45Taha Suresi 133-135 + 46Vakıa 1-7
Mushafta Bozuntu Yapılan Ayetler
45Taha Suresi 133-135 + 46Vakıa 1-7
Hatalı Çeviri:
133. Onlar: (Muhammed) bize Rabbinden bir mucize getirmeli değil miydi? dediler. Önce gelen kitaplardakinin apaçık delili (Kur'an) onlara gelmedi mi?
134. Eğer biz, bundan (Kur'an'dan) önce onları bir azapla helâk etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi: Ya Rabbi! Ne olurdu, bize bir elçi gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine uysaydık!
135. De ki: Herkes beklemektedir: Öyle ise siz de bekleyin. Yakında anlayacaksınız; doğru düzgün yolun yolcuları kimmiş ve hidayette olan kimmiş!
Doğru Çeviri:
Necm: 127
133,134Ve inkâr edenler: “Elçiliğini iddia eden bu kişi, Rabbinden bize bir alâmet/gösterge getirse ya!” dediler. Onlara ilk sahifelerde olan apaçık deliller gelmedi mi? Ve eğer Biz, onları bundan önce bir azap ile değişime/yıkıma uğratsaydık, kesinlikle “Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de, alçak ve rezil olmadan önce Senin âyetlerine uysaydık!” diyeceklerdi.
135De ki: “Herkes beklemektedir. Siz de bekleyiniz. Şüphesiz düz yolun sahiplerinin kimler olduğunu ve kimlerin kılavuzlandığı doğru yolu bulduğunu yakında; Vakıa 1-7olacak o vaka olduğu zaman –ki o vakanın oluşu için yalan söyleyen yoktur. O vaka, alçaltıcıdır, yükselticidir– yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman ve sizler üç eş sınıf olduğunuz zaman 135bileceksiniz.
Sure, yaptıkları itirazlara ve öne sürdükleri bahanelere karşılık müşriklere hak ettikleri cevabın verilmesiyle sona ermektedir. İnce bir uyarının yapıldığı bu son ayetlerde verilen mesaj, birçok ayette değişik ifadelerle yer almaktadır:
166Fakat Allah, sana indirdiğine –ki onu Kendi bilgisiyle indirmiştir– şâhitlik eder. Tüm âyetler de şâhitlik ederler. Şâhit olarak da Allah yeter. [Nisa/166]
15Kim, kılavuzlanan doğru yolu bulursa, sırf kendi iyiliği için kılavuzlanan doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz, bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. [İsra/15]
46,47Ve Biz, seslendiğimiz zaman, Tûr'un yanında da değildin. Tersine senden önce kendilerine uyarıcı/peygamber gelmeyen bir toplumu uyarman için ve kendi ellerinin yaptıklarından dolayı başlarına bir fenalık geldiğinde hemen, "Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, âyetlerine uysak ve mü’minlerden olsak" diyemesinler, onlar öğüt alsınlar diye Rabbinden bir rahmet olarak... orada geçenleri sana bildirdik, seni elçi olarak gönderdik.
48İşte onlara tarafımızdan o hak gelince de, "Mûsâ’ya verilen şeyler; alâmetler; göstergeler gibi ona da verilmeli değil miydi?" dediler. Daha evvel Mûsâ’ya verileni örtbas edip reddetmemişler miydi? "Birbirine sırt veren; destekleyen iki sihir; etkili bilgi" dediler. Ve "Şüphesiz biz hepsini kabul etmeyeceğiz" dediler. [Kasas/47, 48]
131İşte bu; Rabbinin, halkı ilgisiz, bilgisiz iken, ülkeleri haksız yere değiştiren/yıkıma uğratan biri olmayışıdır. [En’âm/131]
Ve Hicr/4, Şuara/208, 209, Furkan/41, 42 ve Kamer 26.
Vakıa 1-7. Ayetler:
1-7Olacak o vaka olduğu zaman –ki o vakanın oluşu için yalan söyleyen yoktur. O vaka, alçaltıcıdır, yükselticidir– yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman ve sizler üç eş sınıf olduğunuz zaman.
Görüldüğü gibi, 1–7. ayetler bir cümlenin zarf tümlecini teşkil etmektedir. Cümlenin diğer öğeleriyle yüklemi burada değildir. Dolayısıyla surenin 1–7. ayetlerinden oluşan tümlecin ilk sözcüğü olan " اذاiza" edatının mutlaka bağlandığı bir yer olmalıdır. "Olacak olan o vak’a olduğu zaman...." deyip de devamında herhangi bir açıklama yapılmazsa, bu kelâm boşta kalır, kimse bir şey anlamaz. Bu durum aynen "Ben askerdeyken" deyip kelâmı kesmeye benzer. Aslında sözün devam ettirilip askerde neler olduğunun da açıklanması gerekir.
Geçmişte Kur’an üzerinde tertil dirayetini gösteremeyen bazı müfessirler, bu ayetleri bir takım takdirlerle anlamaya ve anlatmaya çalışmışlardır. Bunlardan Kurtubi ile Razi’nin ileri sürdükleri düşünceler aşağıdadır:
Buyrukta hazfedilmiş ifadeler vardır. Yani o vakıanın gerçekleşeceği zamanı hatırlayınız. el-Cürcani dedi ki: "İza [zaman]" sıla [zaid]dir. ‘Vakıa gerçekleşecektir’ demektir. Yüce Allah´ın: "O saat yaklaştı" [el-Kamer, 54/1] buyruğu ile; "Allah´ın emri geldi" [en-Nahl, 16/1] buyrukları gibidir. Yine bu buyruk: ‘Oruç geldi yani zamanı yaklaştı’ demeye benzer. Birinci görüşe göre ise "iza [zaman]" vakit bildirmek içindir, cevabı da Yüce Allah´ın "Ashabu´l-meymene, ne ashabu´l-meymenedir? [8. âyet] buyruğudur. [Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l-Kur’an]
Üçüncü Mesele
"İza" edatının ayetteki âmili nedir? Deriz ki: Bu hususta şu üç izah yapılabilir:
1- Bunun âmili, kendinden önce geçen bir fiildir. Bu durumda, "iza" kelimesi, mef´ûl-ü fîh değil de, mef´ül-ü bih olmuş olur. Önceden olduğu düşünülen fiil [âmil] de, mahzûf "üzkür"[hatırla ki]" fiilidir. Buna göre Hak Teâlâ sanki "Kıyameti hatırla" demiş olur.
2- Bunun âmili, "Leyse li vak’atiha kazibetün" ifadesidir. Bu, senin "Cuma günü, benim için meşguliyet yok" demen gibi olur.
3- Bunun âmili, "kıyamet koptuğunda kimi alçaltılır, kimi yükseltilir" gibi ifadelerdir. Bunun delili ise, ayetteki "hafizâ, rafia " ifadelerinin yer alışıdır. Bunun âmilinin, yine ayette geçecek olan "ashab-ı meymene..." [Vakıa/8] kelimesinin olduğu da söylenmiştir ki, bu, "Kıyametin koptuğu günde, ashab-ı meymene..." demektir. [Razi; Mefatihu’l-Gayb]
Buradaki ve tespitini yaptığımız birçok yerdeki gibi, içinden çıkılmaz ve Kur’an’ı anlaşılmaz kılan sorunların kaynağı, Kur’an’daki tertilin -olması zorunlu olan dizilişin- ihmal edilmesidir. Ayetlerin indikleri sıra ve düzende tertip edilmesi hâlinde bu sorunlar ortadan kalkmaktadır.
Nitekim buradaki sorunu ortadan kaldırmak için de Vakıa suresinin Ta Ha suresinin devamı olduğunu hatırlamak ve Ta Ha suresinin son ayeti ile Vakıa suresinin yukarıdaki 1–7. ayetlerini arka arkaya sıralamak yeterli olmaktadır. Buna göre, Vakıa suresinin başındaki "iza" edatının amili, Ta Ha suresindeki "feseta’lemune [yakında öğreneceksiniz]" fiilidir. Ama görüldüğü gibi, tertip sırasında cümle bölünmüş, ana cümle ile ana cümlenin zarf tümleci arasına 35 surenin ayetlerinden oluşan 222 sayfa tutarında bir duvar örülmüştür. Biz, sitemde bulunduğumuz ve Kur’an’ı anlaşılmaz bir şekle sokan bu durumun mutlaka düzeltilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Sözünü ettiğimiz tertiple ilgili düzeltme yapıldığında, yani Ta Ha suresinin 135. ayeti ile Vakıa suresinin 1–7. ayetleri birleştirildiğinde paragraf aşağıdaki şekilde oluşmakta ve ortada hiçbir sorun kalmamaktadır:
De ki: "Herkes beklemektedir. Siz de bekleyiniz. Şüphesiz düz yolun sahiplerinin kimler olduğunu ve kimlerin doğru yolu bulduğunu yakında; olacak o vak’a olduğu -ki onun [o vak’anın] oluşu için yalan söyleyen yoktur. O [o vak’a], alçaltıcıdır, yükselticidir-, yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği ve sizler üç eş [sınıf] olduğunuz zaman bileceksiniz."
Müteaddit defalar belirttiğimiz gibi, Kur’an’daki beliğ ifadelerin aynı belâgatle Türkçeye aktarılması mümkün değildir. Bu nedenle, konumuz olan ayetlerdeki ifadelerin anlamlarını tam olarak meale yansıtma konusundaki aczimizi bir kez daha samimiyetle itiraf ediyor ve seçilmiş sözcüklerin derin anlamlarını sunuyoruz.
الواقعة EL VAKIA
"Olan, meydana gelen, olması kesin olan şey" anlamına gelen "Vakıa" sözcüğü, burada "el-Vakıa" şeklindeki belirtili hâliyle özelleşmiş ve kıyametin adlarından birisi olmuştur. "el-Vakıa" sözcüğünden başka Kur’an’da kıyamet için "el-Kariah", "el-Hakkah", "es-Sahhah", "et-Tammeh" gibi isimleşmiş sözcükler de kullanılmıştır. Bunların hepsi de kıyamet olayının büyüklüğünü ve ciddiyetini yansıtan sözcüklerdir. Yerleri geldikçe her biri ayrıca tahlil edilecektir.
Burada "el-Vakıa" sözcüğüyle isimlendirilmiş olan "Vakıa" olayı, Hakkah suresinde şöyle açıklanmıştır:
13-17Sûr'a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, "o olay" olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, o gün dayanaksızdır. Tüm güçler, semanın çevresindedirler. O gün Rabbinin büyük tahtını; varlığını birliğini, yüceliğini, en yüksek makamın sahibi olduğunu, yok edilen eski varlıkların yerine yaratılan, daha iyi, daha mükemmel yeni varlıklar yansıtırlar. [Hakkah/13–17]
Onun [o vak’anın] oluşu için yalan söyleyen yoktur.
Ayette geçen " كاذبة kazibetün" sözcüğünün sonundaki "tün" ekinin "vakıatü" sözcüğüyle uyum sağlamak için kullanılmış olduğu söylenebileceği gibi, sözcüğe "mübalâğa" anlamı katması sebebiyle kullanıldığı da ileri sürülebilir. Söz konusu ek, bu ikinci durumda cümlenin şöyle bir anlama gelmesini sağlamaktadır: "Bu olacak vak’a o kadar gerçektir ki, onun oluşu hakkında hiç kimse yalan söylemedi. Tüm akıllı, bilgili, bilinçli insanlar o vak’a’nın gerçekleşeceğini söyledi, onu yalanlamadı. Onun gerçekleşeceğini söyleyen herkes, bu sözü ile doğruyu söylemiş olmaktadır."
Söz konusu "vak’a"nın gerçekleşeceği ve onu son ana kadar yalanlayanların olayın gerçekliği karşısında bu yalanlamalarından vazgeçecekleri, değişik üslûplarla başka ayetlerde de dile getirilmiştir:
84Sonra da ne zaman hışmımızı gördüler: "Allah'ın birliğine inandık ve O'na ortak koştuğumuz şeyleri kabul etmedik" dediler. [Mümin/84]
47Allah'tan, kendileri için dönüş yeri olmayan geri çevrilemeyecek gün gelmeden önce, Rabbinizin çağrılarına karşılık veriniz. O gün, sizin için sığınacak bir yer yoktur, sizin için tanımayacak hâle getirmek/tanınmamak da yoktur. [Şûra/47]
1-3Bir isteyen, "yükselme zamanları" sahibi Allah'tan, kendisini savacak kimsenin olmadığı; engellenemeyen, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselere özgü, ‘olacak azab’ı istedi. [Mearic/1- 3]
o [o vak’a], alçaltıcıdır, yükselticidir.
Paragrafın bu bölümü yine Kur’an tarafından daha önce Ta Ha suresinin 105–112. ayetlerinde açıklanmıştı:
105-107Sana dağlardan soruyorlar, de ki: "Rabbim onları savurdukça savuracaktır. Böylece onları dümdüz boş bir hâlde bırakacak. Orada bir çukur ve bir tümsek görmeyeceksin."
108O gün, hiçbir eğriliği olmayan o davetçiye uyarlar ve Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah] için sesler kısılmıştır. Artık sadece hafif bir ses duyacaksın.
109O gün, Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] kendisine izin verdiği ve sözce hoşnut olduğu kimseler hariç, yardım-destek, yarar sağlamaz.
110Allah, yardım görmeyenlerin önlerindeki ve arkalarındaki şeyleri bilir. Onlar ise O'nu bilgice kuşatamazlar.
111Ve kişiler, diri ve bütün yarattıklarını gözetip duran Allah için baş eğmiştir. Bir şirke bulaşarak yanlış; kendi zararlarına iş taşıyan kimseler gerçekten zarara uğramıştır.
112Ve her kim iman eden biri olarak düzeltmeye yönelik işlerden yaparsa, artık o, bir haksızlıktan ve hakkının yenileceğinden korkmaz. [Ta Ha/105–112]
Burada, alçaltma ve yükseltmenin "olay"a izafe edilmesi mecazendir. Bunun bir başka örneği de Sebe’ suresinin 33. ayetindedir. İnsanların hile yapmaları orada mecazen gece ve gündüze izafe edilmiştir.
Ayette "olay" ile neyin alçalıp neyin yükseleceği açıkça söylenmemiş, hazfedilmiştir. Ancak "alçalma" ve "yükselme" kavramları Araplarca hem mekân, hem de konum [statü] için kullanılmaktadır. Mesela mekân için "alçak yer", konum için de "izzet" anlamında kullanılması gibi. Buna göre, ifadenin hem "evrene ait alçalma ve yükselme" hem de "insanlara ait alçalma ve yükselme" şeklinde anlaşılması mümkündür.
Evrene ait alçalma ve yükselme Kur’an’da birçok ayette konu edilmiştir:
5Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. [Kariah/5]
1,2Ey insanlar! Rabbinizin koruması altına girin, şüphesiz kıyametin kopuş anının sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden vaz geçer. Ve her hamile kadın taşıdığını bırakır. Ve sen, insanları sarhoş olmadıkları hâlde sarhoş görürsün. Velâkin Allah'ın azabı çok şiddetlidir. [Hacc/1]
14O günde ki; yer ve dağlar sarsılır ve dağlar eriyip akan bir kum yığınına dönüşür. [Müzzemmil/14]
Zilzal 1-3yeryüzü, kendi sarsıntısıyla sarsıldığı, yeryüzü, ağırlıklarını çıkardığı ve insanın, "Bu yeryüzüne ne oluyor!" dediği zaman [Zilzal/1 -3 ] ve sizler üç eş sınıf olduğunuz zaman.
Yedinci âyetin başındaki " وve" bağlacı cümleyi " وقعvakaa" fiili üzerine atfettiğinden ayetin anlamı "ve sizler üç eş [sınıf] olduğunuz zaman öğreneceksiniz" demektir. Böylece Ta Ha suresinin 135. ayetindeki "bileceksiniz" fiili, yine bir zarf tümleci olan bu ayeti de kapsamış olmaktadır. Bu durumda Ta Ha/135 ile başlayan cümle tam olarak şu anlamı ifade etmektedir:
De ki: "Herkes beklemektedir. Siz de bekleyiniz. Şüphesiz düz yolun sahiplerinin kimler olduğunu ve kimlerin doğru yolu bulduğunu yakında; ... ve sizler üç eş [sınıf] olduğunuz zaman bileceksiniz."
Yani Rabbimiz bu ifade ile insanların mahşerde üç grupta toplanacağını bildirerek akıllı insanları ölmeden, mahşere çıkmadan, iş işten geçmeden, olacakları "aynelyakin" ve "hakkalyakin" öğrenmeden akıllarını başlarına almaya davet etmektedir. Bu bilgi daha evvel Tekvir/7’de verilmişti:
7insanlar inanç ve amellerine göre gruplandığında ...
Bu olaylar gerçekleştikten sonra pişmanlığın fayda vermeyeceği de yine bu ayetlerin mesajı kapsamındadır.
Buradaki "sizler" şeklindeki hitap her ne kadar Kur’an’ın indiği zamanki kişilere ve şimdiki okuyuculara imiş gibi görünüyorsa da, aslında ilk insandan kıyamet gününe kadarki tüm nesillere yöneliktir.*
*İşte Kuran, Taha Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz