeyd ve Zeyneb'in şahsında fiilen yürürlüğe konmuştur. Bunlar insanlık icabı çevre baskısından çekinmiş, ama Allah'ın hükmü karşısında tercih haklarının olmadığını öğrendiklerinde boyun eğmişlerdir. Çünkü Allah, haşyet duyulmaya daha layıktır. Bu Kur’ân'da sıkça vurgulanan bir husustur:
108Onlar, insanlardan gizlemek isterler de Allah'tan gizlemek istemezler. Hâlbuki Allah, söz olarak/karar olarak Kendisinin razı olmadığı şeyleri onlar gece plânlarlarken kendileriyle beraberdir. Ve Allah, onların yaptıklarını kuşatıcıdır. [Nisâ/108]
4O, gökleri ve yeri altı evrede oluşturan sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kuran, yeryüzüne gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilendir. Ve nerede olursanız olun O, sizinle beraberdir. Ve Allah yaptıklarınızı en iyi görendir. [Hadîd/4]
7Göklerde olan şeyleri ve yeryüzünde olan şeyleri, Allah'ın bildiğini görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde O, kesinlikle dördüncüleridir. Beşte de O, kesinlikle altıncılarıdır. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar O, kesinlikle onlarla beraberdir. Sonra kıyâmet günü onlara yaptıkları şeyleri haber verecektir. Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir. [Mücâdele/7]
Rabbimiz Rasülüllah, Zeyd ve Zeynep üçlüsü üzerinden Cahili gelenekleri yıkmıştır.
Rasülüllah’ın Zeyneb ile evlenmesi, İslâm devriminin teorik öğretilerinin pratik hayata geçirilen ilk uygulamasıdır. Bu evlilik ile Arap toplumundaki iki yanlış ortadan kaldırılmış ve iki tabu yıkılmıştır.
İlk olarak; Müslüman kadınların câhiliye bakış açısıyla, Müslüman da olsalar itibar etmedikleri, hor gördükleri, evlenmek istemedikleri azatlı köleler, toplum içinde hür kişilerle aynı seviyeye getirilmiştir:
Ve müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın. İman etmiş bir câriye –sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman etmiş bir erkek köle –sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise kendi bilgisi ile cennete ve mağfirete çağırır. O, öğüt alıp düşünürler diye insanlara âyetlerini ortaya koyar. (Bakara/221)
Bu hükümlerin hayata geçirilmesi lâzımdı ki amaç gerçekleşsin. İşte Peygamberimiz bu amacı gerçekleştirmek için, halasının kızı olan Zeyneb'i, kölesi (evlâtlığı) Zeyd ile evlendirmek istedi. Ama Zeyneb toplumda yer etmiş tabulara göre gururuna dokunan bu işe pek sıcak bakmadı ve Peygamberimizin ısrarına rağmen bu evliliğe razı olmadı. Tam bu sırada Allah'ın emri geldi ve tartışmalar bitti:
36Ve Allah ve Elçisi bir işte hüküm verdiklerinde, hiçbir mü’min erkek ve mü’min kadın için kendi işlerinde serbestlik yoktur. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne isyan ederse o, açık bir sapıklıkla sapmıştır. [Ahzâb/36]
Emir büyük yerden gelince itaat şart oldu ve hür Zeyneb ile azatlı köle Zeyd evlendi. Böylece İslâm'ın insanları eşit kabul ettiği, İslâm toplumunda insanların hür ve köle diye ayrıma tâbi tutulamayacağı, hür bir Müslüman kadın ile Müslüman bir kölenin evlenebileceği, bu somut olayla tüm dünyaya gösterilmiş oldu.
Rasülüllah’a Zeyneb ile evlenmesi Ahzab/50. Ayetle bildirilmişti.
50Ey Peygamber! Şüphesiz Biz, mehirlerini verdiğin eşlerini,
Allah'ın ganimet olarak sana verdiklerinden, sözleşme ile malik olduğunu/savaş esirlerinden himayene verilmiş bayanları,
amcanın, halanın, dayının ve teyzenin kızlarından seninle birlikte hicret etmiş olanları
ve kendisini Peygamber'e hibe eden Peygamber'in de nikâhlamak istediği Mü’min kadını –mü’minlerin seviyesinden aşağı olmak üzere ve sadece sana özgü olarak– sana helal kıldık. Biz kendi eşleri ve sözleşmelerinin malik oldukları şeyler konusunda senin dışındaki mü’minlere neyi farz kıldığımızı kesinlikle bildik, daha önce açıkladık. Bu durum; sana özgü olarak getirilen çok eşlilik ve diğer özel maddeler, senin için bir güçlük olmasın diyedir. Ve Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.
Nisa/22-25’te evlenilmesi yasak olanlar sayılıp dökülmüştür.
Normalde hala ve teyze kızlarıyla evlenmekte hiçbir sakınca yoktur; herkese serbesttir.
Burada "seninle birlikte göç eden hala kızı denince" Zeynep adres gösterilmiştir,
Görüldüğü gibi olaylar, tarafların iradeleri dışında gelişmiş olup, yaşananlar, takdir edilmiş bir kaderdir. Ama bir tabunun yıkılması ve bir yanlışın düzeltilmesi hususunda örnek olma şerefi de, Zeyd ile Zeyneb'e aittir. Ayrıca Zeyneb, Allah'ın talimatlarına itaat etmesinin ve gösterdiği özverinin dünyadaki karşılığını, Allah'ın Elçisi'ne eş ve Müslümanlara ana olmak şerefiyle almıştır.
Zeyd ile ilgili iki güzel açıklamayı sunuyoruz:
Bu âyet-i kerîmede söz konusu edilen ve Peygamber'in kendisine nimet verdiği söylenen kişi, önceden de açıkladığımız gibi Zeyd b. Hârise'dir. Onunla ilgili birtakım rivâyetler sûrenin baş tarafında geçmiş bulunmaktadır. Bir başka rivâyette belirtildiğine göre; bir gün amcası bir işi dolayısıyla Mekke'ye geldiği sırada onunla karşılaşmış. Ona, "Ey delikanlı adın ne?" demiş. O, "Adım Zeyd" deyince, "Kimin oğlusun?" diye sormuş. Zeyd, "Hârise'nin oğluyum" demiş. "O kimin oğludur?" deyince, o da, "Şerâhil el-Kelbî'nin oğludur" demişti. "Peki annenin adı ne?" diye sormuş, "Annemin adı Su’dâ" demişti, "ben dayımlar olan Tayy kabilesinde idim." Bunun üzerine amcası onu bağrına basmış, kardeşine ve akrabalarına haber göndermiş, onlar da Mekke'ye gelmişlerdi. Ondan kendileriyle birlikte gelmesini istediler ve, "Kimin kölesisin?" diye sordular. O da, "Abdullah'ın oğlu Muhammed'in" deyince, o'nun yanına gidip "Bu bizim oğlumuzdur, onu bize geri ver" dediler. Peygamber şöyle buyurdu: "Ben durumu ona bildireyim, sizi tercih ederse, onu alıp götürün." Zeyd'i çağırdı ve ona, "Bunları tanıyor musun?" diye sordu. Zeyd, "Evet, bu babam, bu kardeşim, bu da amcamdır" dedi. Peygamber (s.a) ona, "Ben sana karşı nasıl birisiyim" diye sorunca, Zeyd ağlayarak, "Bana bunu niye soruyorsun?" deyince, Peygamber şöyle dedi: "Seni serbest bırakıyorum, eğer bunlarla gitmeyi istiyorsan, gidebilirsin. Benimle birlikte kalmayı istersen, zaten benim sana karşı nasıl davrandığımı biliyorsun." Zeyd, "Sana kimseyi tercih edemem" deyince, amcası Zeyd'i çekip, "Ey Zeyd! Sen köleliği babana ve amcana mı tercih ediyorsun?" dedi. Zeyd de şöyle karşılık verdi: "Evet, Allah'a yemin ederim, Muhammed'in yanında kölelik, yanınızda kalmaktan benim için daha güzeldir." Bunun üzerine Rasûlullah (s.a), "Şâhitlik ediniz ki ben (ona) mirasçıyım, (o da bana) mirasçı olacaktır" dedi. Bundan dolayı, Onları babalarına nisbet edip çağırın (Ahzâb/5) âyeti nâzil oluncaya kadar ona, "Muhammed'in oğlu Zeyd" deniliyordu. Ayrıca, Muhammed sizin adamlarınızdan kimsenin babası değildir... (Ahzâb/40) âyeti de nâzil oldu. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
Zeyd, Kelb kabilesinden Hârise b. Şurahbil'in oğluydu ve annesi Tay kabilesinin bir kolu olan Benî Ma’n'dan Su’dâ bt. Sa‘lebe idi. Zeyd 8 yaşında iken annesi onu ailesinin yanına götürdü. Orada iken Benî Kayn b. Cesr kabilesi onlara saldırdı, mallarını talan etti, Zeyd'in de içlerinde bulunduğu bir grup adamı esir aldı. Daha sonra Benî Kayn kabilesi Zeyd'i, Taif yakınlarındaki Ukaz panayırı'nda sattı. Onu Hz. Hatice'nin yeğenlerinden biri olan Hâkim b. Hizâm satın aldı. Hâkim, Zeyd'i Mekke'ye getirdi ve halasına hediye etti. Hz. Peygamber (s.a), Hz. Hatice ile evlendiğinde Zeyd'i eşinin hizmetinde buldu. İyi davranışlarından ve hâlinden hoşlandığı için onu eşinden istedi. Böylece bu şanslı çocuk bir kaç yıl sonra kendisine peygamberlik verilecek olan bu mükemmel insanın hizmetine girdi. Zeyd o sırada 15 yaşındaydı. Sonraları babası ve amcası onun Mekke'de olduğunu öğrendiklerinde, Muhammed'e geldiler ve fidye karşılığı oğullarını geri almak istediler. Muhammed, "Çocuğa soracağım; sizinle mi gidecek, yoksa benimle mi kalacak, buna kendisi karar verecek. Eğer benimle kalmayı tercih ederse, ben benimle kalmayı seçen birini geri göndermem" dedi. Onlar da, "Çok güzel, çocuğa sor" dediler. Hz. Peygamber (s.a) Zeyd'i çağırdı ve, "Bu adamları tanıyor musun" diye sordu. Zeyd, "Evet, biri babam, biri de amcamdır" dedi. Hz. Peygamber (s.a), "Beni de, onları da tanıyorsun. Onlarla gitmek veya dilersen benimle kalmak hususunda serbestsin" dedi. Zeyd, "Seni bırakıp da başkasıyla gitmek istemiyorum" cevabını verdi. Babası ve amcası, "Zeyd! Köleliği hürlüğe ve başkalarıyla kalmayı anne-babanı ve aileni bırakmaya tercih mi ediyorsun?" diye sordular. O, "Bu adamda gördüğüm şeylerden sonra dünyadaki hiç bir şeyi o'na tercih edemem" dedi. Bu cevabı duyduklarında amcası ve babası Zeyd'in Hz. Peygamber'le (s.a) kalmasına razı oldular. Hz. Muhammed (s.a) hemen Zeyd'i azat etti ve Ka‘be'de bir grup Kureyşli önünde, "Şâhit olun, şu andan itibaren Zeyd benim oğlumdur. Ben ona vârisim, o da bana vâristir" diye ilan etti. Bundan sonra onu, Zeyd b. Muhammed diye çağırmaya başladılar. Tüm bunlar Muhammed'e peygamberlik gelmeden önce olmuştu. Daha sonra Allah o'na peygamberlik ihsan etti. Bunu duyar duymaz hiç tereddüt etmeksizin o'na inanan dört kişi vardı: Hatice, Zeyd, Ali ve Ebû Bekr (r.a). Zeyd o sıralarda 30 yaşındaydı ve 15 yıl boyunca Hz. Peygamber'e (s.a) hizmet etmişti. Hicretin 4. yılında Hz. Peygamber (s.a) onu halasının kızı Zeyneb ile evlendirdi, onun adına mehrini ödedi ve ev kurmaları için gerekli eşyaları temin etti.
İşte bu nedenle Allah bu âyette, Allah'ın nimet verdiği, senin de nimet verdiğin kimse... buyurmaktadır. [Mevdûdî, Tefhîmu'l-Kur’ân]
38,39Allah'ın kendisine farz kıldığı şeyde Peygamber üzerine, daha önce gelip geçen kimselerde; Allah'ın verdiği elçilik görevini tebliğ eden, O'na saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve Allah'tan başka kimseye saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymayan kimselerle ilgili Allah'ın uygulaması olarak bir güçlük yoktur. Allah'ın emri, ayarlanmış, belirlenmiş bir kaderdir. Hesap görücü olarak Allah yeter.
Bu âyetlerde yine ilâhî kurallar konu ediliyor. Buna göre geçmişte de Allah'ın elçilerinin hepsi kendilerine verilen görevi yapmış; hiç biri toplum baskısı nedeniyle görevini ihmal etmemiştir. Allah da onları desteklemiş ve muzaffer kılmıştır.
40Muhammed, sizin er kişilerinizden hiç birinin babası değildir. Ancak O, Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Ve Allah, her şeyi en iyi bilendir.
Bu âyette, Rasûlullah'ın toplumdaki konumu vurgulanırken, ilâhî ilkelerin uygulanması aşamasında yapılan saldırılara da cevap verilmektedir.
Bu âyetin iniş sebebi hakkında şu bilgiler verilmiştir:
Peygamber (s.a), Zeyneb bt. Cahş ile evlenince, insanlar [münâfıklar], "Muhammed oğlunun hanımı ile evlendi" dediler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Buna göre, o [Zeyd], o'nun öz oğlu değildir ki, vaktiyle onun hanımı olan daha sonra Peygamber'e haram olsun. O tebcil ve tazim itibariyle ümmetinin babasıdır. Onun hanımları, ümmetinin erkeklerine haramdır. Yüce Allah bu âyet-i kerîme ile münâfıkların ve başkalarının kalplerinden geçen bu kanaati gidermiş olmakta ve Muhammed'in, çağdaşı olan erkeklerden hiç birisinin gerçek anlamda babası olmadığını bildirmektedir. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
Bu âyette, ricâlikum [sizin er kişilerinizden] ifadesiyle, Rasûlullah'ın hiç oğlu olmadığı değil, yetişkin oğlu olmadığı vurgulanmıştır. Zira Rasûlullah'ın; İbrâhîm, Kâsım, Tayyib ve Mutahhar adında oğulları olmuş, ama bunlar "er kişi" çağına ulaşmamışlardır.
Âyette öncelikle, Zeyd'in Muhammed'in oğlu olmadığı, dolayısıyla onun boşadığı Zeyneb ile Rasûlullah'ın evlenmesinde sakınca bulunmadığı vurgulanmakta; ardından da Muhammed'in, hem "Allah'ın Rasûlü", hem de "nebilerin hatemi" [nebilerin mührü/sonuncusu] olduğu ifade edilmektedir.
Âyetteki, Evlâtlıklarınızı da sizin öz çocuklarınız saymadı. Bu, sizin ağzınızla söylemenizdir. Allah ise hakkı söyler. Ve yol'a kılavuzlar beyânıyla, câhilî Arap örfündeki evlâtlık anlayışı ortadan kaldırılmıştır. Bunun ilk uygulaması da, Rasûlullah'ın yakın çevresinde olmuştur. Tüm Kur’ân bilginlerinin kabulüne göre bu âyet, Zeyd b. Hârise hakkında inmiştir.
Bu konuya dair klâsik eserlerde şu bilgiler yer almaktadır:
İbn Ömer şöyle demiştir: "Biz Hârise oğlu Zeyd'i, hep ‘Muhammed'in oğlu Zeyd’ diye çağırırdık; tâ ki, Onları babalarına nisbet edip çağırın. Bu, Allah nezdinde daha âdildir âyeti nâzil oluncaya kadar."
Enes b. Mâlik ve başkalarından rivâyet edildiğine göre Zeyd, Şam taraflarından esir alınıp getirilmişti. Onu Tihâme'den bir grup atlı esir almış, Hakim b. Hizam b. Huveylid onu satın almış, halası Hatice'ye, Hatice de Peygamber'e (s.a) hibe etmişti. Peygamber de Zeyd'i hürriyetine kavuşturup evlâtlık edinmişti. Bir süre yanında kaldıktan sonra amcası ve babası onun fidyesini verip kurtarmak arzusu ile geldiler. Peygamber (s.a) onlara, –ki bu peygamber olarak gönderilmesinden önce olmuştur–, "Onu istediğini seçmekte serbest bırakın" dedi. Eğer sizi tercih edecek olursa, sizden hiç bir fidye almaksızın sizin olsun." Ancak Zeyd Rasûlullah'ın (s.a) yanında köle olarak kalmayı hürriyetine ve kavminin yanına dönmeye tercih etti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) şöyle dedi: "Ey Kureyşliler! Tanık olun ki, bu benim oğlumdur. O bana ve ben ona mirasçı olurum." Peygamber Kureyşlilerin meclislerini tek tek dolaşır ve onları bu hususa şâhit tutardı. Amcası ve babası bu işe razı olarak geri döndüler.
Yine rivâyet edildiğine göre, babası yanına gelince; Peygamber (s.a), açıkladığımız şekilde onu muhayyer bırakmış, babası geri dönüp gitmişti. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân]
Onları babalarına nisbet edip çağırın buyruğu, daha önce açıklandığı üzere Zeyd b. Hârise hakkında inmiştir. İbn Ömer'in, "Biz Zeyd b. Hârise'yi ancak ‘Zeyd b. Muhammed’ diye çağırırdık" sözü, evlât edinmenin hem câhiliye döneminde, hem İslâm geldikten sonra uygulamada olduğuna delildir. Evlât edinmek dolayısıyla karşılıklı miras almak ve yardımlaşmak söz konusu idi. Bu, yüce Allah tarafından, Onları babalarına nisbet edip çağırın. Bu Allah nezdinde daha âdildir buyruğu ile nesh edilinceye kadar böylece devam etti. Bu buyrukla yüce Allah, evlât edinme hükmünü kaldırdı ve bunun gereği olan sözleri kullanmayı yasaklayarak, kişinin babasına nisbet edilmesinin daha uygun ve adaletli olduğunu bildirdi. Denildiğine göre, câhiliye döneminde bir kimse birinin gayreti, yiğitliği ve görünüşü hoşuna gidecek olursa, onu kendisine katar ve mirasından diğer erkek çocuklarının payı gibi ona pay ayırırdı. O da o kimseye nisbet edilir ve, "Filan oğlu filan" denilirdi. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
Bundan sonra, Muhammed oğlu Zeyd olarak tanınan Zeyd, kendi babasına nisbet edilerek, Hârise oğlu Zeyd olarak anılmaya başlandı. Zeyd ile ilgili detay 37. âyette gelecektir.
"Allah'ın açığa vuracağı şeyi kendi içinde saklı tutuyordun" ifadesindeki saklı tutulan şey; Evlatlık müessesinin ortadan kaldırılmasının umulmasıdır. Bunun başka bir örneğini Bakara/142-144’te Kıble konusunda görmekteyiz.
Özetle Kur’an ayetlerinden anladığımıza göre Resulullah bu evliliği kendisi ayarlamıştır. Yani evliliğin sorumlusu kendisidir. Boşanma gerçekleşince 35 yaşında olan Zeyd’in eski karısı ve onun baba tarafından ailesi statüsünü yani Resulullah’ın yakını olma özelliklerini kaybetmiş oluyorlardı. Ayrıca Resulullah’ın yakın akrabası, halasının kızı zor bir duruma düşmüş olacaktı. Bu nedenle peygamber kaybedilen statünün ve akrabalık bağının onarılması için "Ne yapayım şimdi! Eğer Zeyd karısını boşarsa ben bari nikâhlayayım diye" düşünmüş olmalıdır. Yoksa bu işte Arabistan da yaşayan 35 yaşında bir kadının cinsel çekiciliğinin olduğunu sanmak ancak aklı şeyinde olanların düşünebileceği bir düşüncedir. Üstelik Muhammed’in o zamana kadar ne kadar ahlaklı bir insan ve güvenilir kişi olduğu bütün toplumunca biliniyor olduğu halde böyle bir yakıştırma ancak hastalıklı, fesat insanların düşünebileceği bir durumdur. Ayrıca bütün Arabistan’da çok sayıda genç ve güzel kadın bulunduğu halde 35-40 yaşlarını geçmiş ve akrabası olan kadınlarla neden evlensin? Hiç kimse bir kral veya devlet başkanı olsa bile böyle bir evliliği çok zorunlu kalmadıkça asla yapmaz.
Kısacası peygamberin içinde saklayım açığa vurmadığı düşünce şudur:
"Bu zor durumun onarımı, ancak Zeyd’in karısının benim nikâhım altına girmesiyle mümkün olabilir".
Yani aslında Resulullah Zeyd ve Zeynep’in boşanması ile oluşan zor durumdan kendisinin ve Zeynep’in uğrayacağı statü kaybından nasıl kurtulacağını düşünmektedir. Onunla evlenirse toplumun ne diyeceğinden endişelenmektedir. Oysa Allah, hiç kimseden çekinmez. En uygun ve doğru olanı emreder.
40Muhammed, sizin er kişilerinizden hiç birinin babası değildir. Ancak O, Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Ve Allah, her şeyi en iyi bilendir.
Bu âyette, Rasûlullah'ın toplumdaki konumu vurgulanırken, ilâhî ilkelerin uygulanması aşamasında yapılan saldırılara da cevap verilmektedir.
Bu âyetin iniş sebebi hakkında şu bilgiler verilmiştir:
Peygamber (s.a), Zeyneb bt. Cahş ile evlenince, insanlar [münâfıklar], "Muhammed oğlunun hanımı ile evlendi" dediler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Buna göre, o [Zeyd], o'nun öz oğlu değildir ki, vaktiyle onun hanımı olan daha sonra Peygamber'e haram olsun. O tebcil ve tazim itibariyle ümmetinin babasıdır. Onun hanımları, ümmetinin erkeklerine haramdır. Yüce Allah bu âyet-i kerîme ile münâfıkların ve başkalarının kalplerinden geçen bu kanaati gidermiş olmakta ve Muhammed'in, çağdaşı olan erkeklerden hiç birisinin gerçek anlamda babası olmadığını bildirmektedir. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
Bu âyette, ricâlikum [sizin er kişilerinizden] ifadesiyle, Rasûlullah'ın hiç oğlu olmadığı değil, yetişkin oğlu olmadığı vurgulanmıştır. Zira Rasûlullah'ın; İbrâhîm, Kâsım, Tayyib ve Mutahhar adında oğulları olmuş, ama bunlar "er kişi" çağına ulaşmamışlardır.
Âyette öncelikle, Zeyd'in Muhammed'in oğlu olmadığı, dolayısıyla onun boşadığı Zeyneb ile Rasûlullah'ın evlenmesinde sakınca bulunmadığı vurgulanmakta; ardından da Muhammed'in, hem "Allah'ın Rasûlü", hem de "nebilerin hatemi" [nebilerin mührü/sonuncusu] olduğu ifade edilmektedir.
HATEMU'N-NEBİYYÎN [NEBİLERİN SONUNCUSU]
Âyette geçen, hateme'n-nebiyyîn ifadesi, hatem ve en-nebiyyîn sözcüklerinden oluşan bir isim tamlaması olup, "nebilerin sonuncusu" demektir.
HATEM
ختم [hatm] sözcüğü, "basmak, damga vurmak, bir şeyi kapatma, içine bir şeyin girmemesine vesika oluşturma" demektir. Bu kökten türeyen ختام [hıtâm], "bir şeyin sonu"; ختام القوم[hıtâmu'l-qavm], "toplumun son ferdi";ختام الوادى [hıtâmu'l-vâdî], "vâdinin en uç kısmı"; خاتم [hâtem], "balçık, mum üzere konulan şey; mühür"; حتم [hıtam], "mührün basıldığı balçık, mum" demektir. [Lisân, "Htm" mad.]
H-T-M
Bu kavram iki şekilde kullanılır:
Birincisi: ختم ve fiillerin mastarı olup yüzüğün ve damganın nakışı gibi bir şeyin etkisini anlatır.
İkincisi: Nakıştan elde edilen eserin kendisini ifade eder. "Bir şeyi sağlamlaştırma ve koruma altına alma" anlamında kullanıldığına da rastlanır ki bu, kitaplara ve kapılara vurulan mühür, onların korunmasını ve sağlama alınmasını ifade etmesi sebebiyledir. (...) Bazan da meydana gelen nakış baz alınarak, "bir şeyden bir etkinin meydana gelmesi" anlamında kullanılır. Kimi zaman da, bir işin sonuna gelmeyi/ulaşmayı anlatır ki, "Kur’ân'ı hatmettim" [Kur’ân'ı okuyarak sonuna kadar ulaştım] denmesi bu cihetledir. (...) Hateme'n-nebiyyîn [Peygamberlerin sonuncusu] ifadesi, "peygamberliği sona erdirmesi, gelişi ile peygamberliğin tamamlanması" anlamına gelir. [el-Müfredât.]
Fiil hâlinde kullanıldığında sözcük, "bir şeyin tamamlanması, tamamlandıktan sonra herhangi bir müdahaleye engel olunması için kapatılıp mühürlenmesi" anlamına gelir; ki kapı, inşaat, zarf, karar ve belge mühürleme bu kabildendir. Bu mühürleme, işin sonlandırıldığının, belgenin tamamlandığının, artık buna müdahale edilemeyeceğinin vesikasıdır.
Bu durumda âyetteki hatemu'n-nebiyyîn [peygamberlerin mührü] lafzı, peygamberlik müessesesinin tamamlandığını, sona erdiğini, bundan sonra bu müesseseye kimsenin eklenmeyeceğini ifade eder.
Allah, elçilik müessesesini kapatıp mühürlemiştir. Bu müesseseye kimse girip çıkmayacaktır. Elçilerin yaptığı görevler, artık ümmete tevdi edilmiştir. Ümmet de, sonsuza kadar korunan Kur’ân ile bu işi götürecektir:
9Hiç kuşkusuz Biz, o Öğüt'ü/Kur’ân'ı Biz indirdik, Biz. Ve kesinlikle Biz, onun için koruyucularız. [Hicr/9]
102Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın koruması altına girmiş kişiler olmanız için nasıl koruma altına alınmanız gerekiyorsa kendinizi öyle Allah'ın koruması altına alın ve ancak müslimler olarak can verin.
103Ve hep birlikte Allah'ın ipine sıkıca sarılın/Allah'ın ipi ile korunun, ayrılmayın ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz, birbirinize düşmanlar idiniz de, Allah, kalpleriniz arasında ülfet oluşturdu. Sonra da siz, O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de oradan sizi O kurtarmıştı. İşte Allah, kılavuzlandığınız doğru yolu bulasınız diye alâmetlerini/göstergelerini sizin için böyle ortaya koyar.
104Ve içinizden hayra çağıran, herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü-çirkinliği kabul edilen şeyleri engelleyen bir önderli toplum bulunsun. Ve işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (Âli İmrân/102-104)
110Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Herkesçe iyi kabul edilen şeyleri emreder, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeyleri engeller ve Allah'a inanırsınız. Kitap Ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mü’mindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler. [Âl-i İmrân/110]
77,78Ey iman etmiş kimseler! Zafer kazanmanız, durumunuzu korumanız için, Allah'ı birleyin, boyun eğip teslimiyet gösterin, Rabbinize kulluk edin, iyilik yapın ve Allah uğrunda gerektiği gibi gayret gösterin. O, sizi seçti ve dinde; babanız İbrâhîm'in dininde/yaşam tarzında sizin için bir zorluk oluşturmadı. O, daha önce ve işte Kur’ân'da, Elçi'nin size şâhit olması, sizin de insanlara şâhit olmanız için, sizi "Müslümanlar" olarak isimledi. Öyleyse, salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekâtı/verginizi verin ve Allah'a sarılın. O, sizin mevlânız; yol gösteren, yardım eden, koruyan yakınınızdır. O, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır! [Hacc/77-78]
143Ve işte böyle Biz, siz, insanlar üzerine şâhitler olasınız, Elçi de sizin üzerinize şâhit olsun diye sizi hayırlı bir önderli toplum yaptık. Üzerinde olduğun bu hedefi/stratejiyi belirlememiz de yalnızca, Elçi’ye uyan kimseleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım/bildirelim diyedir. Tesbit ettiğimiz bu hedef/strateji, elbette, Allah'ın kılavuzluk ettiği kimselerin dışındakilere çok büyüktür. Ve Allah, imanınızı kaybedecek değildir. Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir. [Bakara/143]
Burada önce nebî ve rasûl sözcüklerinin manalarını ve bunlar arasındaki farkı beyan edip sonra da bu husustaki sapma noktalarına işaret edeceğiz:
NEBÎ ve RASÛL
NEBÎ
النّبىّ [nebî] sözcüğü, نبأ [nebe’/haber] sözcüğünden türemiş olup "muhbir/haberci" demektir. [Lisân, "Nbe" mad.] Ancak nebe’ sözcüğü, –Kamer sûresi'nin tahlilinde de belirttiğimiz gibi– Kur’ân'da daima önemli haberler hakkında kullanılır. Bu durumda nebî, sıradan haberi değil, "önemli haberleri veren kişi" demek olur. Nitekim nebî sözcüğü, Kur’ân'da sadece peygamberleri ifade etmek için kullanılmıştır. Çünkü peygamberler sıradan haberleri değil, Allah'ın kendilerine vahyettiği; geçmişteki büyük olaylara, geleceğe, ölüme, ölüm ötesine [mahşere, dirilmeye, cennet ve cehenneme] dair haberleri vermişlerdir. Bunlardan bazılarını zikredelim:
55Ve Biz âyetleri işte böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz. Ve suçluların yolu ortaya konsun/sana belli olsun diye. [En‘âm/55]
100İşte geçmişe yönelik bu anlatım, kentlerin ciddî haberlerinden, önemli bilgilerindendir. Biz, onu sana anlatıyoruz; onlardan ayakta olan ve biçilmiş ekin olan da vardır. [Hûd/100]
1-3Hangi şeyden; kendilerinin, hakkında ayrı ayrı inanca sahip oldukları büyük, önemli o haberden mi soruşuyorlar? [Nebe/1-3]
3-5Kur’ân'da kendilerine verilen her emir, "kararlaştırılmış, en üstün seviyede yeterli, haksızlık ve kargaşayı engellemek için konulmuş bir kanun, düstur ve ilke" olduğu hâlde onlar yalanladılar ve tutkularına uydular. Şüphesiz onlara vazgeçirecek haberler de gelmişti. Buna rağmen uyarılar yarar sağlamıyor. [Kamer/3-5]
Bazı Batılı araştırmacılar, nebî sözcüğünün, İbrânice "nabbi" sözcüğünden geldiğini iddia etseler de, nebî sözcüğü, şekil ve kök itibariyle Arapça bir sözcüktür.
RASÛL
الرسول[rasûl] sözcüğü, "herhangi bir şeyin parçası" anlamındaki رس ل[r-s-l] kökünden; bu da, bedevilerin deve sürülerini su başlarına parça parça salmasından gelir.
الرسول[rasûl], "gönderilen/elçi" demektir. Vaz‘ edildiği ilk anlamına göre rasûl, "kendisini gönderenin, gönderiş amacına, haberlerine, bilgilerine uyan kişi" demektir. [Lisân, "Rsl" mad.]
Bu anlamı biraz açarak rasûl'ün [elçi'yi], "seçilen, belirli bir amaç için birilerine, kendisini seçip gönderen tarafından bilgi ve haber götüren kişi" olduğunu söylemek mümkündür.
Dinî anlamda ise rasûl, "Allah'ın seçtiği, kullarına ulaştırması için kendisine teslim edilen bilgi ve haberleri kullara ulaştıran kişi" demektir.
Bu durumda, işlevsel olarak "rasûl" ile "nebî" arasında fark yoktur; tüm rasûller nebî'dir. Bu, şu âyette net olarak görülebilir:
6-8Ve Biz öncekilere de nice peygamberler göndermiştik. Onlar, kendilerine gelen her peygamberi kesinlikle alaya alıyorlardı da Biz, kuvvetçe onlardan daha güçlü olanları değişime/yıkıma uğratıverdik. Öncekilerin örneği de geçti. [Zuhruf/6-8]
Birçok âyette de bazı peygamberler, hem nebi hem de rasûl olarak nitelenmişlerdir:
106-110Bir zamanlar kardeşleri Nûh onlara demişti ki: "Siz Allah'ın koruması altına girmez misiniz? Şüphesiz ki ben, sizin için güvenilir bir elçiyim. Artık, Allah'ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Ve buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi üzerinedir. Artık, Allah'ın koruması altına girin ve bana itaat edin!" [Şu‘arâ/106-110]
61-63Nûh dedi ki: "Ey toplumum! Bende herhangi bir sapıklık yoktur. Velâkin ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri tebliğ ediyorum, size öğüt veriyorum ve Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum. Allah'ın koruması altına girmeniz ve rahmete ulaşabilmeniz için, içinizden sizi uyaracak bir kişiye, bir öğüt/kitap gelmesine şaştınız mı?" [A‘râf/61-63]
84De ki: "Biz, Allah'a, bize indirilen Kur’ân'a, İbrâhîm'e, İsmâîl'e, İshâk'a, Ya‘kûb'a ve torunlara indirilene, Mûsâ'ya, Îsâ'ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere inandık. Onlardan hiç biri arasında ayırım yapmayız. Ve biz, yalnız O'nun için İslâmlaşanlarız." [Âl-i İmrân/84]
41Kitap'ta İbrâhîm'i de an/hatırlat. Şüphesiz ki o, özü-sözü doğru biri idi, peygamberdi. [Meryem/41]
51Ve Kitap'ta Mûsâ'yı da an/hatırlat. Şüphesiz o arıtılarak saflaştırılmış idi. Ve bir elçi, bir peygamber idi. [Meryem/51]
Ve A‘râf/104-105, Zuhruf/46, Nisâ/154-158, Mâide/75, Şu‘arâ/124-135, Şu‘arâ/142-152, Şu‘arâ/161-166, Şu‘arâ/177-184.
Buradan anlaşılan odur ki, hem rasûl'e hem de nebi'ye kitap verilmiş ve her ikisi de tebliğle yükümlü tutulmuştur. Dolayısıyla, işlevsel olarak aralarında bir fark yoktur. Şu ayetlere bakılabilir: Nisâ/64, Enbiyâ/25, Rûm/47, Nisâ/136, Tevbe/97, En‘âm/42, A‘râf/94-95, Ankebût/27, Bakara/213.
RASÛL İLE NEBÎ ARASINDAKİ FARK
Hacc sûresi'nde, nebi ve rasûl sözcükleri birbiri üzerine atfedilmiştir:
52-54Ve Biz, senden önce hiçbir elçi ve hiçbir peygamber göndermedik ki o bir şey arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna bir şeyler atmış olmasın. Bunun üzerine Allah, şeytanın/İblis'in attığı şeyleri giderir. Sonra da Allah,
şeytanın bıraktığını, kalplerinde hastalık bulunan; zihniyeti bozuk ve kalpleri kaskatı olan kimseler için dinden çıkarmak için, –şüphesiz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar da kesinlikle uzak bir ayrılık içindedirler–,
kendilerine bilgi verilmiş olan kimseler, Kur’ân'ın şüphesiz Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilsinler de ona iman etsinler, sonra da kalpleri ona saygı duysun diye âyetlerini güçlendirir, korur. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasalar koyan, güçlendirendir. Ve şüphesiz Allah, iman eden kimseleri dosdoğru yola kılavuzlayandır. [103/22, Hac/52-54]
52-54Ve Biz, senden önce hiçbir elçi ve hiçbir peygamber göndermedik ki o bir şey arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna bir şeyler atmış olmasın. Bunun üzerine Allah, şeytanın/İblis'in attığı şeyleri giderir. Sonra da Allah, [Hacc/52]
Bu iki kelime arasındaki farkın anlaşılması için şu âyetlerin dikkate alınması gerekir:
80Yoksa onlar, şüphesiz Bizim, onların sırlarını ve fısıltılarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Evet! İşitiriz, yanlarında bulunan elçilerimiz de yazıyorlar. [Zuhruf/80]
61Ve Allah, kulları üzerinde hükümranlığı sürdürür ve O, sizin üzerinize koruyucular gönderir. Sonra da sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç eksik-fazla yapmadan, onu vefat ettirirler; onlara geçmişte yaptıklarını, yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlatırlar. 62Sonra kendi gerçek Mevlâları Allah'a döndürülürler. Dikkatli olun, hüküm ancak O'nundur ve O, hesap görenlerin en süratlisidir." [En‘âm/61]
Bu iki kelime arasındaki bir diğer fark da şudur: Rasûl, hem insandan hem melekten olurken, nebi sadece insandan olmaktadır:
75,76Allah, haberci âyetlerden elçiler seçer, insanlardan da elçiler seçer. Şüphesiz Allah, en iyi işiten, en iyi görendir, ellerinin arasında olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve işler, yalnızca Allah'a döndürülür. [Hacc/75]
Burada melek elçi ile, "Kur’ân, kitap" kastedilmiştir:
1-7Küme küme/necm necm gönderilip de önüne gelenleri devirdikçe deviren, toplumları canlandırdıkça canlandıran, canlandırdıkça da hakkı bâtılı ayıran, özür veya uyarı olarak öğüt bırakan Kur’ân âyetleri kanıttır ki kesinlikle tehdit olunduğunuz, korkutulduğunuz şey, kesinlikle meydana gelecektir. [Mürselât/1-7]
10,11Allah, onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O hâlde, ey kavrama yetenekleri olan iman etmiş kimseler! Allah'ın koruması altına girin. Kesinlikle Allah, iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimseleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, size bir öğüt, size Allah'ın açık açık âyetlerini/alâmetlerini/göstergelerini okuyan bir elçi indirdi. Ve her kim, Allah'a inanır ve sâlihi işlerse, Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde sonsuza dek kalacakları cennetlere girdirir. Allah, onun için rızkı güzelleştirmiştir. [Talâk/10-11]
Hacc/52. âyet, sanki fark varmış gibi atıfla gelmiştir. Ama paragraf bütünlüğünden hareketle oradaki rasûl, "kitap"; nebi de "peygamber" olarak anlaşılabilir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki: Bir kişi de rasûllük görevi varsa, onda nebilik görevi de vardır. Zira elçi olmadan/atanmadan, haber verme imkânı olmaz. Habercilik bittiğine göre, elçilik de bitmiştir. Artık yeni bir haber/bilgi getiren kimse olmayacağına göre, elçi de gönderilmeyecek demektir. Öyleyse rasûl ve nebî kelimeleri arasındaki en belirgin fark, elçilik/risâlet görevinin Allah'a yönelik, nebilik/habercilik niteliğinin kullara yönelik olmasıdır.
Peygamberliğin elçilik/risâlet yönü Allah açısından [Allah'tan alıp getirirler], habercilik yönü kullar açısındandır [Allah adına kullara haber verirler].
Bazıları, "rasûl" ve "nebi" arasında fark bulunduğu iddiasından hareketle, "Muhammed'in son nebi olduğunu, ama son rasûl olmadığını" ileri sürmüşler; ardından da kendilerini veya üstatlarını rasûl ilan etmişlerdir.*
352 Zeyd, Kelb kabilesindendir. Çocuk yaşta kabile savaşlarında esir alınıp Ukaz pazarında köle olarak satıldı. Hatice'nin yeğenlerinden Hâkim b. Hizâm Zeyd'i satın alıp Mekke'ye getirdi ve halasına hediye etti. Rasûlullah Hatice ile evlendiğinde Zeyd'i eşinin hizmetinde buldu. İyi davranışlarından ve hâlinden hoşlandığı için onu eşinden istedi. Böylece bu şanslı çocuk bir kaç yıl sonra kendisine peygamberlik verilecek olan bu mükemmel insanın hizmetine girdi. Zeyd o sırada 15 yaşındaydı. Sonraları babası ve amcası onun Mekke'de olduğunu öğrendiklerinde, Muhammed'e geldiler ve fidye karşılığı oğullarını geri almak istediler. Muhammed, “Çocuğa soracağım; sizinle mi gidecek, yoksa benimle mi kalacak, buna kendisi karar verecek. Eğer benimle kalmayı tercih ederse, ben benimle kalmayı seçen birini geri göndermem” dedi. Onlar da, buna razı oldular. Zeyd Rasûlullah'ın yanında kalmayı tercih etti. Muhammed hemen Zeyd'i azat etti ve Ka‘be'de bir grup Kureyşli önünde, “Şâhit olun, şu andan itibaren Zeyd benim oğlumdur. Ben ona vârisim, o da bana vâristir” diye ilan edip Zeydi evlat edindi. Bundan sonra o, Zeyd b. Muhammed diye çağırılmaya başlandı. Tüm bunlar Muhammed'e peygamberlik gelmeden önce olmuştu. Daha sonra Muhammed elçilik ile görevlendirilince o'na inanan ilk dört kişiden biri oldu. Zeyd o sıralarda 30 yaşındaydı ve 15 yıl boyunca Rasûlullah'a hizmet etmişti. H. 4. yılda Rasûlullah onu halasının kızı Zeyneb'le evlendirdi.
353 Kur’ân'ı koruyarak, korutarak bundan sonra yeni bir kitap indirmeyecektir. Yeni bir kitap indirilmeyeceğine göre, yeni bir elçi de gönderilmeyecektir demektir.
Allah, Muahammed'i (a.s) son peygamber yapmış ve böylece elçi gönderme uygulamasına son vermiştir. Ancak elçinin görevi olan, uyarı, müjdeleme, öğüt verme, ma‘rûfu emretme, münkerden nehyetme görevlerini, –Bakara/143 (421. necm), Âl-i İmrân/104, 110 (494. necm) ve Hacc/78'den (638. necm ) açıkça anlaşılacağı üzere– bu ümmete vermiştir.
*İşte Kuran, Ahzab Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz