85Ankebut Suresi 14-17, 24-40
Mushafta Bozuntu Yapılan Ayetler
85Ankebut Suresi 14-17, 24-40
Hatalı Çeviri:
14. Andolsun ki biz Nuh'u kendi kavmine gönderdik de o bin yıldan elli yıl eksik bir süre onların arasında kaldı. Sonunda onlar zulümlerini sürdürürken tufan kendilerini yakalayıverdi.
15. Fakat biz onu ve gemidekileri kurtardık ve bunu âlemlere bir ibret yaptık.
16. İbrahim'i de gönderdik. O kavmine şöyle demişti: Allah'a kulluk edin. O'na karşı gelmekten sakının. Eğer bilmiş olsanız bu sizin için daha hayırlıdır.
17. Siz Allah'ı bırakıp birtakım putlara tapıyor, asılsız sözler uyduruyorsunuz. Bilmelisiniz ki, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, size rızık veremezler. O halde rızkı Allah katında arayın. O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Ancak O'na döndürüleceksiniz.
18. Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de (kendilerine tebliğ edileni) yalan saymışlardır. Peygamber'e düşen, yalnız açık bir tebliğdir.
19. Allah'ın, yaratmayı nasıl başlattığını, sonra bunu(nasıl) tekrarladığını görmediler mi? Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır.
20. De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, Allah ilk baştan nasıl yaratmış bir bakın. İşte Allah bundan sonra (aynı şekilde) ahiret hayatını da yaratacaktır. Gerçekten Allah her şeye kadirdir.
21. O, dilediğine azabeder, dilediğini esirger. Ancak O'na döndürüleceksiniz.
22. Siz ne yeryüzünde ne de gökte (Allah'ı) âciz bırakamazsınız. Allah'tan başka bir dost ve yardımcı da bulamazsınız.
23. Allah'ın âyetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr edenler -işte onlar- benim rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir ve onlar için acıklı bir azap vardır.
24. Kavminin (İbrahim'e) cevabı ise: «Onu öldürün yahut yakın!» demelerinden ibaret oldu. Ama Allah onu ateşten kurtardı. Doğrusu bunda, iman eden bir kavim için ibretler vardır.
25. (İbrahim onlara) dedi ki: Siz, sırf aranızdaki dünya hayatına has muhabbet uğruna Allah'ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyamet günü (gelip çattığında ise) birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız. Varacağınız yer cehennemdir ve hiç yardımcınız da yoktur.
26. Bunun üzerine Lût ona iman etti ve (İbrahim): Doğrusu ben Rabbim'e(emrettiği yere) hicret ediyorum. Şüphesiz O, mutlak güç ve hikmet sahibidir, dedi.
27. Ona İshak ve Ya'kub'u bağışladık. Peygamberliği ve kitapları, onun soyundan gelenlere verdik. Ona dünyada mükâfatını verdik. Şüphesiz o, ahirette de sâlihler (zümresin) dendir.
28. Lût'u da (gönderdik). O, kavmine demişti ki: Gerçekten siz, daha önce hiçbir milletin yapmadığı bir hayâsızlığı yapıyorsunuz!
29. (Bu ilâhî ikazdan sonra hâla) siz, ille de erkeklere yaklaşacak, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlikler yapacak mısınız! Kavminin cevabı ise, şöyle demelerinden ibaret oldu: (Yaptıklarımızın kötülüğü ve azaba uğrayacağımız konusunda) doğru söyleyenlerden isen, Allah'ın azabını getir bize!
30. (Lût:) Şu fesatçılar güruhuna karşı bana yardım eyle Rabbim! dedi.
31. Elçilerimiz İbrahim'e (iki oğul ihsan edeceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: Biz bu memleket halkını helâk edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir.
32. (İbrahim) dedi ki: Ama orada Lût var! Şöyle cevap verdiler: Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o, (azapta) kalacaklar arasındadır.
33. Elçilerimiz Lût'a gelince, Lût onlar hakkında tasalandı ve (onları korumak için) ne yapacağını bilemedi. Ona: Korkma, tasalanma! Çünkü biz seni de aileni de kurtaracağız. Yalnız, (azapta) kalacaklar arasında bulunan karın müstesna, dediler.
34. «Biz, şüphesiz, bu memleket halkının üzerine, yoldan çıkmalarına karşılık gökten (feci) bir azap indireceğiz.»
35. Andolsun ki, biz, aklını kullanacak bir kavim için oradan apaçık bir ibret nişânesi bırakmışızdır.
36. Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik ve Şuayb: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, ahiret gününe umut bağlayın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın! dedi.
37. Fakat onu yalancılıkla itham ettiler. Derken, kendilerini bir sarsıntı yakalayıverdi ve yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.
38. Âd ve Semûd'u da (helâk ettik). Sizin için, (onların başına nelerin geldiği) oturdukları yerlerden apaçık anlaşılmaktadır. Şeytan onlara yaptıkları işleri güzel gösterip onları doğru yoldan çıkardı. Oysa bakıp görebilecek durumdaydılar.
39. Karun'u, Firavun'u ve Hâmân'ı da (helâk ettik). Andolsun ki, Musa onlara apaçık deliller getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Halbuki (azabımızı aşıp) geçebilecek değillerdi.
40. Nitekim, onlardan her birini günahı sebebiyle cezalandırdık. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendilerine zulmediyorlardı.
Doğru Çeviri:
Necm: 388
14Ve andolsun ki Biz, Nûh'u kendi toplumuna elçi gönderdik de, içlerinde elli yılı sıkıntısız nice uzun sıkıntılı seneler kaldı. Sonunda, onlar şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına işlerini sürdürürken tufan kendilerini yakalayıverdi.
15Böylece Biz, o'nu ve gemi halkını kurtardık ve gemiyi/ cezayı/ kurtuluşu âlemlere bir alâmet/gösterge yaptık.
16,17İbrâhîm'i de elçi gönderdik/kurtardık. Hani o, toplumuna: “Allah'a kulluk edin ve O'nun koruması altına girin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Şüphesiz siz Allah'ın astlarından birtakım putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Haberiniz olsun ki sizin Allah'ın astlarından mabut diye o taptıklarınız, sizin için bir rızık vermeye güç yetiremezler. Onun için rızkı Allah yanında arayın ve O'na kulluk edin ve O'na sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını ödeyin. Yalnızca O'na döndürüleceksiniz” demişti.
24Sonra İbrâhîm'in toplumunun cevabı, yalnızca: “Onu öldürün veya yandırın/ ileri derecede sıkıntıya sokun” demeleri oldu. Sonra da Allah o'nu ateşten/ sıkıntıdan kurtardı. Şüphesiz bunda, iman edecek bir toplum için alâmetler/ göstergeler vardır.
25Ve İbrâhîm dedi ki: “Siz, sırf aranızdaki dünya hayatında sevgi için Allah'ın astlarından birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyâmet günü, kiminiz kiminizi tanımayacak, kiminiz kiminizi dışlayıp gözden çıkaracaktır. Varacağınız yer de cehennemdir. Ve sizin için yardımcılardan da yoktur.”
26Bunun üzerine o'na Lût inandı. Ve İbrâhîm dedi ki: “Ben Rabbime hicret ediciyim. Şüphesiz O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapanın ta kendisidir.
27Ve Biz o'na İshâk'ı ve Ya‘kûb'u bağışladık. Ve soyu içinde peygamberlik ve Kitap verdik. Ve Biz o'na dünyada ücretini verdik. Şüphesiz o, âhirette de sâlihlerdendir.
28,29Lût'u da gönderdik. Hani o toplumuna: “Şüphesiz siz, kesinlikle âlemlerden sizden önce geçmiş olanların yapmadığı bir hayâsızlığı yapıyorsunuz! Siz şüphesiz, kesinlikle erkeklere gidecek, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlik yapacak mısınız?” demişti. Bunun üzerine toplumunun cevabı, sadece, “Doğru söyleyenlerden isen Allah'ın azabını bize getir!” demeleri oldu.
30Lût: “Rabbim! Şu bozguncular toplumuna karşı bana yardım et!” dedi.
31Ve elçilerimiz İbrâhîm'e müjdeyi getirdiklerinde: “Biz bu kentin halkını yıkıma uğratacağız” dediler. –Şüphesiz oranın halkı şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler idiler.–
32İbrâhîm: “Şüphesiz orada Lût var!” dedi. Onlar: “Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve geride kalanlardan biri olan kadını dışındaki ailesini elbette kurtaracağız” dediler.
33,34Elçilerimiz Lût'a geldiklerinde de o, onlar hakkında tasalandı. Ve onlar sebebiyle eli-kolu bağlandı kaldı. Ve elçiler: “Korkma, tasalanma! Şüphesiz biz, seni ve geride kalanlardan olan kadının hariç yakınlarını kurtaracağız. Şüphesiz biz, bu kent halkının üzerine, hak yoldan çıkıcılık yapıp durmaları nedeniyle semadan bir azap indirteceğiz” dediler.
35Ve andolsun ki Biz, aklını kullanacak bir toplum için oradan apaçık bir alâmet/ gösterge bıraktık.
36Medyen'e de kardeşleri Şu‘ayb'ı gönderdik. Sonra Şu‘ayb, “Ey toplumum! Allah'a kulluk edin, âhiret gününü ümit edin, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın!” dedi.
37Bunun üzerine o'nu yalanladılar, sonra da kendilerini bir sarsıntı yakalayıverdi ve yurtlarında KISA ZAMAN SONRA diz üstü çökekaldılar.
38Âd ve Semûd toplumlarını değişime/ yıkıma uğrattık. Onların değişime/ yıkıma uğramaları, onların yurtlarından size kesinlikle besbelli olmuştur. Ve şeytan onlara, yaptıklarını süsledi de onları yoldan alıkoydu. Hâlbuki onlar görüp anlayan kimselerdi.
39Karun'u, Firavun'u ve Hâmân'ı da yıkıma uğrattık. Andolsun ki Mûsâ onlara apaçık deliller ile gelmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Hâlbuki onlar, geçiciler değillerdi.
40İşte hepsini günahları sebebiyle yakaladık: Onlardan kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, onlardan kimini korkunç bir ses yakaladı, onlardan kimini yerin dibine geçirdik, onlardan kimini de suda boğduk. Ve Allah onlara haksızlık etmiyordu velâkin onlar şirk koşmak sûretiyle kendilerine haksızlık ediyorlardı.
14Ve andolsun ki Biz, Nûh'u kendi toplumuna elçi gönderdik de, içlerinde elli yılı sıkıntısız nice uzun sıkıntılı seneler kaldı. Sonunda, onlar şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına işlerini sürdürürken tufan kendilerini yakalayıverdi.
15Böylece Biz, o'nu ve gemi halkını kurtardık ve gemiyi/ cezayı/ kurtuluşu âlemlere bir alâmet/gösterge yaptık.
Surenin bundan sonraki bölümünde fitnelendirmeye örnek olmak üzere kısaca geçmiş elçilerin kıssalarına değinilmiştir. İlk değinilen kıssa Nuh (as) ve kavmi ile ilgilidir. Bu kısa değini ile Resulullah’a ve inananlara moral verilmiş, inkârcılar tehdit edilmiştir.
Nuh’un (as) konu edildiği bu bölüm ile ilgili olarak klasik kaynaklarda şu nakiller görülmektedir:
Katade'nin Enes'ten rivayetine göre, Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "İlk resul peygamber Nûh'tur."
Katade dedi ki: Nûh (a.s) el-Cezire'de peygamber olarak gönderilmiştir. Kaç yıl ömür sürdüğü hususunda farklı görüşler vardır. Yaşının, şanı yüce Allah'ın Kitab’ında zikrettiği kadar olduğu söylenmiştir. Katade dedi ki: O kendilerini davete başlamadan önce aralarında üç yüz yıl kaldı. Onları üç yüz yıl davet etti, Tufan'dan sonra da üç yüz elli yıl yaşadı.
İbn Abbas dedi ki: Nûh (a.s) kırk yaşında peygamber oldu. Kavmi arasında ise elli yıl eksiği ile bin yıl süreyle kaldı. Tufan'dan sonra ise insanlar çoğalıp etrafa yayılıncaya kadar altmış yıl yaşadı. Yine İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: İki yüz elli yaşında iken peygamber oldu, aralarında elli yıl eksiği ile bin yıl kaldı. Tufan'dan sonra da iki yüz yıl yaşadı. Vehb dedi ki: Nûh (a.s) iki bin dört yüz yıl yaşadı. Ka'b el-Ahbar dedi ki: Nûh kavmi arasında elli yıl eksiği ile bin yıl kaldı. Tufan'dan sonra ise yetmiş yıl yaşadı. Böylelikle onun toplam yaşı bin yirmi yıldır.
Avn b. Ebi Şeddad dedi ki: Nûh (a.s) üç yüz elli yaşında iken peygamber oldu. Kavmi arasında ise elli yıl eksiği ile bin yıl kaldı. Tufan'dan sonra ise üç yüz elli yıl yaşadı. Böylelikle toplam yaşı bin altı yüz elli yıl etmektedir. Buna yakın bir rivayet de el-Hasen'den gelmiştir. el-Hasen dedi ki: Ölüm meleği Nûh (a.s)'ın ruhunu kabzetmek üzere geldiğinde "Ey Nûh!" dedi. "Dünyada kaç yıl yaşadın?" O: "Peygamberlikten önce üç yüz yıl, kavmim arasında elli eksiği ile bin yıl, Tufan'dan sonra da üç yüz elli yıl..." dedi. Ölüm meleği dedi ki: "Dünyayı nasıl buldun?" Nûh dedi ki: "İki kapısı olan bir ev gibi. Buradan girdim, öbüründen çıktım."
Enes'in de şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Yüce Allah, Nûh (a.s)'ı kavmine peygamber olarak göndereceğinde o iki yüz elli yaşında idi. Kavmi arasında elli yıl eksiği ile bin yıl kaldı. Tufan'dan sonra da iki yüz elli yıl kaldı. Ona ölüm meleği gelince: "Ey Nûh!" dedi, "Ey peygamberlerin en büyüğü ve ey ömrü pek uzun, duası makbul olan kişi! Dünyayı nasıl buldun?" diye sordu. O şu cevabı verdi: Kendisine iki kapılı bir ev yapılmış bir adamın, bir kapıdan girip diğerinden çıkması gibi" dedi. [Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an]
Nûh (a.s)'ın geriye doğru soyu şöyledir: Nûh b. Lâmek b. Müteveşlih b. İdris -ki o Ahnûh'dur- b. Yered b. Mehlayil b. Kaynân b. Enuş b. Şit b. Âdem. Nuh'un ismi "es-Seken" idi. Ona es-Seken denilmesinin sebebi insanların Âdem’den sonra ona ulaşmaları, sakin olmalarıdır. O da onların babalarıdır. Onun Sam, Ham ve Yafes diye üç oğlu oldu. Sam'dan Araplar, Farslar ve Rumlar dünyaya geldi. Bunların hepsinde de hayır vardır. Ham'ın soyundan Kıptiler, Sudanlılar ve Berberiler dünyaya geldi. Yafes'in soyundan ise Türkler, İskitler, Ye'cuc ile Me'cuc dünyaya geldi. Bunlarda hayır yoktur.
İbn Abbas dedi ki: Sam'ın soyundan gelenler arasında beyaz tenlilikle, buğday tenlilik vardır. Ham'ın soyundan gelenler ise siyahtırlar, beyaz tenliler azdır. Yafes'in çocukları -ki bunlar Türklerle, İskitlerdir- bunlarda sarı ve kırmızı tenlilik vardır. Onun dördüncü bir oğlu daha vardı ki, bu da suda boğulan Ken'an idi. Araplar da onu Yâm diye adlandırırlar.
Nûh’a bu ismin veriliş sebebi, onun elli yıl eksiği ile bin yıl süreyle kavmini Allah'a davet ederek nevhetmesi [feryad etmesi]'dir. Onların kâfir olmaları üzerine ağladı ve onlar için feryad etti.
el-Kuşeyrî Ebu'l-Kasım Abdu'l-Kerim "et-Tahbîr" adlı eserinde şöyle demektedir: Rivayet olunduğuna göre Nûh (a.s)'ın adı Yeşkur idi. Fakat günahı için çokça ağladığından ötürü Yüce Allah ona: Ey Nûh, daha ne kadar ağlayacaksın, diye vahyetti. Bundan dolayı da ona Nûh denildi. Bunun üzerine: Ey Allah'ın Rasûlü, onun günahı neydi? diye soruldu. O da şöyle dedi: Yolda geçerken bir köpek gördü, kendi içinden ne kadar da çirkindir, diye geçirdi. Yüce Allah ona: Haydi sen ondan daha güzelini yarat! diye vahyetti.
Yezid er-Rukaşî dedi ki: Ona Nûh adının veriliş sebebi, kendisi hakkında çokça nevh [âhufîgân] etmesidir.
Burada niçin "Elli yıl eksik olmak üzere bin yıl" diye buyrularak, dokuz yüz elli yıl denilmedi?" diye sorulacak olursa, buna iki türlü cevap verilir:
1- Bundan maksat sayının çoğaltılmasıdır. Burada "bin" denilmesi hem lafız itibariyle hem de sayı itibariyle daha çok söylemeyi gerektirmektedir,
2- Rivayet olunduğuna göre, ona bin yıllık ömür verilmişti. O ömründen elli yılı çocuklarından birisine bağışlamıştı. Ölüm vakti gelince, bu sefer bini tamamlamaya döndü. Şanı yüce Allah bu eksiltmenin onun tarafından olduğuna dikkat çekmek üzere bunu böylece zikretti. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. [Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an]
Nuh peygamber ve kavmi ile olan mücadelesi daha evvel birçok surede detaylı olarak yer almıştı. Tavırları bakımından Nuh’un kavmi Mekke müşriklerine, Nuh’un (as) mücadelesi de Resulullah’ın mücadelesine benzemekte idi.
Nuh ile ilgili Al-i Imran/33-34, Nisa/163, En'am/84, A'raf/59-64, Yunus/71-73, Hud/25-48, Enbiya/76-77, Müminun/23-30, Furkan/37, Şuara/105-123, Saffat/75-82, Kamer/9-15, Hakka/11-12 ve Nuh suresinin tamamına bakılabilir.
Özellikle üzerinde duracağımız nokta, ayetteki "içlerinde elli yıl hariç bin sene kaldı" ifadesidir.
Bu ifade, Kitabı Mukaddes'in Tekvin IX, 28, 29'daki "Nuh tufandan sonra üç yüz elli yıl daha yaşadı. Toplam dokuz yüz elli yıl yaşadıktan sonra öldü" ifadesinin de desteğiyle Nuh’un 950 sene ömür sürdüğü veya daha fazla sürüp de 950 sene peygamberlik yaptığı şeklinde anlaşılagelmiştir.
Ayette "yıl" sözcüğü, " عامam" ve " سنةsene" diye iki ayrı kelime ile yer almıştır. Biz her ikisini de her ne kadar "yıl" diye çevirsek de bunların aslında anlamları ayrıdır.
السنة SENE
Bu sözcük aslında "şiddet, kıtlık, zorlu, iyiliğin azlığı" demektir. Ki, zorlu, meşakkatli geçen yıllara denir. [Lisanü’l-Arab; 4/720, "sene" mad.]
Kur’an’a baktığımızda da A’raf/130, Yusuf/42, 47, Ta Ha/40’ta da "sene" sözcüğünün "zorlu, sıkıntılı, kıtlıklı yıllar" anlamında kullanıldığını görmekteyiz.
العام ÂM
Bu sözcük, "yaz ve kışı kapsayan dönem" olarak tarif edilir. [Lisanü’l-Arab; 6/530, "avm" mad.] Yani bizim bildiğimiz gerçek "sene" [on iki ay/365 gün], "âm" sözcüğüyle ifade edilir.
Burada üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da "bin sene" ifadesidir. Bu ifade Kur’an’da birkaç kez yer almıştır.
96Ve sen, kesinlikle onları, insanların yaşamaya en hırslısı, Allah'ın ortağı olduğunu kabul etmiş olan kimselerden de daha hırslı bulacaksın. Onların her biri bin sene ömürlendirilmeyi arzular; oysa ömürlenmek/çok uzun yaşamak kendisini azaptan uzaklaştırıcı değildir. Allah, onların yapmakta oldukları şeyleri çok iyi görücüdür. [Bakara/96]
47Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. Hâlbuki Allah, sözünden asla caymayacaktır. Ve şüphesiz Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir. [Hacc/47]
5Allah, gökten yere, sistemleri düzenler, sonra da sistemler, ölçüsü, sizin saydıklarınızdan bin yıl olan bir günde Allah'a yükselir; geri döner, sistem çöker, bozulur. [Secde/5]
4Haberci âyetler ve vahiy, miktarı elli bin yıl olan bir gün içinde O'na yükselir/yeryüzünden çekilir. [Meariç/4]
Bu ayetlerde de görüldüğü üzere, "bin sene" ifadesi, sayısal değer itibariyle değil, "çok uzun süre" anlamında kullanılmıştır. Ayrıca Kadr suresinde (üçüncü ayette) de "bin ay", Enfâl/9’da "Meleklerden bin" olarak başka örnekler de görebiliriz.
Bu açıklamalardan sonra diyebiliriz ki, ayet, Nuh’un 950 sene yaşadığını veya peygamberlik ettiğini değil, çok uzun süre sıkıntılı yaşadığını, ömrünün elli senesinin de normal koşullarda geçtiğini ifade etmektedir. Kanaatimize göre, normal koşullarda geçen bu elli sene de onun peygamber olmazdan evvelki sivil hayatıdır.
Bir de ayette "ve onu âlemlere bir ayet kıldık" ifadesi yer almıştır. Kur’an’daki işaretlerden hareketle, bu cümledeki "onu" zamiri ile gösterilenin "gemi", "ceza", "kurtuluş" gibi seçeneklerden her üçünü de kapsadığı kanaatine sahip olabiliriz.
13,14Nûh'u da, iyilikbilmezlik edilen kişiye bir ödül olmak üzere, korumamız/gözetimimiz altında akıp giden levhaları; tahtaları ve çivileri/urganları olan filika/küçük gemi üzerinde taşıdık.
15Ve andolsun Biz, bunu bir âyet olarak bıraktık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen? [Kamer/13-15]
41,42Bizim, şüphesiz onların soyunu dopdolu bir gemide taşımamız ve şüphesiz kendileri için onun gibi binecekleri şeyleri oluşturmamız da duyarsız toplum için bir delildir.
43,44Ve Biz dilersek –Bizden bir rahmet ve bir zamana kadar yararlanma; süre tanınması dışında– onları suda boğarız da o zaman onların çığlığına hiç yetişen olmaz. Onlar kurtarılamazlar da. [Ya Sin/41-44]
11,12Şüphesiz Biz, onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin diye sular kabarınca sizi gemide Biz taşıdık. [Hakka/11,12]
16,17İbrâhîm'i de elçi gönderdik/kurtardık. Hani o, toplumuna: “Allah'a kulluk edin ve O'nun koruması altına girin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Şüphesiz siz Allah'ın astlarından birtakım putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Haberiniz olsun ki sizin Allah'ın astlarından mabut diye o taptıklarınız, sizin için bir rızık vermeye güç yetiremezler. Onun için rızkı Allah yanında arayın ve O'na kulluk edin ve O'na sahip olduğunuz nimetlerin karşılığını ödeyin. Yalnızca O'na döndürüleceksiniz” demişti.
24Sonra İbrâhîm'in toplumunun cevabı, yalnızca: “Onu öldürün veya yandırın/ ileri derecede sıkıntıya sokun” demeleri oldu. Sonra da Allah o'nu ateşten/ sıkıntıdan kurtardı. Şüphesiz bunda, iman edecek bir toplum için alâmetler/ göstergeler vardır.
25Ve İbrâhîm dedi ki: “Siz, sırf aranızdaki dünya hayatında sevgi için Allah'ın astlarından birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyâmet günü, kiminiz kiminizi tanımayacak, kiminiz kiminizi dışlayıp gözden çıkaracaktır. Varacağınız yer de cehennemdir. Ve sizin için yardımcılardan da yoktur.”
26Bunun üzerine o'na Lût inandı. Ve İbrâhîm dedi ki: “Ben Rabbime hicret ediciyim. Şüphesiz O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapanın ta kendisidir.
27Ve Biz o'na İshâk'ı ve Ya‘kûb'u bağışladık. Ve soyu içinde peygamberlik ve Kitap verdik. Ve Biz o'na dünyada ücretini verdik. Şüphesiz o, âhirette de sâlihlerdendir.
İkinci olarak surenin bu ayetlerinde İbrahim peygambere değinilmiştir. Bu değinide, İbrahim’in (as) kavmine yaptığı uyarılar ve bu uyarılara karşı kavminden gördüğü tepki nakledilmiştir. İbrahim peygamber kavmine akıllarını harekete geçirici sözler söyleyerek onları hakikate çağırdığı halde, onlar katı bir tutum takınarak İbrahim peygamber için ne kadar kötü planlar kurduklarını dile getirmişlerdir. Ancak kavmi hangi planları kurmuş olurlarsa olsun, Rabbimiz kendisi için hicret eden İbrahim’i korumuş ve ona birçok lütuflarda bulunmuştur:
49Sonra İbrâhîm, toplumundan ve onların Allah'ın astlarından kulluk ettikleri şeylerden uzaklaşınca, Biz o'na İshâk'ı ve Ya‘kûb'u ihsan ettik. Hepsini de peygamber yaptık. [Meryem/49]
72Ve Biz o'na İshâk'ı, ilave olarak da Ya‘kûb'u bağışladık. Ve hepsini iyi kimseler yaptık. [Enbiya/72]
71Ve İbrâhîm'in karısı ayaklanmıştı, gülüverdi. [Hûd/71]
133Yoksa siz Ya'kûb'a ölüm hâli gelip çattığı zaman, oğullarına, "Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?" dediği zaman, onların; "Biz, bir tek ilâh olarak senin ilâhına ve ataların İbrâhîm, İsmâîl ve İshâk'ın ilâhına kulluk edeceğiz. Ve biz, sadece O'nun için islâmlaştıranlarız" dediklerine tanıklar mı idiniz?! [Bakara/133]
120,121Şüphesiz İbrâhîm içtenlikle Allah'a boyun eğen, ortak koşma inancından dönmüş, Allah'ın nimetlerine karşılık ödeyen başlı başına bir ümmet idi. Ve o, ortak koşanlardan olmadı. Ve Allah, o'nu seçti ve dosdoğru yola kılavuzladı.
122Ve Biz İbrâhîm'e dünyada iyilik-güzellik verdik. Ve şüphesiz O, âhirette de kesinlikle sâlihlerdendir. [Nahl/120-122]
İbrahim’in kavmine yaptığı uyarılar birçok ayette yer almıştır: Bakara/122-141, 258-260, Al-i İmran/64-71, En'am/71-82, Hûd/69-83, İbrahim/35-41, Hicr/45-60, Meryem/41-50, Enbiya/51-75, Şuara/69-104, Saffat/75-113, Zuhruf/26-35, Zariyat/24-46.
Burada İbrahim peygamber ile ilgili sadece birkaç ayeti hatırlatmakla yetiniyoruz:
122Ve Biz İbrâhîm'e dünyada iyilik-güzellik verdik. Ve şüphesiz O, âhirette de kesinlikle sâlihlerdendir. [Nahl/122]
130Ve İbrâhîm'in dininden/yaşam tarzından, kendini akılsızlaştıran kimseden başka kim yüz çevirir? Ve Biz o'nu dünyada seçmiştik. Hiç şüphesiz o, âhirette de iyilerden biridir. [Bakara/130]
69Biz: "Ey ateş! İbrâhîm'e karşı soğuk ve güvenli ol" dedik. [Enbiya/69]
97Onlar: "Şunun için bir duvar yapın/ambargo uygulayın da bunu çılgınca yanan ateşin/aşırı sıkıntının içine atın!" dediler.
98Onlar, İbrâhîm'e tuzak kurmak istediler de Biz onları aşağılıklar kılıverdik. [Saffat/97-98]
26. ayette Lût’un (as) İbrâhîm'e (as) iman etmiş olduğundan bahsedilmektedir. Bu konu ile ilgili klasik kaynaklarda şu nakiller yer almaktadır:
Hz. Lût'un Hz. İbrahim'in kardeşinin oğlu olduğu söylenir. Söylendiğine göre onun nesebi şöyledir: Lût b. Hârân b. Âzer. Yani Hz. İbrâhîm'e kavminden onun ve Hz. İbrahim'in eşi Sâre'nin dışında kimse iman etmemişti. Sahih bir hadîste şöyle anlatılıyor: Hz. İbrahim, o zorba [kral]ın bulunduğu yere uğradığı zaman Hz. İbrahim'e Sâre'nin kim olduğunu sormuştu. Hz. İbrâhîm bu soruya: Kız kardeşimdir, diye cevap vermişti. Sonra Hz. İbrâhîm Sâre'ye gelip: Şüphesiz ben ona, o benim kız kardeşimdir, dedim. Beni yalancı çıkarma. Şüphe yok ki, yeryüzünde benim ile senin dışında inanan yok. Sen benim dinde kız kardeşimsin, demişti. İşte bu hadîs-i şerif ile bu âyetin arası nasıl bulunacak diye bir soru sorulacak olursa şöyle denebilir: En doğrusunu Allah bilir ama Hz. İbrahim'in hadîste Sâre'ye hitaben söylediği sözden maksadı şu olmalıdır. Yeryüzünde benimle senin dışında İslâm üzere olan bir çift daha yoktur. Hz. Lût (a.s), kavmi içinden Hz. İbrâhîm'e îmân etmiş ve onunla birlikte Şam ülkesine hicret etmişti. Sonra Hz. İbrâhîm Halil hayatta iken, Hz. Lût Sodom ve havalisi halkına peygamber olarak gönderilmiştir. Kavmi ile aralarında geçenler daha önce geçtiği gibi ilerde gelecektir. [İbni Kesir]
Katade der ki: İkisi birden [Hz. İbrâhîm ve Lût] Kûfe topraklarındaki Kûsâ'dan Şam'a hicret ettiler. Bize anlatıldığına göre, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuş; Şüphesiz hicretten sonra hicret olacaktır. Yeryüzü halkı Hz. İbrahim'in hicret ettiği yere yönelecek ve yeryüzünde yeryüzü halkının sadece kötüleri kalacaktır. Nihayet yerleri onları atacak, Rûhullah onlardan hoşlanmayıp uzak duracak ve ateş onları maymunlar ve domuzlarla beraber toplayıp sürecektir. Ateş, onlar nerede gecelerse; onlarla beraber geceleyecek, onlar öğle istirahatine çekildikleri zaman onlarla beraber duracak, onlardan (arkada kalıp) düşenleri yiyecektir. İmâm Ahmed bu hadîsi müsned olarak daha uzunca ve Abdullah b. Amr b. Âs'dan rivayetle zikredip der ki: Bize Abdürrezzâk'ın... Şehr b. Havşeb'den rivayetinde o, şöyle anlatıyor: Yezîd b. Muâviye'nin bîatı [ona biat etmemiz emri] bize geldiğinde Şam'a geldim. Nef el-Bekâlî'nin durduğu yeri öğrendim ve oraya gittim. Bir adam geldi ve insanlardan ayrı bir yere oturdu. Üzerinde dört köşe siyah bir aba vardı. Bir de baktık ki, Abdullah b. Amr b. Âs göründü. Nef onu görünce, sözünü kesti. Abdullah dedi ki: Allah Rasûlünü (s.a) şöyle buyururken işittim: Muhakkak ki hicretten sonra hicret olacaktır. İnsanlar Hz. İbrahim'in hicret yerine yönelecekler (ve orada toplanacaklar), yeryüzünde sadece yeryüzü halkının en kötüleri kalacak. Yerleri onları atacak, Rahmân'ın nefesi onlardan hoşlanmayıp uzak duracak; ateş maymunlar ve domuzlarla beraber onları toplayıp sürecek, onlar geceledikleri zaman bu ateş onlarla beraber geceleyecek, onlar öğle istirâhatine çekildiği zaman onlarla beraber dinlenecek, onlardan geride kalanları yiyecek. Allah Rasûlünü (s.a) bir de şöyle buyururken işittim: Doğu tarafından ümmetim içinden birtakım insanlar çıkacak. Onlar Kur'ân'ı okuyacaklar da hançerelerinden aşağıya geçmeyecek. Onlardan ne zaman bir nesil çıksa arkası kesilecek. Onlardan ne zaman bir nesil çıksa arkalan kesilecek. Allah Rasûlü "onlardan her bir nesil çıktıkça arkaları kesilecek" sözünü yirmiden fazla tekrar etti ve sonunda şöyle buyurdu: Nihayet, onların kalıntıları içinde Deccâl çıkacaktır. İmam Ahmed, hadîsi Ebu Dâvûd ve Abdüssamed'den, bu ikisi Hişâm ed-Destevâî'den, o da Katâde’den rivayet etmiştir. Aynca Ebu Dâvûd, hadîsi Sünen'inin cihâd bölümünde rivayet etmiştir. Ebu Dâvûd burada der ki: Bize Ubeydullah b. Ömer'in ... Abdullah b. Amr'dan rivayetinde o, Allah RasûIünü (as) şöyle buyururken işitmiş: Hicretten sonra hicret olacaktır. Yeryüzü halkının hayırlıları, Hz. İbrahim'in hicret yerine sığınacaklardır. Yeryüzünde halkın en kötüleri kalacak ve yerleri onları atacak, Rahmân'ın nefesi onlardan hoşlanmayıp uzak duracak; ateş, maymunlar ve domuzlarla beraber onları toplayıp sürecektir. [İbni Kesir]
Yine 26. ayette İbrahim’in (as) "Ben Rabbime hicret ediciyim. Şüphesiz O, Azîz ve Hakîm’in ta kendisidir" dediği görülmektedir. Bu ifadeden İbrahim’in (as) "Ben Rabbim uğrunda vatanımı terk edeceğim ve Rabbim beni nereye götürürse oraya gideceğim" demek istediğini anlıyoruz.
Pasajda inkârcıların ağzından nakledilen ifadelerden, kavminin İbrahim’i (as) öldürmek ya da yakmak üzere aralarında gizli bir toplantı düzenledikleri anlaşılmaktadır. Bu olay detaylı olarak "Enbiya" sûresinde de yer almıştı:
51Ve andolsun ki Biz, daha önce İbrâhîm'e rüşdünü vermiştik. Ve Biz o'nu bilenler idik. 52Hani İbrâhîm, babasına ve toplumuna: "Israrla kendisine tapınıp durduğunuz heykeller nedir?" demişti.
53Onlar: "Biz atalarımızı bunlara tapanlar olarak bulduk" dediler.
54İbrâhîm: "Andolsun ki sizler ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz" dedi.
55Onlar: "Sen bize hakkı mı getirdin, yoksa sen oyun oynayanlardan mısın?" dediler.
56,57İbrâhîm dedi ki: "Tam tersi, Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir ki, onları O, yoktan yaratmıştır. Ben de buna şâhitlik edenlerdenim. Allah'a yemin ederim ki siz arkanızı dönüp gittikten sonra, ben putlarınıza kesinlikle bir tuzak kuracağım."
58Sonra da İbrâhîm, ona müracaat etsinler diye kendilerine ait büyükleri dışında bunları parça parça etti.
59Toplumu, "Bizim tanrılarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o, kesinlikle yanlış, kendi zararlarına iş yapanlardandır" dediler.
60Bazıları, "Onları anıp duran bir genç duyduk. Onun için "İbrâhîm" deniliyor" dediler.
61Onlar, "O hâlde o'na tanık olmaları için İbrâhîm'i insanların gözleri önüne getirin" dediler.
62Onlar, "Ey İbrâhîm! Bunu tanrılarımıza sen mi yaptın?" dediler.
63İbrâhîm: "Aksine, onu şu büyükleri yaptı. Konuşabiliyorlarsa haydi kendilerine sorun" dedi.
64Bunun üzerine kendi vicdanlarına döndüler de: "Şüphesiz siz, yanlış; kendi zararlarına iş yapanların ta kendisisiniz" dediler.
65Sonra onlar yine kendi kafalarına döndüler: "Andolsun ki bunların konuşmayacağını bilirdin" dediler.
66,67İbrâhîm: "O hâlde, Allah'ın astlarından size hiçbir şekilde fayda vermeyen ve size zarar vermeyen şeylere mi tapıyorsunuz? Size de, Allah'ın astlarından taptıklarınıza da yazıklar olsun! Siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?" dedi.
68Toplumu: "Eğer yapanlarsanız, şunu yandırın [ateşe verin, sıkıntıya sokun] ve tanrılarınıza yardım edin" dediler.
69Biz: "Ey ateş! İbrâhîm'e karşı soğuk ve güvenli ol" dedik.
70Ve ona bir düzen kurmak istediler de Biz kendilerini daha fazla zarara/kayba uğrayıp acı çeken kimseler yaptık.
71İbrâhîm'i de, Lût'u da, âlemler için, içinde bolluklar bulunan topraklara kurtardık.
72Ve Biz o'na İshâk'ı, ilave olarak da Ya‘kûb'u bağışladık. Ve hepsini iyi kimseler yaptık.
73Ve Biz onları, Bizim emrimizle kılavuzluk yapan önderler yaptık. Ve Biz onlara hayırlar işlemeyi, salâtı ikame etmeyi [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturma-ayakta tutmayı], zekâtı/vergiyi vermeyi vahyettik. Ve onlar, sadece Bize kulluk yapanlar idiler. [Enbiya/51-73]
İbrahim peygamber hakkında daha evvel Saffat suresinin tahlilinde geniş açıklama yapıldığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
İbrahim peygamberin yakılması konusunda klasik kaynaklarda yer alan efsaneler ile Talmud’un bu konuda kaydettiği anlatımı Enbiya suresinin tahlili esnasında uzun uzadıya alıntıladığımız için detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
Konumuz olan pasajda başka mesajlar da söz konusudur. Bunlardan biri, Rabbimizin Resulullah’ı hicrete hazırlamasıdır. Bilindiği üzere bu sure, Mekke’de inen son surelerden biridir. Bu dönem, İbrahim’in kavminin İbrahim’e yaptıkları gibi, Mekkeli müşriklerin de Allah elçisine eziyetlerini artırdıkları bir dönemdir. Bu günlere Enfal suresinde şöyle değinilmiştir:
30Ve hani bir zaman, şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve onlar tuzak kurarken Allah da cezalandırıyordu. Ve Allah, cezalandıranların en hayırlısıdır. [Enfal/30]
İbrahim sıkıntıdan, yandırılmaktan kurtulunca, surenin 26. ayetinde "ben Rabbime hicret edeceğim" dediği nakledilmişti. Burada Resulullah’a "Haydi, sen de hicret et!" denilmek istenmektedir.
Bir başka mesaj da, Mekke müşriklerine yapılan tehdittir: "İbrahim’in putperest kavmi nasıl yok olup gittiyse, Allah elçisine karşı çıkan sizler de aynen yok olup gideceksiniz. O, bugün doğup büyüdüğü anayurdunu eli boş bırakıp gitse de zafer onun olacaktır."
Nitekim öyle de olmuştur. Yesrip halkı; Müslüman’ıyla, Hıristiyan’ıyla, Yahudi’siyle Resulullah’ı bağrına basmış, Resulullah orada her türlü teşkilatlanmayı başarmış, Yesrip ve çevrede İslam’ın yayılmasını sağlamıştır. Ayrıca putperestlerin kalesi olan Mekke’yi de fethetmiştir. İslam bugün tüm ihtişamıyla yaşarken, o günün müşriklerinin izleri bile yoktur.
28,29Lût'u da gönderdik. Hani o toplumuna: “Şüphesiz siz, kesinlikle âlemlerden sizden önce geçmiş olanların yapmadığı bir hayâsızlığı yapıyorsunuz! Siz şüphesiz, kesinlikle erkeklere gidecek, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlik yapacak mısınız?” demişti. Bunun üzerine toplumunun cevabı, sadece, “Doğru söyleyenlerden isen Allah'ın azabını bize getir!” demeleri oldu.
30Lût: “Rabbim! Şu bozguncular toplumuna karşı bana yardım et!” dedi.
31Ve elçilerimiz İbrâhîm'e müjdeyi getirdiklerinde: “Biz bu kentin halkını yıkıma uğratacağız” dediler. –Şüphesiz oranın halkı şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler idiler.–
32İbrâhîm: “Şüphesiz orada Lût var!” dedi. Onlar: “Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve geride kalanlardan biri olan kadını dışındaki ailesini elbette kurtaracağız” dediler.
33,34Elçilerimiz Lût'a geldiklerinde de o, onlar hakkında tasalandı. Ve onlar sebebiyle eli-kolu bağlandı kaldı. Ve elçiler: “Korkma, tasalanma! Şüphesiz biz, seni ve geride kalanlardan olan kadının hariç yakınlarını kurtaracağız. Şüphesiz biz, bu kent halkının üzerine, hak yoldan çıkıcılık yapıp durmaları nedeniyle semadan bir azap indirteceğiz” dediler.
35Ve andolsun ki Biz, aklını kullanacak bir toplum için oradan apaçık bir alâmet/ gösterge bıraktık.
Bu ayet grubunda, Lut’a (as) ve kavmi ile yaşadığı olaylara, İbrahim’e uğradıktan sonra Lut’un (as) kavmine giden elçilere ve orada cereyan eden olaylara kısaca değinilmiştir. Burada zikredilen olaylar daha evvel Hud (Hud/69- 83) ve Zariyat (Zariyat/24- 37 ) surelerinde geçmiş idi:
Lut’un toplumuna yönelttiği nakledilen "yol kesecek misiniz?" sorusunu, "eşkiyalık yaparak yol kesme", ya da "yoldan geçenlere cinsel tacizde bulunma" olarak anlayabileceğimiz gibi, "ahlaksızlıkları yüzünden artık üremeyi umursamamaları, nesillerinin kesilmesi, yok olması" olarak anlamak da mümkündür. Bilindiği üzere cinsel sapıklığın geliştiği yerlerde doğum ve nüfus artışı söz konusu olmaz.
Dünyanın değişik yerlerinde yaygınlaşan bu illeti, Kur’an’ın öngördüğü hedef doğrultusunda, Lut kavmi örnek verilmek suretiyle anlatarak toplumları uyarmak her müminin iman borcudur.
Ayetteki "kolu daraldı" ifadesi, Türkçedeki "eli kolu bağlandı", "kolu kısaldı" deyimlerine benzemektedir. Bu Lut’un çaresiz kaldığını, elinden bir şey gelmediğini bildirmektedir.
Lut kavmi ile ilgili detay A'raf/80-84, Hud/69-83, Hicr/57-79, Enbiya/71-75, Şuara/160-175, Neml/54-59, Saffat/113-138 ve Kamer/33-40’ta yer almaktadır.
Ayetlerde Lut’un karısı için "Korkma, tasalanma! Şüphesiz biz, seni ve geride kalanlardan olan karın hariç yakınlarını kurtaracağız" diye açıklama yapılmıştır. Tahrim suresinde verilen bilgiye göre Lut’un karısı Lut’a inanmayanlardandı.
10Allah, kâfirlere; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselere, Nûh'un kadını ile Lût'un kadını örnek verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kulun aşağılık karıları idiler. Sonra onlara hainlik ettiler. İkisinin kocası da, peygamber olmalarına rağmen Allah'tan hiçbir şeyi onlardan savamadı. Ve, "Girenlerle birlikte siz ikiniz de ateşe girin!" denildi. [Tahrim/10]
Bu ayetlerden, bir insanın Allah hidayet nasip etmediyse peygamber hanımı bile olsa inanmayacağı; imansız olduğu takdirde peygamber hanımı olmanın bile insanı azaptan kurtaramayacağı anlaşılmaktadır.
35. ayetteki "Ve ant olsun ki, Biz, aklını kullanacak bir kavim için oradan apaçık bir ayet bıraktık" ifadesinde geçen "ayet", bu kavme ait arkeolojik kalıntılardır. Bu kalıntılar "Ölü Deniz" denen Lut Gölü civarındadır. Kur’an’da birçok yerde bu kalıntıların ziyaret edilmesi ve onlardan ibret alınması istenmiştir.
73Güneş doğarken o korkunç çığlık onları yakalayıverdi.
74Böylece Biz, onların üstünü altı yaptık ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık.
75Şüphesiz bunda, izden, imzadan anlayanlar; düşünen keskin anlayışlılar için kesinlikle alâmetler/göstergeler vardır.
76Ve şüphesiz Lût toplumunun bulunduğu şehir harabesi, kesinlikle bir yol üzerinde durmaktadır.
77Şüphesiz ki, bunda iman edenler için kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır. [Hıcr/73-77]
133Şüphesiz Lût da gönderilen elçilerdendir.
134-136Hani Biz, o'nu ve geride kalıp batanlar içinde kalan bahtsız kadın hariç ehlinin tamamını kurtarmıştık. Sonra diğerlerini değişime/yıkıma uğratmıştık.
137,138Ve siz elbette sabahleyin ve geceleyin onların üzerine uğrayıp duruyorsunuz. Hâlâ akletmiyor musunuz? [Saffat/133, 138]
36Medyen'e de kardeşleri Şu‘ayb'ı gönderdik. Sonra Şu‘ayb, “Ey toplumum! Allah'a kulluk edin, âhiret gününü ümit edin, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın!” dedi.
37Bunun üzerine o'nu yalanladılar, sonra da kendilerini bir sarsıntı yakalayıverdi ve yurtlarında KISA ZAMAN SONRA diz üstü çökekaldılar.
Bu ayetlerde de kısaca Şuayb kıssasına değinilmektedir. O da kavmine: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, ahiret gününü ümit edin, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın!" demiş, kavmi ise onu yalanlamıştı. Sonuç olarak da Allah o toplumu cezalandırmıştı.
Daha evvel Şuayb peygambere ve kavmine A’raf (85-93), Hud (84-96) ve Şuara (177-191) surelerinde yer verilmişti.
38Âd ve Semûd toplumlarını değişime/ yıkıma uğrattık. Onların değişime/ yıkıma uğramaları, onların yurtlarından size kesinlikle besbelli olmuştur. Ve şeytan onlara, yaptıklarını süsledi de onları yoldan alıkoydu. Hâlbuki onlar görüp anlayan kimselerdi.
39Karun'u, Firavun'u ve Hâmân'ı da yıkıma uğrattık. Andolsun ki Mûsâ onlara apaçık deliller ile gelmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Hâlbuki onlar, geçiciler değillerdi.
40İşte hepsini günahları sebebiyle yakaladık: Onlardan kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, onlardan kimini korkunç bir ses yakaladı, onlardan kimini yerin dibine geçirdik, onlardan kimini de suda boğduk. Ve Allah onlara haksızlık etmiyordu velâkin onlar şirk koşmak sûretiyle kendilerine haksızlık ediyorlardı.
Bu ayet grubunda Ad ve Semud, Karun, Firavun ve Haman grubu hatırlatılmıştır. Helak edilmiş olan bu toplumların kalıntıları ortadadır. Bu toplumlar şeytana uymuşlardı, şeytan her yaptıklarını kendilerine güzel göstermekteydi. Onlar, şeytanın bu tuzağına düştüler. Hâlbuki görüp anlayan kimselerdi, kendilerini kurtaracak akla da sahiplerdi. Ne var ki, kendi değerlerini bilmemişler, kendilerine verilen aklı ve zekâyı değerlendirmemişlerdir.
Rabbimiz, geçmişte elçiliği yalanlayan bu toplumları kasırga, sayha [çığlık], yere batırma, suda boğma gibi yollarla cezalandırdığını açıklamıştır.
40. ayette Rabbimiz "Ve Allah onlara zulmetmiyordu, velâkin onlar kendilerine zulmediyorlardı" buyurarak onların kendi kendilerine yazık ettiklerini bildirmiştir. Çünkü Rabbimiz insanı onurlu ve donanımlı kılmıştır.
70Ve andolsun ki Biz, insanoğlunu şan ve şeref sahibi yaptık ve karada, denizde taşıtlara yükledik ve temiz-hoş yiyeceklerden onları rızıklandırdık. Ve onları oluşturduklarımızın birçoğundan oldukça fazlalıklı kıldık. [İsra/70]
38. ayetteki "Bu [Onların helaki], onların meskenlerinden [yurtlarından] size kesinlikle besbelli olmuştur" ifadesinden, o günün Araplarının helak edilen bu toplumların yurtlarının kalıntılarını iyi bildikleri anlaşılmaktadır. Bugün Ahkâf, Yemen ve Hadramut olarak bilinen Güney Arabistan'ın tümü eskiden Ad kavminin topraklarıydı. Hicaz'ın kuzeyinde, Rabiğ'den Akabe'ye, Medine ve Hayber'den Teyma ve Tebük'e kadar uzanan topraklar da Semud kavminin yaşadığı yerlerdi. Eskisi kadar olmasa da, bu toplumların kalıntılarının emareleri bugün de mevcuttur.
Bu kıssalar ile müminlere moral verilirken müşrikler de tehdit edilmektedir. Müminler sıkıntılı ortamlarda elçiler gibi sabrederlerse zafere ulaşacaklardır. İnkârcılar da ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar hakkın karşısında duramayıp Nuh kavmi, Lut kavmi, Şuayb’in kavmi, Ad, Semud, Karun ve Firavun gibi perişan olacaklardır.*
*İşte Kuran, Ankebut Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz