• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

Öte Alemin Vahiy Dışı Kanıtları







ÖTE ÂLEMİN VAHİY VAADİ DIŞI KANITLARI





"Fiziksel ölümümüzden sonra yaşayıp yaşamadığımız hakkında bir fikre sahip olmaktan zor bela kaçınırız. Dahası, ölümden sonra yaşamak ve yaşamamak dışında üçüncü bir alternatif de yoktur."
Ian Stevenson






1. Vahyin Vaadi: Ahiret ve Öte Alem

İbrahimî dinlerde vahyin iki temel amacı vardir: Bunlardan birisi, Allah'ın varlığını bildirmek, diğeri ise ölümden sonra devam eden bir hayatın varlığını bildirmektir. Diğer bir ifadeyle, bu hayatı başka bir hayatın takip edeceğini haber vermektir. Buna göre dünya asıl yaşam alanı değildir, ahirete geçiş için bir mekândır.


Ahiret; öldükten sonra dirilip sonsuza kadar kalınacak ve Allah'a hesap verilecek yer, öbür dünya, öte âlem diye tanımlanır. Ahirete inanç ya da ölümden sonra devam eden bir varlığa, kişiliğe inanmak, Allah'a inançtan sonra en büyük doktrindir. Hatta ve hatta imanın temel şartı gibidir. Ölümden sonraki hayatın temel felsefesi kıyametten sonraki dirilmedir (ba's). İyi (sevap) ve kötü (ikap) durumuna göre kişi bir karşılık (ceza) görecektir. İnsanın diğer varlıklardan en önemli zihinsel özelliği, ölümü düşünebilmesidir. Bu nedenle, yok olma korkusu taşımaktadır ve varlığını devam ettirme ihtiyacındadır. İlahiyatın bir alt dalı olarak, ölümü ve dünyadaki yaşamın sonrasını "eskatoloji" denilen bir alan inceler.


İslamiyet’teki ahiret terminolojisi, Kuran’ın indirildiği dönemdeki Mekke'de geçerli ticari dili belli ölçüde yansıtmaktadır: Hesap, zarar, rehin, suçlu, tanık, katip, hakim... Kur'an-ı Kerim'in inen ilk ayettelerinde öte alem vurgusu daha ön plandadır. Mekke'de inen süreler tevhit ve ahiret ağırlıklıdır ve yerel değerlerin kelime izlerini de taşımaktadır. Ancak Kur'an'daki ahiret anlatıları büsbütün tasvir edici değil, daha çok çağrışım yapıcıdır. Gerçek olduğu belirtilse de Kur'an anlatısı asıl mahiyetini ve şeklini anlatmaz. Kuran'ın ahiret tasvirinde sıklıkla, dünyadaki kötü ve olumsuz şeyler anlatılır. İnsanların bildikleri şeylerden hareketle ahiret anlatılır.


Temel mesaj basittir. İnsan yaratılmıştır ve sonra iade olunacaktır. Allah'a döndürülecektir (rücü). Bu dönme (meab; geri dönülecek yer) Kur'an'da bilinçli canlılar için kullanılır ve dönüşün Allalah’a olduğunu söylenir (Rad, 36; Nebe, 39). Aynı zamanda dünya da öte âlem olan ahiret de Allah'ındır (Necm 25). Dünya hayatı geçici, ahiret hayatı ise devamlıdır (Şura, 36; A'la, 17). Dünya oyun ve eğlence yeri iken ahiret canlıdır (el-hayevânu) (Ankebut, 64). Bununla birlikte dünyada yaşananlar, ahiretteki kişisel hayatı belirleyecektir. Dünya yakın, burada şimdi olan ve geçici olandır. Bu dünyada alt seviyede değerler hâkimdir ve düşük, basit, bayağıdır. Ahirete göre çok kısa kalındığı hissedilen bir mekândır. Dürtü ve güdülerle yaşanılan yerdir. Ahiret ise yüce değerleri ve sürekliliği olan bir yerdir.


Ahiret kelimesi Kur'an'da 110 yerde geçer. Ahiret gününe iman ise 24 yerde geçer ve Allah'a imandan sonra zikredilmektedir. Kelime olarak dünya-ahiret genellikle birbirine göndermeli kullanılmıştır. Ahiret anlatılarında insanların bilmediği kelimeler de kullanılır. Mesela cennetteki kaynak selsebil (insan, 18), cehennemdeki zakkum yiyeceği (Duhan, 43; Saffat, 62; Vakıa, 52) yahut irin (gıslin) (Hakka, 36) ve dari (Gaşiye, 6) gibi indiği toplumun da bilmediği kelimeler içerir. Bu kelimeler ve benzerleri üzerinde tefsirciler sayfalar dolusu tartışmışsa da bunlar yine de sembolik tasvirlerle duygulara uzanan kelimelerdır.


Kıyamet, aslında dünya hayatının sona ermesiyle ve ahiretin başlamasıyla ilgili bir safha olduğu halde, Kur'an onu zaman zaman ahiretin bütününü anlatabilecek şekilde güçIendirmiştir (Bakara, 113; Hac, 9; Furkan, 69). Hatta bazı yerlerde ahiret kelimeleri cehennem anlamındadir (Bakara 102; Zihner, 9). Bazen de cennet, ahiret karşılığı olarak kullanılır (Nahl, 41). Ahiret azabının cehennem yerine kullanımı da görülür (Hud-103). Zannediyoruz ki bunların amacı, kıyametin daha iyi kavranması veya vurgulanmasıdır. İlginç olan ayetlerden birisi ise uykudan uyanma ile ahiretteki diriliş arasında bir analoji olmasıdır (Kehf, 19). Bu, ölüm. den sonra devam eden kişiliğin en önemli vahiy yollu vaadidir.


Kur'an, insanın yaratılmasıyla ilgili bahsettiği biyolojik adımları, ölümde kullanmaz. En önemli tespitleri, ölümün mutlaka olacağı ve her nefsin mutlaka onu tadacağıdır (Al-i İmran, 168 ve 185; Enbiya, 35; Ankebut, 57; Vakıa, 60). Nerede olursanız olun, güçlü kaleler ve korumalar içinde olsanız da ölüm kişiye ulaşacaktır, diye vurgular. Her ölüm vakti de önceden bellidir (Al-i İmran, 145). Vakti gelince "ölümle karşı karşıya kalan insan", "geri döndürülmek" ve "az bir zaman için de olsa geri bırakılmak" isteyecektir. Ancak bu istekler kabul edilmeyecektir. Bu isteğin nedeni olarak da ölüm korkusu, ceza çekme kaygısı, dünya güzelliklerini terk etmeme isteği gösterilir. Kur'an'a göre ölüm, aynı zamanda bir "bilinç genişlemesidir." "Geri döneyim, bir şans daha ver." gibi. Bu, ölüm sırasında bilinçte bir açılma ve yaygın bir bilgilenme yaşadıklarını düşündürmektedir. "İlme'l-yakin" ifadesini (Tekasur,5) ölüm bilgisi veya ölümle ortaya çıkacak bilgilenme şeklinde yorumlayan tefsirciler de vardır.


Kuran'ın ölümle ve ardından ahiretle ilgili yaklaşımı biyolojik değil, ahlâkidir. Kur'an'da ölümden sonra öte âlemde veya bu âlemde dirilmeyle (bâsübâdelmevt, ölüm ötesi), diğer uhrevi hallerle ilgili bilgiler vardır. Ancak ölüm ile dirilme arası geçen zamanda yaşanacaklar hakkında bir bilgi yoktur. Berzah(fersah buna yakın bir kelirnedir) zamanı rivayetlerle doldurulmuş ve kabir azabı bu zamana eklenmiştir. Birçok tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Örneğin; sadece ruh varken ve beden yokken nasıl azap çekilecektiı. Üstelik ahirette insanların birbirini tamıyıp konuşacağından, uzuvların kendi lehinde/aleyhinde şahitlik edecelınden bahsedilerek bedensel bütünlük ima edilir. Cehennem azabı kişinin bilincinde olacağı için bu durumda ruh ve bedenden oluşan "nefs", insanın iç benliğini ve aklını da içerecek demektir. Yani. Kur'an aslında ruh-beden gibi ikici bir ayrıma karşıdır. Allah'ın nefhettiği ruh ile insan bedeni bütunlük gösterir ve o ruh, bedende ayrı bir bir şey olarak bulunmaz.


Bütün gunahkârlık ve suçluluk hislerine ve baskılarına karşın, Kur'an bazı ayetleriyle insana güven verir. Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu, Allah günahların hepsini bağışlar.
Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir.” (Zümer, 53) Ya da "İyi bilin ki Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir." (Şura, 5; Rad, 26; Duha, 5; Ahzab, 43)






2. Vahiy Vaadi Dışı Öte Âlem Kanıtları Var mı?



a. Bilimsel ve Felsefi Kanıtlar /Dayanaklar

Kuran'daki ölüm ve ahiret kavramı üzerine daha çok şey yazılabilir ve burada ele aldıklarım birçok kişi için tatmin edici bulunmayabilir. Ancak konuyu ukaştırmak istediğim esas nokta, dinlerin öte alem vaadine dinsel kaynaklı, vahiy kaynaklı bir örnek vermekti. Benzer vaatler diğer kutsal kitaplarda da bulunabilir. 


Ulaşmak istediğim soru, dinlerin bize sunduğu bu ve benzeri öte alem vaadi dışında elimizde başka bir kanıt var mı? Yahut soruyu şöyle değiştireyim; Ölüm gerçekleştikten sonra bilincin, belleğin veya kişiliğin devam ettiğine dair, dinin bize söylediği vaat dışında bilimsel, teoik ve düşünsel kanıtlarımız var mı? Duygusal olarak heyecan verici olan bu sorunun yanıtı berrak değildir. Bu soruya neden ilahiyat (teoloji, din bilim) ile uğraşan üniversite öğretim üyelerinin sormadığını bilemiyorum. Belki de soruyorlardır da yanıt için doğru yere bakmıyorlardır. Artık modern dünyada bilimin bu kadar egemen olduğu toplumlarda, insanların bu tür soruların yanıtını vahiy dışında bulmaya ihtiyaçları var ve yanıt arayışındadır. Bu tür yanıtları bilmek, din bilimcilerin de elini güçlendirecektir.




b. Kuantum Fiziği ve Ölümden Sonra Devamlılık


İlk olarak bilimsel bilgilerden kaynaklanan, canlının veya bedenin ölümünden sonra olası devamlılığı gösteren kanıtlarımız var. Bunlar içinde ilk olarak kuantum fiziğinin bize sunduğu bilgiden bahsedebiliriz. Kuantum fiziği bakışı topraktan geldik toprağa döneceğiz değil, enerjiden geldik enerjiye dönüşeceğiz anlamına gelir.
Bizler bedensel olarak fiziksel sistemler gibiyiz ve öldüğümüzde bilgi, enerji sistemleri haline döneriz. Kuantum biyoloji, kuantum fiziği özelliklerinin biyolojik nesnelere ve yapılara uygulanması olarak tanımlanır. Kuantum fiziğinin kendine özgü temel özellikleri ise şunlardır: Üst üste binme (superposition), yerel olmama (nonlocality), tünelleme (tunneling) ve dolaşıklık (entanglement). Bu özellikler sadece kuantum fiziğine özgüdür ve klasik fizikte bu tür kavramlar yoktur.



Kuantum fiziği bize öte âlemin kapısını kısmen aralamıştır. Özellikle yerel olmama, bize bir anlamda evrendeki her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu ve mekânsal uzaklığın hiçbir anlamı olmadığını söyler. İnsan türü olarak kendimizi evrenden ve cansız maddeden ayrı düşünsek de aslında büyük patlamadan bu yana ortaya çıkan tüm madde, bir şekilde görünmez bir bağla birbirine bağlı görünmektedir. Bir anlamda evrendeki her şey bir ve bütündür. Maddeler farklı görünümlerde olsa da aslında aynıdır.



Kuantum dolaşıklığı, nesnelerin birbirinden ayrı ama yine de bir şekilde iletişim halinde bulundukları bir durumu ifade eder. Klasik fizikte buna benzer bir durum söz konusu değildir. Kuantum fiziği adeta voodoo büyüsü gibi uzak ilişki içerir. Yani ilişkili kuantum parçacıkları başlangıçta ayrılsa da bağlantıları uzaklıktan bağımsız olarak devam eden Birindeki bir değişim diğerine eşanlı olarak yansır. Bu eşanlı yansıma, uzaklık tanımaz ve mesafeden etkilenmez. Bu bağ, uzaklıktan bağımsız bir ilişki ve etkimedir. İki nesneden biri dünyada, diğeri evrenin bir ucunda olsa da bu etkileşim, evrendeki ışık hızı sınırlamalarına tâbi olmadan eşanlı olarak devam eder. Yaptığımız bir gözlem-ölçüm bununla ilişkili olarak diğerini uzaklıktan bağımsız olarak etkiler, Uzaklıkla, bağın gücü azalmaz. Bu kuantum dolaşıklık bağı yanı başınızdaki bir ilişki olabileceği gibi, evrenin kıyısındaki bir parçacıkla da aynı güçte ilişkilidir. Çünkü bu bağın gücü, uzaklıkla hiçbir şekilde azalma göstermez.


Diğer yandan, kuantum fiziğine göre evrende her şey görünen maddenin aksine bir bilgidir (information). Kuantum fiziğinin ilk yıllarında her şey hayvanat bahçesi gibi sürekli bulunan parçacıklardan oluşsa da zamanla parçacıkların enerji yoğunlaşmalarından oluştuğu kabul edilir oldu. Daha sonra da artık sadece bilgi var denmeye başlandı. Bunun dışında kuantum fiziğinin elimize verdiği çoklu dünyalar teorisi var ve bu teori başka varoluşların olabileceğini ima eder. Bu, evren ufkumuzun dışında olabileceği gibi evrenimiz içinde de olabilir. Tıpkı Hermes Trismegistus'ta yazdığı gibi bir şeydir ve bize: "Var olanın her zaman var olması gerekir.” der. Yapısı ve şekli değişse de farklı hallere dönse de.




c. Madde ve Enerji Aynı Şeydir

Bilimden kaynaklanan diğer bir kanıtımız da maddenin ve enerjinin aynı şeyin farklı görünümlü halleri olmasıdır. Biri diğerine dönüşebilir. Sadece görüntüsü ve şekli değişir. Kuantum fiziği 1927 'lerde en iyi aşamasına ulaştığında her şeyin parçacıklardan oluştuğu düşünülmeye başlanmıştı. Parçacıklar enerjiden oluşuyordu ve denklem gayet basitti. Einstein'ın meşhur denklemi bunun basit, zarif ve güzel ifadesidir: E=mc2, yani enerji eşittir madde. Ama bu bakış açısı zaman içerisinde, atom altı parçacıkları oluşturan parçacıkların gerçek maddesel yapı olmadığına, enerji yoğunlaşmalarından oluştuğuna dönüştü. Günümüze yakın dönemde ise aslında parçacık diye bir şeyin de olmadığı ve alan içerisinde geçici maddeleşmeyle ortaya çıktığı öne sürüldü.


Beyin de taşlar yahut sandalyeler gibi, bitki ve böcekler gibi maddesel yapı oluşum kurallarına tâbidir. Dolayısıyla beyinsel bir yapının oluşturduğu veya düzenlenişinin ortaya çıkardığı bilinç, bellek veya kişilik, maddi yapının çözünmesi (ölüm) ile başka şekillerde bilinen veya bilinmeyen bir enerji türü olarak devam ediyor olabilir.





d. Madde Evrenin Arkasındaki Asıl Yapı

Kuantum fiziğinin bazı yorumlarına göre gördüğümüz madde evrenin arkasında, maddi evrene yansıma yapan bir saklı ve örtük düzen vardır. Bu saklı düzen, nesnel evrenin tüm maddelerinin potansiyelini içinde barındırır fakat ele gelmez, avuca sığmaz. Latif ya da bâtıni bir durumdadır. Kesif ya da zahir olan evrenimizin aksine, bu evrendeki varoluşların esas şablonu oradadır ve evrenimizdeki kopyalar kaba kopyalardır. Var olan her şeyin aslı ya da esaslı gerçeği oradadır. Evrenimizde var olanlar, gerçeğin soluk bir yansımasıdır. Çevremizdeki görülür yahut aşikâr âlemde ayrı ayrı bulunan tüm nesneler, varlıklar, yapılar ve olaylar; parçalanamayan bir bütünlüğe ait daha derin ve saklı bir düzenden hâsıl olan, geçici alt-bütünlüklerdir.



Bu saklı düzene farklı bilim adamları başka adlar vermiştir. Hepsinin temel fikir olarak ifade etmek istediği aslında aynıdır. Hepsinin temel göndermesi; bu evrendeki her şeyin asıl olan başka bir yapıda yer aldığı ve evrendeki görünür nesnelere ait yapı taşlarımn aslının sadece sönük bir yansıması olduğu şeklindedir. Karl Popper'in Dünya-1 olarak adlandırdığı zihin dünyası, sinirbilimci John C. Edes'in psikon olarak adlandırdığı zihinsel dünya, fizikçi David Bohm'un saklı/örtük düzeni, biyolog Rupert Sheldrake'in morfik alanları gibi. Bunlara ek olarak psikolog Carl G. Jung'un arşetiplerini de unutmamak lazım. Yine değişik teorisyenlerce öne sürülen noosfer ifadesini de bu kapsamda değerlendirebiliriz. Bütün bunların hepsi de sonuçta Kur'an'daki Levh-i Mahfuz'a ve İbn Arabi'deki ayan-ı sabiteye çıkar. Yani özetle bu durum; gölge ile hakikat, latifile kesif ve bâtın ile zahir ilişkisidir.



Kuantum fiziğine göre evrendeki tüm olasılıklar, oluşa hazır durumda (Heisenberg evrenindeki potentia) dalga -madde değil- yapısında bekler. Bu oluş için beklenme mekân-zamanın dışındadır. Bu bölge, bizim görünür ve maddeden oluşan evrenimizle bağlantılı olsa da içinde olduğumuz (Einsteinian) evrenin kurallarına tâbi değildir. Bizim evrenimiz zaman-mekân bağımlı, ışık hızının belli bir limiti olan evrendir. Buna karşın, oluşa hazır durumda bekleyen olasılık dalgaları ise zamansız-mekânsızdır. Bu olasılık dalgası bir bakıma İbn-i Arabi'nin ayan-ı sabitesi olarak da adlandırılabilir. Bu olasılık dalgalarının oluşturduğu yapıda, zaman kavramı olmadığı için olaylar arası öncesi veya sonrası gibi nedenlliğe uygun kavramlar oluşmaz. Olasılıklardan oluşan bu dalga (Heisengberg) evreni, içinde bulunduğumuz maddi (Einstein) evrenle ilişkilidir ve bu, evrendeki varlığa bürünme, var olma ve maddeye dönmeye imkân verir. Varlığa bürünme sonrası içinde olduğumuz (Einsteinian) evrene dahil olan şeyler, ışık hızı sınırına tâbi olurlar. Yani ışık hızından hızlı hareket edemezler. Oluşlar, madde yapısı kazanır. Bu kazanımla beraber, eşanlı evrenimizdeki 3 boyutlu mekânda ve 1 boyutlu zamanda yer edinirler. Maddeleşme oluşunca, zaman-mekâna bağlanma nedeniyle ve çevrenizde gördüğünüz örnekleriyle nedensellik ilkesine tâbi olunur.



Fizikçiler içerisinde konuya yakın olan, David Bohm'un saklı gizli, açılmanış veya örtük düzen bakış açısıdır. Bohm'a göre insan beyninde oturan bilinç bu örtük düzenle bağlantıda ve ilişkilidir. Bilinç sadece sinir hücrelerinden kaynaklanan fizyolojik bir işlem değil, aynı zamanda örtük/saklı bir arka plana bağlantısı olan bir yapıdır. Sadece birimizin bilinci değil, tüm insanların bilinci bu evrensel örtük yapıyla ilişki ya da bağlantı içindedir. Bu alan yaşadığımız deneyimlerle kendine bilgi alır. Bilinçler bu durumda, boş uzayda (vakum) sıfır-noktası (zero-point) okyanusunda yer alır. Bu durumda insan bilinci bir çeşit kuantum alanıdır. Bilincin içeriği ve bilgisi bu kuantum alanından elde ettiklerıyle (öznellik veya zihnimizin herhangi bir andaki içeriği) ilişkilidir. Bu latif ve uçucu olan gölge ortam ya da alan hiçbirimizin beyninden ayrılamaz. Bu alan et beynimizi oluşturan parçacıklara arka taraftan sürekli değişik derecelerde etki eder. Bu nedenle de sürekli bir düşünce akışı, hayal ve zihinsel çalışma içinde oluruz.


Materyalist bakış açısına göre bilinç, bellek ve kişilik et beynin kendi yapısının ürünüdür. Ancak bilimsel ve ideolojik bu bakış açısının açıklayamadığı, maddesel olmayan zihnin-bilincin maddesel et beyin yapışıyla nasıl bir ilişkide olduğudur. Ve en önemli sorulardan birisi de zihnin nasıl geri dönüşlü olarak niyetlerle bedene hareket verdiğidir. Mesela zihinsel olarak kolumuzu kaldırmayı yahut sayfayı çevirmeyi düşünüyoruz. Bu düşünce ilgili beyin bölgemizi çalıştırıyor ve kolumuza elektrik sinyali gönderildiğinde kolumuzu kaldırıyoruz. Tamam, ilgili beyin bölgesinde elektrik akımı doğarak kol kasımıza gelip kasıyor ama "Maddesel olmayan düşünce/niyet/zihin burada et beyne nasıl etki ediyor, hangi ilişkiyle etki ediyor?" sorusu açık bir boşluk gibidir. Diğer yandan, et beyni ve zihni iki ayrı yapı olarak ele alan ikici-düalist bakış açısında da aynı sorun vardır. Bu iki yapı nasıl karşılıklı ilişki içindedir? Aradaki bağlantıyı sağlayan nedir? Bu sorunun modern kuantum fiziğiyle harmanlanmış yanıtları vardır, ancak geleneksel (klasik fizik ve biyolojik) bilimsel manada sorunun yanıtı yoktur.





e. Bilinç, Bellek ve Kişilik Beyinde midir?

Felsefe açısından ele alındığında bilinç, bellek, kişilik ve beyin ilişkisindeki temel yaklaşım her ikisi arasındaki ilişkinin "bağlılık" mı, yoksa "bitişiklik" mi olduğu konusunda yapılan tartışmalardan çıkar. Bağlılık bakış açısında maddesel olanın dışındaki her şey madde olan beynin ürünüdür. Tam olarak ona bağlıdır. Bitişiklik bakış açısında ise maddesel olanın dışında olan, ondan farklı, onunla bir arada, bitişik bulunan "bir şey” vardır. Temel bilimlerde, etkileşim aynı zamanda nedensel bir ilişkidir. Bu nedenle fizikte dört temel çeşit etkileşim vardır: Elektromanyetik, zayıf, güçlü ve kütle çekimi. Fiziksel Sistemleri bunlar gayet iyi bir şekilde açıklar, Zihin-beyin problemi ele alındığında ise işler karışır, Fizikteki gibi başarı ve açıklama becerisi elde edilemez.

Zihin-beyin ilişkisi daha çok tanımlayıcıdır ve açıklayıcı değil dir. Materyal beyin durumları (MA) ile bilincin zihinsel durumları (ZD) arasında birçok ilişki öne sürülmüştür. Bu monistik (tekçi) ya da düalistik (ikici) olabilir. Tekçi akımlar materyal durumu (MD) ya da zihinsel durumu (ZD) ayrı ayrı ele alırken, ikiciler hem materyal hem de zihinsel durumları bir arada (MD+ZD) ele alır. Bir arada ele almada karşılıklı ilişki ve etkileşme değişik şekillerde olabilir (MD+ZD, ZD+MD veya MD<=>ZD). Tekçi MD bakış açısıyla tüm zihinsel durumlar maddi beyin durumlarına (maddecilik) veya fiziğe kadar indirgenebilir (fizikselcilik). Bu açıdan, MA çalışılması zihin durumlarını anlamak için yeterli olacaktır şeklinde bir sonuca ulaşırız. İkici bakış açısıyla MA'yı değerlendirmek tek başına yetersizdir. Zihinsel olana da bakmak gerekir, çünkü esas karşılıklı etkileşim ZD+MA yönündedir.



Tekli modeller (monistik), önemli olan tek şeyin madde beden yahut beyin olduğunu ve "iç deneyimin” maddenin hareketinden başka bir şey olmadığını (materyalizm/maddecilik), her mekanik hareketin bir iç deneyimle sonuçlandığını ve maddeyi oluşturan parçacıkların kısmen bir iç hayatı olduğunu (indirgeyici maddecilik) öne sürer. Canlı varlıklar temelde fiziksel bir maddedir ve bundan başka bir etmen aramaya gerek yoktur. Beygir gücünün motor gücünün bir göstergesi olması gibi, zihin-bilinç de maddesel beynin bir ürünüdür.



Monistik yaklaşımın diğer bir bakış açısı da tam karşıda yer alır ve bu panpsişizmdir, Buna göre tek bir varlık vardır ve bu madde değil de zihin-ruh-bilinçtir. Maddenin bağımsız bir varlığı yoktur. Madde algılanmaya bağlıdır. Her şeyin başlangıcı duyumdur ve duyum aynı zamanda zihnin oluşmasını sağlayan temel süreçtir. Yani zihnin bir ürünüdür. İkiciliğe göre zihinsel işlevler fiziksel olmayan bir şeylerden oluşmalıdır. Diğer yandan, fiziksel olmayan herhangi bir şey olmaksızın zihni karakterize edebilirsek ikicilik yanlış olacaktır.



İkici yaklaşım aslında Descartes'ten daha önceye uzanır. Sokrates öncesi gerçeklik/göze görünen, Platon'un form/dünya, daha yakın dönemlerde Hume'un bilgi/değer, Kant'ın deneye dayalı insanüstü/doğaüstü, Heidegger'in varlık/zaman, Russell'ın varoluş/varlık ayrımı ve son olarak Descartes'in zihin/beden ayrımı. Descartes'inki bilişsel bilimcilerin ve modern felsefecilerin arasında Kartezyen ikicilik olarak en ilgi çekici olanıdır.



Diğer bir zihin-beden etkileşimi de zihnin ve beyinsel maddenin karşılıklı olarak dengede birbirini eşit etkilemesidir. Bu bir madenî paranın iki yüzüne benzer. Tıpkı yazı ve tura gibidir. Çift görünümlüdür ve iki yüzü birden özdeş olarak parayı oluşturur. Tıpkı zihinsel sureçler ve beyin/bedensel iki yüz gibi. Bilinç-zihin maddeye, madde de zihne etki eder. İkisi arasındaki fark, perdeden bakıldığına bağlı olarak değişir. Dışarıdan bakıldığında beyin/bedensel durum görülebilir. İçten bakıldığında ise zihinsel olan görülür. Ancak iyi bir ikici yaklaşımı hangi şekillerde olursa olsun, "dünyanın tamamen farklı bu iki yönünün birbirini karşılıklı etkilemesini sağlayan, maddenin sahip olduğu özellikleri ve ruhun niteliklerini detaylı bir şekilde anlatabilmelidir."



İkici bakış açısının diğer bir kısmını da psikofizik paralelcilik ya da koşutçuluk oluşturur. Buna göre beden-beyin ve zihin birbirinden tamamen bağımsız, iki ayrı bütünlüktür. Aralarında hiçbir ilişki yoktur. Her ikisinin kendine ait işletim kuralları vardır, Beyin/beden ile zihin arasında, "etkileşimciliğin” öne sürdüğü gibi karşılıklı bir nedensellik ilişkisi olmayıp bedensel Olaylar ile zihinsel olayların -birbirini etkilemeksizin- birbirine paralel olarak gerçekleştiğini savunan ikici zihin felsefesi kuramıdır. Beyin ve zihin olayları iki koşut dizi halinde meydana gelir. Yalnızca belli beyin görüngüleri belli zihinsel görüngülere denk gelir.



Psikofizik etkileşimselcilik ikicilik başlığı altında incelenir. Bu, psikofizik paralelciliğe benzemesine rağmen farklı olarak beden zihni, zihin de bedeni etkiler. Beden ile zihin aralıksız olarak birbirini etkiler. En ufak bir bedensel kıpırtı dahi zihinde karşılığını bulurken zihinsel olan her şey de bedensel bir etki meydana getirir. Her ikisi de ayrı varlıklardır. Bu görüş temelde Descartes'le başlar. Beden, duyumları dışarıdan alarak zihne taşır ve bunlar zihinde değerlendirilerek bunlara uygun şekilde bedensel yanıtlar oluşturulur.



Bugüne kadar tam anlaşılır ve herkes tarafından kabul edilebilir bir bilinç, bellek ve kişilikle ilişkili beyin teorisi oluşturulamamıştır. Bilinci anlama yönünden, teorisyenler kadar teori ortaya çıkmıştır. Ama temelde, bu çağdaş teori-düşünceler, çok değişik gruplardan kaynaklanmakla beraber (felsefeciler, nörofizyologlar, matematikçiler, fizikçiler, moleküler biyologlar) fenomenolojistler, işlevselciler, gizemciler ve indirgemeciler olarak dört ana grupta toplanabilir.



Özetle; tekçi yaklaşıma göre bilinç, bellek, kişilik (veya din bilimin öne sürdüğü ruh) diye bir şey yoktur ve bunlar sadece maddenin belli ilişkisinden kaynaklanan görüngülerdir. İkici yaklaşım da farklı şekilleri vardır. Bu iki ana başlık üzerindeki tartışmalar uzun yıllar felsefedeki ana çizgiyi oluşturmuş olmasına karşın halen net bir sonuç yoktur. Kişiler önceki inançları çerçevesinde veya inançlarına uygun fikri kabul etmektedir. Anlaşılacağı üzere ikici yaklaşım bedenden ayrı bir yapıyı kabul ettiği için daha çok teist inanca yakınken, tekçi yaklaşım ateist yaklaşımla uyumludur.

 

Buna göre bilinç, bellek ve kişilik beyinde midir, yoksa beyin sadece daha büyük bir birleşik yapının bağlantı kuran ara yüzü müdür henüz elimizde bu konuya dair kanıt yok. Sadece kabullerimiz var: Bilinç beyindedir, bellek beyindedir, kişilik beyindedir. Bunlar tamamen materyalist bakış açısından kaynaklanan önsel (a priori) kabullerdir. Yoksa bilincin, belleğin veya kişiliğin bütünüyle beyinde olduğunu gösteren bilimsel, deneye dayanan bir kanıt yoktur.




f. Metafiziksel Kanıtlar/Dayanaklar

Metafiziksel açıdan bakıldığında ölümden sonra devam eden kişiliğin, bilincin veya belleğin devam etmediğine dair elimizde bir kanıt yok. Yani yokluğun delili elimizde yok! Mesela Himalaya Dağları'nı keşfettik ama efsanevi kar adamını (koca ayak, yeti) ya da İskoçya'daki Loch Ness canavarını bir türlü bulamadık. Bu, olmadığının kesin ispatı anlamına gelmez. Bütün kargaların siyah olduğu şeklindeki iddia sadece yapılmış gözlemlere dayalı bir kabuldür ve yarın bulunabilecek ak bir karga bu kabulü tekrar düşünmemizi gerektirecektir. Buna benzer şekilde, ölümden sonra "bir şeyin" devam etmeyeceği iddiası bilim için bir önsel (a priori) kabuldür ve kanıtsızdır. Evet, tam anlamıyla kanıtsızdır. Bilim bazen kimi kabullerini hiçbir deneysel yönteme başvurmadan diğer bilimsel yahut ideolojik ölçütlerinden yola çıkarak baştan kabul edebilmektedir. Öldükten sonra bâkî kalmış "kişilikleri bulamamak, doğru yere bakmadığımız veya doğru yöntemi kullanmadığımız anlamına da gelebilir.



Diğer yandan, insanı var eden ve her şeye gücü yeten bir fail varsa "kişilikler" de beden öldüğünde var olmaya devam edebilir. Çünkü yoktan var olduk ve doğum esnasında bir şeyimiz yoktu. Eğer Allah, Kadîr-i mutlak ise zaten bunu yapabilir, Bu (c.c) için çok basit olmalıdır, Peygamberlere bunu vadetmesi ve insanların peygamberlere gelen vahiy olmadan da öte âleme (Yunanlılarda mesela Elysium, cennet) inanıyor olması, düşnülen bir şeyin düşünülemez bir şeye göre olma olasılığınm daha yüksek olduğunu bize ima eder.




g Parapsikolojik Kanıtlar/Dayanaklar

Mühim olduğunu düşündüğüm ve kitabın da önemli bir konusunu teşkil eden diğer kanıtlar parapsikolojik kanıtlardır. Parapsikolojiden birçok din bilimci/ilahiyatçı hoşlanmaz. Muhtemelen bu, parapsikolojinin bilimsel yönteme geçmeden önce bir dönem ruhçuluk (spiritüalizm) yollarından geçmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Diğer sebep ise parapsikolojik bazı sıra dışı olayların din bilimcilerin elindeki mucize kavramını tehdit etmesidir. Bu arada parapsikoloji derken hangi kapsamdan bahsettiğimizi de açıklamalıyız. Çünkü bu başlıkla ilgili olmayan bilim dışı ne varsa çöplük gibi bunun içine atılmaktadır.



Modern parapsikolojinin kapsamlarından birisi, psi'nin var olup olmadığı ve ölümden sonra bilinç, bellek ve kişiliğin devam edip etmediğinin araştırılmasıdır. Psi; alıcı psi ve verici/etki eden psi olarak iki gruba ayrılır. Alıcı psi; duyular dışı algı, zihin-zihin algısı (telepati), uzaktangörü (remote viewing), zihin-dış dünya algısı olan durugörü (clairvoyance) olarak tanımlanabilir, Verici/ etki eden psi ise zihnin dış dünyaya/madde üzerine etkisi (psikokinezi) olarak tanımlanabilir. Modern parapsikolojinin kapsamı bu alt başlıklarla sınırlıdır ve bu olgular genel olarak "psi olayları" başlığı altında incelenir. Bu olaylar doğaüstü veya normal dışı, mucizevi bir görüngü olarak değil, biyolojik yapımızın henüz bilinmeyen bir yeteneği olarak ele alınmalıdır.



Duyular dışı algılama; bilinen duyu araçlarını ve organlarım kullanmadan bilinen duyuların dışında kalan uzak mekânlardan ve geçmişten yahut gelecekten bilgi edinmektir. Öngörü, önsezi ve önceden bilme ise küçük farklar dışında genel anlamda aynı şeyi ima eder. Öngörü; bilinen beş duyu kullanılmadan hafıza, muhakeme, sonuç çıkarma veya tahmin gibi zihinsel işlemler sonucunda elde edilmemiş, henüz gerçekleşmemiş bir olayın/durumun önceden algılanmasıdır. Bu algılanma uyanık durumda duyular dışı algıyla veya rüyalar esnasında olabilir. Bunlara ek olarak ölümden sonra bilincin devamlılığını telkin eden bedensiz ölü ruhlarla medyumlar aracılığıyla bağlantı kurma (spiritüalizm), ruh göçü ya da tekrardoğuş (reenkarnasyon) kavramı da parapsikoloji kapsamında sayılabilir.



Günümüzde parapsikolojinin bilimsel verilerini -gazete haberleri değil- takip eden bir kişinin öngörü, durugörü, uzaktangörü zihnin madde üzerindeki etkisine inanmaması mümkün değildir. Bu nedenle parapsikolojik kavramlara inanmak inanç sorunu değil, bilgi sorunudur. Konu hakkında birçok bilimsel yöntemli araştırma yapılmıştır ve bu verilerden haberdar olan kişi, parapsikolojinin sunduğu verilere bilimsel bilgi olarak inanır. Parapsikoloji konusunda fanatik şüphecilik de aşırı safça inanış kadar mantıksızdır. Ama artık parapsikoloji, metafizik denilen "fizik ötesi işler" başlığından çıkarılmalı ve yeniden bilim başlığı altında incelenmelidir.



Kuantum fiziğinin söylemleri ile (Schrödinger'in kedisi ve dolaşıklık, vakum, tünelleme gibi) parapsikolojinin söylemleri arasında sihir kokması, gariplik ve sağduyuya aykırılık açısından çok da bir fark yoktur. Hatta kuantum fiziği daha garip söylemlerde bulunur ve bazı açılardan parapsikolojiden bile daha çok sihir kokar.




h. Bilinç ve Niyetin Rastlantısal Süreçlere Etkisi

Bütün teorik tartışmalar bir yana, olasılık içeren kuantum fiziksel süreçler ve olasılık içeren diğer rastlantısal süreçler üzerine bilinçli gözlemcinin/niyetin etkisinin olduğunu ortaya koyan araştırmalar vardır. Hatta deneycinin beklentisinin bile çalışmanın sonucunu değiştirdiğine dair kanıtlar vardır. Tarihsel Olarak bu konuda en sıkı çalışan, yöntem bilimi ve aletleri bugün bile laboratuvarlarda kullanılan kişi fizikçi Helmut Schrnidt'tir.



Kendisi uzun yıllar bilincin/gözlemcinin kuantum mekanik Silik süreçleri üzerinde etkisini araştırmış ve "Belli şartlar altında bilinç veya niyetlenme rastlantısal fiziksel süreçlerle etkileşir" sonucuna varmıştı. Daha sonra değişik laboratuvarlarda da benzer sonuçlar elde edildi. Ancak kuantum fiziğiyle uğraşan geniş kesim tarafından var olan kabullere aykırı olduğu için deneysel bulguları umursanmadı. Bu çalışmaların sonuçlarına göre kuantum nesneleri gözlendiklerinin farkındadır ve davranışlarında niyete göre değişiklik göstermektedir. Bu cümle, genel evren anlayışımız ve nesnellik bakış açımızla derinden çatışır. Hatta bazı kuantum fizikçilerini koltuğundan zıplatabilir. Ama bilim tarihine bakıldığında her devrimci fikrin karşılaştığı direncin aynısının yapıldığı görülecektir. Son 50 yılda, bilincin/ niyetin/gözlemin rastlantısal süreçler üzerinde etkisini araştıran 68 farklı laboratuvarda yapılan 800 kadar çalışma yayınlanmıştır. Bu çalışmaların önemli bir kısmında, gözlemcinin etkisi dikkat çekici şekilde istatistiklere yansımıştır.



Bilinç/niyetin yahut gözlemcinin kuantum mekanik dalga fonksiyonu üzerine etkisini deneysel olarak araştıran yakın zamanlı dört çalışma yapılmıştır. Bunların ilk ikisi York ve Princeton Üniversitelerinde yapıldı ve çift yarık deneyi üzerinde sıradan kişilerin etkisinin olup olmadığı araştırıldı. Üçüncüsünde, kapalı çift yarık sistemi içeren Michelson interferometresi üzerinde meditasyon yapmış kişilerin (bu kelime bazı katı hal fizikçilerini rahatsız edebilir, ancak bilişsel olarak "dikkati yoğunlaştırma ve dikkat verme yeteneği fazla olan kişiler" düşünülmelidir) etkisi araştırıldı. Yakın zamanlı son araştırma ise çift yarık deneyindeki girişim üzerinde meditasyon yapanların etkisi araştırıldı. York Üniversitesi sonucuna göre bilincin/niyetin etkisiyle HeNe Laser girişimi üzerinde sıradan kişilerin istenilen yönde istatistiksel anlamlı etkisi çıkmasa da, istenilen etki yönünde sapma eğilimleri tespit edildi. Princeton deneyinde ise tahmin edilen ve istenilen yönde orta derecede istatistiksel anlamlı sapma sağlandı. Michelson interferometresi kullanılan bu deneyde meditasyon yapan kişilerin çok anlamlı istatistiksel etkisi tespit edilirken kontrol grubunda aynı etki görülmedi. En son Dean Radin'in çalışmasında ise iki metre uzakta oturan katılımcılardan dikkatlerini HeNe Laser'in kullanıldığı çift yarık sistemine vermeleri ve uzaklaştırmaları istendi. Deney, sıkı koşullar altında elektromanyetik etkileşimden ve diğer gürültülerden korumalı şartlarda yapıldı. Sıcaklığın, işitsel geri beslemenin, meditasyon yapmış olmanın etkileri araştırıldı. Dikkati girişim ölçere verme ve uzaklaştırma ile ilişkisi de analiz edildi. Buna göre dikkati deney düzeneğine yönlendirme, önceden meditasyon yapmış olma ve dünyanın global manyetik alanında düşmeyle girişim ölçeri istenilen yönde saptırma anlamlı olarak ilişkili bulundu. Ancak diğer birçok çalışma gibi "katı fizik" topluluğunda tartışılmaya bile gerek duyulmadı. Anlaşılan odur ki bu yeni bilgileri anlayabilecek ve anlatabilecek şekilde, değerler dizisi değişimine şiddetle ihtiyacımız olduğu görülmektedir.



Hem beyin-beyin etkileşimiyle aktarılabilen beyin dalgaları hem de gözlemcinin niyetinin olasılık içeren kuantum süreçlerini etkilemesi; bizim evrenden ayrı bir varlık olmadığımızı, onun bir parçası olduğumuzu, bilmediğimiz yollarla da karşılıklı etkileşimde olduğumuzu göstermektedir. Bu etkileşim, ölümden sonra da aynı etkileşimin devam edebileceğini ima etmektedir.





i. Geçmiş Yaşam Anıları ve Tekrar Doğum Vakaları

Bunun yanında çok tartışmalı olsa da parapsikolojinin incelediği tekrar doğuş vakaları veya bilindik isimlendirmeyle reenkarnasyon vakaları da ölmüş birisinin devam eden zihninin, bilincinin, belleğinin ve hatta kişiliğinin en önemli kanıtlarından birisidir. Bunlar her ne kadar "yeniden doğuşa" inanç gibi bir kabule neden olsa da reenkarnasyon vakalarının neden ve nasıl olduğuna dair tek açıklama bu değildir. Reenkarnasyon (tekrar doğuş vardır) inancı bir yana, kesin olan bir şey var ki bu vakaların çok şüpheci biçimde incelenmiş olanlarından çıkan sonuçlara göre çocukların anlattıkları bilgiler doğrudur ve ölmüş birinin ölümünden sonra elde ettikleri bu bilgiler normal duyularla elde edilmemiştir. Dolayısıyla reenkarnasyon vakalarının iddiasının yanında daha da önemsediğim nokta, ölen kişi açısından, ölümden sonra bir şekilde devam eden kişilik veya bellek kanıtı olabileceğidir. Bu açıklamalara kitabın ilgili kısmında vaka örnekleriyle ayrıntılı olarak değineceğiz.




j. Ölüme Yakın Deneyimler ve Ölüm Döşeği Olayları

Parapsikolojik olarak ölümden sonra devamlılığı düşündüren diğer bir dayanak ise ölüme yakın yahut ölüm eşiği deneyimleridir. Ölüme yakın deneyimler (ÖYD) eskiden parapsikolojinin konusu olsa da artık bilimsel araştırma olarak saygın nöroloji dergilerinde bile bu konu hakkında araştırma yazıları çıkabilmektedir. Tabii amaç, bir beyin durumu olarak ÖYD'yi anlamaktır. ÖYD'ler çok iyi ortaya konmuş ve özellikleri anlaşılmıştır. Ancak alttaki beyin ilişkisini henüz çözdüğümüz söylenemez. Bu kitabın içinde konuyu her yönüyle ayrıntılı bir bölüm olarak ele alacağız.




k. Öte Âlem ile Medyum Bağlantıları

Sahtekârlıklar ve aldatmalar bir yana, medyumların elde ettikleri bilgiler de ilginçtir. Medyumlar değişik şekillerde ölmüş kişilerin ruhlarıyla bağlantı kurduklarını iddia eden hassas alıcılardır. Medyumla ruhsal bağlantılar da ölümden sonra belleğin, kişiliğin, öte âlemdeki devamlılığın bazı kanıtlarını bize vermektedir. Bilginin nasıl elde edildiği veya kaynağı tartışılabilir. Ancak edindikleri bilgiler, normal yollarla elde edilemeyecek bilgileri kapsamaktadır. Gerçekten bu bilgi ölenden arta kalan zihinden mi, yoksa zamanda geçmişe telepatiden mi, başka bir kişinin beyninden mi belirsizdir. Ancak sıkı kontrollü yapılan araştırmalarda medyumların ölmüş kişiye ait bilgileri doğrudan elde edebildikleri gösterilmiştir. Bu kitabın içerisinde medyumların beynini ve elde ettikleri bilgileri içeren geniş bir bölüm bulacaksınız.




Kaynak

Sultan TARLACI, Ölüm'Sözlük, 178-196. sayfa

 


Derleyen

Hakan KAYILI
13.11.2018





Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim