95Muhammed Suresi 4-6, 35
Mushafta Bozuntu Yapılan Ayetler
95Muhammed Suresi 4-6, 35
Hatalı Çeviri:
4. (Savaşta) inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin. Durum şu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek ister. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz.
5, 6. Allah onları muratlarına erdirecek, gönüllerini şâdedecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete sokacaktır.
Doğru Çeviri:
Necm: 581
4-6Artık Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimselerle karşılaştığınız/ savaştığınız zaman, hemen boyunları vuruş …/ölümüne savaşın. Sonra onlara üstün geldiğiniz zaman, hemen bağı sıkı bağlayın/sağlam kararlar alın. Sonra harp; bozum yapma işi ağırlıklarını atıp savaş bitince de onları ya karşılıksız olarak, ya da kurtulmalık karşılığı salıverin. İşte! Eğer Allah dileseydi elbette onları cezalandırıp adaleti sağlardı. Fakat böyle olması, sizi birbirinizle denemek içindir. Allah yolunda öldürülen/öldüren/savaşan kimselere gelince; artık Allah, onların amellerini asla boşa çıkarmaz. Allah onları kılavuzlayacak, durumlarını düzeltecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete girdirecektir.
35Öyleyse gevşemeyin ve siz üstün iken barışa çağırmayın. Allah da sizinle beraberdir. Ve Allah, sizin amellerinizi asla eksiltmeyecektir.
4-6Artık Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimselerle karşılaştığınız/ savaştığınız zaman, hemen boyunları vuruş …/ölümüne savaşın. Sonra onlara üstün geldiğiniz zaman, hemen bağı sıkı bağlayın/sağlam kararlar alın. Sonra harp; bozum yapma işi ağırlıklarını atıp savaş bitince de onları ya karşılıksız olarak, ya da kurtulmalık karşılığı salıverin. İşte! Eğer Allah dileseydi elbette onları cezalandırıp adaleti sağlardı. Fakat böyle olması, sizi birbirinizle denemek içindir. Allah yolunda öldürülen/öldüren/savaşan kimselere gelince; artık Allah, onların amellerini asla boşa çıkarmaz. Allah onları kılavuzlayacak, durumlarını düzeltecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete girdirecektir.
Yukarıdaki âyetlerde, inkâr eden ve Allah'ın yolundan alıkoymak için çaba harcayanların, emeklerinin boşa gideceği ifade edildikten sonra, Allah'ın verdiği vaadi dikkate alarak mü’minlerin Allah yolunda savaşırken kâfirlerin boyunlarını vurmaları, zafere ulaşıldığı zaman bağı sıkı bağlamaları, sonra da onları karşılıksız ya da fidye karşılığında serbest bırakmaları istenmektedir. Ayrıca, Eğer Allah dileseydi onlardan elbette intikam alırdı [onları cezalandırıp adaleti sağlardı]. Fakat (böyle olması), sizi birbirinizle denemek içindir ifadesiyle mü’minlerin zihninde oluşan, "Allah bunları niye yaptırıyor ki?" tarzındaki istifhamlar da giderilmektedir:
142Yoksa Allah, içinizden çaba harcayanları bildirmeden, sabredenleri de bildirmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? [Âl-i İmrân/142]
14,15Onlarla savaşın ki, Allah, sizin ellerinizle onları cezalandırsın ve onları rezil-rüsva etsin. Sizi de, onlara karşı muzaffer kılsın ve mü’min bir toplumun göğüslerine şifa versin, göğüslerinin kinini gidersin. Allah, dilediğinin tevbesini de kabul eder. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. [Tevbe/14-15]
Âyetteki, boyunları vuruş... ifadesi, "savaş esnasında acımadan düşmanın öldürülmesi"ni ifade eder.
" رقابRikab"
"Rikab" sözcüğü, "muhafaza etme, kontrol etme" anlamlarındaki " رr قk بb" kökünden türeyen " رقبةrakabete (boyun)" sözcüğünün çoğuludur. Sözcüğün mimli mastar; ismi zaman- ismi mekan kalıbı, " مرقبmergab, مرقبةmergabet" olup çoğulu " مراقبmerâkıb" kalıbındadır ki gözetleme, kontrol merkezleri bu sözcükler ile ifade edilir. (Lisan ve Tac)
" ضرب الرقابDarb er rikab"
Ayette geçen " فضرب الرقابfe darb er rikab (... boyunları vuruş ...)" ifadesinin aslı, " فاضربوا الرقاب ضرباًfadribu r rikâbe darben (boyunlarını iyice vurun)"dir. fiil, hazfedilip onun yerine mastar gösterilmiş ve mastar mef’ule muzaf edilmiştir "( ضربDarb" ile " رقابrikab" tamlama yapılmıştır). Böylece mastar fiilin yerini tutmuştur.
Bu teknik uygulama, te’kit anlamı getirmekle birlikte meramın daha da kısa yolla ve daha da etkin olarak ifadesini sağlar.
" ضرب الرقابDarb er rikap (boyunları vuruş)" ifadesi, "öldürme"yi ifade eder. Çünkü bu ifadenin açık anlamı, diğer azalara değil özellikle boyunlara vurulmasını öngörmektedir. Bu ifade, arapların, kral birini öldürdüğü zaman " ضرب الأمير رقبة فلانdarebe l emirü rakabete fülanin (kral filanın boynunu vurdu)" deyiminden gelmektedir. İlk çağlarda insanlar genellikle boyunları vurulmak suretiyle öldürürlerek cezalandırılırdı.
" ضرب الرقابDarb er rikap" ifadesi, boynun kesilmesi, vücudun en değerli bölümü olan başın koparılması, yarı canlı; yaralı bırakmaması nedeniyle " قتلkatl (öldürme)" sözcüğünden çok daha etkin ve yoğunluğu olan bir ifadedir. Ayrıca Kur’an’da israiloğulları ile ilgili pasajlarda olduğu gibi mecaz anlam (değişim) ihtimali de yoktur.
Ki o savaş şartlarında gerekli olan da amansız ve azgın düşmanların kesinlikle yok edilmesidir. Bunlar ise, Allah'ın dininin yayılmasına engel olan, Rasûlullah ve inananları ortadan kaldırmaya çalışan kâfirlerdir. Bu şartlar altında onların esirleştirilmesi bile yasaklanmıştır:
67Yeryüzünde ağır basmadıkça; savaşta kesin ve tam üstünlük sağlamadıkça, kendisi için esirler oluşturması hiçbir peygambere uygun değildir. Siz, dünya genişliğini istersiniz, Allah da âhireti ister. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. [Enfâl/67]
Bedir'de alınan esirlerin öldürülmeleri, fidye karşılığında serbest bırakılmalarından daha uygun idi; zira o şartlarda, Mekkeli müşrikleri fidye karşılığında serbest bırakmak, geçici dünya malını istemekten başka bir şey değildi. Hâlbuki Müslümanların, kalıcı olan âhireti, dünya malına tercih etmeleri gerekirdi.
Sulh ortamında kimse öldürülemeyeceği gibi, savaşa katılmayanlar da öldürülmez. Allah'ın izin verdiği savaş, fitneyi ve tevhide karşı yürütülen düşmanlık ve harekatı ortadan kaldırmaya yöneliktir. Bu husus, birçok âyette beyân edilmiştir:
190Ve sizinle savaşan kimselerle Allah yolunda savaşın; ölün, öldürün. Ve sınırı aşmayın. Şüphesiz Allah, sınırı aşanları sevmez.
191Ve onları nerede yakalarsanız öldürün, çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Ve insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemek, öldürmeden daha şiddetlidir. Mescid-i Harâm; dokunulmaz ilâhiyat eğitim merkezi yanında onlar, orada sizinle savaşmadıkça da onlarla savaşmayın. Buna rağmen onlar, sizinle savaşırlarsa, hemen onları öldürün. kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenlerin cezası işte böyledir.
192Bununla beraber, eğer vazgeçerlerse, biliniz ki şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
193Ve de insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemek faaliyeti kalmayıp din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık eğer vazgeçerlerse, düşmanlık, kendi benliklerine haksızlık edenlerden başkasına yoktur. [Bakara/190-193]
39Ve insanları dinden çıkarma faaliyeti kalmayıp din tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık vazgeçerlerse bilinsin ki, şüphesiz Allah, onların yaptıklarını en iyi görendir. [Enfâl/39]
Bu âyetlerin iniş sebebiyle alâkalı şu bilgi verilmiştir:
Katâde dedi ki: Bize nakledildiğine göre bu âyet-i kerîme, Rasûlullah (s.a) dağ geçidinde iken Uhud günü inmiştir. O sırada aralarında hem yaralılar, hem de öldürülenler pek çoktu. Müşrikler, şöyle demişlerdi:
— Yücel ey Hubel.
Müslümanlar da şöyle karşılık vermişlerdi:
— Allah en yüce ve en büyüktür.
Bunun üzerine Müşrikler şöyle dediler:
— Bugün Bedir Günü'ne karşılık olsun, zaten savaş bir o tarafa bir bu tarafa döner.
Peygamber (s.a) de Müslümanlara şöyle karşılık vermelerini emretti:
— Eşitlik yoktur. Bizim ölülerimiz Rabb'leri katında diridir, rızıklanırlar. Sizin ölüleriniz ise cehennem ateşinde azaplanırlar.
Bunun üzerine müşrikler şöyle dediler:
— Bizim Uzza'mız var, sizin ise Uzza'nız yok.
Müslümanlar şöyle karşılık verdiler:
— Allah bizim mevlâmızdır, sizin ise mevlânız yok. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
6. âyette, O [Allah], onları kılavuzlayacak, durumlarını düzeltecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete girdirecektir buyurmuştur, zira cennet daha evvel birçok âyette tanıtılmıştı:
133-135Ve Rabbinizden bağışlanmaya, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcama yapan, öfkelerini yutan, insanları affeden, çirkin bir hayâsızlık işledikleri ya da kendi kendilerine haksızlık ettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyen, –Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir?– yaptıkları kötü şeylerde bile bile ısrar etmeyen, Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için hazırlanmış eni göklerle yer kadar olan cennete koşuşun. Ve Allah, iyilik, güzellik üretenleri sever. [Âl-i İmrân/133-135]
"68-70Ey âyetlerimize iman etmiş ve Müslümanlar olmuş olan kullarım! Bugün size korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz. Siz ve eşleriniz ağırlanmış olanlar olarak girin cennete! 71-73 -Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin çevrelerinde altın tepsiler, kadehler dolaştırılır. Orada nefislerin arzu duyacağı, gözlerin zevkleneceği her şey vardır.– Ve siz, orada sürekli kalacaksınız. Ve işte bu, yapagelmiş olduğunuz şeyler sebebiyle, kendisine son sahip edildiğiniz cennettir. Orada sizin için birçok meyveler vardır. Onlardan yiyeceksiniz." [Zuhruf/68-73]
Bu sûrenin 15. âyetinde de cennet şöyle tanıtılmıştır: Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve Rabb'lerinden bir bağışlanma vardır.
Cennetin tasviri ile ilgili birçok pasaj bulunmaktadır: Vâkıa/15-38, Duhân/51-57, Zuhruf/71-73, Fâtır/32-33, Nebe/31-37.
35Öyleyse gevşemeyin ve siz üstün iken barışa çağırmayın. Allah da sizinle beraberdir. Ve Allah, sizin amellerinizi asla eksiltmeyecektir.
35. âyetteki, Allah da sizinle beraberdir. Ve O [Allah], sizin amellerinizi asla eksiltmeyecektir ifadesiyle Allah, her zaman mü’minleri destekleyeceğini ve onları ödüllendireceğini bildirmektedir:
21Allah: "Elbette, Ben ve elçilerim galip geleceğiz" diye yazmıştır. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır. [Mücâdele/21]
171-173Ve andolsun ki gönderilen kullarımız/elçilerimiz hakkında bizim sözümüz geçmiştir: "Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip gelenlerin ta kendisidir." [Saffat/171-173]
35. âyetteki, Öyleyse gevşemeyin ve siz üstün iken barışa çağırmayın ifadesiyle Müslümanlara, üstün durumda iken barış teklifinde bulunmamaları emredilmektedir. Bu hususa Enfâl sûresi'nde de işaret edilmişti:
61Ve eğer onlar barış için yanaşırlarsa, sen de barışa yanaş! Ve Allah'a işin sonucunu havale et. Şüphesiz Allah, en iyi işitenin, en iyi bilenin ta kendisidir. [Enfâl/61]*
*İşte Kuran, Muhammed Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz