• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

52Hud Suresi 5-11




Hatalı Çevrilen Ayetler


52Hud Suresi 5-11


Hatalı Çeviri:
5. Bilesiniz ki, onlar Peygamber'den, (düşmanlıklarını) gizlemeleri için göğüslerini çevirirler (gönüllerinden geçeni gizlerler). İyi bilin ki, onlar elbiselerine büründükleri zaman dahi, Allah onların gizlediklerini de, açığa çıkardıklarını da bilir. Çünkü O, kalplerin özünü bilendir.

6. Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın üzerinedir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekanı bilir. (Bunların) hepsi açık bir kitapta (levh-i mahfuz'da) dır.

7. O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Yemin ederim ki, (Resûlüm!): «Ölümden sonra muhakkak diriltileceksiniz» desen, kâfir olanlar derhal «Bu, açık bir büyüden başka bir şey değildir» derler.

8. Andolsun, eğer biz onlardan azabı sayılı bir süreye kadar ertelesek, mutlaka «Onun gelmesini engelleyen nedir?» derler. Bilesiniz ki, kendilerine azap geldiği gün, bir daha onlardan uzaklaştırılacak değildir. Ve alay etmekte oldukları şey, onları çepeçevre kuşatacaktır.

9. Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da sonra bunu ondan çekip alırsak, tamamen ümitsiz ve nankör olur.

10. Eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet tattırırsak, elbette «Kötülükler benden gitti» der. Çünkü o (bunu derken) şımarıktır, kibirlidir.

11. Ancak (musibetlere) sabredip güzel iş yapanlar böyle değildir. İşte onlar için bir bağış ve bir büyük mükâfat vardır.



Doğru Çeviri:
5Haberiniz olsun! Şüphesiz onlar, Elçi'den/ vahiyden gizlenmek için göğüslerini dürüp bükerler. Haberiniz olsun! Onlar örtülerine bürünürlerken, gizledikleri şeyleri, açığa vurdukları şeyleri Allah biliyor. Şüphesiz Allah, göğüslerdekileri en iyi bilendir.

6Ve yeryüzünde hiçbir küçük-büyük canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Allah, onun yerleşik yerini de geçici bulunduğu yeri200 de bilir. Hepsi apaçık bir kitaptadır.

7Ve Allah, hanginizin daha güzel amel işleyeceğini imtihan etmek için gökleri ve yeri altı evrede oluşturandır. –Evren, önce su hâlinde idi; O'nun tahtı su üzerindeydi; Allah o evrede de egemendi, plânlayıp yönetendi.– Ve eğer onlara, “Gerçekten siz öldükten sonra diriltileceksiniz” dersen, o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kişiler de kesinlikle sana, “Bu apaçık bir sihirden/sihirbazdan başka bir şey değildir” diyecekler.

8Ve eğer Biz bunlardan azabı belli bir önderli toplum oluşana kadar erteleyecek olursak, o zaman da, “Onu engelleyen nedir ki?” diyecekler. Haberiniz olsun! O azap, onlara geldiği gün kendilerinden geri çevrilecek değildir. Ve o alay ettikleri şey kendilerini kuşatmıştır.

9-11Ve eğer, sabreden ve düzeltmeye yönelik işleri yapan kişilerin –işte bunlar, bağışlanma ve büyük ödül kendileri için olanlardır– dışındaki insana, tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra da onu kendisinden çekip alsak, kuşkusuz o umutsuzdur, çok nankördür. Ve eğer, kendisine dokunan mutsuzluktan sonra, ona mutluluğu tattırsak, elbette, “Kötülükler benden gitti” der. Ve kuşkusuz o, şımarıktır, böbürlenen biridir.


5Haberiniz olsun! Şüphesiz onlar, Elçi'den/ vahiyden gizlenmek için göğüslerini dürüp bükerler. Haberiniz olsun! Onlar örtülerine bürünürlerken, gizledikleri şeyleri, açığa vurdukları şeyleri Allah biliyor. Şüphesiz Allah, göğüslerdekileri en iyi bilendir.


Gafillerin dikkatini çekmek için " ألاela" uyarı edatıyla başlayan bu ayette, Arap örfündeki bazı sembolik davranışlarla vahye olan tepkilerini ortaya koyan gafillere Allah’tan hiçbir şeyi saklayamayacakları bildirilmektedir.

"Göğsünü dürüp bükmek" ve "örtüye bürünmek" sözleriyle ifade edilen hareketler, Arapların hoşlanmadıkları kişileri görmemek ve işlerine gelmeyen sözleri dinlememek için ortaya koydukları olumsuz tavrı sembolize etmektedir. Bu sembolik tavır, yönün başka tarafa çevrilmesi ve geniş üst örtüsünün başın üzerine alınması şeklinde gösterilmektedir.

Ayette "onlar" sözcüğüyle kastedilmiş olanlar, aktif düşmanlık göstermeseler bile peygamberimize muhalefetten geri durmayan bazı Mekkelilerdir. Peygamberimize karşı olduklarını fiilî davranışlarıyla belli etmeyen bu kişiler, onu her gördüklerinde başka tarafa dönerek veya örtülerini başlarına geçirip görmezden gelerek Allah’tan gelen mesaja sırt çevirmekte, yani ilahî çağrıya kulak vermemektedirler.

Ayetin ifadesinden mecazî olarak ise; bu kimselerin akıllarını ve kalplerini bâtıl inançlarla, hurafelerle örtmüş oldukları ve bu davranışlarının da onları manevî gerçeklere kapalı ve duyarsız kıldığı anlaşılmaktadır.

Esbab-ı nüzul nakillerinde, bu ayetin münafıklardan birisi hakkında indiği de söylenmiştir:

Bu kişi, peygamber kendisini görüp de imana davet etmesin diye, peygamberin yanından geçti mi göğsünü döndürür, sırtını çevirir, başını önüne eğer, yüzünü örterdi. [Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an]

Elçiye mesafeli davranma, vahye kulak tıkama şeklindeki bu tür davranışlar Nuh peygambere de yapılmıştır:

5-12Nûh dedi ki: "Rabbim! Şüphesiz ben, toplumumu gece-gündüz/sürekli olarak davet ettim. Fakat benim çağırmam, onların sadece kaçmalarını artırdı. Ve şüphesiz ben, onları, Senin onları bağışlaman için her davet ettiğimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, ısrar ettiler, kibirlendikçe de kibirlendiler. Sonra şüphesiz ben onları yüksek sesle çağırdım. Sonra şüphesiz onlar için ilan ettim. Onlar için gizli gizli de söyledim. Sonra dedim ki": "Rabbinizin sizi bağışlamasını isteyin. Kesinlikle O, çok bağışlayıcıdır. Üzerinize gökten bol yağmur yağdırsın. Size mallar ve oğullar ile yardımda bulunsun, sizin için bahçeler kılsın, ırmaklar kılsın.13Size ne oluyor ki, Allah için "ağır davranış"ı ummuyorsunuz? [Nuh/5-12]

Fakat ne yaparlarsa yapsınlar, Rabbimiz onların akıllarından geçirdiklerini dahi bilmekte ve bildirmektedir:

38Kesinlikle, Allah göklerin ve yerin görülmeyenini, duyulmayanını, sezilmeyenini bilendir. Hiç şüphesiz O, göğüslerin içindekini çok iyi bilendir. [Fatır/38]

13Ve sözünüzü ister gizleyin, ister onu açığa vurun; şüphesiz ki Allah, göğüslerin özünü en iyi bilendir. [Mülk/13]

29De ki: "Göğüslerinizdeki şeyleri gizleseniz de, açığa vursanız da Allah onu bilir. Ve Allah, göklerde olan şeyleri ve yerde olan şeyleri bilir. Ve Allah, her şeye gücü yetendir." [Âl-i Imran/29]

5Ve onlar: "Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı kalplerimiz bir örtü/zırh içindedir, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda da bir perde vardır. Artık sen, yapabileceğini yap, biz de gerçekten yapıyoruz" dediler. [Fussılet/5]

24Peki onlar, Kur’ân'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde kilitleri mi var? [Muhammed/24]

Ayrıca Al-i Imran/119, 154, Maide/7, Enfal/43, Ankebut/10, Lokman/23, Zümer/7, Mü’min/19, Şura/27, Hadid/6, Tegabün/4, Neml/74, Kasas/69’a da bakılabilir.



6Ve yeryüzünde hiçbir küçük-büyük canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Allah, onun yerleşik yerini de geçici bulunduğu yeri de bilir. Hepsi apaçık bir kitaptadır.


Allah ile canlılar arasındaki ilişkinin vurgulandığı bu ayette, Allah’ın hareket etmekte olan her yeryüzü canlısının rızkını verdiği, onların konulduğu ve bulunduğu yerleri bildiği, dolayısıyla her bir canlıyı sürekli olarak kontrol ettiği bildirilmektedir.

Ayette geçen " دابّةdabbeh" sözcüğü, virüs, bakteri gibi en küçükler de dâhil olmak üzere, hareket eden her türlü canlı varlık demektir. Ayetin ifadesinden, Yüce Allah’ın sadece insanların değil, büyüğüyle küçüğüyle, denizdekiyle karadakiyle tüm yaratıkların rızklarına kefîl olduğu anlaşılmaktadır.

"Dabbeh" sözcüğünü ilk geçtiği Neml/82’nin tahlilinde ayrıntılı olarak incelemiş, sözcüğe yanlış anlamlar yüklenmesi sonucunda ortaya ne gibi yanlış inançların çıktığını detaylarıyla anlatmıştık. Bu nedenle, gerek "dabbeh" sözcüğünün Kur’an’daki gerçek anlamı, gerekse bu sözcük etrafında oluşan rivayet yığınının niteliği hakkındaki açıklamalarımızın tekrar okunmasını önermekle yetiniyoruz.

" مستقرّMÜSTAKARR" VE " مستودعMÜSTEVDA" SÖZCÜKLERİ

Ayette geçen "el-müstekarr" sözcüğü "yerleşik yer", "el-müstevda'" sözcüğü de "geçici yer" demektir. Allah’ın her canlının "yerleşik" ve "geçici" yerlerini bilmesi demek, canlıların hem emanet edildikleri hem de sonradan mekân tuttukları yerlerin Allah tarafından biliniyor olmasıdır. Bu yerler ne kadar değişikliğe uğrarsa uğrasın, Allah’ın bilmesi bakımından herhangi bir durum değişikliği (ya da "zorluk") oluşturmaz. Meselâ:

-Bir kimse belli bir adreste ikamet ederken, bazı sebeplerle başka şehirlere, başka ülkelere gidebilir; nereye giderse gitsin, Allah o insanın nerede olduğunu bilir.

-Bir kimsenin her gün yattığı yer ile öleceği yer aynı olmayabilir; ancak Allah her ikisini de bilir.

-Bir sperm hücresi babanın vücudunda yaratılır, sonradan yeri değişerek annenin yumurta hücresine girer. Allah bu hücrenin de ne zaman, nerede olduğunu tam olarak bilir.

-Bir bakteri belli bir yerde oluşur, sonra da değişik yollarla başka canlıların vücutlarına girer ve orada faaliyet gösterir. Allah o bakterinin de nerede ve hangi faaliyette bulunduğunu bilir.

Nitekim Rabbimiz şöyle buyurur:

59Görünmezin, duyulmazın, geçmişin, geleceğin anahtarları da yalnızca O'nun katındadır. O'ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın. [En’am/59]

Konumuz olan ayet, bize göre, yukarıda saydıklarımızın dışında bir başka anlam daha içermektedir. O da "insanın kendisine ait bilgilerle beraber diriliş gününe kadar emanet olarak durduğu yerin Allah tarafından biliniyor olması"dır. Bu anlamın biraz daha ayrıntılı açıklanabilmesi için şu ayetlerin hatırlanması gerekir:

1.Ayet:
O gün, o insan, önden yolladığı ve geriye bıraktığı şeyler ile haberlenir. [Kıyamet/13]

"O GÜN"

"اليوم Yevm" sözcüğü Kur’an’da sadece "gün" anlamında değil, "evre, devre, etap" anlamlarında da kullanılmıştır. Bu sözcük Kur’an’da bazen kısa bir "an"ı, bazen de uzun "yıllar"ı işaret etmektedir. Meselâ Rahman/29’da "an" anlamına gelen "yevm" sözcüğü, Hud/7 ve Fussılet/9, 10’da "uzun yıllar" anlamına gelmektedir.

Bize göre, bu ayetlerdeki "o gün", yukarıdaki olayların meydana geldiği ve inançsızların "Kaçacak yer neresi!" diyerek âdeta kaçacak delik aradığı, yani gözün fal taşı gibi açıldığı, Ay’ın tutulduğu, Güneş ve Ay’ın birleştiği gündür, ölüm anıdır.

İşte "o son an"da, insanın yaratılışta içine yerleştirilmiş biyolojik "çip"ler [hafıza işlevini gören sinir hücreleri] görev başına gelip kayıttaki bilgileri insanın görüşüne arz ederler. İnsan artık vicdanıyla baş başa kalmış ve yaptıklarının azabını vicdanında duymaya başlamıştır. Böylece insanın kendi aleyhine hem tanık hem de ihbarcı olacağı dönem o ölüm anıyla başlamıştır. Tabiî ki bu süreç ahirette de devam edecektir.

Hafıza hücrelerinin görev başına geleceğine ve kişinin yaptıklarını eksiksiz olarak bildireceğine dair görüşümüz, bilimsel araştırmalardan da destek almış durumdadır. Dr. Pınar Uysal Onganer bir makalesinde şunları söylemektedir:

"... Kaliforniya’da bulunan Salk Enstitüsü Biyoloji Bölümü nörobiyologları [sinir biyologları], "Neuron" dergisinde konu ile ilgili bulgularını yayınladılar. Yaptıkları deneysel çalışmaları ile, unuttuğumuzu sandığımız için şemsiye almadığımıza inandığımız hâlde, aslında beynimizin hatırladığını kanıtladılar. ... Dr. Thomas D. Albright ve ekibi, maymunların beyinlerinde neler olduğunu anlamak için ‘İnferior Temporal Korteks’teki [İTK] sinir hücreleri sinyallerini incelemişler. İTK, beynin ‘görsel tanıma’ ve hatırlamadan sorumlu alanıdır. Elektriksel olarak bu bölgenin uyarılmasının, geçmişte yaşanan olaylara ait görsel halüsinasyonlara neden olduğu gösterilmiştir. Ayrıca İTK’nın görsel hafızanın depolanması ve gerektiğinde çağırılmasında rolü olduğu düşünülmektedir." [11 Şubat 2006 tarihli Cumhuriyet gazetesi, Bilim Teknik ekinden]

2. Ayet:

61Ve Allah, kulları üzerinde hükümranlığı sürdürür ve O, sizin üzerinize koruyucular gönderir. Sonra da sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç eksik-fazla yapmadan, onu vefat ettirirler; onlara geçmişte yaptıklarını, yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlatırlar. 62Sonra kendi gerçek Mevlâları Allah'a döndürülürler. Dikkatli olun, hüküm ancak O'nundur ve O, hesap görenlerin en süratlisidir." [En’am/61, 62]

"Koruyucular" olarak çevirdiğimiz sözcük, ayetin orijinal metninde "Hafaza" olarak geçmektedir. Bu sözcüğün kök anlamı "korumak"tır. "Koruyucular" anlamına gelen "Hafaza" ile "bellek" anlamına gelen "Hafıza" sözcüğünün aynı kökten türetilmiş olması özellikle dikkat çekicidir. Görüldüğü gibi, ayet, insan yapısında hafıza işlevini gören hücrelerin [belleklerin] varlığını ispatlamaktadır. Çünkü Allah’ın vefat ettirdiği sırada kullarına göndereceğini bildirdiği "muhafızlar [koruyucular]", insana takdim ve tehir ettiğini eksiksiz haber veren, bir bakıma, insana kendi hayatının "Z" raporunu çıkartan "bellekler"dir.

3. Ayet:

2,3Ama onlar, kendilerine içlerinden uyarıcı geldiğine şaşırdılar da kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler, "Bu, şaşılacak bir şeydir! Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit mi? Bu, uzak bir dönüştür" dediler.
4Biz, yerin onlardan neyi eksilttiğini elbette bilmişizdir. Yanımızda da çok iyi kaydedip koruyan bir kitap vardır. [Kaf/2-4]

Bu ayet, inkârcıların "Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit mi? Bu uzak bir dönüştür" şeklindeki bahanelerine verilen cevaptır. İnkârcıların yeniden dirilmeyi alışılmıştan uzak [imkânsız] zannetmeleri, yaratılış gerçeğini ve yaratılışın bütün bölümlerini ayrıntılarıyla bilmemelerinden [bilgisizlikten] kaynaklanmaktadır. Hayatın bütün sırları keşfedilmiş olsa idi, herhâlde ölümden sonra dirilme de akıllara pek uzak gelmezdi. Ne var ki, Yüce Allah bu sırları bilmekte ve ona göre yaratmaktadır:

79,80De ki: "Onları ilk defa oluşturan onları diriltecektir. Ve O, her oluşturmayı çok iyi bilendir. O, size o yemyeşil ağaçtan bir ateş/oksijen yapandır. Şimdi de siz oksijenden yakıp duruyorsunuz. [Ya Sin/79, 80]

Öldükten sonra çürüyüp toprak olanlara ne olduğu, varlıkları nelerin oluşturduğu, onları oluşturan parçalar arasındaki bağların niteliği, bu parçalardan nelerin kaybolup nelerin kaybolmadığı, nelerin şekil değiştirerek mevcut kaldığı [varlıklarını koruduğu] gibi hususlar ancak Rabbimiz tarafından bilinebilecek sırlardır. Rabbimiz varlıklarla ilgili tüm bu hususları noksansız olarak bilmekte, yarattığı hayata ilişkin tüm sırları kendi ilminde bulundurmaktadır. Ayette yaratılışla ilgili tüm bilgilerin korunduğu bildirildiğine göre, insanların öldükten sonra çürüyüp toprağa karışmaları onların kaybolup gittikleri anlamına gelmez. Hayatın bu topraktan [maddeden] yeniden başlaması, daha önce bir kez gerçekleşmiştir ve sürekli gerçekleşmeye devam edip gitmektedir.

Yukarıdaki üç ayeti göz önünde bulundurarak "müstakarr" ve "müstevda" sözcükleri ile ilgili olarak yukarıda verdiğimiz son anlamın açıklaması şu şekilde yapılabilir:

İnsanın yapısında kendisiyle ilgili tüm olayları kayda geçiren bellek hücreleri mevcuttur. Hatta tüm hücrelerin bellek özelliğine sahip olmaları ihtimali de uzak değildir. Bu bellek hücreleri, ölüm anında işlevlerini yerine getirerek vefatın gerçekleşmesini sağlamaktadırlar. Konumuz olan ayetteki "O [Allah], onun yerleşik yerini de geçici bulunduğu yeri de bilir" ifadesinden, bu hücrelerin ölüm sonucu toprağa karışıp yok olmadığı ve Allah’ın insanların tüm hayatlarının kayıtlarını taşıyan bu muhafızların [bellek hücrelerinin] nerede bulunduklarını bildiği anlaşılmaktadır.

Bunun böyle olması, reenkarnasyon ile izah edilmeye çalışılan bazı olaylara yeni bir açıklama imkanı getirmektedir. Bilindiği gibi, dünyaya gelmeden önce başka bir hayat yaşadığını iddia edip o hayatına dair önemli ayrıntılar veren bazı insanlardan bahsedilmektedir. Tenasuh [Ruh Göçü] inancına dayanak yapılmaya çalışılan bu tür vakalar, bir insanın zaman içinde farklı bedenlerde yaşadığına kanıt olarak yorumlanamaz. Çünkü ölen bir insan ne bir daha hayata dönebilir, ne de bir başka insanın bedeninde yeni bir hayata geçebilir. Bunda hiçbir kuşku yoktur. Ancak geçmişte başka hayatlar yaşadığını iddia edenler arasından yalancı, şarlatan veya patolojik kişilikli olmadıkları belirlenenler çıkarsa, bunların durumu nasıl açıklanmalıdır?

Konumuz olan ayette, Rabbimizin her şeyin takipçisi olduğu, hiçbir olgu, olay ve nesnenin O’nun ilmi ve kontrolü dışında bulunmadığı bildirilmektedir. Bu ayetin bizim öngördüğümüz anlamı çerçevesinde olaya şöyle bir açıklama getirilebilir:

Asırlar önce yaşamış bir kişiye ait bellek hücrelerinin sindirim ya da solunum yoluyla herhangi bir kişinin vücuduna girmesi ve orada emaneten durması, o kişinin de bu bellek hücrelerindeki kayıtları kendi geçmişi imiş gibi hatırlayıp anlatması mümkündür. Ki, bu konu, Kehf suresinde "Kehf ve Ashab-ı rakiym" anlatımıyla uzunca yer almaktadır.

Sonuç olarak, bu ayetin mesajı şu şekilde takdir edilebilir: "Alîm olan Allah'tan saklanarak cezadan kurtulabileceğinizi sanmanız akılsızlıktan başka bir şey değildir. O, küçücük bir serçenin yaşadığı yuvayı, minnacık bir sineğin bulunduğu deliği bile bilir ve her nerede yaşıyorlarsa onların rızklarını tedarik eder. Her yaratığın devindiği ve ikamet ettiği yeri bilir ve onları belirli bir vakte kadar yaşatır, sonra öldürür."


7Ve Allah, hanginizin daha güzel amel işleyeceğini imtihan etmek için gökleri ve yeri altı evrede oluşturandır. –Evren, önce su hâlinde idi; O'nun tahtı su üzerindeydi; Allah o evrede de egemendi, plânlayıp yönetendi.– Ve eğer onlara, “Gerçekten siz öldükten sonra diriltileceksiniz” dersen, o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan o kişiler de kesinlikle sana, “Bu apaçık bir sihirden/sihirbazdan başka bir şey değildir” diyecekler.


Bu ayette, evreni Allah’ın yarattığı hatırlatılarak kudretinin sınırsızlığı vurgulanmakta, peşinden de inançsızların "öldükten sonra diriltilecekleri" haberine karşı, bunun "ancak bir sihir/sihirbaz işi olduğu" şeklindeki mantık dışı yaklaşımları dile getirilmektedir.

Rabbimiz burada sonsuz gücünü tanıtırken evreni yaratma sebebini de açıklamış ve evrenin kimin daha güzel amel işleyeceğini imtihan etmek için yaratıldığını bildirmiştir.

Evrenin boşuna yaratılmadığı gerçeği değişik ifadelerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Bu ayetlerden biri de "daha güzel amel işleme" imtihanının, "ortağı olmayan tek Allah’a yapılacak kulluk" konusunda olduğunu açıklayan Zariyat/56’dır:

* Ve Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve aralarında olanları boşuna oluşturmadık. Bu, kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişilerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı şu kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kişilerin vay hâline! [Sad/27]

* Peki siz, Bizim sizi sadece boş yere oluşturduğumuzu ve şüphesiz sizin yalnızca Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? İşte gerçek sahip, yönetici Allah, yüceler yücesidir. O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, saygın, en büyük yönetim makamının Rabbidir. [Müminun/115,116]

* Ben, bilmediğiniz ve bildiğiniz, gelmiş geçmiş herkesi yalnızca, Bana kulluk etsinler diye oluşturdum. Ben, onlardan herhangi bir rızık istemiyorum. Ben, onların Beni yedirmelerini de istemiyorum. [Zariyat/56,57]

Evrenin çok erken döneminde mükemmel akışkan bir sıvı halinde olduğu 2010 yılında yapılan CERN (ALICE) deneyi ile gösterildi. Bu sıvının sıcaklığı trilyon derece idi. Yer kürenin içinin de hâlâ sıvı halde bulunması da bu mucizeyi göstermektedir.

Kâinatın yaratılma süresi olarak bildirilen "altı gün", Kaf suresinin tahlilinde açıkladığımız gibi, "altı evre", "altı dönem", "altı aşama" anlamlarına gelmektedir:

ALTI GÜN: ALTI DEVRE

اليوم [yevm] sözcüğü, Türkçe'ye "gün" olarak çevrilebildiği gibi, "devir" olarak da çevrilebilir. Çünkü Arapça'da yevm sözcüğü, hem "gündüz ve geceden oluşan 24 saatlik bir devir [gün]" anlamına, hem de genel olarak "devir [hangi müddet olursa olsun, zamandan bir müddet]" anlamına gelir. Nitekim Secde/5'de, 1.000 senelik bir yevm'den, Me‘âric/4'de ise 50.000 senelik bir yevm'den bahsedilmek sûretiyle, yevm sözcüğünün belirli bir ölçüdeki "devir"i değil de genel anlamda bir "devir"i ifade ettiği Kur’ân tarafından da teyit edilmiştir.

Bu konu Kaf Suresinin tahlilinde ayrıntılı olarak işlendiği için bu kadarla yetiniyor, ilgili bölümün oradan okunmasını öneriyoruz.



8Ve eğer Biz bunlardan azabı belli bir önderli toplum oluşana kadar erteleyecek olursak, o zaman da, “Onu engelleyen nedir ki?” diyecekler. Haberiniz olsun! O azap, onlara geldiği gün kendilerinden geri çevrilecek değildir. Ve o alay ettikleri şey kendilerini kuşatmıştır.


Bu ve önceki ayetlerden inkârcıların şöyle düşündüğü anlaşılmaktadır: "Eğer suç işleyenler cezalandırılacak olsaydı biz cezalandırılırdık. Biz cezalandırılmadığımıza göre, cezalandırılma diye bir şey de yoktur." Azabın gecikmesinden cesaret alan inkarcılar, daha da ileri giderek: "Azabı hapseden ne ki, tutmasın, salıversin de gelsin" diyerek bir de küstahlık etmektedirler:

66Senin toplumun ise, azap/Kur’ân/âyetlerin iyice açıklanması, hak olmasına rağmen onu yalanladı. De ki: "Ben sizin üzerinize, işleri belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan" biri değilim. 67Her önemli haberin kararlaştırılmış bir zamanı vardır, siz de yakında bileceksiniz. [En’âm/66, 67]

32Bir vakit de onlar, "Ey Allah'ım! Eğer bu, Senin katından gelmiş bir hakkın/gerçeğin ta kendisi ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver" demişlerdi. [Enfal/32]

Ve Yunus/50, Neml/70, Neml/72, Ankebut/53, 54.

Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, inkârcıların küstahlıklarına karşılık Rabbimiz yine onları uyarmaya devam etmektedir. Bu tutumlarının devam etmesi hâlinde azabın mutlaka gerçekleşeceğini ihtar eden bu uyarılar başka ayetlerde de yapılmıştır:

24,25Sonunda onu, vadilerine doğru gelen geniş bir bulut hâlinde gördüklerinde: "Ha işte! Bu, bize yağmur getirecek bir bulut!" dediler, Hayır, aksine o, çabuklaştırmaya çalıştığınız şeyin ta kendisi; Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir eden, içinde acıklı bir azap olan rüzgâr... Sonunda o hâle geldiler ki, konutlarından başka hiçbir şey görünmüyordu. Biz, günahkârlar topluluğunu işte böyle cezalandırırız. [Ahkaf/24, 25]

–"76Ey İbrâhîm! Bundan vazgeç. Şüphesiz Rabbinin emri kesin olarak geldi ve hiç şüphesiz onlar; onlara geri çevrilmesi mümkün olmayan bir azap gelecektir.– [Hud/76]

AYETTEKİ " الامّةÜMMET" SÖZCÜĞÜ

"Ümmet" sözcüğünün "önderleri bulunan toplum" demek olduğu daha evvel birçok kez açıklanmıştı. Ne var ki, Kur’an üzerine çalışma yapanların birçoğu, "ümmet"i, sözcük anlamını dikkate almadan, zorlama ile "sayısı belli bir vadeye ve bilinen bir zamana kadar" şeklinde anlamlandırmışlardır. Biz ise "ümmet"in sözcük anlamı ile değerlendirilmesinin daha isabetli olduğu görüşünü taşımaktayız.

45Ve o ikiden kurtulmuş olan kişi iş işten geçtikten sonra anarak dedi ki: "Ben size o görüntünün kesin olarak neyi ifade ettiğini haber veririm, hemen beni gönderin." [Yusuf/45]



9-11Ve eğer, sabreden ve düzeltmeye yönelik işleri yapan kişilerin –işte bunlar, bağışlanma ve büyük ödül kendileri için olanlardır– dışındaki insana, tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra da onu kendisinden çekip alsak, kuşkusuz o umutsuzdur, çok nankördür. Ve eğer, kendisine dokunan mutsuzluktan sonra, ona mutluluğu tattırsak, elbette, “Kötülükler benden gitti” der. Ve kuşkusuz o, şımarıktır, böbürlenen biridir.


Bu ayetlerde, olgunlaşmamış insanın umutsuzluk, inançsızlık, nankörlük, şımarıklık, böbürlenme gibi karakteristik zaaflarına dikkat çekilmekte, bu olumsuz huyların ancak sabredip salihatı işleyen iman sahiplerince terbiye edilebileceği mesajı verilmektedir.

İnsanın karakteristik zaafları hakkında başka ayetler de vardır:

* İnsana gelince, Rabbi onu her ne zaman sınayıp da kendisini üstün kılar ve nimetler verirse: "Rabbim beni üstün kıldı" der. Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa: "Rabbim beni aşağıladı" der. [Fecr/15-16]

* Şüphesiz insan dayanıksız ve huysuz oluşturulmuştur; kendisine kötülük dokundu mu sızlanır. Kendisine hayır dokundu mu/kendisi varlıklı kılındığında da küçük bir yardımı bile engeller. Ancak "salâtçılar" [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı ilkeleştirmişler] bunun dışındadır. [Mearic/19-22]*



200 Âyetteki el-müstekarr “yerleşik yer”, el-müstevda da “geçici yer” demektir. Allah'ın, her canlının “yerleşik” ve “geçici” yerlerini bilmesi demek, canlıların emanet edildikleri ve sonradan mekân tuttukları yerlerin Allah tarafından biliniyor olmasıdır. Bu yerler ne kadar değişirse değişsin, Allah'ın bilmesi bakımından herhangi bir durum değişikliği oluşturmaz. Meselâ: Bir kimse belli bir adreste ikamet ederken, bazı sebeplerle başka şehirlere, başka ülkelere gidebilir; nereye giderse gitsin, Allah o insanın nerede olduğunu bilir; bir kimsenin her gün yattığı yer ile öleceği yer aynı olmayabilir; ancak Allah her ikisini de bilir. Bir sperm hücresi babanın vücudunda yaratılır, sonradan yeri değişerek annenin yumurta hücresine girer. Allah bu hücrenin de ne zaman, nerede olduğunu tam olarak bilir. Bir bakteri belli bir yerde oluşur, sonra da değişik yollarla başka canlıların vücutlarına girer ve orada faaliyet gösterir. Allah o bakterinin de nerede ve hangi faaliyette bulunduğunu bilir.

Konumuz olan âyet, yukarıda saydıklarımızın dışında bir başka anlam daha içermektedir. O da, “insanın kendisine ait bilgilerle beraber diriliş gününe kadar emanet olarak, yok olmadan durduğu yerin Allah tarafından biliniyor olması”dır. Bu konu Tebyîn'de ayrıntılı olarak sunulmuştur.



*İşte Kuran, Hud Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim