105Mücadele Suresi 7-13
Hatalı Çevrilen Ayetler
105Mücadele Suresi 7-13
Hatalı Çeviri:
7. Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah, her şeyi bilendir.
8. Gizli konuşmaktan menedildikten sonra yine o yasaklananı yapmaya kalkışarak günah, düşmanlık ve Peygamber'e karşı gelmek hususunda gizlice konuşanları görmedin mi? Onlar sana geldikleri zaman seni, Allah'ın selamlamadığı bir şekilde selamlıyorlar. Kendi içlerinden de: Bu söylediklerimiz yüzünden Allah'ın bize azap etmesi gerekmez miydi? derler. Cehennem onlara yeter. Oraya gireceklerdir. Ne kötü dönüş yeridir orası!
9. Ey iman edenler! Aranızda gizli konuşacağınız zaman günahı, düşmanlığı ve Peygamber'e karşı gelmeyi fısıldamayın. İyilik ve takvâyı konuşun. Huzuruna toplanacağınız Allah'tan korkun.
10. Gizli konuşmalar şeytandandır. Bu, iman edenleri üzmek içindir. Oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez. Müminler Allah'a dayanıp güvensinler.
11. Ey iman edenler! Size «Meclislerde yer açın» denilince yer açın ki Allah da size genişlik versin. Size «Kalkın» denilince de kalkın ki Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
12. Ey iman edenler! Peygamber ile gizli bir şey konuşacağınız zaman bu konuşmanızdan önce bir sadaka veriniz. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet bir şey bulamazsanız, bilin ki Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
13. Gizli bir şey konuşmanızdan önce sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınıza ve Allah da sizi affettiğine göre artık namazı kılın, zekâtı verin Allah'a ve Resûlüne itaat edin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
Doğru Çeviri:
7Göklerde olan şeyleri ve yeryüzünde olan şeyleri, Allah'ın bildiğini görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde O, kesinlikle dördüncüleridir. Beşte de O, kesinlikle altıncılarıdır. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar O, kesinlikle onlarla beraberdir. Sonra kıyâmet günü onlara yaptıkları şeyleri haber verecektir. Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir.
8Fısıldaşmaktan yasaklandıktan sonra yine o yasaklananı yapmaya kalkışanları ve zaman kaybına neden olan şeyler/ hayırda ağırdan almalar/ zarar verme/ kusur oluşturma, düşmanlık ve Elçi'ye karşı gelmek hususunda fısıldaşanları görmedin mi? Onlar, sana geldikleri zaman seni, Allah'ın selâmlamadığı ile selâmlıyorlar. Kendi içlerinden de: “Bu söylediklerimiz yüzünden Allah'ın bize azap etmesi gerekmez miydi?” derler. Cehennem onlara yeter. Oraya yaslanacaklardır. Ne kötü dönüş yeridir!
9Ey iman etmiş kimseler! Fısıldaştığınız zaman, zaman kaybına neden olan şeyleri/ hayırda ağırdan almayı/ zarar vermeyi/ kusur oluşturmayı, düşmanlığı ve Elçi'ye karşı gelmeyi fısıldamayın. İyi adam olmayı ve Allah'ın koruması altına girmeyi fısıldaşın. Kendisine toplanacağınız Allah'ın koruması altına girin.
10Şüphesiz bu fısıldaşmalar, iman eden kimseleri üzmek için şeytandandır. Oysa şeytan, Allah'ın izni/ bilgisi olmadıkça, mü’minlere hiçbir zarar veremez. Ve öyleyse mü’minler, yalnızca Allah'a işin sonucunu havale etsinler.
11Ey iman etmiş kimseler! Size: “Meclislerde yer açın/başkalarına da katılım hakkı tanıyın” denilince hemen yer açıverin ki Allah da yer açsın/size genişlik versin. Ve size: “Kendinizi olduğunuzdan daha büyük gösterin” denilince de kendinizi olduğunuzdan daha büyük gösterin. Böylece Allah, sizden inanmış olan kimseleri ve kendilerine bilgi verilenleri derecelerle yükseltsin. Ve Allah, yaptıklarınıza iyice haberi olandır.
12Ey iman etmiş kişiler! Elçi ile fısıldaşacağınız [başbaşa konuşacağınız, özel hizmet alacağınız] zaman, bu fısıldaşmanızdan önce hemen bir sadaka veriniz. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Böyle olmasına rağmen eğer bir şey bulamazsanız, artık şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
13Başbaşa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten korktunuz mu? İşte, yapmadınız. Ve Allah, sizin bilinçle hatadan dönüşünüzü kabul etti. Artık salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekat'ı; Allah’ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak içtenlikle verdiği vergiyi verin, Allah'a ve Elçisi'ne itaat edin. Ve Allah, yaptıklarınıza en çok haberi olandır.
7Göklerde olan şeyleri ve yeryüzünde olan şeyleri, Allah'ın bildiğini görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde O, kesinlikle dördüncüleridir. Beşte de O, kesinlikle altıncılarıdır. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar O, kesinlikle onlarla beraberdir. Sonra kıyâmet günü onlara yaptıkları şeyleri haber verecektir. Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir.
8Fısıldaşmaktan yasaklandıktan sonra yine o yasaklananı yapmaya kalkışanları ve zaman kaybına neden olan şeyler/ hayırda ağırdan almalar/ zarar verme/ kusur oluşturma, düşmanlık ve Elçi'ye karşı gelmek hususunda fısıldaşanları görmedin mi? Onlar, sana geldikleri zaman seni, Allah'ın selâmlamadığı ile selâmlıyorlar. Kendi içlerinden de: “Bu söylediklerimiz yüzünden Allah'ın bize azap etmesi gerekmez miydi?” derler. Cehennem onlara yeter. Oraya yaslanacaklardır. Ne kötü dönüş yeridir!
9Ey iman etmiş kimseler! Fısıldaştığınız zaman, zaman kaybına neden olan şeyleri/ hayırda ağırdan almayı/ zarar vermeyi/ kusur oluşturmayı, düşmanlığı ve Elçi'ye karşı gelmeyi fısıldamayın. İyi adam olmayı ve Allah'ın koruması altına girmeyi fısıldaşın. Kendisine toplanacağınız Allah'ın koruması altına girin.
10Şüphesiz bu fısıldaşmalar, iman eden kimseleri üzmek için şeytandandır. Oysa şeytan, Allah'ın izni/ bilgisi olmadıkça, mü’minlere hiçbir zarar veremez. Ve öyleyse mü’minler, yalnızca Allah'a işin sonucunu havale etsinler.
Bu âyetlerde de ilk önce hiçbir şeyin Allah'tan gizli kalamayacağının, Allah'ın her şeyi her an denetlediğinin unutulmaması gerektiği beyân ediliyor, ki Kur’ân'da üzerinde çokça durulan bir konudur:
75Ve onlardan bazıları, "Eğer Allah armağanlarından bize verirse, kesinlikle bağışta bulunacağız ve kesinlikle iyilerden olacağız" diye Allah'a söz veren kimselerdir.
76Sonra, ne zaman ki Allah, onlara armağanlarından verir, onda cimrilik ederler ve yüz çevirerek geri dururlar.
77Sonunda Allah'a vaat ettikleri şeylerde sözlerini tutmadıkları ve yalan söyledikleri için, O da Kendisiyle karşılaşacakları güne kadar kalplerinde sürüp gidecek bir münâfıklık yerleştirerek onları cezalandırdı.
78,79Şüphesiz onlar; mü’minlerden, sadakalardan kendi gönülleriyle bağışta bulunanlara ve güçlerinin yettiğinden fazlasını bulamayanlara dil uzatan, sonra da onlarla alay eden kimseler, Allah'ın, onların sırlarını ve fısıltılarını bilip durduğunu ve şüphesiz Allah'ın bütün bilinmeyenlerin çok iyi bilicisi olduğunu bilmediler mi? Allah, onları maskaraya çevirmiştir. Ve onlar için çok acıklı bir azap vardır. [Tevbe/75-79]
80Yoksa onlar, şüphesiz Bizim, onların sırlarını ve fısıltılarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Evet! İşitiriz, yanlarında bulunan elçilerimiz de yazıyorlar. [Zuhruf/80]
Âyetteki, Onlar, sana geldikleri zaman seni, Allah'ın selâmlamadığı ile selâmlıyorlar. Kendi içlerinden de, "Bu söylediklerimiz yüzünden Allah'ın bize azap etmesi gerekmez miydi?" derler uyarısıyla münâfıkların, nefsi okşayacak sözler söyleyerek sinsî plânlarını gerçekleştirmek istedikleri bildiriliyor. Bu nifak politikası, Rasûlullah'ın âhirete irtihâlinden sonra da devam etmiş, Allah Muhammed'i, "Rasûlullah" [Allah'ın Elçisi], "Nebiy-yi Ümmî" [Anakentli Peygamber], "Nebi" [Peygamber], "Hatemu'n-Nebiyyîn" [peygamberlerin mührü/sonuncusu/zirvesi] olaraknitelemişken, bunlarla yetinilmeyerek Peygamberimiz için –güya birer saygı ifadesi olarak– "sallallahu aleyhi" ("aleyhisselâm" denmesinde sakınca yoktur, denmesi de gerekir), "hazret", "eşref-i mahlûkat" [yaratılmışların en şereflisi], "fahr-i kâinat" [evrenin övüncü], "sırr-ı levlâke levlâk" [evrenin kendisi hürmetine yaratıldığı], "sâhibü'l-hülleti ve't-tâc", "râkibu'l-burak fî leyleti'l-mi‘râc" [miraç gecesinde Burak'a binen hülle ve taç giyen], "ilklerin ve sonların efendisi" gibi birtakım isim ve rütbeler kullanılmıştır.
Âyette, Peygamber'i, Allah'ın selâmlamadığı bir şekilde selâmlamak, ikiyüzlülük göstergesi olarak değerlendirilmektedir. İfrat ölçüsünde bir sapma olan bu davranışı sergileyenlerin, aslında Peygamberimizin ahlâk ve sünneti [Kur’ân'a uyması ve Kur’ân'ı yaşaması] ile bir ilgilerinin bulunmadığı, sadece çıkar sağlamayı amaçladıkları anlaşılmaktadır.
Bu uyarılardan sonra da Rasûlullah'a, bulunduğu ortamla ilgili birtakım sırlar veriliyor:
• Yasaklanmış şeyleri yapmaya kalkışan; günah, düşmanlık ve Elçi'ye karşı gelmek hususunda fısıldaşan birileri vardır.
• Onlar, Elçi'ye geldikleri zaman o'nu, Allah'ın selâmlamadığı bir tarzda selâmlıyorlar.
• Yaptıkları bu maskaralıktan dolayı da kendi kendilerine, "Bu söylediklerimiz yüzünden Allah'ın bize azap etmesi gerekmez miydi?" diyorlar. (Cehennem onlara yeter. Oraya yaslanacaklardır. Ne kötü dönüş yeridir!)
Sonra da mü’minler muhatap alınarak birtakım nezaket kuralları bildirilmektedir:
• Gizli konuşma durumunda olduğunuz zaman, günah ve Elçi'ye karşı gelme hususunda konuşmayın, birr ve takvâ hususunda konuşun.
• Günah, düşmanlık ve Elçi'ye başkaldırı hususundaki gizli konuşmalar, şeytanî işlerden olup iman edenleri üzmek içindir. (Oysa o [şeytân], Allah'ın izni olmadıkça, onlara [mü’minlere] hiçbir zarar veremez. Ve öyleyse mü’minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler.)
Pasajdan anlaşıldığına göre fısıldaşan, gizli gizli kumpas kuranlar, Yahûdiler ve münâfıklardır.
Bu âyet grubunun iniş sebebi olarak şu bilgiler aktarılmıştır.
İbn Abbâs dedi ki: "Bu kendi aralarında fısıldaşarak gizlice konuşan ve bu arada mü’minlere bakan ve birbirlerine göz kırpan Yahûdilerle, münâfıklar hakkında inmiştir."
Mü’minler de şöyle diyorlardı: "Bunlara, kardeşlerimiz ve yakın akrabalarımız olan Muhâcir ve Ensâr'dan bazılarının öldürüldüklerine yahut başlarına gelen bir musibet veya bozgunlarına dair bir haber ulaşmış olmalıdır." Bu da onların hoşuna gitmiyor, onları rahatsız ediyordu. Bunun neticesinde Peygamber'e (s.a) şikâyetleri çoğaldı. Yüce Allah da onların fısıldaşmalarını yasakladı. Fakat bu işten vazgeçmeyince âyet-i kerîme nâzil oldu. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
Mukâtil dedi ki: "Peygamber (s.a) ile Yahûdiler arasında bir antlaşma vardı. Mü’minlerden bir kimse onlara uğradı mı kendi aralarında –o mü’min kişi kötü birtakım zannlara kapılıncaya kadar– gizlice konuşuyorlardı. O da yoluna gitmekten vazgeçiyor, geri dönüyordu. Rasûlullah (s.a) onlara böyle yapmamalarını söyledi ise de onlar vazgeçmeyince bu âyet-i kerîme nâzil oldu." [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
2Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın alâmetlerine, haram aya, hedye/hac yapanlara yiyecek yollamaya, hediye etmeye, gerdanlıklarına [hac yapanların/orada yüksek ilâhîyat eğitimi için bulunanların yemesi için gönderilen hayvanlara konulan işaretlerine] ve Rablerinden lütuf ve rıza bekleyerek Beytü'l-Haram'a/hac görevi yapmak isteyenlere saygısızlık etmeyin. Dokunulmazlığınız kalktığında/hac göreviniz bittiğinde de avlanın. Sizi Mescid-i Haram'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya da sevk etmesin. Ve "iyi adam"lık ve Allah'ın koruması altına girme üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Ve Allah'ın koruması altına girin. Hiç şüphesiz Allah, azabı/kovuşturması çok çetin olandır. [Mâide/2]
11Ey iman etmiş kimseler! Size: “Meclislerde yer açın/başkalarına da katılım hakkı tanıyın” denilince hemen yer açıverin ki Allah da yer açsın/size genişlik versin. Ve size: “Kendinizi olduğunuzdan daha büyük gösterin” denilince de kendinizi olduğunuzdan daha büyük gösterin. Böylece Allah, sizden inanmış olan kimseleri ve kendilerine bilgi verilenleri derecelerle yükseltsin. Ve Allah, yaptıklarınıza iyice haberi olandır.
Bu âyette de nezaket kurallarına dair mü’minlere bazı emirler verilmektedir:
• Mü’minlere, "Meclislerde yer açın" denilince hemen yer açmalılar. (Bu emre itaat edenlere Allah ödül verecektir).
• Mü’minlere, "Kendinizi büyük gösterin" denilince kendilerini olduklarından daha üstün göstermelidirler. (Bu tavır, genellikle savaş dönemlerinde Müslümanların düşmanların gözünü korkutmak için başvuracakları bir taktiktir. Bunu uygulayanlara Allah derecelerle ödül, nimet verir. Ve Allah, yapılan her şeyi en iyi şekilde bilir.)
Bu âyet grubunun iniş sebebiyle ilgili kaynaklarda şu bilgiler yer alır:
Âyetin sebeb-i nüzûlü ile ilgili birkaç vecih zikredilmiştir:
a) Mukâtil ibn Hayyân şöyle demiştir: "Hz. Peygamber, Cuma günü Suffa'da bulunurdu. Orası da gâyet dar idi. Rasûlullah (s.a), Muhâcir ve Ensâr'dan, Bedir savaşı'na katılmış olanlara daha bir öncelik verirdi. Binâenaleyh, Bedir ehlinden bir cemaat geldi ve meclisin en ön safına geçtiler. Derken, Hz. Peygamber'in (s.a) tam karşısına geçip, o'nun kendilerine yer açtırmasını beklediler. Hz. Peygamber, onları böyle tam karşısına dikilmeye sevk eden şeyi anladı da, bu o'na ağır geldi. Etrafında bulunan ve Bedir'e katılmamış olan kimselere, "Ey falan, kalk; ey falanca kalk..." dedi ve önünde ayakta dikili bulunan kimseler sayısınca adam kaldırdı. Bu, meclisten kaldırılanların gücüne gitti; bunun onların hoşuna gitmediği yüzlerinden okunuyordu. Münâfıklar da bunu dillerine doladılar ve "Allah'a andolsun ki Peygamber, bunlara âdil davranmadı. Çünkü bir grup önceden gelip, yerlerini aldılar ve Peygamber'e yakın olmak istediler. O da onları oradan kaldırıp, onların yerine uzakta kalmış olanları oturttu" dediler. Bunun üzerine, Cuma günü bu âyet nâzil oldu.
b) İbn Abbâs'tan (r.a) rivâyet edildiğine göre, o şöyle demiştir: "Bu âyet-i kerîme, Sâbit b. Kays b. eş-Şemmâs hakkında nâzil oldu. Şöyle ki: O, daha önce herkes meclisteki yerlerini almış iken, mescide girdi. Kulaklarındaki ağırlıktan ötürü, Hz. Peygamber'e (s.a) yakın oturmayı istiyordu. Bundan dolayı, iyice yaklaşıncaya kadar, ona yer açtılar. Sonra biri onu sıkıştırınca, onunla o kişi arasında, bir söz alış-verişi oldu. O da, sözünü duyabilmek için, Hz. Peygamber'e (s.a) yakın olmayı istediğini ve fakat falancanın kendisine yer açmadığını Peygamber'e söyledi. Bunun üzerine bu âyet nâzil oldu. Hz. Peygamber (s.a) de cemaate, oldukları yerde (biraz sıkışarak) yer açmalarını, hiç kimsenin, hiç kimse için yerinden kalkmamasını emretti." [Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb; Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân]
12Ey iman etmiş kişiler! Elçi ile fısıldaşacağınız [başbaşa konuşacağınız, özel hizmet alacağınız] zaman, bu fısıldaşmanızdan önce hemen bir sadaka veriniz. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Böyle olmasına rağmen eğer bir şey bulamazsanız, artık şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
13Başbaşa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten korktunuz mu? İşte, yapmadınız. Ve Allah, sizin bilinçle hatadan dönüşünüzü kabul etti. Artık salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekat'ı; Allah’ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak içtenlikle verdiği vergiyi verin, Allah'a ve Elçisi'ne itaat edin. Ve Allah, yaptıklarınıza en çok haberi olandır.
Bu âyetlerde, kamu görevlileri ile ilişkiler konusunda belirli ilkeler öngörülmektedir. Âyetin içerdiği sözcükler dikkate alındığında, bu iki âyetin peşpeşe inmeyip aralarında belirli bir sürenin olduğu anlaşılır. Âyetlerin iniş dönemi dikkate alındığında şu gerçeklerle karşılaşılır:
12. âyet:
• Âyet, Müslümanların organize olması [İslâm devleti oluşturmaları] sürecinin ilk dönemlerinde inmiştir.
• Peygamber, aynı zamanda kamu görevlisidir [yöneticidir].
• Kamu'dan özel bir talebi olanlar sadaka vermelidirler (şimdiki devlet dairelerindeki hizmete karşılık alınan harç örneği). Böylece, özel meselelerinin çözüme kavuşturulması ile birlikte ihtiyaç sahiplerine verilmek ve umumi maslahatlar için kullanılmak üzere gelir sağlanacaktır.
• Sadaka, –sadaka âyetlerinde görüleceği gibi– kamu hizmetleri için harcanan aynî ve nakdî değerlerdir. Burada konu edilen, Rasûlullah'ın şahsına verilecek bir yardım değildir. Zira, tüm peygamberler gibi Peygamberimizin de ücret, sadaka alması yasaklanmıştır.
• Âyetin son bölümündeki, Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şâyet bulamazsanız artık şüphesiz Allah gafûr'dur, rahîm'dir ifadesinden, sadaka vermenin bir zorunluluk olmayıp henüz hazmetme sürecindeki Müslümanların alıştırılmasına, eğitilmesine yönelik bir tavsiye olduğu anlaşılıyor.
13. âyet:
• Bu süreçte Müslümanlar (hepsi olmasa da çoğunluğu; aklî istisnâ), bu uygulamaya yeterli duyarlılık göstermemiş, kamu bütçesine katkıda bulunmak hoşlarına gitmemiştir. (Onların birçoğunun yerleşik düzenin kurallarına uymayan bedevî Araplardan oluştukları akıldan çıkarılmamalıdır.)
• Devletin idamesi ve bekası için kamuya malî destek şarttır.
• İşte bu âyette bu gerçek mü’minlerin kafalarına balyoz gibi iniyor: Fısıldaşmanızdan [başbaşa konuşmanızdan] önce sadakalar vermekten korktunuz mu? İşte, yapmadınız. Ve Allah, sizin tevbenizi kabul etti. Artık salâtı ikâme edin, zekâtı verin, Allah'a ve Elçisi'ne itaat edin. Ve Allah, yaptıklarınıza en çok haberi olandır.
İfadeyi biraz açarsak: Allah daha evvel ki duyarsızlığınızı bağışlamıştır. Ama bundan sonrası için salâtı [sosyal desteği] ikâme edin [dikin, ayakta tutun] ve zekâtı [zorunlu vergiyi verin], Allah'a ve Rasûlü'ne (ki o, aynı zamanda yöneticidir) itaat edin [bir daha itaatsizlik etmeyin].
Görülüyor ki 12. âyetteki sadaka emri, 13. âyetle pekiştirilmiştir. 12. âyette umum olan "sadaka" ifadesi, 13. âyette "salât ve zekât" ifadeleriyle tahsis edilmiştir. Üstelik mü’minlerin bundan kaçmamaları, mutlaka itaat etmeleri istenmiştir.
İki âyet arasındaki sürede mü’minler, organize olmanın şartlarından birinin de "maliye kurumu" olduğu gerçeğini böylece öğrenmiş olmalıdırlar.*
*İşte Kuran, Mücadele Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz