• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

2Kalem Suresi 1-4




Hatalı Çevrilen Ayetler


2Kalem Suresi 1-4




Hatalı Çeviri:

1, 2. Nûn. Kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına andolsun ki (Resûlüm), sen -Rabbinin nimeti sayesinde- mecnun değilsin.
3. Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir mükâfat vardır.
4. Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.




Doğru Çeviri:
1Nûn/50.8 Kalem'i ve onların satır satır yazıp söylediklerini/efsaneleştirdiklerini kanıt gösteriyorum9 ki; 2Sen Rabbinin nimeti sayesinde, mecnun [gizli güçlerce desteklenen/deli bir kişi] değilsin. 3,4Ve kesinlikle senin için minnete bulaşmamış çok mal var. Ve kesinlikle sen, çok büyük bir ahlâk üzerindesin.10



1Nûn/50. Kalem'i ve onların satır satır yazıp söylediklerini/efsaneleştirdiklerini kanıt gösteriyorum ki;

"ن Nun" harfi, "Huruf-u Mukattaa" denilen harflerden biridir ve iniş sırasına göre Kur'an'ın ilk mukatta harfidir. Çeşitli kimselerce bu harfin de diğerleri gibi müteşabih kapsamı içerisinde olduğu, bir şifre olduğu, bir sözcüğün kısaltılmış şekli olduğu, bazı sözcüklerin ilk harfi veya son harfi olduğu, divit olduğu, hokka olduğu, büyük balık olduğu, dünyayı boynuzunda taşıyan öküzün ayaklarını üzerine bastığı balık olduğu gibi görüşler ileri sürülmüştür.

Bize göre "Nun" harfi de " ألاElâ!" sözcüğü gibi bir uyarı işaretidir ve telefon konuşmalarındaki "Alo!" ünlemi gibi dikkati okunacak ayetlere çekmektedir.

"Nun" harfinin "50" sayısını ifade ettiğini söylemek de mümkündür. Çünkü Kur’an indiği dönemde "50" sayısı bu harfle ifade edilmekteydi.

Yeri gelmişken "Ebced Hesabı" hakkında kısaca bilgi vermek yararlı olur. Asıl gelişmesini Hindistan'da tamamladığı anlaşılan Hint-Arap rakamları, İslâm âlemine bilim adamı ve ünlü matematikçi Harizmi (M. 780-850) tarafından tanıtılmıştır. Dolayısıyla Kur'an'ın indiği dönemde Araplar sayıları rakamlarla değil, harflerle ifade etmekteydiler "ابجد Ebced Hesabı (E B C D)" denilen bu uygulamaya göre Arap alfabesindeki harflerin temsil ettiği sayılar aşağıdaki gibiydi:

Elif ا)): 1ye ى)): 10kaf ق)): 100

be ب)): 2kefك)): 20rı ر)): 200

cim ج) ): 3lam ل)) :30şın ش)): 300

dal د)): 4mim م) ): 40te ت)): 400

he ه)): 5nun ن) ) : 50seث)): 500

vav و)): 6sinس)): 60hı خ)): 600

ze ز)): 7ayn ع)): 70zel ذ)): 700

ha ح)): 8fe ف)): 80dad ض)): 800

tı ط)): 9sad (ص): 90zıظ)): 900

ğayn غ)): 1000

Bu konuda henüz doyurucu bir çalışma yapılmamış olup mevcut eserlerde de eskilerin aktarımlarından başka bir bilgi bulunmamaktadır. Bu meselenin tam aydınlığa kavuşması da, diğer birçok mesele gibi yine dürüst, samimî ve gönüllü Kur'an erlerini beklemektedir.

"Kalem'i ..."

Ayette kendisine kasem edilen yani Muhammed (as)’in peygamber seçilişine kanıt gösterilen kalem, rivayetlerde tutarsız olarak yer alan "Arş’taki kalem, Levh-i Mahfuz’daki kalem veya kudret kalemi" değil, Alak suresinde geçen "علّم بالقلم Alleme bi’l-kalem [kalemle öğreten]" ifadesindeki kalemdir. Kasem edilen/dikkat çekilen/kanıt gösterilen nesne veya olay, muhatap tarafından iyi bilinen bir nesne veya olay olmalıdır. Meçhul bir nesne veya olaya dikkat çekilmez. Burada "kalem" ile dikkat çekilen Alak suresidir. Mecaz-ı mürsel [parçası söylenip bütünü kastedilerek yapılan edebi sanat] ile Alak suresine ve ilk vahiylere dikkat çekilmektedir. Bir bakıma, peygamberlik eğitimine kalındığı yerden devam edilmekte, "İlk derste sana vahyettiklerimizi bir hatırla, düşün!" anlamına gelecek bir mesaj verilmektedir.

"...ve onların satır satır yazıp söylediklerini/efsaneleştirdiklerini kanıt gösteriyorum ki;

Bir çok alim ayeti rivayet dumanı altında anlamaya çalışarak "Ve ma yesturûn" bölümünü meal ve tefsirlerinde "kalemin yazdıklarına", "kalemle yazılanlara", "kalem ehlinin yazdıklarına", "Levh-i Mahfuzdaki kalemin yazdıklarına" şeklinde anlamlandırmış ve izah etmişlerdir. Oysa bu anlam isabetli değildir.

Ayetteki "سطر satr" sözcüğü "yazılı satırlar" anlamına geldiği gibi, "şiir satırları, söylenenler, oluşmuş kanaatler ve efsaneler" anlamlarına da gelmektedir. Nitekim aynı fiilin türevlerinden biri olan "esatîr" sözcüğü Kur'an'da onlarca kez yer almaktadır.

Ayetlerin konu akışı dikkate alınırsa, kasem edilen hususların takip eden üç ayete kanıt teşkil ettiği görülür. Bu durum göz önüne alınarak ayete "onların efsaneleştirdiklerini kanıt gösteririm ki" şeklinde anlam verilmesi uygun olur.

Alak suresinde, peygamberimizin zihninde oluşan bazı soruların "كلاّ Hayır, Hayır!" şeklindeki kesin ifadeyle reddedildiğini görmüştük. Bu soruların bir tanesi de "Neden ben peygamber seçildim?" sorusuydu. Bu sorunun neden reddedildiğinin açıklaması Kalem suresindeki bu ayetlerde yapılmaktadır: "Sen, henüz hayatta olmana rağmen onlar [Mekkeliler] tarafından efsaneleştirilecek kadar üstün olan özelliklerin sebebiyle peygamber seçildin."

2Sen Rabbinin nimeti sayesinde, mecnun [gizli güçlerce desteklenen/deli bir kişi] değilsin.

Ayette sözü edilen nimet, Rabbimizin Abdullah oğlu Muhammed’e peygamber olmadan önce verdiği akıl, zekâ, cesaret, güzel ahlâk gibi özellikler ile onu hanif ve müşrik olmayan İbrahim'in dinine tâbi kılışıdır. Daha önce Enbiya suresinin 51. ayetini bu konuda delil olarak göstermiştik.

Bu nimetlerden anlıyoruz ki, tıpkı Musa peygamber gibi Abdullah oğlu Muhammed de peygamberlik için hazırlanmıştır. Kur’an bize Musa'nın doğumundan itibaren yaşadığı olayları ve geçirdiği eğitim sürecini ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Ama peygamberimiz hakkında onun kadar detaylı bilgiye sahip değiliz.

51. ayette de göreceğimiz gibi, peygamberimizin bazı müşriklerce "مجنون mecnun" [delirmiş], "مفتون meftun" [fitneye uğramış] gibi densizce yakıştırmalarla itham edilmesi ancak peygamberliğini ilân etmesinden sonra olmuştur.


3Ve kesinlikle senin için minnete bulaşmamış çok mal var.

Bu ayet, surenin doğru anlaşılması bakımından kilit bir ayettir. Bu nedenle ayetin doğru anlaşılması öncelikle gereklidir.

Ayetin orijinal metninde geçen "اجرا ecran" sözcüğü Türkçe'de de kullandığımız "ücret" sözcüğünün anlamdaşıdır. "اجر ecr" ile " اجرة ücret" sözcüklerinin anlam bakımından birbirlerinden farkı olmayıp ikisi de hizmet karşılığı verilen para ve mal anlamına gelmektedir. Terimler üzerinde büyük bir otorite olan Ragıb el-İsfehanî'ye göre bu bedel maddî olabileceği gibi, manevî de olabilir. "اجرا Ecran" sözcüğünün ayette nekre/belirsiz nesne olarak yer almasından mal varlığının çokluğu da anlaşılabilir.

Yine ayetin orijinalinde geçen "ممنون memnun" sözcüğü, "kesilmiş" anlamına geldiği gibi, "minnete bulanmış, minnet borcu altına girmiş" anlamlarına da gelir. Aynı kelime "غير Gayr" edatıyla kullanıldığında "kesilmemiş, kesintiye uğramamış" veya "minnete bulanmamış, minnet borcu bulunmayan" anlamlarını ifade eder.

Bazı meal ve tefsir yazarları bu ayette kastedileni "peygamberimize ahirette verilecek sınırsız, kesintisiz ücret" olarak anlamışlar ve kitaplarına da bu şekilde yansıtmışlardır.

Ancak bu isabetsiz bir anlayıştır. Öncelikle bu ayetin "kasem ederim/dikkatini çekerim/kanıt gösteririm" sözleriyle biten önceki ayetin bir devamı olduğu unutulmamalıdır. Bir önceki ayette Allah peygamberimize "dikkatini çekerim" dedikten sonra sözlerine devam etmekte, bu ve bunu takip eden iki ayette de dikkat çektiği hususları açıklamaktadır. Bu akış içinde, dikkat çekilen hususun ahiretteki sınırsız, kesintisiz ücret olduğunu düşünmek, Allah'ın o an için var olmayan bir şeye dikkat çektiğini kabul etmek olur ki, bu da anlamlı olmaz. Çünkü ancak mevcut olan bir şeye dikkat çekilebilir. Bu durumda ayeti şu şekilde anlamak daha isabetlisi olacaktır: "Ve muhakkak ki, senin için minnete bulaşmamış [başına kakılmayacak] çok mal var."

Büyük alimlerden Mücahid, Mukatil ve Kelbî de bu anlamları tercih etmişlerdir.

Bu ayetten şunu anlıyoruz ki, peygamberimiz sahip olduğu mal, mülk, para, pul nedeniyle kimseye minnet borçlusu değildir. Elindekilere kimseden yardım, lütuf alarak sahip olmamış, her şeyi kendi elinin emeği, alnının teriyle kazanmıştır. Kısaca kimseye minnet borçlu değildir. Bundan dolayı yüzünün aklığıyla, alnının açıklığıyla herkesin karşısına çıkabilir, tebliğde bulunabilir. İşte, Abdullah oğlu Muhammed'in peygamber seçilişinin nedenlerinden biri de bu özelliğidir.

Minnet borcunun, hizmeti olumsuz etkileyeceği şüphesizdir. Bunu Şuara suresinde Firavun’un Musa peygambere karşı tavrında görebiliyoruz:

Şuara/16-22:

16,17Haydi, ikiniz Firavun'a gidin de ‘Biz kesinlikle, İsrâîloğulları'nı bizimle beraber gönderesin diye’ âlemlerin Rabbinin elçisiyiz deyin" dedi.

18Firavun: "Biz seni çocukken içimizde terbiye etmedik mi? Hayatından birçok yıllar içimizde kalmadın mı? 19Sonunda o yaptığın işi de yaptın. Sen nankörlerden birisin de..." dedi.

20-22Mûsâ: "Ben, o işi şaşkınlardan olduğum zaman yaptım. Sizden korkunca da hemen sizden kaçtım. Sonra Rabbim bana yasalar-ilkeler bahşetti ve beni elçilerden biri yaptı. O başıma kaktığın nimet de İsrâîloğulları'nı kendine köle edinmiş olmandır" dedi.

Rasulullah, peygamberliği boyunca bu konuya çok önem vermiştir. Minnet borcu olanların alacaklıları karşısında boynu bükük olacağından, kendisi ile beraber soyundan da hiç kimsenin sadaka ve zekât almaması konusunda duyarlılık göstermiştir.

Peygamberimizin zenginliği ve servetinin temizliği Kur'an’ın ve tarihin tanıklığıyla sabit olmasına rağmen fakir olduğu, fakirliği övdüğü ve fakirliğiyle övündüğü yolunda birçok söylenti çıkarılmıştır. Hatta borçlu yaşadığı ve borçlu öldüğü bile ileri sürülmüştür. Alacaklısının bir Yahudi olarak gösterilmesi bu söylentilerin düzülüş amacının ne olduğu yolunda bize ipucu vermektedir. Bunlardan kayda değer olanlarını ibret maksadıyla naklediyoruz:

1-Aişe anlattı: "Peygamber, Ebu Şahn adında bir Yahudiden veresiye yiyecek satın aldı ve demirden zırhını ona rehin verdi" [Buhari, İstikraz,1; Büyu,14]

2- Katade, Enes'ten rivayet etti: "Rasülüllah Medine'de bir Yahudinin yanına zırhını rehin bıraktı ve ondan aile fertleri için arpa satın aldı." [el Cessas, Ahkamü’l-Kur'an, 11. 258]

3- Esma bint Yezid anlatıyor: "Rasülüllah, zırhı bir Yahudi’de bir miktar zahire karşılığı rehine bırakılmış olarak vefat etti."

4- Sabit b. Yezid anlatıyor: Rasülüllah vefat ettiği zaman, zırhı otuz sa' arpa mukabili bir Yahudi’ye rehin bırakılmıştı." [Kütübü Sitte, İbrahim Canan tercümesi cilt 17, sayfa 303]

Üç ve dördüncü rivayetler aslında birbirinin aynı olup biri Yezid’in oğlu diğeri de kızı tarafından piyasaya sürülmüştür. Bu rivayetler hadis şârihleri/açıklayıcıları tarafından eleştirilmiştir.

Muhtelif rivayet kitaplarında ise peygamberimizin Veda Haccında hedy olarak yüz deve kurban edecek kadar zengin olduğu anlatılmaktadır. Ayrıca siyer ve tarih kitapları da Fedek'te bir hayli arazisinin olduğunu ve bu arazinin Peygamberimizin vefatından sonra problem haline getirildiğini kaydetmektedir.

Bütün bunlar göz önünde tutulduğunda, peygamberimizin rehin karşılığında bir Yahudi’den borç alması da, o parayla evine arpa satın alacak kadar fakir olması da doğru bir haber olarak görünmemektedir.

4Ve kesinlikle sen, çok büyük bir ahlâk üzerindesin.

Yani; "Evet, sen, işte bu yüzden Bizim katımızda peygamberliğe lâyık birisin. Sen, onların nazarında da akıllı, zekî, üstün ahlâklı, efsaneleşmiş bir kimsesin. Bugüne kadarki hayatında gösterdiğin üstün yaşam tarzın ve sahip olduğun üstün özellikler nedeniyle bu işe en uygun kişisin. Rabbinin lütfettiği nimetlere kavuşturuldun ve seçilerek peygamber yapıldın." Burada konu edilen ahlâk, toplumsal ahlaktır; Dini ahlâk, sırat-ı müstekıym üzere olmak değildir.

Bu ayetler, işaret yoluyla peygamberimizin de Musa peygamber gibi özel nimetlere mazhar olduğunu, hanif olarak yaşadığını, zihnen gayet sağlıklı bulunduğunu, üstün ahlâkıyla toplumda saygı kazanmış biri olarak peygamberliğe hazırlandığını anlatmaktadır.

2, 3 ve 4. ayetler kasemin cevabı olan cümlelerdir. 2. ayet isim cümlesi olup olumsuzluk eki almıştır. 3 ve 4. ayetler ise olumlu isim cümlesidir. Kasem cümlelerindeki genel kural gereği "انّ inne" ve "ل lam" edatları birlikte yer almıştır.

Meal ve tahlil yapılırken bu teknik durum kesinlikle göz önünde bulundurulmalı ve ayetlerin orijinal cümle yapısına sadık kalınarak anlam çıkarılmalıdır. 2. ve 4. ayetleri birbirinden bağımsız cümleler kabul ederek anlamlandırmak hem ayetlerin hem de pasajın yanlış anlaşılmasına neden olur.

İlkini burada gördüğümüz kasem cümlesi, bundan sonra sık sık karşımıza çıkacaktır. Geleneksel tefsir ve meallerde kasem cümlesinin işlevi ihmal edilmiş görüldüğünden, aşağıda kasem cümlesine ait genel bir açıklama sunulmuştur. Bundan sonraki kasem ayetlerinde bu açıklamaya atıfta bulunulacaktır.

Kasem/Yemin Cümlesi

"القسم Kasem/Yemin" sözcüğünün esas anlamı "güç, kuvvet" demektir. Terim olarak "iddia edilen tezi somut kanıtlar ile güçlendirmek" anlamına gelmektedir. "Kasem cümlesi" ise ileri sürülen tezlerin kanıtlarla ve güçlü bir şekilde ortaya konulması için kurulan cümledir.

Kasem cümlesi iki bölümden oluşur: Birincisi, yemin edilen [kanıt, tanık gösterilen] "kasem bölümü"; ikincisi ise söylenmek istenen asıl tezin ileri sürüldüğü "kaseme cevap bölümü" dür. Yemin bölümünde ikinci bölümde ileri sürülecek tezi desteklemek üzere, kişiler, olaylar veya nesneler kanıt gösterilir. Kaseme cevap bölümünde ise asıl söylenmek istenen yargı belirtilir.

Muhataplar tarafından anlaşılabilmesi ve kabul edilebilmesi için, kasem edilen şeyin mutlaka somut ve akıl sahibi herkes tarafından ulaşılabilir özellikte olması gerekir. "Yemin ederim" veya buna benzer sözcükler yemin sayılmadığı gibi, bu ifadeleri taşıyan cümleler de yemin cümlesi sayılmazlar. Yemin somut kanıtlardan, yemin cümlesi de Rabbimizin Kur'an'da ifade ettiği şekilde somut kanıtlarla güçlendirilmiş yargılardan oluşmalıdır.

Kasem Cümlesinin Yapısı ve Belirgin Özellikleri:

Kasem cümlesinin birinci bölümü olan "kasem bölümü", kasem edatları olan [vav, be, te] harflerinden birinin ilk sözcüğün başına getirilmesi ile oluşturulur. Cümlenin ikinci bölümü olan "kaseme cevap bölümü" ise mutlaka bağımsız bir cümle hâlindedir ve istenildiği gibi değil, bazı kurallara tâbi olunarak kurulur:

Kaseme cevap olan cümle;

İsim cümlesi ve aynı zamanda olumlu ise, başına mutlaka "ل lam" veya "انّ inne" tekit edatlarından birisi veya her ikisi birden getirilir.

Yok, eğer fiil cümlesi ise, aşağıdaki kurallar uygulanır:

Fiil cümlesi olumlu ise;

a - Fiil geçmiş zaman kalıbında olduğu takdirde fiilin başına "قد kad" ve "ل lam" edatları birlikte getirilir. İstisna olarak bazı durumlarda "lam" hazfedilebilir/gösterilmeyebilir. Fiil geniş zaman kalıbında ise fiilin başına "lam" sonuna da "tekit nunu" getirilir.

b- Cümle olumsuz ise, fiilin başına "ma" veya "la" nefy edatlarından birisi getirilir.

Kur'an'da kasem edilen şeylerin tümü, ileri sürülen tezlerin kanıtları olarak işlev görmektedir. Rabbimiz birçok olaya, sisteme veya "şey"e kasem etmekte ve bunları belirttiği yargıya kanıt göstermektedir. Mevcut meal ve tefsirlerde bu önemli kural ihmal edilmekte, kasemler cevapsız kalmakta, dolayısıyla Rabbimizin mesajları kullarına doğru olarak ulaşamamaktadır.*



8 Kur’ân'da birçok sûrenin “kesik, bağlantısız harfler” ile başladığı görülür. Çeşitli kimselerce bu harflerin müteşâbih, bir şifre, bir sözcüğün kısaltılmış şekli, bazı sözcüklerin ilk harfi veya son harfi olduğu gibi görüşler ileri sürülür. Bize göre bu harfler, “elâ” [dikkat, gözünüzü açın] sözcüğü gibi bir uyarı işaretidir ve telefon konuşmalarındaki “alo!” ünlemi gibi dikkati, okunacak âyetlere çekmektedir. Ayrıca Kur’ân'ın matematiksel yapısındaki olmazsa olmaz unsurlardan birisidir. Ayrıca bu harfler, sayısal bir değer de ifade ediyor olabilirler. Zira Kur’ân indiği dönemde Araplar arasında rakamlar henüz icat edilmemişti, rakam yerine harfler kullanılmaktaydı. Rakam yerine harf kullanılması, “Ebced” hesabı olarak bilinir. Biz kesik harflerin yanında sayısal değerlerini de gösterdik. Sayısal değerler ile neyin kastedilmiş olabileceği noktasında da henüz bir kanaatimiz oluşmamıştır. “Ebced” hesabının, Kur’ân'ın indiği dönemlerde rakam yerine kullanılmış olmasından başka, herhangi bir nitelik ve özelliği yoktur.

Bu kesik harflerle ilgili henüz doyurucu bir çalışma yapılmamış olup mevcut eserlerde de eskilerin aktarımlarından başka bir bilgi bulunmamaktadır. Bu meselenin tam aydınlığa kavuşması da, –diğer birçok mesele gibi– dürüst, samimî ve gönüllü Kur’ân erlerini beklemektedir.

9 Arapça'da, iddia edilen tezi somut kanıtlar ile güçlendirmek için “Kasem cümlesi” diye bir cümle çeşidi kullanılır. Yani “kasem cümlesi”, ileri sürülen tezlerin kanıtlarla ve güçlü bir şekilde ortaya konulması için kurulan cümledir. Kasem cümlesi iki bölümden oluşur: Birincisi, yemin edilen [kanıt, tanık gösterilen] “kasem bölümü”; ikincisi ise söylenmek istenen asıl tezin ileri sürüldüğü “kaseme cevap bölümü”dür. Yemin bölümünde, ikinci bölümde ileri sürülecek tezi desteklemek üzere kişiler, olaylar veya nesneler kanıt gösterilir. Kaseme cevap bölümünde ise, asıl söylenmek istenen yargı belirtilir. Bu cümlelerin teknik yapıları da diğer cümle yapılarından farklıdır. Bunlar, Tebyînu'l-Kur’ân'da ayrıntılı olarak sunulmuştur.

Bu cümle çeşidi Kur’ân'da yüzlerce kez kullanılır. Rabbimiz birçok olaya, sisteme veya “şey”e kasem etmekte ve bunları belirttiği yargıya kanıt göstermektedir.

10 Paragraftan açıkça anlaşılıyor ki, Muhammed, toplumda saygı duyulan, ahlâklı, akıl ve zeka yönünden sağlıklı, temiz bir servet sahibi olması nedeniyle peygamber seçilmiştir.

 

 *İşte Kuran, Kalem Suresi





Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim