47Şuara 1-6 + 54Hicr 90-93 + 47Şuara 7-9
Mushafta Bozuntu Yapılan Ayetler
47Şuara 1-6 + 54Hicr 90-93 + 47Şuara 7-9
Hatalı Çeviri:
1. Tâ. Sîn. Mîm.
2. Bunlar, apaçık Kitab'ın âyetleridir.
3. (Resûlüm!) Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!
4. Biz dilesek, onların üzerine gökten bir mucize indiririz de, ona boyunları eğilip kalır.
5. Kendilerine, o çok esirgeyici Allah'tan hiçbir yeni öğüt gelmez ki, ondan yüz çevirmesinler.
6. Üstelik (ona) «yalandır» derler; fakat alay edip durdukları şeylerin haberleri yakında onlara gelecektir.
7. Yeryüzüne bir bakmazlar mı! Orada her güzel çiftten nice bitkiler yetiştirdik.
8. Şüphesiz bunlarda (Allah'ın kudretine) bir nişâne vardır; ama çoğu iman etmezler.
9. Şüphe yok ki Rabbin, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.
Doğru Çeviri:
Necm: 132
Şuara1Tâ/9, Sîn/60, Mîm/40.
Şuara2Bunlar, apaçık/açıklayıcı kitabın âyetleridir.
Şuara3Onlar; Hıcr 91Kur’ân'ı sihir, şiir, esatir (mitolojik söylentiler), uydurulmuş söz gibi birtakım parçalar, kötü sözler kabul eden kimseler, Şuara3iman edenler olmuyorlar diye sen kendini yıkıma uğratacaksın!
Şuara4Eğer Biz dilersek, Hıcr 90o yemincilere154 indirdiğimiz şey gibi Şuara4onlara gökten bir alâmet [gösterge; ışın, radyasyon ve meteorlar, tayfun, sel] indiririz de onların boyunları, ona boyun eğenler oluverirdi. Şuara5Ve kendilerine Rahmân'dan [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'tan] yeni bir öğüt geldi mi, kesinlikle ondan mesafeli duran kimseler oldular. Şuara6Sonra da, kesinlikle yalanladılar. İşte alay edip durdukları şeyin haberleri yakında onlara gelecektir. Hıcr 92,93İşte, andolsun Rabbine ki, Biz, kesinlikle onların hepsini yaptıkları şeylerden hesaba çekeceğiz.
Şuara7Ve onlar yeryüzüne bakmadılar mı? Biz orada her güzel eşten nicelerini bitirdik. Şuara8Şüphesiz ki bunda kesinlikle alâmet/gösterge vardır; ama onların çoğu iman edenler olmadılar. Şuara9Ve şüphe yok ki Rabbin, kesinlikle en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir.
1Tâ/9, Sîn/60, Mîm/40.
2Bunlar, apaçık/açıklayıcı kitabın âyetleridir.
Bu ayetteki "kitap" sözcüğünden sadece "Kur’an" anlaşılabileceği gibi, Kur’an’dan önce indirilmiş kitapların anlaşılması da mümkündür. Nitekim Kur’an’ın birçok ayetinde "الكتاب el-Kitap" ve "الذّكر ez-Zikr" sözcükleriyle Kur’an’dan evvelki kitaplar kastedilmiştir. Bu kabul, Şuara suresindeki ayetlerin ve bu surede verilen bilgilerin, daha önce indirilmiş olan kitaplarda da bulunduğu anlamına gelmektedir.
Kur’an’ın sıfatlarından birisi olan "المبين mübîn" sözcüğü "apaçık" ve "açıklayıcı" anlamında olup bundan başka daha birçok ayette geçmektedir. Gerçekten de Kur’an, inançlı-inançsız herkes için apaçıktır, açıklayıcıdır. Onu her okuyan ve dinleyen, onun neye çağırdığını, neyi emredip neyi yasakladığını, neyi iyi neyi kötü kabul ettiğini kolayca anlar. Yani hiç kimse "Ben bu kitabı anlayamadım, ne demek istediği belli değil" diyemez. Kişilerin inanmaları veya işlerine gelmeyip de inanmamaları ayrı bir konudur.
Şuara3Onlar; Hıcr 91Kur’ân'ı sihir, şiir, esatir (mitolojik söylentiler), uydurulmuş söz gibi birtakım parçalar, kötü sözler kabul eden kimseler, Şuara3iman edenler olmuyorlar diye sen kendini yıkıma uğratacaksın!
3- 6. Ayetler:
3Onlar; Hıcr 91Kur’ân'ı sihir, şiir, esatir (mitolojik söylentiler), uydurulmuş söz gibi birtakım parçalar, kötü sözler kabul eden kimseler, 3iman edenler olmuyorlar diye sen kendini yıkıma uğratacaksın!
4Eğer Biz dilersek, Hıcr 90o yemincilere indirdiğimiz şey gibi 4onlara gökten bir alâmet [gösterge; ışın, radyasyon ve meteorlar, tayfun, sel] indiririz de onların boyunları, ona boyun eğenler oluverirdi. 5Ve kendilerine Rahmân'dan [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'tan] yeni bir öğüt geldi mi, kesinlikle ondan mesafeli duran kimseler oldular. 6Sonra da, kesinlikle yalanladılar. İşte alay edip durdukları şeyin haberleri yakında onlara gelecektir. Hıcr 92,93İşte, andolsun Rabbine ki, Biz, kesinlikle onların hepsini yaptıkları şeylerden hesaba çekeceğiz.
Hıcr suresinin 90-93. ayetleri, teknik ve anlam olarak, bulundukları yer ile alakalı değildirler. Bu ayetlerin bulunması gereken yerin Şuara suresinin giriş paragrafı olduğu, uzun araştırmalarımız sonucunda acizane tarafımızdan tespit edilmiştir. Dolayısıyla bu ayetleri Şuara suresinin ilk paragrafı içinde değerlendirmiş bulunuyoruz. Bunun gerekçelerini detaylı olarak Hıcr suresinin tahlilinde arz edeceğiz.
Bu ayetlerde peygamberimizin tebliğ görevini sürdürürken inkârcıların tavırları karşısında duyduğu üzüntü, sıkıntı dile getirilmiş, inkârcılardan hesap sorulacağı bildirilerek peygamberimiz teselli edilmiştir. Bu ayetlerde inkarcılar "Kur’an’ı bir takım parçalar/(sihir, şiir, esatir, uydurulmuş söz gibi) kötü sözler kılan kimseler" olarak nitelenmiş ve Kur’an’ı parça parça yapanlara /Kur’an’ın sihir, şiir, kötü söz, esatir olduğunu ileri süren iftiracılara geçmişte olduğu gibi hak ettikleri cezanın verileceği beyan edilmiştir.
Bir taraftan da Rabbimiz Peygamber’i teselli etmeye devam etmektedir.
" عضين IDIYN" SÖZCÜĞÜ
" عضينIdıyn" sözcüğü Kur’an’da sadece burada yer almıştır. Bu sözcüğün kökü ve anlamı üzerinde farklı görüşler vardır:
1 Bu sözcüğün " عضوّuduv" kökünden geldiği kabul edilirse, çoğul olan bu sözcüğün anlamı Türkçedeki gibi "uzuvlar [parçalar]" anlamındadır.
2 Sözcüğün " عضهadah" kökünden geldiği kabul edilirse, sözcük "yalan, iftira, dedikodu gibi kötü söz" anlamındadır.
3 Ferra bu sözcüğün "sihir" anlamında olduğunu söylemiştir. [Lisanü’l-Arab; c. 6, s. 305- 306 Udh mad. Ragıp; El-Müfredat, Udv mad]
Dikkat edilirse, konumuz olan ayette yukarıdaki anlamların hepsinin de bir arada mevcut oldukları görülür. Böylece bu ifade ile hem Bakara/85’de açıklandığı gibi, işine gelene inanarak, işine gelmeyene inanmayarak Kur’an’ı parça parça ayıranlar; hem de birçok ayette belirtildiği gibi, Kur’an’a "sihir, şiir, efsane ve yalan söz" gibi kötü nitelikler yakıştırarak iftira atanlar kastedilmiş olur.
" المقتسمين MUKTESİMÎN"
Hıcr/90’da yer alan "muktesimîn" sözcüğü, Sarf ilmi kurallarına göre " قسِم kısım [bölüm]" veya " قسَمkasem [yemin]" sözcüğünden türetilmiş bir sözcük olarak değerlendirilebilir. Buna engel hiçbir şey yoktur. Önemli olan bu pasajda hangi anlamın tercih edilmesi gerektiği konusunda doğru karar vermektir.
Ayetlerin doğru anlamına ulaşabilmek için yapılması gereken, Kur’an’da başlarına bela indirildiği bildirilen bir "yeminci" veya "taksimci" bulmaktır. Bu ayetlerin indiği dönem itibariyle Kur’an’da geçmişte belalandırıldığı bildirilen bir "taksimci" söz konusu edilmediğine göre, geçmişte belalandırılmış, cezalandırılmış bir "yeminci" bulmak gerekmektedir.
Kur’an’a müracaat edildiğinde geçmişte iki tane cezalandırılmış "yeminci" gurup görülmektedir. Bunlar:
1- Salih peygambere tuzak kuranlar:
48Ve o şehirde yeryüzünde bozgunculuk yapan, iyileştirme yapmayan, Dokuz kişilik bir grup vardı. 49Allah'a yeminleşerek, "Gece o'na ve ailesine baskın yapacağız, sonra da velîsine/haklarını koruyacak yakınlarına, ‘Biz, o ailenin yok edilişine şâhit olmadık/olay sırasında orada değildik ve biz kesinlikle doğru olanlarız’ diyeceğiz" dediler. 50Ve onlar, böyle bir tuzak kurdular, şüphesiz Biz de onların farkında olmadığı bir ceza ile cezalandırdık. [Neml/49, 50]
2- Cennet sahipleri:
17-24Şüphesiz Biz, o çiftlik sahiplerine belâ verdiğimiz gibi onlara belâ vereceğiz: Hani onlar, sabah olunca kesinlikle çiftliğin ürünlerini devşireceklerine yemin etmişlerdi. Bir istisna da yapmıyorlardı. Ama onlar uyurken Rabbin tarafından bir tayfun çiftliğin üzerinden dolaşıverdi. Sabaha, çiftlik, biçilmiş/devşirilmiş gibi oluverdi. Sabahladıkları vakit birbirlerine seslendiler: "Haydi, devşirecekseniz sabahleyin erkence gidin!" dediler. Hemen yola koyuldular, aralarında fısıldaşıyorlardı: Sakın bugün aranıza bir yoksul sokulmasın!
25-29Sadece engelleme gücüne sahip/şiddete güçleri yeten bir tavırla erkenden gittiler. Ama çiftliği gördüklerinde: "Biz şüphesiz biz şaşırmışız/yanlış yere gelmişiz; yok yok, biz yoksun bırakılmışız; Allah bizi cezalandırmış!" dediler. En hayırlı olanları: "Ben size ‘Allah'ı noksanlıklardan arındırmıyor musunuz?’ dememiş miydim?" dedi. Onlar: "Rabbimiz Seni tenzih ederiz, doğrusu bizler yanlış; kendi zararlarına iş yapan, haksız davranan kimselermişiz!" dediler.
30-32Sonra döndüler, birbirlerini kınıyorlardı: "Yazıklar olsun bizlere! Bizler gerçektenkendini firavun gibi görenazgınlarmışız, umarız ki Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir; gerçekten biz bütün ümidimizi Rabbimize çeviriyoruz."
33Dünyadaki azap işte böyledir! Elbette âhiret azabı daha büyüktür, keşke bilenlerden olsalardı! [Kalem/17- 33]
Konumuz olan sözcüğün, " المقتسمين el-Muktesimin" şeklinde " ال[belirteç]" ile gelmesi, bu "yeminciler"in daha evvel bize öğretilmiş, bildirilmiş birileri olduğunu göstermektedir. Surelerin iniş sırası dikkate alındığında, Hıcr suresinden önce indikleri için "el-muktesimin" sözcüğü ile her iki suredeki "yeminciler"in de ifade edilmiş olması mümkündür. Ancak bizim tercihimiz Kalem suresinde konu edilen "yeminciler"in olduğudur. Zira yukarıda da bahsettiğimiz gibi, konumuz olan ayetler Hıcr suresinin ayetleri olmayıp Şuara suresinin ayetleridir. Neml suresinin Şuara suresinden daha sonra indiğini göz önünde tutarak buradaki "yeminciler"in Salih peygambere tuzak kuranlar olması ihtimalini uzak görüyoruz.
Şuara/1-6 + Hıcr/92, 93. ayetlerde bu suçlu kesimin mutlaka cezalandırılacağı üzerinde durulmuştur. Bilindiği üzere Rabbimiz, A’raf/136, Hıcr/79, Rum/47, Zuhruf/25, 41, 55, Maide/95, Al-i Imran/4, İbrahim/47, Zümer/37, Secde/22, Duhan/16’da suçluları mutlaka yakalayıp cezalandırmak suretiyle adaleti sağlayacağını beyan buyurmuştur.
Peygamberimizin bu sıkıntısı başka surelerde de konu edilmektedir:
7Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler; onlar için şiddetli bir azap vardır. İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işleri yapmış kişiler; onlar için bir bağışlanma ve büyük bir ödül vardır. 8Onun için, kötü ameli kendisine süslü gösterilen sonra da onu güzel gören kişi mi? Şüphe yok ki Allah dilediğini/dileyeni şaşırtır, dilediğine/dileyene de kılavuzluk eder. Onun için canın onlara karşı hasretlerle/üzüntülerle sıkılıp gitmesin. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarını çok iyi bilir. [Fatır/8]
6Sonra da sen onlar bu Kur’ân'a inanmazlarsa, onların yaptıklarından dolayı, üzüntüden neredeyse kendini harap edeceksin! [Kehf/6]
Peygamberimizin ilettiği mesajlara kulak asmayan, tavır alan ve birçoğu da akrabası olan hemşerilerinin küfür ve şirklerinde ısrarcı olmaları, inanmayanların ahiretteki akıbetlerine ait bilgiler geldikçe peygamberimizi daha da üzmektedir. Zira verilecek korkunç cezalar sebebiyle o kişiler için üzülmemek, bir müminin değil, ancak bir münafığın tavrıdır:
120Size bir iyilik dokunsa fenalarına gider ve eğer size bir kötülük isabet etse onunla sevinirler. Ve eğer sabreder ve Allah'ın koruması altına girerseniz, onların hileleri size hiçbir şekilde zarar vermez. Şüphesiz Allah onları kendi yaptıkları şeylerle kuşatmıştır. [Âl-i Imran/120]
50Eğer sana bir iyilik dokunursa fenalarına gider. Eğer sana bir musibet dokunursa, "Biz kesinlikle tedbirimizi önceden almıştık" derler. Ve onlar, sevinenler olarak yan çizip giderler. [Tövbe/50]
Bu ayette peygamberimize yönelik olarak verilen mesaj, toplum yararına çalışıp da olumsuz tepkiler, hatta saldırılar ile karşılaşan tüm sosyal destekçiler için de geçerlidir. Onlar sadece görevlerini yapmalı ve işlerini yılmadan devam ettirmelidirler. Üzülerek çalışmalarını kesintiye uğratmamalıdırlar. Gayret göstermeli, gerisini Allah’a havale etmelidirler.
Doksan ikinci âyette "andolsun Rabbine ki, Biz, kesinlikle onların hepsini yaptıkları şeylerden hesaba çekeceğiz" buyrularak Yüce Allah’ın Rabblik sıfatı referans verilmiştir. "Rabb", "terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak birtakım hedeflere götüren, gelişmeyi programlayıp yöneten" demek olduğuna göre insanların hesaba çekilmesi, Allah’ın Rabb sıfatının gereği ve tecellilerindendir.
Şuara4Eğer Biz dilersek, Hıcr 90o yemincilere indirdiğimiz şey gibi Şuara4onlara gökten bir alâmet [gösterge; ışın, radyasyon ve meteorlar, tayfun, sel] indiririz de onların boyunları, ona boyun eğenler oluverirdi. Şuara5Ve kendilerine Rahmân'dan [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'tan] yeni bir öğüt geldi mi, kesinlikle ondan mesafeli duran kimseler oldular. Şuara6Sonra da, kesinlikle yalanladılar. İşte alay edip durdukları şeyin haberleri yakında onlara gelecektir. Hıcr 92,93İşte, andolsun Rabbine ki, Biz, kesinlikle onların hepsini yaptıkları şeylerden hesaba çekeceğiz.
3- 6. Ayetler:
15. sure
90
91
92 – 93. Ayetler Şuara/3-6. Ayetler ile beraber tertip edildiğinden burada yer verimemiştir.
Meallerinin Şuara suresinin 3-6. ayetleri arasında gösterilmesine rağmen bu ayetlerin tahlilinin burada yapılmış olmasının sebebi, ayetlerin asıl yeri ile ilgili kanaatimizin gerekçesini ifade edebilmektir.
Bu ayetler, aşağıda sıraladığımız sorunlar sebebiyle, bizde, hem teknik hem de anlam olarak bulundukları yere ait olmadıkları yönünde bir kanaat uyandırmıştır.
1- Teşbih edatından kaynaklanan sorun:
90. ayet, "teşbih edatı" olan " كkaf" ile başladığından, edatın ifadesi olan "gibi" sözcüğü mealde mutlaka yer almak durumundadır. Böyle olunca da, Allah’ın bu taksimcilere/yemincilere indirdiği gibi kime ne indirdiğinin bu ayetten evvel zikredilmiş olması gerekmektedir. Zira "kaf" edatının varlığı, 90. ayeti başka bir ayetin [ana cümlenin] öğesi durumuna getirmektedir. Ama Hıcr suresinin bu bölümünde, 90. ayetin ana cümlesi olmaya uygun bir ayet bulunmamaktadır.
Bu husus maalesef meal ve tefsir yazanlar tarafından görmezden gelinmiş ve ayet bir takım zorlama ifadelerle geçiştirilmiştir. Biz yine de bu durumun onların vicdanlarını rahatsız ettiğini düşünmekteyiz.
Bu sorun klasik kaynaklarda da ya ayetteki "kaf" edatını zait [fazlalık] saymak ya da ayete mahzuf [gizli] sözcükler takdir etmek suretiyle çözülmeye çalışılmıştır:
Bu ifadede hazfedilmiş sözler vardır. Yani: "Ben bir azap ile apaçık uyaran bir kimseyim" anlamında olup "azap" kelimesi hazfedilmiştir. Çünkü "uyarmak " zaten buna delildir. Nitekim bir başka yerde de şöyle buyrulmaktadır: "Ben Ad ve Semud'un yıldırımı gibi bir yıldırımla sizi korkutup uyarırım" (Fussilet/13) diye buyrulmaktadır. [Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an]
"Nitekim" anlamındaki kâf’ın fazladan geldiği de söylenmiştir. Yani "ben sizi bölüşenlere indirdiğimiz şeyler ile açıkça uyarıcıyım demek olur. Yüce Allah'ın: "Onun benzeri hiçbir şey yoktur" (Şûrâ/11) buyruğunda olduğu gibi. [Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an]
2- 91. ayetin 90. ayetin devamı olmasından kaynaklanan sorun:
Mevcut sıralamada 91. ayet, 90. ayetin devamı ve açılımı durumunda olduğundan, 91. ayetteki "ellezine [o kimseler]" ism-i mevsulü de 90. ayetteki "muktesimîn [taksimciler/yeminciler]" sözcüğü ile tefsir edilmektedir. Yani 90. ayette sözü edilen "taksimciler/yeminciler"in, 91. ayette sözü edilen "Kur’an’ı parça parça edenler /Kur’an’a sihir, şiir, esatir ve yalan söz gibi iftira atanlar, kötü söz söyleyenler" oldukları anlaşılmaktadır. Nitekim klasik eserlerdeki nakiller de hep bu yöndedir:
"Bölüşenler"in anlamı ile ilgili olarak yedi farklı görüş vardır:
1- Mukatil ve el-Ferra der ki: Bunlar Hac döneminde Velid b. el-Muğıre'nin gönderdiği on bir kişidir. Bunlar Mekke'nin dar yollarını, geniş yollarını, dağlardaki yollarını kendi aralarında paylaştırarak bu yollardan geçenlere köle diyorlardı: ‘Aramızda çıkan ve peygamberlik iddiasında bulunan bu kimseye sakın aldanmayın! O bir delidir’, bazen ‘o bir sihirbazdır’, bazen ‘o bir şairdir’, bazen de ‘o bir kahindir’ diyorlardı. Onlara bu şekilde "bölüşenler" adının verilmesi bu yolları kendi aralarında paylaştırmalarıdır. Allah bunların hepsinin canlarını en kötü şekilde aldı. Bunlar ayrıca Velid b. el-Muğire'yi mescidin kapısında hakem olarak tayin etmişlerdi. Peygamber (sav) hakkında ona soru soranlara da: ‘O adamlar doğru söylediler’ diye cevap verirdi.
2- Katade der ki: Bunlar Kureyş kafirlerinden bir topluluk olup Allah'ın kitabını bölüştürerek, bir kısmına şiir, bir kısmına büyü, bir kısmına kehânet, bir kısmına da öncekilerin efsaneleri adını vermişlerdi.
3- İbn Abbas der ki: Bunlar kitabın bir bölümüne iman edip bir bölümünü inkâr eden kimselerdir.
4- İkrime de şöyle demiştir: Bunlar ehl-i kitap kimselerdir. Onlara "bölüşenler" adının veriliş sebebi, alay eden kimseler oluşları ve onların kimisinin ‘Bu sûre benimdir, bu sûre de senin olsun’ demeleridir. İşte dördüncü görüş de budur.
5- Katade der ki: Bunlar kitaplarını bölüştüler, darmadağın ve parçalara ayırdılar ve tahrif ettiler.
6- Zeyd b. Eslem der ki: Burada kastedilenler, Hz. Salih'in kavmidir. Bunlar onu öldürmek üzere kasem ettiklerinden dolayı onlara el-muktesimîn" [yemin eden, kasem eden kimseler] adı verilmiştir. Nitekim Yüce Allah: "Kendi aralarında Allah adına yemin ederek dediler ki: Ona ve aile halkına gece baskın yapalım" (Neml/49) buyruğuyla buna işaret etmektedir.
7- el-Ahfeş der ki: Bunlar karşılıklı olarak yemin ile kendi aralarında bazı hususları bölüşen bir topluluktu. Denildiğine göre, bunlar As b. Vail, Rabia'nın iki oğlu Utbe ve Şeybe, Ebu Cehil b. Hİşam, Ebu’l-Bahteri b. Hişam, en-Nadr b. Haris, Ümeyye b. Halef ve Münebbih b. Haccac'dırlar. Bunu da el-Maverdi nakletmektedir. [Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an]
Bu konuda Razi de Kurtubi’nin naklettiği çözümler doğrultusunda nakiller yapmıştır.
Yukarıdaki nakillerde görüldüğü gibi, 90. ayette sözü edilen "muktesimîn [taksimciler/yeminciler]" sözcüğü ile kimlerin kastedildiği konusu iki şekilde çözümlenmek istenmiştir:
*Bu muktesimîn Mekkelilerdir.
*Bunlar [bölüşenler], ehl-i kitaptır.
Ancak her iki çözüm de gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Çünkü "muktesimîn" sözcüğü ile Mekkelilerin kastedildiği varsayıldığında, Mekkelilere daha önce azap inmemiş olması; ehl-i kitabın kastedildiği varsayıldığında ise onların Kur’an’la herhangi bir ilgilerinin bulunmaması, yani Kur’an’ı parça parça etmediklerinin bilinmesi, bulunan bu çözümleri geçersiz kılmaktadır.
Mevdudi ise "muktesimîn" sözcüğü ile kimlerin kastedildiği konusuna, ayetteki Kur’an’ı Tevrat yaparak bir çözüm bulmaya çalışmıştır:
Bölücüler, dinlerini birçok bölüme ayıran ve onda ayırıcılık yapan Yahudilerdi. Onlar, dinin bir bölümüne inanıyor, bir bölümünü reddediyor, dine bazı şeyleri ekliyor, bazı şeyleri de dinden çıkarıyorlardı. Bu şekilde hepsi birbirine düşman birçok gruplara ayrılmışlardı. Onların Kur'an'dan muradı Tevrat'tır. Onlara Tevrat nazil olmuştur. Hz. Muhammed (s.a)'in ümmetine nazil olan Kur'an gibi. "Onlar Kur'an'larını çeşitli bölümlere ayırdılar." "Onlar kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmazlar." Aynı şey Bakara suresi 85. ayette de ele alınmıştır: "Siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz?" "Bu, bizim bölücülere [Yahudiler] gönderdiğimiz uyarının aynısıdır." Burada müminler Allah tarafından yapılan uyarıyı dikkate almayan ve işledikleri günahta ısrar eden Yahudilerin durumundan ders almaları için uyarılmaktadırlar: "Yahudilerin düştüğü rezaleti görmektesiniz. Bu uyarıyı dikkate almayarak aynı sonla karşılaşmak ister misiniz?" [Mevdudi; Tefhimü’l-Kur’an]
" المقتسمين MUKTESİMîN" NE DEMEKTİR?
"Sarf İlmi"nin kurallarına göre, bu sözcüğün "kısım [bölüm]" veya "kasem [yemin]" sözcüklerinden türemiş olmasında herhangi bir engel bulunmamaktadır. Ancak sözcük "المقتسمين el-muktesimîn" şeklinde belirteç ile geldiğinden, bu kişilerin daha evvel bildirilmiş birileri olması gerekmektedir. O halde sözcüğün burada hangi anlama geldiğini anlayabilmek için yapılacak iş, Kur’an’da bu ayetten önceki ayetler içinde, başlarına bela indirildiği bildirilen "yeminciler" ya da "taksimciler" bulmaktan ibarettir.
Bu amaçla Kur’an’a bakıldığında, başlarına bela indirilmiş, cezalandırılmış iki grup görülmektedir. Bunlar, Neml suresinde bahsi geçen "Salih peygambere tuzak kuranlar" ile Kalem suresinde bahsi geçen "cennet [bahçe] sahipleri"dir:
48Ve o şehirde yeryüzünde bozgunculuk yapan, iyileştirme yapmayan, Dokuz kişilik bir grup vardı. 49Allah'a yeminleşerek, "Gece o'na ve ailesine baskın yapacağız, sonra da velîsine/haklarını koruyacak yakınlarına, ‘Biz, o ailenin yok edilişine şâhit olmadık/olay sırasında orada değildik ve biz kesinlikle doğru olanlarız’ diyeceğiz" dediler. 50Ve onlar, böyle bir tuzak kurdular, şüphesiz Biz de onların farkında olmadığı bir ceza ile cezalandırdık. [Neml/48- 50]
17-24Şüphesiz Biz, o çiftlik sahiplerine belâ verdiğimiz gibi onlara belâ vereceğiz: Hani onlar, sabah olunca kesinlikle çiftliğin ürünlerini devşireceklerine yemin etmişlerdi. Bir istisna da yapmıyorlardı. Ama onlar uyurken Rabbin tarafından bir tayfun çiftliğin üzerinden dolaşıverdi. Sabaha, çiftlik, biçilmiş/devşirilmiş gibi oluverdi. Sabahladıkları vakit birbirlerine seslendiler: "Haydi, devşirecekseniz sabahleyin erkence gidin!" dediler. Hemen yola koyuldular, aralarında fısıldaşıyorlardı: Sakın bugün aranıza bir yoksul sokulmasın!
25-29Sadece engelleme gücüne sahip/şiddete güçleri yeten bir tavırla erkenden gittiler. Ama çiftliği gördüklerinde: "Biz şüphesiz biz şaşırmışız/yanlış yere gelmişiz; yok yok, biz yoksun bırakılmışız; Allah bizi cezalandırmış!" dediler. En hayırlı olanları: "Ben size ‘Allah'ı noksanlıklardan arındırmıyor musunuz?’ dememiş miydim?" dedi. Onlar: "Rabbimiz Seni tenzih ederiz, doğrusu bizler yanlış; kendi zararlarına iş yapan, haksız davranan kimselermişiz!" dediler.
30-32Sonra döndüler, birbirlerini kınıyorlardı: "Yazıklar olsun bizlere! Bizler gerçektenkendini firavun gibi görenazgınlarmışız, umarız ki Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir; gerçekten biz bütün ümidimizi Rabbimize çeviriyoruz."
33Dünyadaki azap işte böyledir! Elbette âhiret azabı daha büyüktür, keşke bilenlerden olsalardı! [Kalem/17-33]
İlk bakışta, Hıcr suresinden evvel inmiş olmalarından dolayı "muktesimin" sözcüğü ile Kalem ve Neml surelerinde anlatılan gruplardan her ikisinin de kastedildiği düşünülebilir. Bizim tercihimiz, kast edilenin Kalem suresindeki "yeminciler" grubu olduğu yönündedir. Zira yukarıda da bahsettiğimiz gibi, hem teknik hem de anlam bakımından, 90-93. ayetlerin, bulundukları yere ait olmamaları söz konusudur. Yaptığımız uzun araştırmalar bize bu ayetlerin yerinin Şuara suresinde olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, Şuara suresinde geçmesi gereken "muktesimîn" ifadesiyle, Şuara suresinden sonra inmiş olan Neml suresindeki "Salih peygambere tuzak kuranlar"ın kastedilmiş olması mümkün olamayacağından, biz, "muktesimîn" olarak Kalem suresindeki "yeminciler"i görüyoruz.
" عضين IDIYN" SÖZCÜĞÜ
Kur’an’da sadece 91. ayette geçen "Idıyn" sözcüğünün anlamı, -dolayısıyla sözcüğün kökü- hakkında bazı farklı görüşler ileri sürülmüştür:
*Sözcüğün عضوّ ّuduv" kökünden geldiği kabul edildiğinde, çoğul olan bu sözcük -Türkçedeki gibi- "uzuvlar [parçalar]" anlamındadır.
*Sözcüğün " عضه adah" kökünden geldiği kabul edildiğinde, bu sözcük "yalan, iftira, dedikodu" gibi "kötü söz" anlamındadır.
*Ferra ise sözcüğün "sihir" anlamında olduğunu söylemiştir. [Lisanü’l-Arab, c: 6, s: 305- 306 "Udh" mad.; İsfehani, el-Müfredat, "Udv" mad.]
Anlaşılan o ki, konumuz olan ayette yukarıdaki anlamların hepsi birden kastedilmiştir. Yani Kur’an’ı parça parça ayıranlar, Bakara/85’de açıklandığı gibi, işine gelene inanıp işine gelmeyene inanmayanları ve Kur’an’a sihir, şiir, esatir ve yalan söz gibi iftira atanları, kötü söz söyleyenleri kapsamaktadır.
92, 93. ayetlerde Rabbimizin tüm insanların kendisi tarafından hesaba çekileceğini bildirmesinden, sorgulamayı ve cezalandırmayı da bizzat O’nun yapacağı anlaşılmaktadır. Bu durumda elçiye sadece "uyarı" işi kalmaktadır.
Bunun böyle olduğu birçok ayette bildirilmiştir:
59Görünmezin, duyulmazın, geçmişin, geleceğin anahtarları da yalnızca O'nun katındadır. O'ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın. [En’am/59]
53Sonra insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde bulunan ile sevinip böbürlenmektedir.
54Sen, şimdi onları bir zamana kadar sapkınlıkları ile başbaşa bırak! [Mü’minun/53, 54]
Şuara7Ve onlar yeryüzüne bakmadılar mı? Biz orada her güzel eşten nicelerini bitirdik. Şuara8Şüphesiz ki bunda kesinlikle alâmet/gösterge vardır; ama onların çoğu iman edenler olmadılar. Şuara9Ve şüphe yok ki Rabbin, kesinlikle en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir.
Bu ayet grubunda Rabbimiz dolaylı olarak herkesin seçme hakkının, inanıp inanmama özgürlüğünün bulunduğunu ve kimsenin zorlanmadığını ifade etmektedir. Bu ifadeden aynı zamanda peygamberimizin de niçin üzülmemesi gerektiği anlaşılmaktadır. Bir teselli mahiyetinde zımnen şöyle denilmektedir: "Eğer Allah dileseydi onları mucizelerle imana zorlardı. Onlar da zoraki inanırlardı. Bu, Allah’ın gücü çerçevesindedir. Ama Allah onları serbest bıraktı." Bu ilke, Rabbimizin Kur’an’da tekrar tekrar (Yunus/99, Hud/118, 119, Yusuf/103, Ya Sin/30, Müminun/44) bildirdiği bir ilkedir:
7. ayette "Ve onlar yeryüzüne bakmadılar mı? Biz orada her güzel eşten niceleri bitirdik" denilmek suretiyle aklı başında kimseler için uzaklarda ayet aramaya gerek olmadığı, Allah’ı tanımak için yakın çevredeki bitkilerin incelenmesinin yeterli olacağı vurgulanmıştır. Yakınlarındaki onca ayeti görmemek için kör ve aptal olmaları gereken inkârcılar da bu vurgulamayla sanki şöyle kınanmaktadır: "Kâfirler burunlarının ucunu bile görmüyorlar. Çevrelerine, yeryüzüne hiç bakmıyorlar, oradaki mucizelerimizi algılamıyorlar."
Bu ayetlerde verilen mesaj, ilk surelerden olan Abese suresinde de konu edilmişti:
24Hadi, bakıversin insan kendi yiyeceğine!
25Biz suyu döktükçe döktük. 26Sonra toprağı yardıkça yardık.
27-32Böylece yeryüzünde, size ve hayvanlarınıza geçimlik olarak daneler/hububat, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalar, gür çimenli, sık ağaçlı bahçeler, meyve ve otlak bitirdik. [Abese/24–32]
Bizim "Biz orada her güzel eşten nicelerini bitirdik" şeklinde çevirdiğimiz 7. ayetteki ifadesinde Rabbimiz, bitkiler için " كريم kerim" sıfatını kullanmıştır. "Kerim" sözcüğü, kendi türünde ve konusunda beğenilen ve övülen her şey için kullanılabilen bir sıfattır. Nitekim beğenilen yüze, yani kadına "güzellik" erkeğe "yakışıklılık" niteliği kazandıran yüze; " وجه كريم vech-i kerim", faydaları ve içerdiği manalar bakımından beğenilen kitaba da " كتاب كريم kitab-ı kerim" denilir. Buradaki " نبات كريم nebat-ı kerim" de "kendisinde bulunan faydalardan dolayı beğenilen bitki" demektir. Yani burada Rabbimiz, insanların "yararlı" ve "zararlı" olarak ikiye ayırdığı bitkileri "kerim" diye nitelemiştir. Bize göre Rabbimizin bu ifadesinden şu anlaşılmalıdır: İnsanların "zararlı" olarak nitelediği bitkilerde henüz tespit edilememiş nice yararlar bulunmaktadır. Çünkü Yüce Allah hiçbir şeyi gereksiz ve amaçsız yaratmamıştır. Nitekim eskiden faydasız olarak görülen birçok bitkinin ekolojik sistemdeki denge sağlayıcı önemi veya insanların dertlerine deva olduğu henüz şimdilerde anlaşılmıştır.
3–9. ayetlerin oluşturduğu paragrafın "Şüphesiz ki bunda kesinlikle ayet vardır; ama onların çoğu iman edenler olmadılar. Ve şüphe yok ki Rabbin, kesinlikle Aziz ve Rahîm’in ta kendisidir" şeklindeki son iki cümlesi, surede, peygamberlere ait her kıssanın sonunda bir nakarat gibi tam sekiz kez geçmektedir. Ancak her biri farklı konulara işaret ettiği için bu cümleler "tekrar" sayılamazlar. Allah’ın " العزيز Aziz" ve " الرّحيمRahîm" sıfatları ile anıldığı bu cümlelerdeki "Aziz" adı yalanlayıcılara tehdit, "Rahîm" adı da inananlara ve inanacaklara müjde ve güven unsuru olmaktadır.*
154 Buradaki “yeminciler”, 6 numaralı necmdeki (2/68, Kalem/17-33) yemincilerdir. Resmi Mushaf: Hıcr/90-93. âyetleri, teknik ve anlam olarak, bulundukları yer ile alakalı değildirler. Bu âyetlerin bulunması gereken yerin, Şu‘arâ sûresi'nin giriş paragrafı olduğu, uzun araştırmalarımız sonucunda âcizâne tarafımızdan tesbit edilmiştir. Dolayısıyla bu âyetleri Şu‘arâ sûresi'nin ilk paragrafı içinde değerlendirdik.
*İşte Kuran, Şuara Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz