• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

47Şuara Suresi 10-51, 63, 52-56, 60-66, 57-59, 67-68




Mushafta Bozuntu Yapılan Ayetler


47Şuara Suresi 10-51, 63, 52-56, 60-66, 57-59, 67-68


Hatalı Çeviri:
10, 11. Hani Rabbin Musa'ya: O zalimler güruhuna, Firavun'un kavmine git. Hâla (başlarına gelecekten) sakınmayacaklar mı onlar? diye seslenmişti.

12. Musa şöyle dedi: Rabbim! Doğrusu, beni yalancılıkla suçlamalarından korkuyorum.

13. (Bu durumda) içim daralır, dilim dönmez; onun için Harun'a da elçilik ver.

14. Onların bana isnad ettikleri bir suç da var. Bundan ötürü beni öldürmelerinden korkuyorum.

15. Allah buyurdu: Hayır (seni asla öldüremezler)! İkiniz mucizelerimizle gidin. Şüphesiz ki, biz sizinle beraberiz, (her şeyi) işitmekteyiz.

16. Haydi Firavun'a gidip deyin ki: Gerçekten biz, âlemlerin Rabbi'nin elçisiyiz;

17. İsrailoğullarını bizimle beraber gönder.

18. (Kendisine Allah'ın emri tebliğ edilince Firavun) dedi ki: Biz seni çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi?

19. Sonunda o yaptığın (kötü) işi de yaptın. Sen nankörün birisin!

20. Musa: Ben, dedi, o işi o anda sonunun ne olacağını bilmeyerek yaptım.

21. Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı.

22. O nimet diye başıma kaktığın ise, (aslında) İsrailoğullarını kendine kul köle etmendir.

23. Firavun şöyle dedi: Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir?

24. Musa cevap verdi: Eğer işin gerçeğini düşünüp anlayan kişiler olsanız, (itiraf edersiniz ki) O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir.

25. (Firavun) etrafında bulunanlara: İşitiyor musunuz? dedi.

26. Musa dedi ki: O, sizin de Rabbiniz, daha önceki atalarınızın da Rabbidir.

27. Firavun: Size gönderilen bu elçiniz mutlaka delidir, dedi.

28. Musa devamla şunu söyledi: Şayet aklınızı kullansanız (anlarsınız ki), O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir.

29. Firavun: Benden başkasını tanrı edinirsen, andolsun ki seni zindanlıklardan ederim! dedi.

30. Musa: Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı? dedi.

31. Firavun: Doğru söyleyenlerden isen, haydi getir onu! diye karşılık verdi.

32. Bunun üzerine Musa asâsını atıverdi; bir de ne görsünler, asâ apaçık koca bir yılan (oluvermiş)!

33. Elini de (koynundan) çıkardı; o da seyredenlere bembeyaz görünen (nur saçan bir şey oluvermiş)!

34. Firavun, çevresindeki ileri gelenlere: Bu, dedi, doğrusu çok bilgili bir sihirbaz!

35. Sizi sihiriyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?

36. Dediler ki: Onu ve kardeşini eğle ve şehirlere toplayıcı görevliler gönder;

37. Ne kadar bilgisi derin sihirbaz varsa sana getirsinler.

38. Böylece sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde biraraya getirildi.

39. Halka: Siz de toplanıyor musunuz (haydi hemen toplanın), denildi.

40. (Firavun'un adamları:) Eğer üstün gelirlerse, herhalde sihirbazlara uyarız, dediler.

41. Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a: Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır değil mi? dediler.

42. Firavun cevap verdi: Evet, o takdirde hiç şüphe etmeyin, gözde kimselerden de olacaksınız.

43. Musa onlara: Ne atacaksanız atın! dedi.

44. Bunun üzerine iplerini ve değneklerini attılar ve: Firavun'un kudreti hakkı için elbette bizler galip geleceğiz, dediler.

45. Sonra Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuveriyor!

46. (Bunu görünce) sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.

47, 48. «Âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik» dediler.

49. Firavun, (kızgınlık içinde) dedi ki: Ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha! Demek ki size sihiri öğreten büyüğünüzmüş o! Ama şimdi (size yapacağımı görecek ve) bileceksiniz: Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım!

50. «Zararı yok, dediler, (nasıl olsa) biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz.»

51. «Biz, ilk iman edenler olduğumuz için Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını umarız.»

52. Musa'ya: Kullarımı geceleyin yola çıkar; çünkü takip edileceksiniz, diye vahyettik.

53. Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi:

54. «Esasen bunlar, sayıları az, bölük pörçük bir cemaattır.»

55. «(Böyle iken) kesinkes bizi öfkelendirmişlerdir.»

56. «Biz ise, elbette uyanık (ve yekvücut) bir cemaatız.» (diyor ve dedirtiyordu).

57, 58. Ama (sonunda) biz onları (Firavun ve kavmini), bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve değerli bir yerden çıkardık.

59. Böylece, bunlara İsrailoğullarını mirasçı yaptık.

60. Derken (Firavun ve adamları) gün doğumunda onların ardına düştüler.

61. İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın adamları: İşte yakalandık! dediler.

62. Musa: Asla! dedi, Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir.

63. Bunun üzerine Musa'ya: Asân ile denize vur! diye vahyettik. (Vurunca deniz) derhal yarıldı (on iki yol açıldı), her bölük koca bir dağ gibi oldu.

64. Ötekilerini de oraya yaklaştırdık.

65. Musa ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık.

66. Sonra ötekilerini suda boğduk.

67. Şüphesiz bunda bir ibret vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir.

68. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir.



Doğru Çeviri:

Necm: 133

10Bir vakit de Rabbin, Mûsâ'ya: “Git o yanlış; kendi zararlarına iş yapan topluma; 11Firavun toplumuna, hâlâ Allah'ın koruması altına girmeyecekler mi?” diye nida etmişti.

12Mûsâ: “Rabbim! Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkarım. 13Göğsüm de daralır, dilim konuşmaz, onun için Hârûn'a da elçilik ver. 14Hem onlara ait benim üzerimde bir suç var. Ondan dolayı beni öldürmelerinden korkarım” dedi.

15Allah: “Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Haydi, ikiniz alâmetlerimizle/göstergelerimizle gidin. Şüphesiz ki, Biz sizinle beraberiz, işitenleriz. 16,17Haydi, ikiniz Firavun'a gidin de ‘Biz kesinlikle, İsrâîloğulları'nı bizimle beraber gönderesin diye’ âlemlerin Rabbinin elçisiyiz deyin” dedi.

18Firavun: “Biz seni çocukken içimizde terbiye etmedik mi? Hayatından birçok yıllar içimizde kalmadın mı? 19Sonunda o yaptığın işi de yaptın. Sen nankörlerden birisin de...” dedi.

20-22Mûsâ: “Ben, o işi şaşkınlardan olduğum zaman yaptım. Sizden korkunca da hemen sizden kaçtım. Sonra Rabbim bana yasalar-ilkeler bahşetti ve beni elçilerden biri yaptı. O başıma kaktığın nimet de İsrâîloğulları'nı kendine köle edinmiş olmandır” dedi.

23Firavun: “Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir ki?” dedi.

24Mûsâ: “Eğer yakinen bilmiş olsanız, O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbidir.”

25Firavun, yanı başında bulunanlara “İşitmiyor musunuz?” dedi.

26Mûsâ: “O, sizin Rabbiniz ve daha önceki atalarınızın da Rabbidir” dedi.

27Firavun: “Size gönderilen bu elçiniz kesinlikle gizli güçlerce desteklenen/delinin biridir” dedi.

28Mûsâ: “Şâyet aklınızı kullansanız, O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir” dedi.

29Firavun: “Benden başka ilâh edinirsen, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan yaparım” dedi.

30Mûsâ: “Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?” dedi.

31Firavun: “Haydi hemen getir onu, eğer doğrulardan isen” dedi.

32Bunun üzerine Mûsâ, birikimini155 ortaya koyuverdi; bir de bakmışsın ki Mûsâ'nın birikimi, apaçık bir “silip süpüren”dir.156

33Gücünü de çekti çıkardı; bir de bakmışsın ki o güç, izleyenlere çok mükemmel, hiç kusursuzdur.157

34,35Firavun, yanı başındaki ileri gelenlere: “Şüphesiz bu, kesinlikle çok bilgili bir etkin bilgin! Sizi etkin bilgisiyle topraklarınızdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?” dedi.

36,37İleri gelenler dediler ki: “Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere de toplayıcılar gönder. Bütün büyük ve çok etkin bilginleri sana getirsinler.”

38Böylece, etkin bilginler belli bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildi.

39İnsanlara da, “Siz toplanıyor musunuz?” denildi.

–“40Bizim etkin bilginlere uymamız için, kendilerinin galip gelen kimseler olmaları gerekir!”–

41Etkin bilginler geldiklerinde Firavun'a: “Şâyet biz üstün gelirsek, kesinlikle bize bir ücret var mı?” dediler.

42Firavun: “Evet, o takdirde siz, hiç şüphe yok ki, yakınlardan olacaksınız” dedi.

43Mûsâ onlara, “Ortaya koyun ne koyacaksanız!” dedi.

44Bunun üzerine onlar, birikimlerini, eski inanç ve tezlerini/çer-çöplerini; eften püften bilgilerini158 ortaya koydular ve “Firavun'un gücü hakkı için şüphesiz elbette bizler galip olanlarız” dediler.

45Sonra Mûsâ birikimini ortaya koydu; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuyor da yutuyor!

46-48Sonra etkin bilginler boyun eğip teslimiyet gösterenler olarak bırakıldılar:

“Biz, Âlemlerin Rabbine; Mûsâ ve Hârûn'un Rabbine iman ettik” dediler.

49Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden o'na iman mı ettiniz? Şüphesiz ki o, elbette size sihri öğreten büyüğünüzdür! Peki, yakında bileceksiniz! Andolsun, sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkinizi kestireceğim ve kesinlikle hepinizi rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım, taş ocaklarında çalıştıracağım, zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim!”

50,51Etkin bilginler: “Zararı yok, şüphesiz biz Rabbimize dönenleriz. Biz mü’minlerin ilkleri olduğumuzdan dolayı, Rabbimizin bize hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz” dediler.

63Sonra Mûsâ'ya: “Vur birikimini o bol suya/nehire!” diye vahyettik. Sonra o bol su/nehir yarıldı/barajlar yapıldı da, her bir parça baraj, ulular ulusu bir dağ gibi oluverdi.159

52Ve Biz, Mûsâ'ya: “Kullarımı geceleyin yola çıkar, şüphesiz siz takip edilenlersiniz” diye vahyettik.

53-56Derken Firavun da şehirlere toplayıcıları gönderdi: “Şüphesiz bunlar, sayıları azar azar, bölük pörçük bir topluluktur. Ve onlar bizim için elbette öfkelidirler. Biz ise, elbette hazırlıklı, tedbirli bekleyen bir cemaatiz.” 60Sonra Firavun ve adamları güneş doğarken onların ardına düştüler.

61İki topluluk birbirini görünce, Mûsâ'nın ashâbı “Şüphesiz biz, kesinlikle kıstırıldık” dediler.

62Mûsâ: “Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Şüphesiz Rabbim benimledir, bana yol gösterecektir” dedi.

64Ötekilerini de oraya yaklaştırdık.

65,66Ve Mûsâ ve beraberindekilerin hepsini kurtardık, sonra da ötekileri suda boğduk.

57-59Sonunda Biz, Firavun ve toplumunu bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve şerefli makamdan çıkardık. İşte böyle! Ve sonra onlara İsrâîloğulları'nı mirasçı/son sahip yaptık. 67Şüphesiz bunda kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdi. 68Ve şüphesiz ki Rabbin, kesinlikle en üstün olanın, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir.160

10Bir vakit de Rabbin, Mûsâ'ya: “Git o yanlış; kendi zararlarına iş yapan topluma; 11Firavun toplumuna, hâlâ Allah'ın koruması altına girmeyecekler mi?” diye nida etmişti.


6. Âyetteki İşte alay edip durdukları şeyin haberleri yakında onlara gelecektir ifadesiyle sözü edilmiş olan önemli haberler, çarpıcı bilgiler, bu Âyetlerden itibaren verilmeye başlanmıştır. Önemli haberlerin ilki, Mûsâ peygamber, Firavun ve İsrâîloğulları ile ilgili bilgilerdir. 10-68. Âyetlerden oluşan bu pasajda, Mûsâ'nın peygamber yapılışından Firavun'un nehirde boğuluşuna kadar olan olaylar özet halinde verilmiştir. Daha evvel A'râf ve Tâ-Hâ Sûrelerinde ayrıntılı olarak anlatılmış olan olaylar burada bazı ek bilgiler verilmek sûretiyle tekrarlanmakta ve böylece kıssa gayet beliğ ve veciz bir şekilde hafızalara kazınmış olmaktadır.



12Mûsâ: “Rabbim! Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkarım. 13Göğsüm de daralır, dilim konuşmaz, onun için Hârûn'a da elçilik ver. 14Hem onlara ait benim üzerimde bir suç var. Ondan dolayı beni öldürmelerinden korkarım” dedi.


15Allah: “Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Haydi, ikiniz alâmetlerimizle/göstergelerimizle gidin. Şüphesiz ki, Biz sizinle beraberiz, işitenleriz. 16,17Haydi, ikiniz Firavun'a gidin de ‘Biz kesinlikle, İsrâîloğulları'nı bizimle beraber gönderesin diye’ âlemlerin Rabbinin elçisiyiz deyin” dedi.

Bu Âyet grubunda anlatılanların çoğu, daha önce farklı bir üslupla A'râf ve Tâ-Hâ Sûrelerinde de dile getirilmişti. Meselâ Mûsâ peygamberin burada beni yalanlamalarından korkarım şeklinde verilen ifadesi, korkunun farklı anlatımı olarak Tâ-Hâ Sûresi'nin 45. Âyetinde Rabbimiz! Onun bizim aleyhimize aşırı gitmesinden veya azgınlığından korkarız şeklinde verilmiştir. Mûsâ peygamberin kendisine inanılmayacağından duyduğu endişe, Kitab-ı Mukaddeste de şöyle geçmektedir:

Mûsâ, "Ya bana inanmazlarsa?" dedi, "Sözümü dinlemez, 'RAB sana görünmedi' derlerse, ne olacak?" RAB, "Elinde ne var?" diye sordu. Mûsâ, "Değnek" diye yanıtladı. RAB, "Onu yere at" dedi. Mûsâ değneğini yere atınca, değnek yılan oldu. Mûsâ yılandan kaçtı. RAB, "Elini uzat, kuyruğundan tut" dedi. Mûsâ elini uzatıp kuyruğunu tutunca yılan yine değnek oldu. RAB, "Bunu yap ki, ataları İbrâhîm'in, İshâk'ın, Yakup'un Tanrısı RAB'bin sana göründüğüne inansınlar" dedi. Sonra, "Elini koynuna koy" dedi. Mûsâ elini koynuna koydu. Çıkardığı zaman eli bir deri hastalığına yakalanmış, kar gibi bembeyaz olmuştu. RAB, "Elini yine koynuna koy" dedi. Mûsâ elini yine koynuna koydu. Çıkardığı zaman eli eski hâline dönmüştü. [Çıkış; 4: 1–7,1-]

Mûsâ peygamberin daha önce bir suç işlediğine dair 14. Âyetteki ifadesi, Firavun'un 18-19. Âyetlerdeki, Biz seni çocukken içimizde terbiye etmedik mi? Hayatının birçok yıllarından içimizde kalmadın mı? Sonunda o yaptığın işi de yaptın. Sen inkârcılardan/nankörlerden birisin de... şeklindeki sözleri ile teyit edilmektedir. Bu olayın ayrıntıları Kasas Sûresinde yer almaktadır:

15Ve Mûsâ, şehir halkının habersiz olduğu bir anda şehre girdi. Sonra orada, biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından, birbirlerini öldürmeye çalışan iki adam buldu. Sonra kendi tarafı olan, düşmana karşı Mûsâ'dan yardım diledi. Mûsâ da ötekine hemen bir yumruk indirdi, o da hemen ölüverdi. Mûsâ, "Bu, şeytanın işindendir, şüphesiz o, saptırıcı, apaçık bir düşmandır" dedi.
16Mûsâ, "Rabbim! Şüphesiz kendime haksızlık ettim. Artık beni bağışla!" dedi de Allah o'nu bağışladı. Şüphesiz O, çok bağışlayıcının, çok merhamet edicinin ta kendisidir.
17Mûsâ, "Rabbim! Bana nimet olarak verdiğin şeylere andolsun ki artık hiçbir zaman suçlulara arka olmayacağım" dedi.
18Sonra da Mûsâ, şehirde korku içinde, etrafı kontrol ederek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryat ederek o'ndan yardım istiyor. Mûsâ ona: "Şüphesiz sen, apaçık bir azgınsın!" dedi.
19Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam; "Ey Mûsâ! Dün bir kişiyi öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen sadece yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun ve sen düzelticilerden olmak istemiyorsun" dedi.
20Ve şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. Dedi ki: "Ey Mûsâ! İleri gelenler seni öldürmek için senin hakkında görüşme yapıyorlar. Derhal çık! Şüphesiz ki ben öğüt verenlerdenim."
21Sonra da Mûsâ korka korka, kontrol ederek oradan çıktı. "Rabbim! Beni şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan kurtar!" dedi. [Kasas/15–21]

33,34Mûsâ dedi ki: "Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir kişi öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn'u da benimle gönder; o, dil bakımından benden daha iyi, güzel ve etkilidir. O nedenle o'nu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum." [Kasas/33–34]

Mûsâ peygamberin endişesini dile getirmesi karşısında 15-17. Âyetlerde yer alan Rabbimizin sözleri, Tâ-Hâ Sûresinde şöyle ifade edilmiştir:

46Allah: "Korkmayınız, şüphesiz Ben ikinizle beraberim, işitirim ve görürüm. 47Hemen ona gidin de ona; ‘Şüphesiz biz Rabbinin iki elçisiyiz. Artık İsrâîloğulları'nı bizimle gönder ve onlara azap etme; kesinlikle biz sana Rabbinden bir alâmet/gösterge ile geldik. Selâm kılavuza uyanlaradır. 48Şüphesiz biz; kesinlikle bize, kesinlikle azabın yalanlayana ve sırt çevirene olduğu vahyedildi’ deyiniz." 46dedi [Tâ-Hâ/46–48]

Mûsâ peygamberin dile getirdiği endişe ve talepler ile Rabbimizin 15. Âyetteki Şüphesiz ki, Biz sizinle beraberiz, işitenleriz vurgusu, Tâ-Hâ Sûresinde aşağıdaki gibi yer almaktadır:

25Mûsâ: "Rabbim! 33Seni tüm noksanlıklardan çok arındırmamız 34ve Seni çok çok anmamız için 25göğsümü aç, 26işimi bana kolaylaştır. 27Dilimden de düğümü çöz 28ki sözümü iyi anlasınlar. 29Ve ehlimden; 30kardeşim Hârûn'u 29benim için bir vezir kıl, 31o'nunla arkamı kuvvetlendir. 32İşimde o'nu bana ortak et. 35Şüphe yok ki Sen bizi görüp duruyorsun" 20dedi. [Tâ-Hâ/25–35]

Bu vurgu ile Yüce Allah Mûsâ peygambere, olup biteceklerin hepsini duyduğunun, bildiğinin ve onlara yardım edeceğinin güvencesini vermiş olmaktadır.

15-17. Âyetlerden, bir topluma iki elçinin birden gönderildiği anlaşılmaktadır. Hatırlanacağı üzere Yâ-Sîn Sûresinde de aynı kente üç elçinin gönderildiği konu edilmişti. Hûd Sûresinde de İbrâhîm ve Lût peygamberlere sayıları üçten fazla olan [bir takım] elçilerin uğradığı görülecektir.



18Firavun: “Biz seni çocukken içimizde terbiye etmedik mi? Hayatından birçok yıllar içimizde kalmadın mı? 19Sonunda o yaptığın işi de yaptın. Sen nankörlerden birisin de...” dedi.

20-22Mûsâ: “Ben, o işi şaşkınlardan olduğum zaman yaptım. Sizden korkunca da hemen sizden kaçtım. Sonra Rabbim bana yasalar-ilkeler bahşetti ve beni elçilerden biri yaptı. O başıma kaktığın nimet de İsrâîloğulları'nı kendine köle edinmiş olmandır” dedi.

23Firavun: “Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir ki?” dedi.

24Mûsâ: “Eğer yakinen bilmiş olsanız, O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbidir.”


Bu Âyet grubunda, Mûsâ ve Hârûn peygamberlerin Allah'ın elçileri olarak Firavun ile yaptıkları ilk konuşmalar anlatılmaktadır. Karşılıklı konuşma şeklinde verilen bu sahnede Mûsâ peygambere ait O başıma kaktığın nimet de İsrâîloğullarını kendine köle edinmiş olmandır cümlesi dikkat çekmektedir. Bazı tarihî bilgilere dayanılarak yapılan tahminlere göre İsrâiloğullarının Mısır'daki kölelik dönemi 430 yıl kadar sürmüştür. Dolayısıyla Mûsâ peygamber bu uzun kölelik dönemini bilerek bu sözleri söylemiştir. Bu sözleriyle neyi kastetmiş olabileceği hakkında şu yorumları yapmak mümkündür:

* Eğer bize ve milletimize karşı uyguladığın o zulmü yapmamış olsaydın, senin barındırmana ihtiyacım olmazdı.

* Bu, daha sonra yapılan iyilik, milletimize yapılan o büyük zulme karşılık olmuştur. Bunlar karşılaştırılınca, hiç yokmuş gibi olurlar.

* Sen, onları köle edindin, mallarını aldın ve bana o mallardan harcadın. Dolayısıyla beni besleyip büyütmenden dolayı üzerimde bir hakkın yoktur.

* Sen, İsrâîloğullarının kendine ait köleler olduklarını iddia ettin. Efendi, kendi kölelerini yedirip içirdiği ve ihtiyaçlarını karşıladığı için bunu onların başına kakamaz.



25Firavun, yanı başında bulunanlara “İşitmiyor musunuz?” dedi.


Bu Âyet, kavmi tarafından "tek yüce rabb" olarak kabul edilen Firavun'un alaycı üslûbunu yansıtmaktadır. Firavun, bu alaycı üslubuyla Mûsâ peygamberin "Âlemlerin Rabbi" ifadesine şaştığını ve yanında hazır bulunan ileri gelenlerin de bu ifadeye şaşırdıklarını açığa vurmaları gerektiğini ima etmektedir.


26Mûsâ: “O, sizin Rabbiniz ve daha önceki atalarınızın da Rabbidir” dedi.


Firavun'un alaycı bir üslûp ile çevresindeki kurmaylarından destek alma girişiminde bulunmasına karşılık, Mûsâ peygamber de âdeta Firavun'un bu gününü de geçmişini de tanımadığını, onun hem atalarının hem de kendisinin şimdiye kadar hep yanlış üzerinde geldiklerini açıklamaktadır.

Mûsâ peygamberin 24. Âyette geçen O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin Rabbidir şeklindeki ifadesini bu Âyetle bağdaştırarak buradaki sözlerin "Hadi Allah'ı çevreden tanımıyorsunuz, peki kendi varlığınızdan da mı tanımıyorsunuz? Her tarafınız O'nun imzasını taşıyor" anlamında değerlendirmek de mümkündür. Bu takdirde Mûsâ peygamber, ilâhlık ve rabblık konusunda sadece Firavun'un değil, çevresinde bulunanların da yanılgı içinde olduğunu bir kez daha ifade etmiş olmaktadır.



27Firavun: “Size gönderilen bu elçiniz kesinlikle gizli güçlerce desteklenen/delinin biridir” dedi.

28Mûsâ: “Şâyet aklınızı kullansanız, O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir” dedi.

29Firavun: “Benden başka ilâh edinirsen, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan yaparım” dedi.

30Mûsâ: “Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?” dedi.

31Firavun: “Haydi hemen getir onu, eğer doğrulardan isen” dedi.


Bu Âyet grubundaki konuşmalardan anlaşıldığına göre; Firavun, alaycı üslûpla yaklaştığı Mûsâ peygamberin korkusuzca ve ciddiyetle uyarılarına devam etmesi karşısında onun deli olduğunu ileri sürmüş, ondan "size gelen elçi" şeklinde bahsederek onun elçiliğini kendi üstüne almadığını ifade etmiştir.

Bunun üzerine Mûsâ peygamber onları akılsız davranmakla itham etmiş, eğer akıllarını kullanırlarsa Allah'ın her şeyin Rabbi olduğunu anlayıp O'nu tanıyabileceklerini söylemiştir. Firavun'un bu açık uyarı karşısında öfkelendiği anlaşılmaktadır. Öyle ki, bütün zorbaların her zaman başvurduğu yöntemi uygulamaya koyulmuş ve pervasızca tehditler savurmuştur. Mûsâ peygamber bu tehditlere kulak asmayıp tebliğini sürdürmüş ve bu sayede onlara göstergeleri sunma fırsatı elde etmiştir.


FİRAVUN'UN İLÂHLIĞI:

A'râf Sûresi'nin 127. ve Tâ-Hâ Sûresi'nin 49–55. Âyetlerinin tahlillerinde de belirttiğimiz gibi, Firavun Allah'ı ve melekleri inkâr etmemekte, aksine Allah'ı göklerin hâkimi olarak kabul etmektedir:

51-53Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: "Ey toplumum! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli değil miydi?" dedi. [Zuhruf/51–53]

28,29Ve Firavun ailesinden imanını saklayan bir babayiğit adam: "Bir adamı, Rabbim Allah dediği için öldürecek misiniz? Hâlbuki o, kesinlikle size Rabbinizden delillerle gelmiştir. Ve eğer o, bir yalancı ise bir bakarsın ki o'nun yalanı kendi aleyhine oluvermiştir. Ve eğer doğru ise size yaptığı tehditlerin bir kısmı size isabet eder. Şüphesiz Allah, aşırı giden bir yalancı kişiye kılavuz olmaz. Ey toplumum! Yeryüzünde açığa çıkmış olarak bugün yönetim sizindir. Peki, eğer gelecek olursa Allah'ın hışmından bizi kim yardım edip kurtarır?" dedi.
Firavun: "Ben size görüşümden başkasını göstermiyorum ve ben sadece size reşitliğin/akıllı olmanın yoluna kılavuzluk ediyorum" dedi.
30-35Yine o iman etmiş olan kimse: "Ey toplumum! Şüphesiz ben, sizin hakkınızda Ahzâb'ın günü benzerinden; Nûh toplumunun, Âd'ın, Semûd'un ve daha sonrakilerin maceralarının benzerinden korkuyorum. Ve Allah, kulları için bir haksızlık, yanlışlık istemez. Ey toplumum! Şüphesiz ben, size gelecek o çağrışma-bağrışma/kaçışma gününden; arkanıza dönüp kaçacağınız günden korkuyorum. Sizin için Allah'tan koruyan biri yoktur. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur. Ve andolsun ki, bundan önce size Yûsuf delillerle gelmişti. O zaman da o'nun size getirdiği şeylerde şüphe edip durmuştunuz. Sonunda o öldüğünde de, "Bundan sonra Allah, asla elçi göndermez" dediniz. Allah, şu kendilerine gelmiş bir güç olmaksızın, Allah'ın âyetleri/alâmetleri/göstergeleri hakkında mücâdele eden, aşırı giden, şüpheci olan kişileri işte böyle şaşırtır. Bu durum, Allah katında ve iman edenler yanında buğz olarak büyüktür. İşte Allah, her böbürlenen zorbanın kalbi üzerine damga basar" dedi. [Mü’min/28–35]

Yukarıdaki Âyetlerin delâletiyle, Firavun'un konumuz olan 29. Âyetteki sözlerinden, onun kendisini Allah yerine koyduğu anlamını çıkarmak mümkün değildir. Kendisini insanların hâkimi [rabbi] olarak görmekte ve bu görüşünü de kendisinin Güneş Tanrısının insan şeklindeki sûreti olduğu iddiasına dayandırmakta olduğu için Firavun'un bu sözleri, yeryüzünde kendisinden başka kimsenin emirler veremeyeceği ve kendi hükümranlığına müdahaleye kalkışamayacağı anlamına gelmektedir. Diğer taraftan, Firavun'un "ilâh" sözcüğü ile kast ettiğini İslâmiyet'teki "Allah" kavramı ile bağdaştırmak doğru bir yaklaşım değildir. Çünkü Nâs Sûresi'nin tahlilinde de belirttiğimiz gibi, İslâmiyet'in saf tevhîd akidesine göre; her şeyi yoktan var eden ve ibadet edilecek yegâne varlık olduğu kabul edilen "Allah" ile diğer dinlerdeki "ilâh" kavramı arasında tartışmaya yer bırakmayacak nitelikte büyük farklar vardır. Diğer dinlerdeki ilâhlar, bu dinlere mensup insanların korkuları, ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmişlerdir ve varlıklarının sebebi olan korkuların, ihtiyaçların ortadan kalkması durumunda, bu ilâhların hiçbir fonksiyonları kalmaz. Ayrıca, insanla birlikte var olan ve onlarla birlikte yok olan bu ilâhların "hüküm koyma" özellikleri de yoktur. Bu sebeple, kendilerine dualar edilen, tapınılan, kurbanlar ve hediyeler sunulan bu ilâhların yasal ve siyasal alanda hükmetme yetkilerinin bulunduğu, dünyevî işlerde istediklerini emretme hakkına sahip oldukları ve buyruklarına teslim olunması gerektiği beşerî dinler tarafından asla kabul edilmemiştir. Bu beşerî dinler, kendilerinin koydukları kanunlara, çizdikleri politikalara karışma hakkını hiçbir ilâha tanımamışlar, yeryüzündeki mutlak otoritenin her zaman sadece kendilerine ait olduğunu savunmuşlardır. Zaten Allah'ın elçileri ve onların izleyicileri ile dünyevî hükümdarlar ve yönetimler [beşerî dinler] arasındaki çatışmanın asıl sebebi de bundan kaynaklanmaktadır.

Firavun'un sözleri bu temel gerçekler dikkate alınarak değerlendirildiğinde, sorunun sadece basit bir tapınma ve takdim sorunu olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Bütün ilâhları terk ederek sadece âlemlerin Rabbi olan Allah'ı bu haklara sahip gören Mûsâ peygamber, eğer Firavun'dan sadece Allah'a inanıp O'na ibadet etmesini isteseydi muhtemelen Firavun da kendisini saldırıya uğramış hissetmeyecek ve Mûsâ peygamberi pek fazla rahatsız etmeyecekti. Olsa olsa atalarının inancını bırakmayı reddetmek sûretiyle tepkisini gösterecek ve Mûsâ peygamberi kendi bilginleriyle tartışmaya çağıracaktı. Fakat Mûsâ peygamberin kendisini "Âlemlerin Rabbi"nin elçisi olarak tanıtması ve bu üstün otorite adına Firavun'dan buyruğa itaat etmesini istemesi, Firavun'un kendini ikinci derecede bir hükümdar hissetmesine yol açmış ve Firavun siyasal alanda yeni bir otoritenin ortaya çıkmasına izin vermek istememiştir.

Bu aşamada Mûsâ peygamberin Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı sözleriyle köşeye sıkışan Firavun'un artık Haydi hemen getir onu, eğer doğrulardan isen diyerek Mûsâ peygamberin getirdiğini göstermesini kabul etmekten başka çaresi kalmamıştır. Firavun'un bu cevabı, onun eski ve günümüz müşriklerinden hiçbir farkının olmadığını göstermektedir. Çünkü Kur'ân'dan öğrendiğimize göre, Nûh peygamberin kavminden Mekkeli müşriklere kadar tüm kâfirler aynı yolu izlemişlerdir.



32Bunun üzerine Mûsâ, birikimini ortaya koyuverdi; bir de bakmışsın ki Mûsâ'nın birikimi, apaçık bir “silip süpüren”dir.

33Gücünü de çekti çıkardı; bir de bakmışsın ki o güç, izleyenlere çok mükemmel, hiç kusursuzdur.


A‘râf ve Tâ-Hâ sûrelerinde, yed-i beyzâ'nın [kusursuz güc'ün], Mûsâ'ya yardımcı/vezir olarak verilen "Hârûn" olduğu genişçe açıklanmıştır.




34,35Firavun, yanı başındaki ileri gelenlere: “Şüphesiz bu, kesinlikle çok bilgili bir etkin bilgin! Sizi etkin bilgisiyle topraklarınızdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?” dedi.

36,37İleri gelenler dediler ki: “Onu ve kardeşini alıkoy, şehirlere de toplayıcılar gönder. Bütün büyük ve çok etkin bilginleri sana getirsinler.”

38Böylece, etkin bilginler belli bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildi.

39İnsanlara da, “Siz toplanıyor musunuz?” denildi.

–“40Bizim etkin bilginlere uymamız için, kendilerinin galip gelen kimseler olmaları gerekir!”–

41Etkin bilginler geldiklerinde Firavun'a: “Şâyet biz üstün gelirsek, kesinlikle bize bir ücret var mı?” dediler.

42Firavun: “Evet, o takdirde siz, hiç şüphe yok ki, yakınlardan olacaksınız” dedi.


Mûsâ peygamberin iki büyük ve apaçık mu’cize getirmesinden sonra bu Âyet grubunda, Firavun ve ileri gelenlerin Mûsâ peygambere karşı yaptıkları plânlar anlatılmaktadır. Anlaşıldığına göre daha önce fütursuzca Benden başka ilâh edinirsen, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan kılarım! diye meydan okuyan, kendini ilâh, rabb kabul eden Firavun, getirilen mu’cizeleri ve halkın bilgiçlerinin bu mu’cizelere iman edişini gördükten sonra başına gelecekleri tahmin etmiş ve dehşete düşmüştür. Bu şaşkınlık anında temsil ettiği makamı unutup Mûsâ peygamberin sahte, göz boyayıcı birtakım bilgilerle halkını oradan götürmeyi plânladığını söylemiş ve akılların kabul etmeyeceği ölçüde saçmalamıştır. Çünkü ülkesinde usta sahte, göz boyayıcı birtakım bilgiler örnekleri sergileyen pek çok etkili bilgin bulunan Firavun, bunların yalnızca mükâfat ve ücret için bu işi yaptıklarını gayet iyi bilmesine rağmen, sahte, göz boyayıcı birtakım bilgilerle halkı aldatan biri olarak ilân ettiği Mûsâ peygamberin bu gücü ile siyasî bir devrim yapacağını ileri sürmüştür.


BELLİ GÜN, TAYİN EDİLEN VAKİT:

38. Âyette geçen belli günün tayin edilen vaktinde ifadesinin Mısırlıların ulusal bayram günü olan "ziynet günü" ve "kuşluk vakti" anlamına geldiği Tâ-Hâ Sûresinde açıklanmıştır:

* Mûsâ: "Sizinle buluşma zamanı, tören, şenlik günü ve insanların toplanacağı kuşluk vaktidir" dedi. [Tâ-Hâ/59]

Yapılan plâna göre; Mûsâ peygamber ile ülkenin sahte, göz boyayıcı birtakım bilgilerle halkı aldatan etkili bilginleri arasındaki müsabakayı büyük bir kalabalığın seyretmesini sağlamak için her tarafa çığırtkanlar gönderilecek, müsabakada da herhangi bir olağanüstülük olmadığı, bunun ülkedeki tüm sihirbazlar tarafından yapılabildiği herkese açıkça gösterilecekti. Böylece Mûsâ peygamberin sarayda sergilediği ve muhtemelen halka da yayılmış olan mu’cizenin haberinden halkın etkilenmemesi sağlanmış olacaktı.

Mûsâ peygamberin getirdiği ayetler dolayısıyla Firavun'un ne büyük bir endişe içinde olduğunu kanıtlayan bir diğer gösterge de, Firavun'un bilginlerine Mûsâ peygamberi alt etmeleri hâlinde çok büyük bir şeref anlamına gelen "yakınlar" payesi vereceğini vaat etmesidir.




43Mûsâ onlara, “Ortaya koyun ne koyacaksanız!” dedi.

44Bunun üzerine onlar, birikimlerini, eski inanç ve tezlerini/çer-çöplerini; eften püften bilgilerini ortaya koydular ve “Firavun'un gücü hakkı için şüphesiz elbette bizler galip olanlarız” dediler.

45Sonra Mûsâ birikimini ortaya koydu; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuyor da yutuyor!

46-48Sonra etkin bilginler boyun eğip teslimiyet gösterenler olarak bırakıldılar:

“Biz, Âlemlerin Rabbine; Mûsâ ve Hârûn'un Rabbine iman ettik” dediler.



Şu‘arâ/44 ve Tâ-Hâ/66 âyetlerinde Firavun'un bilginlerinin tezleri "ip ve değnek" olarak nitelenmiştir. Bu husustaki âyetlerin delâletiyle –TâHâ sûresi'nde de açıkladığımız gibi– buradaki "ip ve deynek" ifadelerini, Türkçe'deki "çer-çöp, ipsiz-sapsız; temelsiz" deyimlerine benzetebiliriz. Burada denilmek istenen Firavun'un bilginlerinin görüş ve tezlerinin değersizliği, işe yaramazlığıdır.

Bu âyetlerde kısaca anlatılan müsabaka, A'râf ve Tâ-Hâ Sûrelerinde aşağıdaki gibi nakledilmişti:

117Biz de Mûsâ'ya, "Sen de birikimini ortaya atıver" diye vahyettik. Bir de ne görsünler, onların uydurup düzdükleri şeyleri süratle yakalayıp yutuyor. 118Böylece hak yerini buldu ve Firavun ve ileri gelenlerin bütün yaptıkları boşa gitti, işe yaramadı.
119Firavun ve ileri gelenler, artık orada mağlup oldular ve küçük düşmüş bir toplum olarak geri döndüler.
120-122Çok bilgili, büyüleyici, etkin bilginler ise boyun eğip teslim olmuş kimseler hâlinde bırakıldılar. "Âlemlerin Rabbine; Mûsâ'nın ve Hârûn'un Rabbine iman ettik" dediler. [A'râf/117–122]

65Etkili bilginler: "Ey Mûsâ! Ya sen ortaya koyacaksın veyahut ilk ortaya koyan kişiler biz olalım" dediler.
66Mûsâ: "Tam tersi, siz ortaya koyun" dedi. Bir de ne görürsün! Onların birikimleri, eski inançları ve tezleri/çer-çöpleri/eften püften bilgileri, yaptıkları sihirden/hünerli gösterimden ötürü gözünde büyüdü.67Bu yüzden Mûsâ, içinde bir korku hissetti.
68,69Biz: "Korkma, şüphesiz sen; en üstün olan sensin: Sen sahibi olduğun birikimi ortaya koy; o, onların yapıp ürettiklerini yutsun dursun. Şüphesiz onların yaptıkları ancak bir göz boyayıcısı hilesidir. Göz boyayıp etkileyen kişi ise, her nereye giderse gitsin zafer kazanamaz, başarılı olamaz" dedik.
70Sonunda bütün etkili bilginler, "Mûsâ ile Hârûn'un Rabbine iman ettik" demek sûretiyle boyunlarını uzatıp teslim olmuş durumda bırakıldılar. [Tâ-Hâ/65–70]

Görüldüğü gibi, müsabakaya Firavun'un gücüne sığınarak, yemin ederek başlayan ve kendilerine çok güvenen etkili bilginler, Mûsâ peygamberin getirdiği ayetler karşısında kendi düzmece hünerlerinin hiçbir değeri olmadığını anlamışlar ve müsabakadan mağlûp çıktıklarını hemen kabul etmişlerdir. Çünkü onlar sıradan göz bağlayıcılar değil, sihir [gözbağlayıcılık, illüzyon] bilgisinin zirvesine çıkmış ve bu bilgi ile varılacak son noktayı çok iyi bilen kimselerdir. Nitekim Mûsâ peygamberin getirdiği ayetlerin göz boyamacılığı aştığını anlamışlar ve akıllarını kullanarak imana gelmişlerdir. Böylece Rabbimizin Tâ-Hâ Sûresi'nin 46. Âyetin ve bu Sûrenin 15. Âyetlerinde Mûsâ ve Hârûn peygamberlere verdiği sizi koruyacağım, sizinle beraberim vaadi yerine gelmiş olmaktadır. Yüce Allah, elçilerini her zaman koruduğunu ve hakkı üstün kıldığını başka Âyetlerde de bildirmiştir:

81Ve de ki: "Hak geldi, bâtıl yok oldu. Şüphesiz bâtıl yok olup gider." [İsrâ/81]

18Tam tersi Biz, hakkı bâtılın başına çarparız da onun beynini parçalar. Bir de bakarsın bâtıl yok olup gitmiştir. Ve Allah'a yakıştırdığınız niteliklerden dolayı size yazıklar olsun! [Enbiya/18]

21Allah: "Elbette, Ben ve elçilerim galip geleceğiz" diye yazmıştır. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır. [Mücâdele/21]




49Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden o'na iman mı ettiniz? Şüphesiz ki o, elbette size sihri öğreten büyüğünüzdür! Peki, yakında bileceksiniz! Andolsun, sözleşmelerden; taahhütlerden ilişkinizi kestireceğim ve kesinlikle hepinizi rahat ortamdan; kentteki işinizden, memuriyetinizden çıkarıp hurma tarlalarında tarım işçiliği yaptıracağım, taş ocaklarında çalıştıracağım, zorlu işlerde çalıştırarak yağınızı çıkaracağım; iliğinizi sömüreceğim!”

50,51Etkin bilginler: “Zararı yok, şüphesiz biz Rabbimize dönenleriz. Biz mü’minlerin ilkleri olduğumuzdan dolayı, Rabbimizin bize hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz” dediler.


Bu âyetlerde, müsabakadan yenik çıkan Firavunun bilginlerinin imana gelmeleri üzerine Firavun'un onlara nasıl tehditler savurduğu, artık birer inanmış kişi olan eski bilginlerin ise Firavun'un bu tehditlerini hiç umursamadıkları anlatılmaktadır. Daha evvel -A'râf ve Tâ-Hâ Sûrelerinde- de belirttiğimiz gibi, Firavun'un bu inanmış kişilere Firavun’un bilginlerine] neler yaptığı Kur'ân'da açıklanmamıştır. Rivâyetler Firavun'un tehditlerini hemen yerine getirdiği yönündedir.

Müsabakadan sonraki olaylar burada kesilmiş ve buradan itibaren kıssanın Mûsâ peygamberin yeni görevi ile ilgili olan bölümüne geçilmiştir. Bu arada olan bitenlerin bir kısmı A'râf (127–135), bir kısmı Yûnus (83–89), bir kısmı Mü’min (23–46), bir kısmı da Zuhruf (46–56) Sûresinde yer almaktadır:

Ayetteki "Hılaf" sözcüğü ile ilgili açıklama A’raf/124-16. Ayetler açıklamasında verilmiştir.

"Salb" sözcüğü ile ilgili ayrıntılı açıklama Ta Ha/71. âyetin tahlilinde verilmiştir.




63Sonra Mûsâ'ya: “Vur birikimini o bol suya/nehire!” diye vahyettik. Sonra o bol su/nehir yarıldı/barajlar yapıldı da, her bir parça baraj, ulular ulusu bir dağ gibi oluverdi.

52Ve Biz, Mûsâ'ya: “Kullarımı geceleyin yola çıkar, şüphesiz siz takip edilenlersiniz” diye vahyettik.

53-56Derken Firavun da şehirlere toplayıcıları gönderdi: “Şüphesiz bunlar, sayıları azar azar, bölük pörçük bir topluluktur. Ve onlar bizim için elbette öfkelidirler. Biz ise, elbette hazırlıklı, tedbirli bekleyen bir cemaatiz.” 60Sonra Firavun ve adamları güneş doğarken onların ardına düştüler.

61İki topluluk birbirini görünce, Mûsâ'nın ashâbı “Şüphesiz biz, kesinlikle kıstırıldık” dediler.

62Mûsâ: “Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Şüphesiz Rabbim benimledir, bana yol gösterecektir” dedi.

64Ötekilerini de oraya yaklaştırdık.

65,66Ve Mûsâ ve beraberindekilerin hepsini kurtardık, sonra da ötekileri suda boğduk.

57-59Sonunda Biz, Firavun ve toplumunu bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve şerefli makamdan çıkardık. İşte böyle! Ve sonra onlara İsrâîloğulları'nı mirasçı/son sahip yaptık. 67Şüphesiz bunda kesinlikle bir alâmet/gösterge vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdi. 68Ve şüphesiz ki Rabbin, kesinlikle en üstün olanın, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin ta kendisidir.


Diğer âyetlerden de anlaşıldığı üzere Mûsâ, Mısır'da kaldığı süre içinde esas niyetini saklayarak nehri barajlarla kesmiş, ovada kanallar oluşturmuş ve eski su yataklarını tarıma açmıştır. Bu nedenledir ki Firavun, "Bu altımdaki nehirler benim değil mi" demektedir:

51-53Ve Firavun, toplumunun içinde seslendi: "Ey toplumum! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâlâ görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi olan; nerede ise meramını anlatamayan kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem o'nun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar hâlinde melekler gelmeli değil miydi?" dedi. [Zuhruf/51-53]

Şuara/53-56 ayetlerde Firavun’un hazırladığı orduya İsrailoğulları ile ilgili "Şüphesiz bunlar, sayıları azar azar, bölük pörçük bir topluluktur. Ve onlar bizim için elbette öfkelidirler. Biz ise, elbette hazırlıklı, tedbirli bekleyen bir cemaatiz." demektedir. Kasas/4’te Rabbimiz "4Şüphesiz ki Firavun, yeryüzünde yüceldi ve idaresi altındaki insanları grup grup yaptı; onlardan bir grubu güçsüzleştirmek istiyor; bunların oğullarını boğazlıyor; eğitimsiz, öğretimsiz bırakıp niteliksiz bir kitle oluşturarak güçsüzleştiriyor, kadınlarını da utanca boğuyordu. Şüphesiz ki o, bozgunculardan idi" diye bilgi vermektedir. Demek oluyor ki Firavun daha evvel israiloğullarını kamplara, partilere, kliklere, hiziplere ayırmış onların birlik olamayacaklarını ummaktadır.

Daha sonra Mûsâ, kavmi ve Kıptilerden kendisine inananları yanına alarak buralardan geçirmiş, kendilerini takip eden Firavun ve ordusunu bu tarım arazilerine çekmiş, onlar arazide iken barajları yıkarak Firavun ve ordusunun boğulmasını sağlamıştır.


Asa ile denizin yarılması

63Sonra Mûsâ'ya: "Vur birikimini o bol suya/nehire!" diye vahyettik. Sonra o bol su/nehir yarıldı/barajlar yapıldı da, her bir parça baraj, ulular ulusu bir dağ gibi oluverdi.

Not: Bu ayet Mushaf’ta aslında 50, 51. ayetlerin arkasında tertip edilmelidir. Altmış üçüncü sırada tertibi hem ayetin yanlış anlaşılmasına hem de yanlış inançların oluşmasına sebep olmaktadır.

50Hani bir zamanlar da Biz, bol suyu/nehiri sizin için yarıp da sizi kurtarmış, siz bakıp dururken Firavun'un yakınlarını da suda boğmuştuk. [Bakara/50]

Bu ayetlerde Musa’ya bilgi birikimini kullanarak Nil nehri üzerinde barajlar kurmasının vahyedildiği, sonra da suyun dağlar gibi parçalara ayrıldığı; yani yüksek barajların yapıldığı açıklanmaktadır. Yani Musa mucize olarak kızıl denizi yararak iki tarafta dağ gibi sular oluşmamıştır. Musa birikimiyle Nil nehri üzerine barajlar kurmuş ve her bir baraj dağ gibi yüksek imiş. Burada açıklanan işte budur. Daha sonra bu baraj patlatılarak Firavun ve yakınları baraj selinde öldürüleceklerdir.

Bilinen en eski baraj İ.Ö. 2900 yılında Nil nehri üzerinde kurulmuş 15 m. yüksekliğindeki barajdır. Kur’an’ın açık ifadesine göre baraj birden çoktur.

Diğer ayetlerden de anlaşıldığı üzere Musa, Mısır’da kaldığı süre içinde esas niyetini saklayarak nehri barajlarla kesmiş ovada kanallar oluşturmuş ve eski su yataklarını tarıma açmıştır. Bu nedenledir ki Firavun "Bu altımdaki nehirler benim değil mi" demektedir.

Bu ayette İsrail oğullarının geçmişinden başka safhalar hatırlatılmaktadır. Bu dönemler:

Suyun yarılması; baraj kurulması, İsrail oğullarının kurtulması, Firavunun yakınlarının, İsrail oğullarının gözü önünde suda boğulmasıdır. Daha sonra Musa, kavmini ve Kıptilerden kendisine inananları yanına alarak bu yerlerden toplumunu geçirmiş kendilerini takip eden Firavun ve ordusunu bu tarım arazilerine çekmiş, onlar arazide iken barajları yıkarak Firavun ve ordusunun boğulmasını sağlamıştır.

Burada bu olaylar kısa bir cümle ile ifade edilmiştir. Biz bunları hemen birkaç saat içinde olup bittiğini sanmıyoruz. Bu olay yıllarca süren bir süreçte gerçekleşmiştir.

Burada dikkat çeken bir nokta, Firavunun yakınlarının boğuluşunu İsrail oğullarının, seyretmiş ve görmüş olmalarıdır ki bu Kitab-ı mukaddeste şöyle anlatılır.

25 Arabalarının tekerleklerini çıkardı; öyle ki, arabalarını zorlukla sürdüler. Mısırlılar, "İsraillilerden kaçalım!" dediler, "Çünkü RAB onlar için bizimle savaşıyor."
26 RAB Musa'ya, "Elini denizin üzerine uzat" dedi, "Sular Mısırlıların, savaş arabalarının, atlılarının üzerine dönsün."
27 Musa elini denizin üzerine uzattı. Sabaha karşı deniz olağan haline döndü. Mısırlılar sulardan kaçarken RAB onları denizin ortasında silkip attı.
28 Geri dönen sular, savaş arabalarını, atlıları, İsraillilerin peşinden denize dalan Firavun'un bütün ordusunu yuttu. Onlardan bir kişi bile sağ kalmadı.
29 Ama İsrailliler denizi kuru toprakta yürüyerek geçmişlerdi. Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturmuştu.
30 RAB o gün İsraillileri Mısırlıların elinden kurtardı. İsrailliler deniz kıyısında Mısırlıların ölülerini gördüler.
31 RAB'bin Mısırlılara gösterdiği büyük gücünü görünce korkan İsrail halkı, RAB'be ve kulu Musa'ya güvendi. [Çıkış 14. Bab. 25-31. Cümleler]

Buradan da anlaşılıyor ki bu boğulma olayı Kızıldeniz’de olmamıştır. Çünkü yüz kilometre civarındaki bir mesafeden; denizin bir ucundan diğer ucunda olanların boğuluşunu ve cesetlerini görme imkanı yoktur.


İsrail oğullarının sudan geçirilmesi--Firavun ile yakınlarının selde sürüklenerek boğulmaları--Denizi hızlı bırakmak

17-21Ve andolsun ki Biz onlardan önce Firavun toplumunu imtihan ettik. Ve onlara çok saygın bir elçi gelmişti: "Allah'ın kullarını bana geri verin. Şüphesiz ben sizin için gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'a karşı üstünlük taslamayın. Şüphesiz ki ben size apaçık bir güç getiriyorum. Ve Şüphesiz ben, beni taşlayarak öldürmenizden benim Rabbime, sizin Rabbinize sığındım. Ve eğer siz bana inanmazsanız hemen yanımdan uzaklaşın."
22Sonra da Mûsâ: "Şüphesiz ki bunlar, suçlu bir toplumdur" diyerek Rabbine yalvardı.
–"23,24Hadi kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz izlenen kimselersiniz, tedbirli olun. Bol suyu/nehiri çok hızlı bırak. Şüphesiz onlar suda boğulmuş bir ordudur.– [Duhan/17- 24]

Bu ayetlerde Musa peygambere, İsrail oğullarını Mısır’dan çıkarma planlarının genel olarak verildiği görülmektedir. Ayrıntıları yoktur. Musa, suda kuru yolları yapacak, firavun ve adamlarını suda boğup öldürecektir. Musa daha evvel de bir cinayet işlemiş onun da vicdan azabını çekmektedir. İşte bu noktada Musa çıkmaza girmiştir; bunalıma girmiştir.

Zihnindeki sıkıntıları gidermek için de yollara düşecek, bunalımdan kurtulmak için çare arayacaktır.

Bu bölümü Kehf suresinde görmekteyiz. Musa ve Alim kul kıssası bunları bildirmektedir.

O kıssa da görmekteyiz ki Musa "Gemi olayı"ndan zalimlerin dikkatini çekmemenin; "delikanlı öldürme olayı"ndan Allah ile savaşanların öldürülebileceği, "Duvar olayı"ndan da çıkışta uzun süren yolculukta geçimlerini sağlayacak birikim yapmalarını, birikimlerini evlerinin duvarları içinde saklamalarını öğrenmiştir. Bu birikimi ile bunları Allah’ın izniyle gerçekleştirecektir.

90-92Ve İsrâîloğulları'nı bol sudan/nehirden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları hemen izledi. Sonunda boğulma ona yetişince, "Gerçekten, İsrâîloğulları'nın inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım" dedi. –Şimdi mi? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun. Artık Biz senden sonra geleceklere ibret olasın diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız.– Ve şüphesiz insanlardan birçoğu kesinlikle Bizim âyetlerimize/alâmetlerimize/göstergelerimize karşı duyarsız/ilgisizdirler. [Yunus/90- 92]

50Hani bir zamanlar da Biz, bol suyu/nehiri sizin için yarıp da sizi kurtarmış, siz bakıp dururken Firavun'un yakınlarını da suda boğmuştuk. [Bakara/50]

Bu ayetlerde İsrail oğullarının geçmişinden başka safhalar hatırlatılmaktadır. Bu dönemler:

Suyun yarılması; baraj kurulması, İsrail oğullarının su arasındaki kuru alanlardan geçmesi ve firavun ve yakınlarının boğulması safhalarıdır. Burada bu olaylar kısa bir cümle ile ifade edilmiştir. Biz bunların yukarıda da belirttiğimiz gibi hemen birkaç saat içinde olup bittiğini sanmıyoruz. Bu olay yıllarca süren bir süreçte gerçekleşmiştir.

Kur’an’dan bu boğulma olayının nasıl gerçekleştiğini açıkça anlayabilmekteyiz. Daha evvel Musa’nın nehir üzerinde barajlar kurarak nehir sularını dağlar gibi ayırdığını görmüştük. İşte Musa bu barajları patlattırmış, Sebe halkının "Arim seli (baraj seli)" ile helak edildiği gibi (Sebe; 15- 19. ayetler) Firavun ve ordusu da baraj suyunda önce sürüklenmişler sonra da su tarafından örtülerek boğulmuşlardır.

22Sonra da Mûsâ: "Şüphesiz ki bunlar, suçlu bir toplumdur" diyerek Rabbine yalvardı.
–"23,24Hadi kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz izlenen kimselersiniz, tedbirli olun. Bol suyu/nehiri çok hızlı bırak. Şüphesiz onlar suda boğulmuş bir ordudur.– [Duhan/23, 24]

40Biz de onu ve askerlerini yakalayıp o bol suda/nehirde fırlatıp atıverdik. Şimdi, şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların sonunun nasıl olduğuna bir bak! [Kasas/40]
40Sonra da Biz, onu ve ordularını yakalayıverdik de onları bol suda/nehirde fırlatıp atıverdik. O ise ayıplanan/kınayan biridir. [Zariyat/40]

Duhan; 24. ayetin orijinalindeki "rehven" sözcüğü Ezdat’tan olup, "Sükünet ve aşırı hareket" anlamlarının her ikisini de içerir. Bizim te’vilimiz "Aşırı hareket; hızlı akıtma" anlamından yana olmuştur.

Zira şu ayetlerde, Firavun ve yakınları boğulmazdan evvel bir müddet suda sürüklenmişlerdir.

77Ve andolsun, Mûsâ'ya "Yetişilmekten korkmayarak ve saygıyla, sevgiyle ürpermeden/Firavuna minnet duymadan kullarımı geceleyin yürüt de kendileri için bol suda/nehirde kuru bir yol aç!" diye vahyettik.
78Firavun ordularıyla hemen onları takip etti de bol sudan/nehirden kendilerini kaplayan şey kaplayıverdi.
79Ve Firavun toplumunu saptırdı ve doğru yolu göstermedi. [Ta Ha/77- 79]

Burada dikkat çeken bir nokta da Bakara; 50’deki "ve siz bakıp dururken Firavun'un yakınlarını suda boğmuştuk" ifadesidir. Buradan anlaşıldığına göre, Firavunun ve yakınlarının boğuluşunu İsrail oğullarının, seyretmiş ve görmüş olmalarıdır. Bu konu Kitab-ı mukaddes’te şöyle anlatılır.

30 RAB o gün İsraillileri Mısırlıların elinden kurtardı. İsrailliler deniz kıyısında Mısırlıların ölülerini gördüler. [Çıkış 14. Bab, 30. cümle:]

Buradan da anlaşılıyor ki bu boğulma olayı Kızıldeniz’de olmamıştır. Çünkü yüz kilometre civarındaki bir mesafeden; denizin bir ucundan diğer ucunda olanların; firavun ve avenesinin boğuluşunu ve cesetlerini görme imkanı yoktur.

Özetle Musa’ya; elçiliğinin kanıtı olarak sadece kitap verilmiş ve kardeşi Harun vezir yapılmıştır.

Buradaki 20- 23. ayetlerde konu edilen Musa’ya verilen iki alamet; gösterge Furkan suresinde de şöyle özet olarak verilmiştir:

25Mûsâ: "Rabbim! 33Seni tüm noksanlıklardan çok arındırmamız 34ve Seni çok çok anmamız için 25göğsümü aç, 26işimi bana kolaylaştır. 27Dilimden de düğümü çöz 28ki sözümü iyi anlasınlar. 29Ve ehlimden; 30kardeşim Hârûn'u 29benim için bir vezir kıl, 31o'nunla arkamı kuvvetlendir. 32İşimde o'nu bana ortak et. 35Şüphe yok ki Sen bizi görüp duruyorsun" 25dedi.
36Allah: "Ey Mûsâ! İstediğin sana verildi." dedi. [TA Ha/25-36]
35Ve andolsun ki Mûsâ'ya Kitab'ı verdik, kardeşi Hârûn'u da o'nunla birlikte yardımcı, destekçi verdik.
36Sonra da, "Haydi âyetlerimizi yalanlayan o topluma gidin!" dedik. Sonunda da onları parçalayıp yok ettik. [Furkan/35, 36]

Bu Âyetlerde, İsrâiloğullarının Mûsâ peygamber önderliğinde Mısır'dan ayrılma hazırlıklarına karşılık, bu hareketi engelleyebilmek için çevreden güç toplamak sûretiyle kendine göre tedbir alan Firavun'un sözleri yer almaktadır.

Tarihten öğrenildiğine göre, İsrâiloğulları Mısır'da tek bir kentte toplu olarak değil, çoğunlukla Memfis ile Ramises arasındaki Goşen denilen bölgede olmak üzere çeşitli yerleşim alanlarında yaşamaktaydılar. Nitekim Firavun'un İsrâiloğulları hakkında, onların "bölük pörçük bir topluluk" olduklarına dair sözleri de bu tarihî bilgileri teyit etmektedir.

İsrâiloğullarının o günkü sayısı hakkında sağlam bir bilgi mevcut olmamasına rağmen birçok eserde rivâyetlere dayanılarak 600.000 kişi oldukları, aralarında yirmi yaşın altında ve altmış yaşın üstünde kimsenin bulunmadığı ileri sürülmüştür. A'râf ve Tâ-Hâ Sûrelerinde de belirttiğimiz gibi Rabbimiz, Firavun'un ağzından sayılarını değil onların küçük guruplara ayrılmış gruplar olduğunu nakletmiştir.

Pasajdaki 57–59. ayetlerin "57-59.Sonunda Biz, onları [Firavun ve kavmini] bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve şerefli makamdan çıkardık. İşte böyle! Ve sonra onlara İsrâîloğulları'nı mirasçı yaptık." İfadeleri, bir parantez içi ifade olup, Firavun ve toplumunun ileri gelenlerinin âkıbetlerine dikkat çekmektedir. Bu ifadelerden anlaşıldığına göre, onlar, yüce makamları, bahçeleri, nehirleri, malları, rızkları, hükümranlığı ve dünyanın bolluk içindeki mekânlarını terk etmişler, her şeyden mahrum bırakılmışlar, sanki nimetler denizinden çıkıp cehenneme girmişlerdir.

136Biz de, şüphesiz âyetlerimizi yalanladıkları ve onlardan gâfil olmaları nedeniyle onları cezalandırıp adaleti sağladık. Ve onları bol suda/nehirde boğduk. 137O zaafa uğratıla gelmiş/güçsüzleştirilmiş olan toplumu da bereketlendirdiğimiz yerin her tarafına mirasçı yaptık. Ve böylece Rabbinin, İsrâîloğulları'na olan o pek güzel sözü, sabretmeleri nedeniyle yerine geldi. Biz de Firavun ile toplumunun yapageldikleri sınâî eserlerini ve yükseltmekte oldukları şeyleri yerlebir ettik. [A'râf/136, 137]

5Biz ise istiyoruz ki, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere armağan verelim, onları önderler yapalım ve onları mirasçılar yapalım. 6Ve onları yeryüzünde sağlamca yerleştirelim, Firavun, Haman ve bu ikisinin askerlerine, onlardan çekinmekte oldukları şeyleri gösterelim. [Kasas/5–6]

Pasajdaki 60–62. ayetlerdeki "Sonra onlar [Firavun ve adamları] güneş doğarken onların ardına düştüler.İki topluluk birbirini görünce, Mûsâ'nın ashâbı, "Şüphesiz biz, kesinlikle kıstırıldık" dediler.O [Mûsâ], "Hayır, hayır... Şüphesiz Rabbim benimledir, bana yol gösterecektir" dedi." ifadelerinden anlaşıldığına göre, İsrâiloğulları Mûsâ peygamber önderliğinde Mısır'dan ayrılmış, Firavun da askerleriyle onları takip etmektedir.

Peşlerindeki askerleri gören ve panikleyen İsrâiloğulları, Mûsâ peygambere karşı güvenlerini kaybettiklerini belirten yakışıksız sözler sarf etmekte, Mûsâ peygamber ise Yüce Allah'tan daha önce aldığı güvenceyi aktararak onları teskin etmektedir. Hatırlanacak olursa, Rabbimizin bu güvencesi yukarıda 15. Âyette ve Tâ-Hâ Sûresinde de bildirilmiş idi:

15Allah: "Kesinlikle senin düşündüğün gibi değil! Haydi, ikiniz alâmetlerimizle/göstergelerimizle gidin. Şüphesiz ki, Biz sizinle beraberiz, işitenleriz. 16,17Haydi, ikiniz Firavun'a gidin de ‘Biz kesinlikle, İsrâîloğulları'nı bizimle beraber gönderesin diye’ âlemlerin Rabbinin elçisiyiz deyin" dedi. [Şu'arâ/15–17]

46Allah: "Korkmayınız, şüphesiz Ben ikinizle beraberim, işitirim ve görürüm. 47Hemen ona gidin de ona; ‘Şüphesiz biz Rabbinin iki elçisiyiz. Artık İsrâîloğulları'nı bizimle gönder ve onlara azap etme; kesinlikle biz sana Rabbinden bir alâmet/gösterge ile geldik. Selâm kılavuza uyanlaradır. 48Şüphesiz biz; kesinlikle bize, kesinlikle azabın yalanlayana ve sırt çevirene olduğu vahyedildi’ deyiniz." 46dedi [Tâ-Hâ/46]

Pasajdaki 67–68. ayetlerdeki "Şüphesiz bunda kesinlikle bir alâmet, gösterge vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdi.Ve şüphesiz ki Rabbin, kesinlikle Azîz [mutlak galip] ve Rahîm'in [engin merhamet sahibinin] ta kendisidir." ifadelerinden , bu olayın sadece İsrâîloğullarına değil, hem Mekkeli müşriklere hem de tüm insanlığa yönelik bir âyet olduğunu göstermektedir. Ancak bu ifadesinin arkasından Rabbimiz bu olayın kendi kudretine delâlet eden en büyük delillerden olmasına rağmen insanların çoğunun inanmadığını [ve inanmayacağını] beyan etmektedir.

Mûsâ peygamberin doğruluğunu gösteren bu olayın, olaya şâhit olan İsrâiloğullarının akıllarında ömür boyu silinmeyecek bir iz bıraktığı kesindir. Dolayısıyla o günün toplumunda, Allah'ın elçisine karşı kurulmaya çalışılan direnç kırılmış ve toplumun Mûsâ peygambere bağlılığı büyük ölçüde bu olayla sağlanmıştır.

Bu olayın Kureyş'e yönelik bir âyet oluşu ise Firavun ve ordusu bakımındandır. Kendilerine yıllarca apaçık ayetler gösterilmiş olan Firavun, yakınları ve yandaşları, bol suyun/nehirin yarıldığını ve İsrâiloğullarının önünde geçmeleri için kuru bir yol açıldığını görmelerine rağmen Mûsâ peygamberin arkasında Allah'ın gücünün ve yardımının olduğunu anlayamamışlar ve savaşmak üzere onları takibe devam etmişlerdir. Sonunda kendilerine gelip iman ettiklerinde ise vakit çok geçtir. Çünkü artık imanları iradî bir iman değil, bir korku ve çaresizlik imanıdır. İmanın bu türü ile ilgili geniş açıklamamız Kıyâmet Sûresi'nin tahlilindedir.

90-92Ve İsrâîloğulları'nı bol sudan/nehirden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri azgınlık ve düşmanlıkla onları hemen izledi. Sonunda boğulma ona yetişince, "Gerçekten, İsrâîloğulları'nın inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de inandım, ben de teslim olanlardanım" dedi. –Şimdi mi? Hâlbuki daha önce isyan etmiştin ve de bozgunculardan olmuştun. Artık Biz senden sonra geleceklere ibret olasın diye, bugün seni zırhınla birlikte kurtaracağız.– Ve şüphesiz insanlardan birçoğu kesinlikle Bizim âyetlerimize/alâmetlerimize/göstergelerimize karşı duyarsız/ilgisizdirler. [Yûnus/90–92]

Bu olayın tüm zamanlara mesajı da şudur:

"Şimdilik şer güçler egemen görünseler de, Allah, uzun vadede lütfüyle hakkı hâkim kılar ve bâtılı yok eder."

Rabbimizin Mûsâ peygamber kıssasının hemen ardından kendisinin "Azîz" ve "Rahîm" olduğunu bildirmesi, inanmayanların Allah tarafından mutlaka alt edilip cezalandırılacağı, inanmış olanların da Allah'ın engin rahmetinden istifade edeceği mesajını vermektedir.*



155 Klasik kaynaklara göre asa sözcüğünün tam karşılığı, “birikim, sıkı tutulan”dır. Bu anlamıyla da tam tamına “Kur’ân” sözcüğünün de karşılığıdır. Bunun “baston”a isim olması da, sadece el ve parmakların üzerinde toplanması sebebiyle değil, “üzerine dayanmak, yaprak silkelemek, silâh, kazma olarak kullanmak vs. gibi birçok yararın da toplanması” sebebiyledir.
Bu sözcük Mûsâ'ya izafe edildiğinde, “Mûsâ'nın birikimi, Mûsâ'nın sıkı/kuvvetle tuttuğu” anlamına gelir, ki bu da, –âyetlerden anlaşılacağı üzere– “Mûsâ'ya yapılan vahiyleri ve Mûsâ'nın deneysel bilgi birikimi”ni ifade eder. Mûsâ'nın asasının ne olduğu açıkça beyan edilmektedir. Bakara/63, 93; A‘râf/145, 171; Meryem/12'den de “kuvvetle tutulacak şeyin “kitap/ilâhî vahiyler” olduğu açıkça anlaşılır. Ayrıca 181. necm'de görüleceği üzere Yûnus sûresi'nde Rabbimiz, Nihâyet etkili söz söyleyen bilginler gelince, Mûsâ onlara, “Ne atacaksanız atın!” dedi. Onlar ortaya atınca da Mûsâ, “Sizin getirdiğiniz şey bir göz boyama, aldatmacadır. Şüphesiz, Allah onun boş ve asılsızlığını ortaya çıkaracaktır. Şüphe yok ki, Allah kargaşacıların işini düzeltmez. Ve Allah, günahkârların hoşuna gitmese de, hakkı, Kendi kelimeleriyle ortaya koyup gerçekleştirir” dedi şeklinde açıklamada bulunarak, sihirbazların sopayla değil, “Allah'ın kelimeleri” ile mağlup edildiğini açıkça bildirir.

Asa sözcüğü, Kur’ân'da 6 kez geçer. Bunlardan Tâ-Hâ/18'deki asa, “çoban asası”, yani bildiğimiz “baston”dur. Rabbimiz Mûsâ'ya bu asayı ilk vahiy anında bıraktırmıştır. Diğerleri ise, “Mûsâ'nın vahiy ve deneysel olarak öğrenmiş olduğu bilgi birikimi”dir. Mûsâ'nın Firavun'a karşı, sudan geçmek, taş kalpli İsrâîloğulları'nı adam etmek için kullandığı asa, “Mûsâ'nın bilgi birikimi”dir [kendisine vahyedilenler ve o zamana kadar öğrendikleri ve edindiği deneyimlerdir].

156 Sü’ban sözcüğü, “su ve kan akması” anlamındaki seab sözcüğünden gelir. Vadide sel yataklarının kıvrım kıvrım olması, sevgilinin uzun saçlarının kıvrım kıvrım olması, şairlerin gözünde bu sözcükle ifade edilir. Bu sözcüğün çoğulu da sü’ban şeklindedir. Sü’ban sözcüğü, tekil olarak da “uzun, güçlü, fare avlayan yılan” anlamında kullanılır.

Demek oluyor ki süb’an sözcüğünün esas anlamı, “selin, önüne gelen her şeyi içine alıp sürüklemesi” demektir. Fareleri avlayıp yutan yılana da bu ismin verilmesi, yılanın şekil, uzunluk ve kıvrımlığı itibariyle dereye benzemesi ve önüne çıkan fareyi yutmasındandır. Mûsâ'nın birikiminin buna benzetilmesi de ilâhî vahyin, her türlü beşerî plân ve desiseleri/bâtılı yok edip yutmasındandır.

157 Yed-i Beyza: Genellikle “el” diye çevrilen yed sözcüğü, mecâzen “kuvvet, zenginlik, iktidar, saltanat, nimet, yay, elle yapılan işlerin tümü” anlamında kullanılır.

Burada konu edilen güç, diğer âyetlerde; Resmi Mushaf: Neml/12, Kasas/32'de “cebindeki/koynundaki güç” olarak nitelenmektedir, ki bu güç de, Hârûn'dur.

Beyza sözcüğü, Türkçe'de kullandığımız “beyaz” sözcüğü ile aynı kökün türevlerindendir. Bu sözcükle ilgili de temel lügat kitaplarında şu bilgiler verilmektedir: “Bu sözcüğün aslı yumurta demektir. Beyaz sözcüğü de “yumurta rengi” demektir. Bu sözcüğün beyzae kalıbı, “aşırı beyazlığı, parlaklığı” ifade eder. Güneşe, beyaz yüzlü lekesiz bayana, üzerinde hiç bitki olmayan toprağa, kamerî ayların 14-15. geceki görünümlerine beyza denir. Yed-i Beyza tamlaması, “isbatlanmış, kanıt” demektir.” Bu açıklamalara göre bu sözcük “bembeyaz” anlamına gelir, ki bu, mükemmellik ve kusursuzluğun mecâzi ifadesidir.

Âyetlerde konu edilen “güç”ün, görenlere karşı bembeyaz [kusursuz, mükemmel] oluşu da Hârûn'un ifade ve hitabet yeteneğinin mükemmelliğidir. Âyetlerden anlaşıldığına göre Mûsâ peygamberin ifade yeteneği, İbranice'yi iyi bilemeyişi yahut dilindeki bir problem nedeniyle zayıf idi. Mûsâ'nın bu kusuru, kendisine kardeşi Hârûn'un vezir, sekreter, sözcü olarak verilmesiyle giderilmiştir. Bu husus Tâ-Hâ sûresi'ndeki pasajda açıkça görülmektedir.

158 Sihir, “bir şeyi, göz boyayarak, el çabukluğu yaparak veya başka taktiklerle gerçeğinden başka bir şekilde göstermek” demek olup mutlaka “göz boyama” anlamında değildir. İyi bir anlatım, konferans da “Bizi büyüledi, hayran bıraktı” şeklinde ifade edilir. O nedenle biz, sihirbaz sözcüğünü “büyüleyici, etkin bir bilgin” olarak karşıladık.

159 Burada; Mûsâ'ya nehir üzerinde, ileride yıkılarak Firavun ve askerlerini boğacak barajlar kurmasının vahyedildiği açıklanmaktadır. Bu âyetlerde Mûsâ'ya, bilgi birikimini kullanarak Nil nehri üzerinde barajlar kurmasının vahyedildiği, sonra da suyun dağlar gibi parçalara ayrıldığı; yani yüksek barajların yapıldığı açıklanmaktadır. Kur’ân'ın açık ifadesine göre baraj, birden çoktur.

Barajın yıkılması ve Firavun'un boğulma sahneleri de Resmi Mushaf: Duhân/23-24, Kasas/40, Zâriyât/40'da yer almaktadır.

160 Resmi Mushaf'taki 52-67. âyetlerin bulunduğu pasajda sorun vardır. Biz pasajın âyetlerini, “63, 52-56, 60-66, 57-59, 67” şeklinde tertip ettik.



*İşte Kuran, Şuara Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim