• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

48Neml Suresi 59-70, 73-75




Mushafta Bozuntu Yapılan Ayetler


48Neml Suresi 59-70, 73-75


Hatalı Çeviri:
59. (Resûlüm!) De ki: Hamd olsun Allah'a, selam olsun seçkin kıldığı kullarına. Allah mı daha hayırlı, yoksa O'na koştukları ortaklar mı?

60. (Onlar mı hayırlı) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? O suyla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah'tan başka bir tanrı mı var! Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur.

61. (Onlar mı hayırlı) yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, aralarından (yer altından ve üstünden) nehirler akıtan, arz için sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Doğrusu onların çoğu (hakikatleri) bilmiyorlar.

62. (Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz!

63. (Onlar mı hayırlı) yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Allah, onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir.

64. (Onlar mı hayırlı) yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem yerden rızıklandıran mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! De ki: Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilinizi getirin!

65. De ki: Göklerde ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Ve onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.

66. Hayır; onların ahiret hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır. Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da ötesinde, onlar ahiretten yana kördürler.

67. İnkârcılar dediler ki: Sahi, biz ve atalarımız, toprak olduktan sonra, gerçekten (diriltilip) çıkarılacak mıyız?

68. Andolsun ki, bu tehdit bize yapıldığı gibi, daha önce atalarımıza da yapılmıştır. Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.

69. De ki: Yeryüzünde gezin de, günahkârların âkıbeti nice oldu, görün!

70. (Resûlüm!) Onların yüzünden tasalanma, kurmakta oldukları tuzaklardan ötürü sıkıntı duyma.

71. Onlar: Eğer doğru sözlü iseniz (söyleyin bakalım) bu tehdit ne zaman gerçekleşecek? derler.

72. De ki: Çabucak gelmesini istediğiniz şeyin (azabın) bir kısmı herhalde yakında başınıza gelecektir.

73. Şüphesiz Rabbin, insanlara karşı lütuf sahibidir; fakat insanların çoğu şükretmezler.

74. Rabbin elbette onların kalplerinin gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir.

75. Gökte ve yerde göze görünmeyen hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta (levh-i mahfuzda) bulunmasın.



Doğru Çeviri:

Necm: 146

59De ki: “Tüm övgüler, Allah'a mahsustur; başkası övülemez. Esenlik, güvenlik de seçip arı-duru hâle getirdiği kullarınadır. Allah mı hayırlıdır, yoksa onların ortak koştuğu şeyler mi?”

60Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da gökleri ve yeryüzünü oluşturan, gökten sizin için su indiren mi? Sonra da Biz onunla, bir ağacını bile bitirmenizin söz konusu olmadığı güzel güzel bahçeler bitirmişizdir. Allah'la beraber başka bir ilâh mı var! Aksine onlar şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına işte devam eden bir toplumdur.

61Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da yeryüzünü barınak yapan, aralarında nehirler oluşturan, onun için sabit dağlar koyan ve iki deniz arasına engel koyan mı? Allah ile beraber bir ilâh mı var? Tam tersi onların çoğu bilmiyorlar.

62Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da Kendine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık veren ve kötülüğü gideren, sizi yeryüzünün halifeleri yapan mı? Allah'ın yanında başka bir ilâh mı var? Çok az düşünüyorsunuz!

63Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da karanın ve denizin karanlıkları içinde size kılavuz olan, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah ile beraber bir ilâh mı var? Allah onların koştukları ortaklardan çok yücedir.

64Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da önce oluşturmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan ve sizi hem gökten, hem yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber başka bir ilâh mı var? De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, kesin delilinizi getiriniz!”

65De ki: “Gaybi; göklerde ve yerde görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği Allah'tan başka kimse bilmez. Ve onlar, ne zaman diriltileceklerinin bilincine varmazlar.

66Aslında onların âhiret hakkında bilgileri art arda gelmektedir. Fakat onlar bundan bir kesin olmayan, eksik bilgi içindedirler. Daha doğrusu onlar bundan kördürler.

67,68Şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kimseler de, “Biz ve atalarımız toprak olduktan sonra mı gerçekten biz mi dirilip çıkartılacağız. Andolsun, bu azap ve dirilme tehdidi, bize ve daha önce atalarımıza tehdit olarak söz verilmişti. Bu, ancak geçmişlerin uydurma masallarından başka bir şey değildir” dediler.

69De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da suçluların sonlarının nasıl olduğuna bir bakın!”

–70Sen onlara karşı hüzne de kapılma ve onların kurmakta oldukları tuzaklardan dolayı da sıkıntı içinde olma!

73Ve hiç şüphesiz, senin Rabbin, insanlara karşı büyük armağan sahibidir, velâkin onların çoğu sahip olduklarının karşılığını ödemiyorlar. 74Ve şüphesiz ki, senin Rabbin, onların göğüslerinin gizli tutmakta olduklarını ve açığa vurduklarını kesin olarak bilmektedir.

75Ve gökte ve yerde gizli olan hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta olmasın.


59De ki: “Tüm övgüler, Allah'a mahsustur; başkası övülemez. Esenlik, güvenlik de seçip arı-duru hâle getirdiği kullarınadır. Allah mı hayırlıdır, yoksa onların ortak koştuğu şeyler mi?”


Azabın kötüsüne lâyık olan inkârcılardan örnekler verildikten sonra, bu ayette de Mekkelilerin şahsında bütün insanlığa mesaj verilmektedir. Bu mesaj, tüm övgülerin Allah’a mahsus olduğu ve selâmın da başta elçiler olmak üzere Allah’ın seçtiği kullara olacağıdır. Bu mesajla Allah dışında hiç kimsenin, hiçbir şeyin övülmeye değer bir yanının bulunmadığı; Allah’ın seçtiği ve güvenliğini sağladığı elçiye Allah dışında hiçbir şeyin zarar veremeyeceği vurgulanmıştır. "Hamd"in Allah’a özgü olduğu ve elçilerin selâmette olduğu başka ayetlerde de belirtilmiştir:

181Ve selâm, gönderilen elçileredir! [Saffat/181]

Ayrıca Saffat/79, 109, 120 ve 130. ayetler.

Bu mesaj verildikten sonra da ayetin son bölümünde insanlara akıllarını kullanarak Allah mı, yoksa müşriklerin Allah’a ortak koştukları mı daha yararlıdır diye mukayese etmeleri emredilmektedir. Bu soru cümlesinin asıl muhatabı müşrikler olup Allah’ın mı yoksa taptıkları tanrıların mı daha hayırlı olduğu hususunda düşünmeye sevk edilmeleri amaçlanmaktadır. Çünkü hiç kimsenin az da olsa hayır görmediği bir işi yapmayacağında şüphe yoktur. Müşriklerin Allah yerine kendi tanrılarına yalvarmaları ve adaklar sunmaları, o tanrılarda hayır bulunduğuna boş yere inanmalarından kaynaklanmaktadır. Buna inanmamış olsalardı, yaptıkları işler kendilerine de manasız ve saçma gelirdi.

Ayrıca Allah ile kendi tanrıları arasında bir mukayese yapmalarının istenmesi, söz konusu müşriklerin Allah’ı tanıyıp bildiklerini de göstermektedir:

9Ve hiç kuşkusuz eğer sen onlara: "Gökleri ve yeri kim oluşturdu?" diye sorsan, kesinlikle: "Onları en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan, çok iyi bilen oluşturdu" diyeceklerdir. [Zühruf/9]

87Yine andolsun ki, onlara kendilerini kimin oluşturduğunu sorsan, kesinlikle: "Allah" derler. O hâlde nasıl çevriliyorlar! [Zühruf/87]

63Ve andolsun, eğer onlara sorsan: "Kim gökten suyu indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti?" Kesinlikle, "Allah" diyeceklerdir. De ki: "Tüm övgüler, Allah'a özgüdür; başkası övülemez." Tersine onların çoğu akıllarını kullanmazlar. [Ankebut/63]



60Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da gökleri ve yeryüzünü oluşturan, gökten sizin için su indiren mi? Sonra da Biz onunla, bir ağacını bile bitirmenizin söz konusu olmadığı güzel güzel bahçeler bitirmişizdir. Allah'la beraber başka bir ilâh mı var! Aksine onlar şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına işte devam eden bir toplumdur.

61Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da yeryüzünü barınak yapan, aralarında nehirler oluşturan, onun için sabit dağlar koyan ve iki deniz arasına engel koyan mı? Allah ile beraber bir ilâh mı var? Tam tersi onların çoğu bilmiyorlar.

62Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da Kendine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık veren ve kötülüğü gideren, sizi yeryüzünün halifeleri yapan mı? Allah'ın yanında başka bir ilâh mı var? Çok az düşünüyorsunuz!

63Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da karanın ve denizin karanlıkları içinde size kılavuz olan, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah ile beraber bir ilâh mı var? Allah onların koştukları ortaklardan çok yücedir.

64Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da önce oluşturmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan ve sizi hem gökten, hem yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber başka bir ilâh mı var? De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, kesin delilinizi getiriniz!”


60–64. Ayetler:

Bir önceki ayette müşriklerden mukayese yapmasını isteyen Rabbimiz, bu ayet grubunda da afak ve enfüsteki [dış ve iç dünyadaki] birçok mucizesine işaret etmiş ve her biri bin mucize içeren bu ayetlerle sanki müşriklere mukayesenin nasıl yapılacağı konusunda yol göstermiştir.

Bu ayet grubuyla ilgili olarak Merhum Mevdudi’nin Rabbimizin afak ve enfüsteki mucizeleri hakkında yaptığı yol gösterici nitelikteki tespitlerini aşağıda naklediyoruz:

Sayısız ve çeşitli mahlûkat türünün yerküresi üzerinde bulunması ve yaşaması basit bir olay değildir. İnsan, yerkürede tesis edilmiş olan bu hakîmâne uyum ve koordinasyonu tetkik ederse, sadece hayrette kalır ve bu fevkalâde uyum, ilişki ve oranların ancak Alîm, Hakîm ve Kadir-i Mutlak olan bir Tanrı'nın yaratıp düzenleyebileceği hissini duyar ve kabul eder. Üzerinde yaşadığımız yerküre, uzay boşluğunda çok hassas bir hareketle seyrediyor. Hareketinde henüz herhangi bir sarsıntı ve sapma görülmemiştir. Dünyanın bu hareketinde şayet depremler esnasında gördüğümüz cinsten en ufak bir sarsıntı olmuş olsaydı, gezegenimizde hayat olamazdı. Son derece hassas bir biçimde bu küre hem kendi hem de güneş etrafında düzenli olarak dönüyor. Kendi etrafında dönmesi ve dolayısıyla her yüzünün düzenli olarak güneşi görmesi veya görmemesi, gece ve gündüzün oluşmasına sebep olur. Dünyanın bir yüzü sürekli olarak güneşe bakmış olsa, diğer cephesi de hiç güneş almamış olsaydı, bu ikinci yüzünde hiç hayat bulunmaz ve yaşamak mümkün olmazdı. Çünkü devamlı güneş alan kısmı, hiçbir canlının yaşamasına elverişli olmayacak şekilde kururdu. Bunun aksine sürekli karanlıkta kalan yüzünde ise, canlı denecek bir şeyin yaşamasına imkân vermeyecek derecede dondurucu soğuk hüküm sürmüş olurdu. Üstünde yaşadığımız yerküresini, milyonlarca meteorun sürekli bombardımanına karşı koruyan beş yüz mil kalınlığında bir atmosfer tabakası çevreler. Aksi halde, saniyede otuz mil hızla dünyaya doğru fırlamakta olan ortalama yirmi milyon meteor, dünyayı, üzerinde insan, hayvan ve bitki türünden hiçbir canlının yaşamasına müsait olmayacak derecede tahrip etmiş olurdu. Yine aynı atmosfer tabakası hava ısısını ayarlar, okyanuslardaki suların buharlaşmasından meydana gelen yağmur bulutlarının yukarılara doğru yükselmesini temin eder, dünyanın çeşitli yerlerine bu yağmur bulutlarını taşır ve insan, hayvan ve bitki hayatı için lüzumlu çeşitli gazları sağlar.

Atmosfersiz dünya hiçbir canlı varlık için yaşamaya uygun bir yer değildir. Aynı şekilde, bu tabiî kaynakların bulunmadığı yerlerde toprak hiçbir canlıyı besleyemez. Yeryüzünde okyanus, nehir, kaynak, yeraltı su rezervleri ve eriyip çaylar şeklinde akan dağlar üzerindeki karlar halinde bol miktarda su depolanmış bulunuyor. Bu şekilde bir su düzenlemesi olmasaydı yeryüzünde hayat olmazdı.

Yerküresine, üstünde bulunan su, hava ve çevresindeki şeyleri kendisine doğru cezbeden uygun bir çekim gücü ihsan edilmiştir. Bu çekim gücü şayet normalden biraz daha az olsaydı, hava ve suyun yer küresinden ayrılıp uzay boşluğuna doğru akışı durdurulamazdı. Yine yer küresindeki ısı şimdikinden fazla olmuş olsaydı, hayatın devamı oldukça zorlaşmış olurdu. Diğer yandan, yerçekimi kuvveti normalden biraz daha fazla olsaydı, atmosfer daha yoğun olmuş olacak, neticede basınç yükselmiş, buharlaşma zorlaşmış ve dolayısıyla yağmur yağması imkansız hale gelmiş olacaktı; soğuklar artmış ve yeryüzünün oturulabilir yerleri daha da azalmış olacaktı; insan ve hayvanlar hacim bakımından daha küçük, buna mukabil daha ağır hale gelmiş olacaklardı. Bu durumda hareket kabiliyetleri de iyice azalmış olacaktı.

Ayrıca yerküresi güneşten, üzerinde insan ve canlıların yaşamasına elverecek uygun bir uzaklıkta yer almış bulunuyor. Bu mesafe biraz daha uzun olsaydı, yerküresi daha az ısı alacak, iklim daha soğuk, mevsimler daha uzun olacak, yeryüzü yaşanmaz bir yer haline dönüşecekti. Diğer taraftan, bu mesafe daha kısa olmuş olsaydı, diğer faktörlerle beraber yüksek ısı, üzerinde halen yaşamakta olan insan hayatına imkân vermeyecek dereceye ulaşacaktı.

Bunlar, yerküresini insanların yaşadığı bir mekân haline getiren tabiî kaynaklar arasında mevcut olan uyum ve ahenkten sadece birkaçıdır. Bu olaylara dikkatle bakan insaf sahibi her insan, bunlar arasındaki uyumun hakîm bir yaratıcının bir planı olmaksızın sadece bir tesadüfün eseri olarak meydana gelmiş olduğunu bir an bile düşünemez. Ayrıca Allah’tan başka bir tanrı veya tanrıçanın, bir cin veya peygamberin, bir veli veya meleğin bu var oluşa müdahil olduğunu ve bu muazzam nizamı işler hale soktuğunu da asla kabul edemez.

Yeryüzünde tatlı ve tuzlu su kütleleri vardır ve bunlar birbirine karışmazlar. Yeraltı su rezervleri, tatlı ve tuzlu su halinde yan yana bir arada bulunur ve fakat çoğunlukla ayrı ayrı akarlar. Hatta tam denizin ortasında, tatlı su kaynaklarının bulunduğu bazı yerler vardır; bunların akıntıları deniz suyundan ayrı olarak, ona karışmadan kalır ve denizde seyahat edenler, içme suyu ihtiyacını buralardan temin ederler.

Arap müşrikleri, bela ve felaketleri sadece Allah'ın kaldırıp uzaklaştırdığını bizatihi biliyor ve anlıyorlardı. Bundan dolayı bir musibetle karşılaştıkları zaman yardım için yalnız Allah'a yalvardıklarını, Kur'an-Kerîm onlara tekrar tekrar hatırlatır. Ama kötülük üzerlerinden kaldırılıp uzaklaştırıldığında, Allah'ın yanında daha başka tanrılara dua ve yakarmaya başladıklarını da ifade eder. Bu durum sadece Arap putperestler için değil, aynı zamanda diğer bütün putperestler hakkında da doğrudur. Hatta o kadar ki, dine karşı düzenli bir propaganda sürdüren dinsiz sosyalist Ruslar bile İkinci Dünya Savaşı'nda Alman kuvvetleri tarafından sarıldıkları zaman Tanrı'ya yalvarmak mecburiyetinde kaldılar.

......

Bir cümle şeklinde ifade edilen bu basit gerçek, mânâ ve detay olarak çok geniştir. Bunun üzerinde iyice düşünen bir kimse, Allah'ın varlığı ve birliği hakkında yeni ve hiç eskimeyen deliller elde eder. Görüldüğü gibi, ilk merhalede, yaratma işinin bizatihi kendisi bile başlı başına cevaplanması gereken bir sorudur. Hayatın ne olduğunu, nasıl ve nereden geldiğini insan kendi bilgisi ile keşfedemez. Şu ana kadar gelip dayanılan bilimsel gerçek şudur: Cansız maddenin sadece bir araya getirilip düzenlenmesiyle bizatihi hayat denilen gerçek ortaya konamaz. Bilimsel olmamasına rağmen tanrıtanımazlar, varlık için gerekli temel maddelerin, rasgele uygun oranlarda bir araya geldiği zaman, hayat denilen olgunun varlık olarak ortaya çıkacağını sanırlar, yeter ki, şansın matematiksel kanunu buna el vermiş olsun. Yine de böyle bir şeyin meydana geliş imkânı sıfırdır. Laboratuarlarda cansız bir maddeden deneme yolu ile canlı bir varlık meydana getirmek üzere şu ana kadar yapılan bütün teşebbüsler, mümkün olan her türlü ihtimamın da gösterilmesine rağmen tam bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Neticede meydana getirilen şey, sadece canlı hücrenin temel yapısını teşkil eden DNA'dır.

Bu ise hayatın özü ve fakat hayatın bizatihi kendisi değildir. Hayat olayı bugün bile bilimsel olarak izah edilemeyen bir mucizedir. Bu noktada yaratılışın ancak Yaratıcı'nın iradesi, emri ve tasvirinin bir sonucu olduğunu söylemekten öte bir şey yapılamaz.

Bir de hayat, sadece bir şekilde değil, sayısız farklı şekillerde bulunur. İnsanoğlu şu ana kadar yeryüzünde aşağı-yukarı bir milyon hayvan ve iki yüz bin bitki türü keşfetmiş bulunuyor. Bunların tümü, yapısı ve özel karakterleri bakımından, son derece açık ve kesin olarak birbirinden tamamen farklıdır. Ayrıca sahip oldukları farklı yapılarını, bilinen ilk zamandan beri öyle ısrarla sürdürmektedirler ki, hiçbir Darwinci buna, bir olan tanrının yaratıcı planının bir neticesi olduğu şeklindeki itiraf dışında herhangi bir aklî izah getiremez. Bir türün yapısı ve şeklini değiştiren ve başka bir türün yapı ve özelliklerini ona kazandırmış olan bir bağ, şu ana kadar keşfedilmemiştir. Var olan hiçbir türün hiçbir mensubu, kendi türünden farklı özellikler taşımaz. Gözden kaçan bir bağın keşfine dair zaman zaman uydurulan ve yaygarası koparılan hikâyeyi, bizzat olayların kendileri yalanlıyor. Dolayısıyla kaçınılmaz gerçek şudur ki, bu yaratma işini yapan, sayısız farklı şekilleri ile hayatı ihsan eden hakîmâne düzenleyici yaratma eylemini planlayıcı, üstün ve musavvir bir varlık vardır.

Yukarıda verilen malumat, yaratılışın başlangıcı hakkındadır. Şimdi biz, mahlûkatın birbirinden üremesi, Allah'ın onları birbirinden yaratması üzerinde biraz düşünelim. Halik, her çeşit hayvan ve bitki türünün yapısı ve düzeninde mükemmel bir mekanizmayı yerleştirmiştir. Hayvan ve bitki türleri bu özellikleriyle tamamen kendi türünün yapı, şekil ve karakterine sahip fertlerini sonsuz bir akış ile üretmeye devam ederler. Türlerin hayatiyetini sürdürmesini ve üremelerini sağlamak için gerekli olan bu element, her canlı ve bitki hücrelerinin bir parçasında ayrı ayrı mevcuttur. (Bu harika görevi üstlenen genler, son derece güçlü mikroskopla ancak görülebilir.) Modern genetik bilimcilerin bu konudaki gözlemleri, önümüze harika gerçekler sunuyor. Bunlara göre, her bitkiye sadece kendi türünü üretme yeteneği lütfedilmiştir. Öyle ki, her nesil kendi türünün tüm farklı özelliklerine sahip olur. Özel yapıları bakımından her türün fertleri, diğer bütün fertlerden ayrılır, farklı olur. Türlerin bekası için gerekli olan bu unsur ve üreticilik, bütün canlı ve bitkilerin her hücresinde ayrı ayrı vardır. Harikalara vesile olan bu genler ancak çok güçlü mikroskoplarla görülebilir. Bu ufacık harika mühendis, bitkinin gelişmesini özellikle de kendi farklı türü istikametinde olmasını temin eder. Dünyanın her yanında, buğday tanesinden elde edilenin yine buğday tanesi olması bundandır. Nitekim dünyanın hiçbir yerinde ve ikliminde bir buğday tohumunun cinsinden bir tane bile olsa arpa elde edildiği görülmemiştir. Hayvan ve insan türleri için de aynı şey söz konusudur.

Türlerin hiçbiri bir defada yaratılmış değildir. Aksine büyüklüğü tasavvur edilemeyecek kadar büyük bir üretim fabrikası her yerde çalışmakta ve aynı türün sayısız fertleri arasından bazılarını varlık âlemine çıkarmaktadır. Canlı dediğimiz varlıkların en küçük parçasının bir bölümünde yer alan ve kendi türünün tüm farklı yapısını ve kalıtım özelliklerini de beraberinde taşıyan mikroskobik geni bir kimse düşürür ve sonra da son derece hassas, aynı zamanda kompleks psikolojik sistem ve her türün her bir ferdinin, aynı türün bir ferdini meydana getiren üretici genin geçtiği çok derin ve girift sürecine bakacak olursa, böyle mükemmel ve dakik bir nizamın kendi kendine (tesadüfen) olabileceğini ve daha sonra çalışmaya devam ederek çeşitli türlerin milyarlarca fertlerini kendiliğinden üretebileceğini bir an bile kabul edemez. Bu mükemmel nizamın, sadece başlangıçta değil, aynı zamanda bu sistemin muntazam ve daimî çalışması için de Hakîm, Ebedî ve bu tezgâhlardaki işleri gözeten ve sevk eden Kayyûm bir Müdebbir'e ihtiyacı vardır.

Bu gerçekler, şirk inancını yıktığı gibi, ateistlerin Tanrı’yı inkâr etmekte hareket noktası olarak kabul ettikleri temelleri de yok eder. Melek, cin, peygamber veya bir velinin, Allah'ın bu işinde dahli olduğuna ancak aptal bir insan inanabilir. Fakat biraz vicdan sahibi ve tarafsız hiçbir kimse, temelinde tümüyle hikmet ve intizam bulunan bu kocaman yaratma ve üretme fabrikasının sadece bir tesadüf eseri olarak çalışmaya başladığını ve o andan itibaren aynı şekilde otomatik olarak çalışmakta olduğunu asla söyleyemez.

Bu kısa cümlenin gelişigüzel incelenmesinden, kişi, beslenme için gerekli gıda maddelerinin tedariki meselesinin pek basit bir iş olmadığını anlayabilir. Yerküremiz üstünde milyonlarca hayvan ve bitki türü vardır. Her tür milyonlarca ferdi ihtiva eder ve bunların çeşitli gıda maddelerine ihtiyacı vardır. Halik ve Rezzak, hiçbir türün mensubunun gıdasız kalmayacağı beslenme imkânlarını bol ve kolayca ulaşılabilir şekilde ayarlamıştır. Böylece can taşıyan hiç bir varlık gıdasız kalmaz. Sonra bu sistem içinde birleşip birlikte çalışan, yer ve gökteki koordineli faaliyetler, çeşitli ve sayısızdır. Isı, ışık, hava, su ve yeryüzündeki maddeler arasında gerekli koordinasyon ve uyum olmadıkça, gıda maddelerinin bir teki dahi üretilemez.
Hakîm bir yaratıcının hakîmâne bir plan ve programı olmaksızın, fevkalade mükemmel olan bu sistemin sadece bir tesadüf eseri olarak meydana geldiğini bir kimse düşünebilir ve kabul edebilir mi? Yine bir insan, bu sistemin işleyişinde cin, melek veya bir velinin elinin bulunduğunu tahayyül edebilir mi?" [Mevdudi; Tefhimü’l-Kur’an]

Rabbimiz, mukayese isteğini başka ayetlerde de dile getirmiştir:

17Öyleyse yaratan/Allah, yaratamayan sözde ilâhlar gibi olur mu? Hâlâ düşünmeyecek misiniz? [Nahl/17]

9Ya da gece saatlerinde kalkan, boyun eğip teslimiyet göstererek, dikelerek, ahretten çekinerek daima saygıda duran ve Rabbinin rahmetini uman o kimse, öyle yapmayan gibi midir? De ki: "Hiç bilen kimseler ve bilmeyen kimseler eşit olur mu?" Kesinlikle sadece temiz akıl sahibi olanlar öğüt alırlar/gereği gibi düşünürler. [Zümer/9]

22Peki, Allah kimin göğsünü İslâm'a açarsa, o zaman o, Rabbinden bir ışık üzerinde olmaz mı? Öyleyse Allah'ı anmaya karşı kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler. [Zümer/22]

33Peki, o, kazandığı şeyler ile birlikte her bir kişinin üzerinde dikilen/görüp gözeten kimdir? Onlar ise Allah'a ortaklar edindiler. De ki: "Onları isimlendirin! Yoksa siz, O'na yeryüzünde bilmediği bir şey mi ya da sözden açık olanı mı haber vereceksiniz? Aslında kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kişilere plânları güzel gösterildi de Yol'dan saptırıldılar. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için yol gösteren kimse yoktur. [Ra’d/33]

62. ayette Rabbimiz, kendi zatı hakkında haber vermekte ve kendisine dua etmesi hâlinde bunalmış olanın duasını kabul edeceğini taahhüt etmektedir. Çünkü bunalmış, zorda kalmış bir kimsenin Allah’a sığınması "ihlâs"ın bir neticesidir ve kalbinin O’ndan başka her şeyle ilişkisini kopardığının bir belirtisidir.

Rabbimiz rahmeti gereği sıkıntıda olanı sıkıntıdan kurtarmaktadır. Ama insan, genel karakteri ve fıtrî özelliği itibariyle nankör olduğu için rahata erdiğinde Rabbini hemen unutuvermektedir:

9-11Ve eğer, sabreden ve düzeltmeye yönelik işleri yapan kişilerin –işte bunlar, bağışlanma ve büyük ödül kendileri için olanlardır– dışındaki insanlara, tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra da onu kendisinden çekip alsak, kuşkusuz o umutsuzdur, çok nankördür. Ve eğer, kendisine dokunan mutsuzluktan sonra, ona mutluluğu tattırsak, elbette, "Kötülükler benden gitti" der. Ve kuşkusuz o, şımarıktır, böbürlenen biridir. [Hud/9, 10]

75Ve onlardan bazıları, "Eğer Allah armağanlarından bize verirse, kesinlikle bağışta bulunacağız ve kesinlikle iyilerden olacağız" diye Allah'a söz veren kimselerdir.
76Sonra, ne zaman ki Allah, onlara armağanlarından verir, onda cimrilik ederler ve yüz çevirerek geri dururlar. [Tövbe/75, 76]

22Allah, size karada ve denizde yolculuk ettirendir. Gemilerde bulunduğunuzda gemiler içindekileri tatlı bir rüzgârla götürür. Yolcular neşelendiklerinde, şiddetli bir fırtına gelip çatar, dalgalar her yerden gelir. Ve onlar, çepeçevre kuşatıldıklarını anlayınca, dini Allah için arındıranlar olarak O'na yalvarırlar: "Bizi bundan kurtarırsan, hiç kuşkusuz, karşılığını ödeyenlerden oluruz."
23Sonra ne zaman ki Biz onları oradan kurtardık, kurtulur kurtulmaz yeryüzünde haksız yere taşkınlıklar yaparlar. –Ey insanlar, taşkınlığınız şu basit dünya hayatının kazanımı olarak sırf kendi zararınızadır. Sonra dönüşünüz sadece Bizedir. Sonra Biz, yapmış olduklarınızı size haber vereceğiz.– [Yunus/22, 23]

Ve Nahl/53, 54, Lokman/31, 32, Rum/33, Ankebut/65,İsra/67ve Hacc/15.



65De ki: “Gaybi; göklerde ve yerde görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği Allah'tan başka kimse bilmez. Ve onlar, ne zaman diriltileceklerinin bilincine varmazlar.


Bu ayette bildirilen "göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimsenin bilmediği" gerçeği, aynı zamanda, ilâhlıkta ortak kabul edilen kişi ve nesnelerin bizzat kendi geleceklerinden haberlerinin olmadığı anlamına gelmektedir. Nitekim bu anlam, ayetin son cümlesinde, onların ne zaman diriltileceklerinin bilincine varamayacaklarının ifade edilmesi suretiyle somut bir örnekle pekiştirilmiş olmaktadır.

Aşağıdaki alıntı, gaybın sınırlarının ne olduğunu göstermesi bakımından açıklayıcı bir nitelik taşımaktadır:

Anlatıldığına göre, zamanın Emiri Haccac, tutuklatıp huzuruna getirttiği müneccime [astrolog, falcı], avucunda tuttuğu ve sayısını bildiği çakıl taşlarının kaç tene olduğunu sormuş. Müneccimin bilmesi üzerine onu tekrar denemek istemiş ve sayısını kendisinin de bilmediği kadar çakıl taşını avuçlayarak müneccimden avucundaki taşların sayısını tekrar söylemesini istemiş. Bu kez Müneccim tahmininde yanılmış ve Emire: "Ey Emir, zannederim sen de bunların kaç tane olduklarını bilmiyorsun" demiş. Haccac’ın "Evet bilmiyorum" cevabı üzerine, müneccim şunları söylemiş: "Birinci seferde avucunda kaç taş olduğunu saymıştın. Dolayısıyla bu bilgi gaybın sınırları dışına çıkmış oldu. İkinci seferde ise saymadın ve bu bilgi gayb bilgisi hâline geldi. Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimse bilmez." [Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an]



66Aslında onların âhiret hakkında bilgileri art arda gelmektedir. Fakat onlar bundan bir kesin olmayan, eksik bilgi içindedirler. Daha doğrusu onlar bundan kördürler.

67,68Şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kimseler de, “Biz ve atalarımız toprak olduktan sonra mı gerçekten biz mi dirilip çıkartılacağız. Andolsun, bu azap ve dirilme tehdidi, bize ve daha önce atalarımıza tehdit olarak söz verilmişti. Bu, ancak geçmişlerin uydurma masallarından başka bir şey değildir” dediler.


66–68. Ayetler:

66. ayette, müşriklere ve inançsızlara ahiret hakkında sürekli bilgiler verilip inanmaları için deliller, örnekler getirildiği, fakat onların bu delilleri incelemedikleri, verilen haberlere şüpheyle yaklaştıkları, ahiretin geleceğine inanmadıkları bildirilmiş, bütün bunlardan dolayı da gerçeklerden gafil kaldıkları, körce hareket ettikleri ifade edilmiştir.

67, 68. ayetlerde ise söz konusu körlüklerinden dolayı inkârcıların ahireti nasıl inkâr ettikleri kendi sözleriyle aktarılmıştır.

İnkârcıların buradaki inkârları başka ayetlerde de dile getirilmiştir:

* Onlar: "Biz, ölüp de bir toprak ve kemikler olunca mı, kesinlikle diriltileceğiz? Andolsun ki biz ve atalarımız bundan önce bununla korkutulmuştuk. Bu, evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir!" dediler. [Müminun/82,83]



69De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da suçluların sonlarının nasıl olduğuna bir bakın!”


Bu ayet de körce davranan kimselere bir uyarı ve yol gösterme mahiyetindedir. Onlara "Atalarınızın körü körüne inkârlarına bağlanıp kalacağınıza, ahireti inkâr edenlerin akıbetlerini, ölümden sonraki hayat gerçeğini ve dolayısıyla bilerek yapıp-ettiklerinin sonunda hesaba çekileceklerini inkâr edenlerin sonunu görün!" denilmiştir.



–70Sen onlara karşı hüzne de kapılma ve onların kurmakta oldukları tuzaklardan dolayı da sıkıntı içinde olma!–


Bu ayette, Şuara/3’te "Onlar iman edenler olmuyorlar diye sen kendini helâk edeceksin!" denilmek suretiyle teselli edilen peygamberimize, aleyhinde kurulan tuzaklar sebebiyle sıkılmaması buyrulmaktadır. Bu ifadeden, 49. ayette Salih peygamber için kurulduğu bildirilen tuzağın benzerlerinin peygamberimiz için de kurulmakta olduğu anlaşılmaktadır.

Peygamberimize üzülmemesini telkin eden başka ayetler de vardır:

* Sakın onlardan bazı kimselere verip de kendilerini onunla yararlandırdığımız şeylere; mal ve servete heveslenip gözlerini dikme. Onlar hakkında üzülme de... Sen kanatlarını mü’minler için indir. Ve: "Şüphesiz ben, apaçık bir uyarıcının ta kendisiyim" de. [Hicr/88,89]

Not: 71, 72. âyetler teknik ve semantik gerekçelerle 90. Ayetin sonunda gösterilmiştir.



73Ve hiç şüphesiz, senin Rabbin, insanlara karşı büyük armağan sahibidir, velâkin onların çoğu sahip olduklarının karşılığını ödemiyorlar. 74Ve şüphesiz ki, senin Rabbin, onların göğüslerinin gizli tutmakta olduklarını ve açığa vurduklarını kesin olarak bilmektedir.

75Ve gökte ve yerde gizli olan hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta olmasın.


73–75. Ayetler:

Bu ayet grubunda Rabbimiz, inansın inanmasın, tüm insanlara lütufkâr davrandığına dikkat çekmekte ve çoğu insanın bu lütfa gereği gibi karşılık vermediğini bildirmektedir. Rabbimiz, insanın bu konudaki duyarsızlığının Rabbini gereği gibi tanımamasından kaynaklandığını ima edercesine kendini alîm sıfatıyla tanıtmakta ve nankörleri [kafirleri] uyarmaktadır. Bu uyarıya göre, onların her yaptıkları bilinmekte ve kaydı tutulmaktadır. Zamanı gelince mahşerde bu kayıtlar ortaya konulacak ve hesabı sorulacaktır.

75. ayette konu edilen kitap, "levh-ı mahfuz" denilen Allah’ın bilgisidir:

* Gökte ve yeryüzünde olan şeyleri Allah'ın kesinlikle bildiğini bilmez misin? Şüphesiz bu, bir kitaptadır. Şüphesiz bu, Allah'a çok kolaydır. [Hacc/70]

* Sen sesini yükseltirsen, Rahmân şüphesiz gizliyi ve gizlinin gizlisini bilir. [Ta Ha/7]

* Haberiniz olsun! Şüphesiz onlar, Elçi'den/vahiyden gizlenmek için göğüslerini dürüp bükerler. Haberiniz olsun! Onlar örtülerine bürünürlerken, gizledikleri şeyleri, açığa vurdukları şeyleri Allah biliyor. Şüphesiz Allah, göğüslerdekileri en iyi bilendir. [Hud/5]*



*İşte Kuran, Neml Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim