4Müddessir 11-25, 26-30, 36-37, 31-35
Mushafta Bozuntu Yapılan Ayetler
4Müddessir 11-25, 26-30, 36-37, 31-35
Hatalı Çeviri:
11, 12, 13, 14. Tek olarak yaratıp, kendisine geniş servet ve gözü önünde duran oğullar verdiğim, kendisi için (nimetleri önüne) serdikçe serdiğim o kimseyi bana bırak!
15. Üstelik o (nimetlerimi) daha da arttırmamı umuyor.
16. Asla (ummasın)! Çünkü o, bizim âyetlerimize karşı alabildiğine inatçıdır.
17. Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım!
18. Zira o, düşündü taşındı, ölçtü biçti.
19. Canı çıkasıca, ne biçim ölçtü biçti!
20. Sonra, canı çıkasıca tekrar (ölçtü biçti); nasıl ölçtü biçtiyse!
21, 22, 23, 24, 25. Sonra baktı. Sonra kaşlarını çattı, suratını astı. En sonunda, kibirini yenemeyip sırt çevirdi de: «Bu (Kur'an) dedi, olsa olsa (sihirbazlardan öğrenilip) nakledilen bir sihirdir. Bu, insan sözünden başka bir şey değil.»
26. Ben onu sekara (cehenneme) sokacağım.
27. Sen biliyor musun sekar nedir?
28. Hem (bütün bedeni helâk eder, hiçbir şey) bırakmaz, hem (eski hale getirip tekrar azap etmekten) vazgeçmez o.
29. İnsanın derisini kavurur.
30. Üzerinde ondokuz (muhafız melek) vardır.
31. Biz cehennemin işlerine bakmakla ancak melekleri görevlendirmişizdir. Onların sayısını da inkârcılar için sadece bir imtihan (vesilesi) yaptık ki, böylelikle, kendilerine kitap verilenler iyiden iyiye öğrensin, iman edenlerin imanını arttırsın; hem kendilerine kitap verilenler hem müminler şüpheye düşmesinler, kalplerinde hastalık bulunanlar ve kâfirler de: «Allah bu misalle ne demek istemiştir ki?» desinler. İşte Allah böylece, dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini doğru yola eriştirir. Rabbinin ordularını, kendisinden başkası bilmez. Bu ise, insanlık için ancak bir öğüttür.
32. Hayır hayır (öğüt almazlar). Aya andolsun ki,
33. Dönüp gitmekte olan geceye,
34. Ağarmakta olan sabaha andolsun ki,
35, 36, 37. O (cehennem), insanlık için, sizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler için büyük uyarıcı musibetlerden biridir.
Doğru Çeviri:
Necm: 15
11-14Tek olarak yarattığım, kendisine hesapsız bir mal verdiğim, şâhitler olarak oğullar verdiğim, kendisi için alabildiğine imkânlar döşediğim kişiyi Benimle başbaşa bırak!
15Tüm bunlardan sonra hırs ile Benim daha da arttırmamı istiyor. 16Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Şüphesiz o, Bizim âyetlerimize/ alâmetlerimize/ göstergelerimize karşı bir inatçı kesildi. 17Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım. 18-25Şüphesiz o, düşündü ve ölçü koydu. –Artık o mahvoldu. Nasıl bir ölçü koydu! Yine o mahvoldu. Nasıl bir ölçü koydu!– Sonra baktı. Sonra yüzünü buruşturdu, kaşlarını çattı. Sonra, arkasını döndü ve böbürlendi de: “Bu, söylenti hâlinde gelen bir büyüden başka bir şey değil. Bu, beşer sözünden başka bir şey değil” dedi.
26-30, 36, 37Ben, “Kur’ân beşer sözüdür” diyen kimseyi yakında Sekar'a yaslayacağım. Bilir misin nedir Sekar? O, ortada tutmaz, yok da etmez. O, insan/deri için olağanüstü levhalar yapandır/susayandır/uzaktan görünendir/ bir gösterge olandır. Sekar'ın üzerinde beşer için; sizden, öne geçmek/ ilerlemek veya arkaya kalmak/geride kalmak isteyen kişiler için, on dokuz/ nice uyarıcılar vardır.
31Biz, cehennem yârânını da hep melekler yaptık. Sayılarını da, kendilerine Kitap verilen kimseler iyice ve apaçık bilsinler, iman etmiş olan kişilerin imanı artsın, kendilerine Kitap verilmiş olan kimseler ve iman sahipleri kuşkuya düşmesin diye ve de kalplerinde hastalık olan; zihniyeti bozuk kimseler ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kimseler, “Allah bununla neyi kastetti?” desinler diye, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için bir sınamadan başka şey yapmadık. İşte böyle. Allah dilediğini/dileyeni saptırır, dilediğini/dileyeni de kılavuzlar. Rabbinin ordularını da ancak Kendisi bilir. Bu, beşer için bir öğüt verici ve düşündürücüden başka şey değildir.28
32-35Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Elçi'nin durumunu, gitmekte olan cehaleti, başlamış olan toplumsal aydınlanmayı kanıt gösteriyorum29 ki Sekar, gerçekten en büyük şeylerden biridir.
11-14Tek olarak yarattığım, kendisine hesapsız bir mal verdiğim, şâhitler olarak oğullar verdiğim, kendisi için alabildiğine imkânlar döşediğim kişiyi Benimle başbaşa bırak!
On üçüncü ayetin orijinalindeki "شهود şühûd" sözcüğü "شاهد şahid" sözcüğünün çoğuludur. Oğulların tanık oluşu, hepsinin sağ, babalarının yanında ve onun emrinde olmaları demektir. Böyle bir durum, o günün şartlarında kişiler için en büyük güç kaynağıydı.
15Tüm bunlardan sonra hırs ile Benim daha da arttırmamı istiyor. 16Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Şüphesiz o, Bizim âyetlerimize/ alâmetlerimize/ göstergelerimize karşı bir inatçı kesildi. 17Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım. 18-25Şüphesiz o, düşündü ve ölçü koydu. –Artık o mahvoldu. Nasıl bir ölçü koydu! Yine o mahvoldu. Nasıl bir ölçü koydu!– Sonra baktı. Sonra yüzünü buruşturdu, kaşlarını çattı. Sonra, arkasını döndü ve böbürlendi de: “Bu, söylenti hâlinde gelen bir büyüden başka bir şey değil. Bu, beşer sözünden başka bir şey değil” dedi.
Son ayette söz konusu edilen zihinsel eylem tefekkür değil, gelişi güzel fikirdir. Tefekkür fikirden farklıdır. Eğer inkarcı tefekkür edebilseydi böyle yapmazdı. Geleceği ile ilgili inançlar ve prensipler belirledi. İleride Necm suresi işlenirken de açıklanacağı gibi, bu gelişi güzel düşünceler ahiretin yokluğu, eğer varsa bile malı-mülkü ve oğulları sayesinde ondan yakasını kurtarabileceği, hatta en kötü şartlarda nasıl olsa ahirette günahlarının cezasını çektireceği bir kimse satın alabileceği şeklindeki temelsiz planlarıydı.
Alak, Kalem ve Müzzemmil surelerinde mal, mülk ve evlâtlarına güvenerek tağutlaştıkları/azıp sapkınlaştıkları anlatılan sembol kişilikler, benzer nitelikleriyle bu ayetlerde de anlatılmaktadır. İlk vahiy döneminde bu sembol kişiler muhtemelen Velid bin Muğîre, Ebucehil, Abdü’l-Uzza gibi insanlardı. Kur'an bunların isimlerini açık açık vermez, isimleri yerine karakterlerini, sıfatlarını zikrederek uğrayacakları fena akıbeti açıklamakla yetinir. Bu yaklaşım ve konuyu ele alış biçimi, verilen örneğin her zaman, her çağda ve her yerde geçerli olduğunu gösterir. Kısacası, Velid b. Muğîreler, Ebucehiller, Abdü’l-Uzzalar ve bunların grupları, yandaşları, arkadaşları, ortakları ve işbirlikçileri her zaman vardır ve kıyamete kadar da var olacaktır. Uğrayacakları kötü akıbet de hep aynı olacaktır.
Mesajı genel olmakla beraber, yukarıda nitelikleri sayılan kişinin Velid b. Muğîre olduğu kabul edilir. Biyografisine bakıldığında gerçekten de doğduğunda kimsesiz olduğu, hiçbir varlığı olmadığı, sonradan mal-mülk sahibi olduğu, Mekke ile Taif arasında deve ve koyun cinsinden sürülerce hayvanı olduğu, Taif'te yaz-kış meyve veren bahçeleri bulunduğu, ayrıca yedisi Mekke ve beşi Taif doğumlu olmak üzere on iki evlât sahibi olduğu görülür ki, bu özellikleri suredeki anlatıma oldukça uygundur.
11-14. Ayetlerde "Tek olarak yarattığım, kendisine hesapsız bir mal verdiğim, şâhitler olarak oğullar verdiğim, kendisi için alabildiğine imkânlar döşediğim kişiyi Benimle başbaşa bırak!", yani "sen onu bana bırak, onunla uğraşma" denmektedir. Bir başka ifade ile, peygamberimizden uyarının diğer insanlara yapılması istenmektedir. Uyarıya önce kimden başlanacağı daha ilerdeki ayetlerde belirtilecek ve açılım yapılacaktır.
26-30, 36, 37Ben, “Kur’ân beşer sözüdür” diyen kimseyi yakında Sekar'a yaslayacağım. Bilir misin nedir Sekar? O, ortada tutmaz, yok da etmez. O, insan/deri için olağanüstü levhalar yapandır/susayandır/uzaktan görünendir/ bir gösterge olandır. Sekar'ın üzerinde beşer için; sizden, öne geçmek/ ilerlemek veya arkaya kalmak/geride kalmak isteyen kişiler için, on dokuz/ nice uyarıcılar vardır.
Bu ayetler, içerdiği sözcüklerin eş anlamlı oluşu, mecaz anlamlarının da bulunuşu ve Rabbimizin yeni bir anlam yüklemesi sonucu müteşabih kabul edileceğinden doğal olarak tefsir ve meallerde farklı yorumları yapılmıştır. Aynı nedenle gelecekte de farklı yorumların yapılacağı muhtemeldir.
Bize göre bu ayet grubunun farklı şekillerde tevili de mümkündür. Bunun nedeni ayetlerde geçen "beşer, sekar, levvahatün" sözcüklerinin sesteş oluşları ve Rabbimizin Sakar sözcüğüne yeni bir anlam yüklemesidir.
Önce bu sözcüklerin anlam ve delaletlerini tanıtalım:
Sekar
"Sekar"ın kök anlamı "Sıcaklık beyne acı verme" demektir. Nitekim Araplar aşırı sıcaklarda "سقرته الشّمس Sekarethü’ş-şemsü [Güneş onu şiddetle yaktı]" derler. Ayrıca "aşırı sıcak bir gün" anlamına gelen "يوم مسمقر Yevmün müsemkırun" deyiminde de aynı fiilden türetilen "müsemkırun" sözcüğü kullanılır. "Sekar" taşıdığı bu anlamlardan dolayı cehennemin özel isimlerinden birisi olmuştur. Bu sözcük, dişil ve özel bir isimdir. [Lisanü’l Arab, "sgr" mad.]
Levvahatün
Levvahatün sözcüğü de sesteş bir sözcüktür.
"Levvahatün" sözcüğünün kök sözcüğü olan "levh", tahta demektir. Gemiyi oluşturan tahtaların her birisi bu sözcükle ifade edilir. "Levh" sözcüğü ayrıca "şimşek çakması, parlamak, uzaktan görünme, yakıp kavurma, deriyi siyahlaştırma, susamışlık" anlamlarına da gelmektedir. [El Müfredat ve Lisanü’l-Arab; Levh maddeleri]
Kamer suresi 13. ayette Nuh'un gemisindeki tahtalar için çoğul olarak kullanılmıştır. Sözcük ayrıca "ister ağaç cinsinden isterse başka bir nesneden olsun, üzerine yazı yazılan her şey için de kullanılmıştır. Buruc suresi 22. ayetteki "فى لوح محفوظ Fi levhın mahfuz [korunmuş bir levhadadır]" ifadesinde bu anlamıyla yer almıştır.
Öyleyse "levha" sözcüğü, bu günkü ortama göre, yazı yazılan, bilgi saklanan her şey, levha, tablet, parşömen, tablo; çağdaş araçlardan ise ekran, plâk, teyp bandı, CD, disket veya hard disk gibi üzerine kayıt yapılabilen her türlü araç-gereci ifade edebilir. Sözcüğün "Levvâha" şeklindeki kullanılışı ise isimden türetilerek elde edilen ve mübalağa anlamı kazandırılan etken isim kalıbında bir kelimedir ve "fevkalâde levhalar yapan" anlamına gelir.
Sekar sözcüğüne Rabbimiz 28-30. ayetlerde yeni bir anlam yüklemiştir:
"Sekar, üzerine on dokuz konulmuş, beşer için fevkalâde levhalar yapan, sürekli tutmayan, yok da etmeyen bir şeydir." Bu tanıma göre biz bu nesneye bu gün için "Bilgisayar" diyebiliriz.
"Sekar"ın bu anlama da gelebileceği o gün için Araplarca da Peygamberimizce de bilinmemekteydi. Sözcüğün bu anlamını bizzat Rabbimiz belirlemiştir. Bu anlam 27-30. ayetler iyi düşünüldüğünde anlaşılmaktadır. Bu, bugüne kadar gözden kaçırılmış bir husustur.
Kur'an'da aynen "سقر Sekar" gibi anlamları ilk kez bizzat Rabbimiz tarafından belirlenen bir çok sözcük vardır. Meselâ:
"يوم الدّين Yevmiddin", İnfitar 17, 18;
"يوم الفصل Yevmül fasl", Mürselât 14;
"سجّين Siccin", Muttaffifin 8;
"علّيّين Illıyyun", Muttaffifin 19;
"طارق Tarık", Tarık 2;
"عقبة Akabe", Beled 12;
" هاوية Haviye", Karia 10;
"حطمة Hutame", Hümeze 5;
"ليلة القدر Leyletü’l-kadr" [Kadir gecesi] Kadr 1, 3;
"قارعة Karia", Karia suresi 1;
"حاقّة Hâkka", Hâkka suresi 3;
Beşer
"Beşer" sözcüğü "halk, insan" demektir. Tekildir, eril-dişil ayırımı yapılmadan tekil ve çoğul için kullanılır. Anlamı, insanın üzerinde kıl biten yüz, kafa ve vücudunun üst derisidir. [Lisanü’l-Arab, "beşer" mad.]
"Beşer" sözcüğü, "el-beşeretü" sözcüğünün çoğuludur.
Bu açıklamalar doğrultusunda pasajın tevillendirilimiş anlamı (meali), şöyle olmaktadır:
a- 26-30. Ayetler:
"Onu [Kur'an beşer sözüdür diyeni] yakında Sekar'a [cehenneme] yaslayacağım. Bilir misin, nedir Sekar [cehennem]? O (Sekar/cehennem), bırakmaz (baki kılmaz) ve de terk etmez (yok etmez). O [sekar/cehennem], deriler için yakıp kavurandır. Onun [Sekar'ın/cehennemin] üzerinedir on dokuz."
Bu ifadeler cehennemi ve cehennemdeki azabı anlatmaktadır. Buna benzer cehennem tasvirleri aşağıdaki ayetlerde de görülmektedir:
* En mutsuz olacak olan kişi de ondan kaçınacaktır. O kişi, en büyük ateşe yaslanacaktır. Sonra onun içinde ne ölecek ne de hayat bulacaktır. [A'la 11-13]
* Şüphesiz ki âyetlerimize inanmamış şu kişileri Biz, yakında ateşe atacağız. Derileri piştikçe, azabı tatsınlar diye, derilerini başka deriler ile değiştireceğiz. Şüphesiz Allah, çok güçlüdür, en iyi yasa koyandır. [Nisa/56]
b- 26- 30. Ayetler:
"Onu [Kur'an beşer sözüdür diyeni] yakında Sekar'a yaslayacağım [bilgisayarla yüzyüze getireceğim]. Bilir misin nedir Sekar [bilgisayar]? O [Sekar/bilgisayar], bırakmaz [baki kılmaz] ve de terk etmez [yok etmez]. O, beşer [insan] için fevkalâde levhalar yapandır. Onun [Sekar'ın/bilgisayarın] üzerinedir on dokuz."
Levhaları/tabloları insanlar için sağlayan, sürekli göstermeyen ama yok da etmeyip hafızasında saklayan şey "Bilgisayar"; bilgisayar üzerindeki "On Dokuz" ise Kur'an'ın 19 sayısı ile şifrelenişi olabilir.
Bu durumda pasajdan şöyle bir anlam çıkarmak mümkün hale gelir:
"Kur'an'a beşer sözü diyenler, yakında üzerine on dokuz konulmuş, beşer için fevkalâde levhalar yapan, sürekli tutmayan, yok da etmeyen Sekar denilen şeyle tanışacaklar. Baksınlar, düşünsünler bakalım, Kur'an beşer sözü olabilir mi?"
İşte, 26. ayette "yakında" diye ifade edilen gün gelmiş ve insanlar bilgisayarı bulmuştur. Bilgisayarla birlikte Kur'an'la ilgili 19 mucizesi gündeme gelmiştir. Bu öyle bir mucizedir ki, bir beşer tarafından becerilme ihtimali matematiksel olarak imkânsızdır.
Beşer, Sekar ve Levvâha sözcükleriyle surede birkaç kez cinas sanatı yapılmıştır. Cinas, edebiyat terimi olarak manaları farklı, yazılış ve söylenişleri aynı veya benzer olan iki veya daha fazla kelimenin nazım veya nesirde bir arada kullanılmasıdır. Cinasın faydası muhatapta dinleme arzusu uyandırmasıdır.
"Levh" sözcüğünün diğer anlamları dikkate alındığında 29. ayet aşağıdaki anlamlar ile de açıklanabilir:
1-Beşere susamış
2-Beşere uzaktan görünen
3-Beşer için bir gösterge
c- Sekar vicdan azabıdır. Paragrafta yapılan tanımlamalar, insan hafızasını ve insanın vicdan azabı çekişini bildirmektedir. Ki Rabbimiz, Kur’an’ın hak kitap olduğunu kabul etmeyenlerin ruh hallerini bize açıklamıştır:
Hıcr: 2 Zaman zaman kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kişiler, ‘Keşke Müslüman olsaydık!’ temennisinde bulunacaklar.
12Böylece Biz Kur’ân'ı, suçluların kalplerine sokarız.
200,201Böylece onu günahkârların kalplerine soktuk. Onlar acıklı azabı görünceye kadar ona iman etmezler. [Şuara/200,201]
Bu ayet grularında, kâfirlerin Kur’an karşısındaki akılsız ve inatçı tutumları ile akıbetleri bildirilmektedir. Bu şüpheci akılsızlar her ne kadar tehdit edildikleri azabın hemen getirilmesini isteyerek inanmaz görünseler de, kafalarının içinde daima bir "acaba?" taşımaktadırlar. Yani, görünüşte inanmaz bir tavır sergileseler de, içlerinden "Ya doğruysa, ya varsa?" diye şüpheye düşmekte ve huzursuz olmaktadırlar:
Bu nedenle, Şuara/200’deki "Böylece onu günahkârların kalplerine soktuk" ifadesini şu şekilde takdir etmek mümkündür: "Biz Kur’an’ı kendi dillerinde indirmek suretiyle gayet iyi anlaşılır kılmakla onların kalplerine öyle bir soktuk ki..."
Bu ayetlerde, o günün zorlu kâfirlerinin gün gelip pişman olacakları bildirilmektedir. Bu pişmanlıkları ölüm anındaki ve ahiretteki pişmanlıkları değil, dünyadaki pişmanlıklarıdır. Çünkü her ne kadar inanmamış olsalar bile, Allah’ın afak ve enfüsteki ayetlere dikkat çekerek bu mucizeleri Kur’an ile âdeta tüm gözlere sokması karşısında zaman zaman "Keşke ben de müslüman olsaymışım!" diye temennide bulunmaktadırlar.
Gerçekten de Kur’an’ın etkin mesajının ciğerlerine işlemesi sonucu sürekli tedirgin olan Mekkeli müşriklerin birçoğu, hicretten önce veya sonra pişman olmuşlardır.
İnkarcıların dünyada duyacakları bu pişmanlıktan başka, ölüm anındaki ve ahiretteki pişmanlıkları da birçok ayette konu edilmiştir:
44,45Ve sen insanları, azabın geleceği gün ile uyar. Artık şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseler, "Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir süreye kadar ertele de senin davetine uyalım ve elçilere tâbi olalım." derler. –Daha önce siz, sizin için bitişin/tükenişin/yok oluşun olmadığına dair yemin etmemiş miydiniz? Hem siz, şirk koşarak kendilerine haksızlık edenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl yaptığımız size apaçık belli olmuştu. Ve size örnekler de vermiştik.– [İbrahim/44, 45]
Kâfirlerin pişman olacaklarını bildiren bu ayetler, sıkıntı içinde yüzen müminler için de kâfirlerin baskılarından kurtulacakları ve küfre karşı galip gelecekleri anlamına gelmesi sebebiyle bir müjde niteliğindedir.
On Dokuz
"On dokuz" ifadesine gelince: Kimine göre bu rakam cehennemdeki görevli meleklerin [zebanilerin] sayısıdır. Kimine göre haftanın yedi günü ve senenin on iki ayı [7+12] olmak üzere azaptaki sürekliliğin anlatımıdır. Kimine göre "on" sayısı, "0n, yirmi, otuz, ..." gibi gurupların ilkidir; "dokuz" sayısı da sıra sayıların sonuncusudur. Bunlar çokluktan kinaye olarak kullanılırlar.
Resmi mushaftaki 30 ayetteki "on dokuz" ifadesi, Kur’an üzerinde on dokuz var" şeklinde anlaşılınca, bazı insanlar Kur’an üzerinde matematiksel özellikler arama cihetine gitmişlerdir. Yapılan araştırmalar sonucunda şaşırtıcı matematiksel özellikler, uyumlar ve ilişkiler ortaya çıkmıştır.
Örneğin:
Ayların sayısının 12 olduğunu bildiren Kur'an’da "ay" anlamına gelen "شهر şehr" kelimesi de 12 defa tekrarlanmaktadır.
Dünya etrafındaki eliptik turunu 27 günde tamamlayan Ay, Arapçadaki karşılığı olan "قمر Kamer" ismiyle Kur’an’da tam 27 defa geçmektedir.
Gün anlamına gelen "يوم yevm" kelimesi Kur’an’da 365 defa, "günler" anlamına gelen "يومين yevmeyn" ve "ايّام eyyam" kelimeleri ise 30 defa tekrarlanmaktadır. Bu sayılar, Dünya'nın Güneş etrafındaki bir turunda geçen 365,25 gün sayısının ve Ay takvimindeki bir aya karşılık gelen 29,53 gün sayısının yuvarlanmış hâline eşittir.
Sıcak-soğuk, dünya-ahiret, ümit-korku, sıkıntı-huzur, adalet-zulüm, yarar-zarar gibi bazı zıt anlamlı kelimeler de Kur'an'da eşit sayılarda tekrarlanmıştır.
Yıl anlamına gelen "sene" kelimesi, Kur’an’da tekil haliyle 7, çoğul hâliyle 12 kez olmak üzere toplam 19 defa tekrarlanmıştır. Bu rakam, Güneş, Dünya ve Ay'ın aynı hizaya geldiği ve "Meton Devri" ya da "Ay Çevrimi" adı verilen bir dönemdeki yıl sayısı olan 19'a eşittir. 19 yıllık bu dönemde, ay takvimine göre 355 gün süren 7 artık yıl ve 354 gün süren 12 tam yıl vardır. Bunlara ilâve olarak Kur'an'da Güneş ve Ay'ın aynı ayette zikredildiği ayet sayısı da 19'dur.
Bilgisayar yardımıyla yapılan bu tarz araştırmalar, Kur'an tarafından dikkat çekilen 19 sayısı üzerinde de yoğunlaştırılmış, 19 rakamına dayalı pek çok örnek tespit edilmiştir. Bu örnekler birçok eserde detaylı olarak yer almış durumdadır.
Matematik bilimcileri, Kur'an'ın kelime yapıları, harf sayıları ve harf gruplarından yola çıkarak Kur’an’da matematiksel birçok olağanüstü yapılar ve kurgular tespit etmişlerdir. Bu tespitler, geçmişteki "Hurufîlik" ve "Batınîlik" ekollerinin bu meseleye yaklaşımlarından farklıdır. Bilindiği gibi Hurufiler ve Batıniler, ayetlerin gerçek anlamından uzaklaşıp ayetlerden kendi sistemlerine göre anlam çıkarmaya uğraşırlar; ayetlerin zahiri/açık anlamlarına itibar etmezler.
Bu özellikler itibariyle de, Bakara suresinin 23 ve 24; Yunus suresinin 38; Hud suresinin 13; İsra suresinin 88 ve Tur suresinin 33, 34. ayetlerindeki "Kur'an'ın bir tek suresinin bile asla benzerinin meydana getirilemeyeceği" hakkındaki iddia, kimsenin itiraz edemeyeceği matematiksel bir ispata dönüşmüştür. Böylece Hicr suresinin 9. ayetinde verilen "Kur'an'ın korunduğu" hakkındaki ilahi teminatın mahiyeti de anlaşılmış olmaktadır. Buna göre Kur'an matematiksel bir sisteme sahiptir ve en ufak bir tahrif girişimi bile sistemi bozmakta, bu nedenle de derhal fark edilmektedir. Bilgisayar yardımıyla bile olsa sistemin bir insan tarafından plânlanması mümkün olmadığı gibi, girişilebilecek herhangi bir tahrif işlemiyle yeni ve sahte bir sistemin kurulması da imkânsızdır.
Bu açıklamalardan sonra bu pasajla ilgili olarak şunu da diyebiliriz ki, Arapça dilbilgisi kurallarına göre ismi adetlerin (sayıların), mâdudunun da sayıyla birlikte verilmesi gerekir. Ama "ondokuz" ifadesinin devamında teknik olarak "ondokuz ifadesinin mâdudu bulunmamaktadır. 31. Ayetin teknik özellikleri dikkate alındığında bu ayetin Medeni olduğu, bu ayetin buraya sehven veya kasıtlı tertip edildiği de anlaşılır. Surenin devamına göz atıldığında, otuz altıncı ayetin teknik olarak otuzuncu ayetin devamı olduğu yani 30. ayetteki ismi adedin (on dokuz) madudu; temyizi olduğu görülür.
Bu durumda paragrafın tertibi "Sekar'ın üzerinde, beşer için; sizden, öne geçmek/ilerlemek veya arkaya kalmak/geride kalmak isteyen kişiler için, on dokuz uyarıcı vardır" şeklinde olacaktır. Bizim kanaatimiz de bu yöndedir. Bu açıklamadan sonra Kur’an erlerini, Kur’an’daki "ondokuz uyarıcı"yı tespit etmeye davet ediyoruz. Bir de "on dokuz" sayısının çokluktan kinaye olduğu kabulünden hareketle "Sekar'ın üzerinde, beşer için; sizden, öne geçmek/ilerlemek veya arkaya kalmak/geride kalmak isteyen kişiler için, nice uyarıclar vardır" anlamı elde edilecektir.
26-30,36,37Ben, "Kur’ân beşer sözüdür" diyen kimseyi yakında Sekar'a yaslayacağım. Bilir misin nedir Sekar? O, ortada tutmaz, yok da etmez. O, insan/deri için olağanüstü levhalar yapandır/susayandır/uzaktan görünendir/bir gösterge olandır. Sekar'ın üzerinde beşer için; sizden, öne geçmek/ilerlemek veya arkaya kalmak/geride kalmak isteyen kişiler için, on dokuz/nice uyarıcılar vardır.
37. ayet ise, insanların tam bir inanç ve fikir özgürlüğüne sahip kılındığını ifade etmektedir. Buna göre her insan kendi değer yargıları doğrultusunda iyiyi veya kötüyü seçme özgürlüğüne sahiptir. Kur’an iyinin ve kötünün gerçek kriterlerini vererek Allah nezdindeki iyiyi ve kötüyü tanıtmakta, tercihi insana bırakmaktadır. Ne var ki, insanlar bazen Kur'an tarafından kötü olarak tanıtılan iş ve davranışları kendi değer yargılarına göre kötü saymamakta, Allah’a göre iyi olanı değil, kendi yargılarına göre iyi olanı seçmektedirler.
Ahiret hayatı, deney ve gözlem laboratuarına sokularak ispatlanacak bir olgu değildir. Kıyamet ve ahiret halleri tamamen gaybla ilgili konulardır. Bu konudaki bilgilerimizin kaynağı Allah’ın peygamberlerine vahyettiği kitaplardır. Bu nedenle ahirete inanmayan kişiye onu ispatlamak mümkün değildir. Öncelikle kişinin kendi akıl ve vicdanının sesine kulak vermesi, Allah'a ve Allah'ın peygamberler gönderdiğine inanması gerekir. Bununla birlikte Kur'an, insanı ahiretin gerçekliğine yöneltecek gayet ikna edici deliller ileri sürmektedir. Bu deliller tamamen insan aklına hitap etmektedir. Yukarıda mealleri verilen 32-37. ayetler bu tür ayetlerdendir. Bu konuda ayrıca şu ayetlere de bakılabilir: Mümin 57; Ahkâf 33; Ya Sin 78-82; Rum 19; Bakara 28; Kıyamet 36-40; En'âm 60, 95; Müminun 115; Kalem 35, 36; Casiye 21, 22; Teğabün 7.
Bu ayetlerde çok canlı sahneler anlatılmaktadır.
31Biz, cehennem yârânını da hep melekler yaptık. Sayılarını da, kendilerine Kitap verilen kimseler iyice ve apaçık bilsinler, iman etmiş olan kişilerin imanı artsın, kendilerine Kitap verilmiş olan kimseler ve iman sahipleri kuşkuya düşmesin diye ve de kalplerinde hastalık olan; zihniyeti bozuk kimseler ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kimseler, “Allah bununla neyi kastetti?” desinler diye, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için bir sınamadan başka şey yapmadık. İşte böyle. Allah dilediğini/dileyeni saptırır, dilediğini/dileyeni de kılavuzlar. Rabbinin ordularını da ancak Kendisi bilir. Bu, beşer için bir öğüt verici ve düşündürücüden başka şey değildir.
Resmi Mushaf'a göre 31. âyetin –içerik ve yapısal yönden– bu pasaja ait olmadığı açıktır. Mushaf'ı düzenleyen heyetin duyarsızlığından burada tertip edildiği kanaatindeyiz. Resmi Mushaf'taki Âl-i İmrân/7 ve Bakara/26-27. âyetler ile aynı konuyu içeren bu âyetin gerçek yerini kesin olarak henüz tesbit edemedik. O nedenle burada bu âyeti bağımsız bir necm; 15. necm olarak sunmuşduk. Âyetin ön ve arkayla alakası yoktur.
Bu ayet ile Kur'an ayetlerinin bir kısmının birden çok anlam taşıyan ayetler olacağı mesajı verilmektedir. Bu ayetler, tevilleri zamanla uzmanları tarafından yapılacak olan, uzman olmayanların ise "Rabbimizin bu ayetinde mutlaka bir hikmet var" diye teslimiyet gösterecekleri müteşabih ayetlerdir (Âl-i Imran 7 ve Zümer 23) Yukarıdaki ayette ifade edilen hususlar, İsra; 60 ve Bakara; 26, 27'de de söz konusudur.
"Melek" kavramı ile ilgili geniş açıklama, inşallah Necm ve Kadr surelerinde yer alacaktır. Yine "Allah dilediğini/dileyeni saptırır, dilediğini/dileyeni de doğruya ve güzele kılavuzlar" ifadesi ile ilgili detay Tekvir suresinin 28 ve 29. ayetlerinin tahlilinde verilecektir.
32-35Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Elçi'nin durumunu, gitmekte olan cehaleti, başlamış olan toplumsal aydınlanmayı kanıt gösteriyorum ki Sekar, gerçekten en büyük şeylerden biridir.
32-34. ayetlerin lafzı manaları; gece ile gündüz ve gerekse de Güneş ile Ay, kasem cümlesindeki cevabın referansı olma açısından mümkün olmadığından, bu sözcükler mecazi anlamlarıyla meallendirilmişlerdir.*
28 Bu âyetler müteşâbih kabul edilmiş ve doğal olarak Tefsir ve Meallerde farklı yorumları yapılmıştır. Aynı nedenle gelecekte de farklı yorumların yapılacağı muhtemeldir. Âyette geçen beşer, sekar, levvahatün sözcükleri, sesteş sözcüklerdir. Beşer, sekar ve levvâha sözcükleriyle sûrede birkaç kez cinas sanatı yapılmıştır. Sekar'ın kök anlamı, “sıcaklığın beyne acı vermesi”dir. Sekar, taşıdığı bu anlamlardan dolayı cehennemin özel isimlerinden biri olmuştur. Ama paragrafta Rabbimiz, “Bilir misin nedir Sekar?” buyurarak toplumun bildiği anlamı kastetmediğini, bununla başka bir şey anlattığını göstermiştir. Ki buna benzer örnekler çoktur. Demek oluyor ki sekar sözcüğüne Rabbimiz burada (15. necmde) yeni bir anlam yüklemiştir: “Sekar, üzerine “on dokuz” konulmuş, beşer için fevkalâde levhalar yapan, sürekli tutmayan, yok da etmeyen bir şeydir.” Ve Kur’ân'ın beşer sözü olduğunu ileri süren küstahlar “sekar”la yüzleşecekler ve sekar sayesinde Kur’ân'ın beşer sözü olmadığını kabulleneceklerdir. Beşer sözcüğü, “halk, insan” demek olduğu gibi, insanın üzerinde kıl biten yüz, kafa ve vücudunun üst derisi” anlamına da gelir. Sesteş bir sözcük olan levvahatün'ün kök sözcüğü olan levh, “tahta” anlamının yanısıra, “şimşek çakması, parlamak, uzaktan görünme, yakıp kavurma, deriyi siyahlaştırma, susamışlık” anlamlarına da gelmektedir. Okurlarımız sözcüklerin bu anlamlarından hareketle değişik anlamlar çıkarıp anlayış seviyelerine göre birini kabullenebilirler.
Pasajdaki, Resmi Mushaf'a göre 31. âyetin –içerik ve yapısal yönden– bu pasaja ait olmadığı açıktır. Mushaf'ı düzenleyen heyetin duyarsızlığından burada tertip edildiği kanaatindeyiz. Resmi Mushaf'taki Âl-i İmrân/7 ve Bakara/26-27. âyetler ile aynı konuyu içeren bu âyetin gerçek yerini kesin olarak henüz tesbit edemedik. O nedenle burada bu âyeti bağımsız bir necm; 15. necm olarak sunmuşduk. Âyetin ön ve arkayla alakası yoktur.
29 Bu paragrafta, Kur’ân'ın beşer sözcüğü olmadığına bir başka kanıt daha verilip sekar'ın değerine değinilmektedir. Âyetlerdeki sözcüklerin “hakikat” manası, “Hayır, hayır! Andolsun Ay'a, sırtını döndüğünde geceye; ağarıp ışıdığında sabaha, kasem olsun ki o [sekar], beşer için; sizden, öne geçmek/ilerlemek veya arkaya kalmak/geride kalmak isteyen kişiler için bir uyarıcı olarak gerçekten en büyük şeylerden biridir” şeklindedir. İleriki sûrelerde görüleceği üzere, kamer [ay] sözcüğü, mecâzen “Elçi'yi”, gece sözcüğü “cehaleti”; sabah sözcüğü de “toplumsal aydınlanma”yı ifâde etmektedir. O nedenle, burada doğrudan doğruya mecâz anlamını Mealde gösterdik. Paragrafta açıkça, Elçi Muhammed'in kapasitesi, Kur’ân'ın topluma yaptığı etki; cehaleti ortadan kaldırması, toplumsal aydınlığı getirmesi dikkate alındığında, Kur’ân'ın beşer sözü olmadığı kesinlikle anlaşılır. Sekar da bunu bir başka açıdan isbatlamaktadır.
*İşte Kuran, Müddessir Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz