53Yusuf Suresi 83-87
Hatalı Çevrilen Ayetler
53Yusuf Suresi 83-87
Hatalı Çeviri:
83. (Babaları) dedi ki: «Hayır, nefisleriniz sizi (böyle) bir işe sürükledi. (Bana düşen) artık, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.»
84. Onlardan yüz çevirdi, «Ah Yusuf'um ah!» diye sızlandı ve kederini içine gömmesi yüzünden gözlerine boz geldi.
85. (Oğulları:) «Allah'a andolsun ki sen hâla Yusuf'u anıyorsun. Sonunda ya hasta olacaksın ya da büsbütün helâk olacaksın!» dediler.
86. (Ya'kub:) Ben gam ve kederimi sadece Allah'a arzediyorum. Ve ben sizin bilemiyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum, dedi.
87. Ey oğullarım! Gidin de Yusuf'u ve kardeşini iyice araştırın, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez.
Doğru Çeviri:
83Babaları dedi ki: “Aksine, nefisleriniz sizi aldatıp bir işe sürüklemiş. Artık güzel bir sabır! Umarım ki Allah üçünü [Yûsuf'u, küçük kardeşini ve büyük kardeşini] birden bana getirir. Şüphesiz O, en iyi bilenin, haksızlık ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri koyanın ta kendisidir.”
84Ve Ya‘kûb, onlardan yüz çevirdi. Ve “Vah Yûsuf'la olan hasretim vah!” dedi. Ve üzüntüden iki gözü bembeyaz oldu [sararıp soldu, derbederleşti]. Artık Ya‘kûb, yutkundukça yutkunan; derdini içinde tutan biri idi.
85Dediler ki: “Allah'a yemin olsun ki sen Yûsuf'u anıp duruyorsun. Sonunda eriyip gideceksin yahut değişime/yıkıma uğrayanlardan olacaksın.”
86,87Ya‘kûb dedi ki: “Ben, içimi doldurup taşan özlemimi, kederimi Allah'a şikâyet ediyorum. Ve ben Allah tarafından sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum. Ey oğullarım! Gidin de Yûsuf'u ve kardeşini araştırın. Allah'ın vereceği ferahlıktan ümit kesmeyin, kesinlikle kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler toplumundan başkası Allah'ın vereceği ferahlıktan ümit kesmez.”
Bu ayetlerde bildirildiğine göre, Mısır’da olanların haberini alan ve oğullarına inanmayan Yakub peygamber önce oğlu Yusuf’a duyduğu hasretle perişan bir hâle gelmiş, sonra da düştüğü durum sebebiyle oğullarının sitem etmesi üzerine içindekileri Allah’a havale edip oğullarından Yusuf ve küçük kardeşini aramalarını istemiştir.
Dikkat edilirse, Yakub peygamber, olanları öğrendiğinde daha önce "Yusuf’u kurt yedi" haberine gösterdiği tepkinin aynısını göstermiş, oğullarına inanmadığını aynı sözlerle tekrarlamış ve kendisi için de "sabr-ı cemil" talebinde bulunmuştur. "Sabr-ı cemîl", ümidin yitirilmediği, nefret doğurmayan, kin içermeyen, umut dolu sabır demektir. Yakub peygamber, her şeye rağmen evlatlarına nefret duymayacağı, onlara hiçbir şey olmamış gibi davranmasını sağlayacak böyle bir sabır talebinde bulunmuştur. Nitekim 87. ayette Yakub peygamber bu sabr-ı cemil sayesinde kin ve buğz gütmeden çocuklarına "Ey oğullarım!" diye nezaket ve şefkatle hitap etmiştir.
Diğer taraftan, Yakub peygamberin "gidin de Yusuf’u ve kardeşini araştırın" demesi, onun Yusuf’un yaşadığından emin olduğunu göstermektedir. Klasik kaynaklarda Yakub peygamberin Yusuf’un yaşadığından emin olmasının sebebi hakkında değişik açıklamalar yapılmıştır:
Ya'kûb'un Ümidinin Sebebleri
Daha sonra Ya'kûb (a.s.) "Ve Allah tarafından sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum" demiştir ki, bu, "Allah'ın rahmet ve ihsanına dair sizin bilemeyeceğiniz nice rahmetini ve ihsanını bilirim. O, benim ummadığım bir yerden genişliği, ferahlığı getirendir" demek olup, bu, Hz. Ya'kûb'un, Yûsuf'un kendisine gelip ulaşmasını gözettiğine, beklediğine bir işarettir. Alimler, bu gözetlemenin sebebi hususunda şunları söylemişlerdir:
l- Ölüm meleği Ya'kûb (a.s.)'un yanına gelince, Ya'kûb ona: "Ey ölüm meleği, oğlum Yûsuf'un canını aldın mı?" deyince o: "Hayır, ey Allah'ın nebisi" der, sonra da Mısır tarafına işaret ederek "Onu, orada ara" der.
2- O, Yûsuf (a.s.)'ın rüyasının gerçek ve sadık olduğunu biliyordu. Zira Yûsuf hakkındaki rüşd ve kemâl emareleri, onun üzerinde apaçık ve zahir idi. Yûsuf (a.s.) gibi kimselerin rüyası boşa çıkamazdı.
3- Belki de Cenâb-ı Hak. Ya'kûb (a.s.)'a, Yûsuf'u ona ulaştıracağını, kavuşturacağını vahyetrniş; ancak ne var ki O, o vakti bildirmemişti. İşte bundan dolayı Ya'kûb (a.s.), bir sıkıntı içinde kalakalmıştı.
4- Süddî şöyle demiştir: "Hz. Ya'kûb'un oğulları, kralın hâl ve hareketlerindeki üslûbunu, O'nun mükemmelliğini Ya'kûb (a.s.)'a bildirdiklerinde, Ya'kûb (a.s.) onun Yûsuf olması ümidine düşerek; "Bu gibi hareket tarzının, kâfirde zuhur etmesi mümkün değil" dedi.
5- Ya'kûb (a.s.), Bünyamin'in hırsızlık etmeyeceğini kesinlikle biliyordu. O, kralın, Bünyamin'e eziyet etmediğini ve onu dövmediğini de duymuştu. Böylece o, zann-ı galibi ile, o kralın Yûsuf olduğu kararına vardı. Birinci mukaddime hakkında söylenebilecek sözün tamamı budur.
İkinci mukaddimeye gelince, buna göre Ya'kûb (a.s.), çocuklarının yanına varmış ve onlarla yumuşak bir biçimde konuşmuştur ki, bu da Ya'kûb'un: "Evlatlarım gidin, Yûsuf ile kardeşinden bir haber arayın" şeklindeki sözüdür. [Razi; el-Mefatihu’l-Gayb]
Bize göre, Yakup peygamberin Yusuf’un hayatta olduğuna olan inancının asıl sebebi, onun, oğlu Yusuf’un vizyonu hakkında kendi yaptığı tahmine inanmasıdır. Ayrıca Yusuf ile aralarında niteliğini bilemeyeceğimiz manevi bir irtibatın/iletişimin varlığı da söz konusu olabilir. Hatırlanacak olursa, Yakub peygamber, oğlunun gördüğü görüntüler hakkında "Ve işte böyle, Rabbin seni seçecek ve sana olayların tevilinden bilgiler öğretecek. Bundan önceki iki atana; İbrahim’e ve İshak’a tamamladığı gibi, nimetini sana ve Yakup soyuna tamamlayacaktır. Şüphesiz ki, Rabbin Alim’dir, Hakim’dir" diyerek tahminde bulunmuş ve bu tahminindeki olaylar henüz gerçekleşmemişti. Dolayısıyla bu olaylar gerçekleşmeden Yusuf’un ölmesi söz konusu olamazdı.
84. ayetin bildirdiğine göre, Yakub peygamber, oğlu Yusuf için çektiği hasret yüzünden aşırı kederlenmiş, sararıp solmuş, perişan hâle gelmiştir. Yakub peygamberin bu hâlini betimleyen "v’ebyezzat aynâhü mine’l-huzni" ifadesi, "gözlerine ak düştü, kör oldu" şeklinde anlaşılmış ve bu konuda en hafifi aşağıdaki gibi olan birçok senaryo üretilmiştir:
"Ve kederinden gözlerine ak düştü." Denildiğine göre altı yıl süreyle gözleriyle görmedi, kör olmuştu. Bunu Mukatil söylemiştir. Yine denildiğine göre, göze ak düştüğünde az da olsa bir görme olur. Hz. Ya'kub'un halini en iyi bilen ise Allah'tır. Gözlerine ağlamaktan dolayı ak düşmüştü, fakat ağlamasının sebebi kederiydi. Bundan dolayı Yüce Allah: "Kederinden" diye buyurmaktadır. [Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an]
Hz. Ya'kûb'un Yûsuf'a Daha Çok Üzülmesinin Sebebi
Bil ki, Hz. Ya'kûb, Bünyamin ile ilgili olarak oğullarından o sözü duyunca, göğsü, Yûsuf'a olan tasası ve hüznü iyice büyüdü ve "Vah, Yusuf'a olan hasretim!" dedi. Şu sebeplerden dolayı bu hadise tahakkuk edince, Hz. Ya'kûb'un, Yusuf'undan ayrılması sebebiyle hüznü büyümüştür:
1-Yeni hüzün, eski ve içte bulunan hüznü kuvvetlendirir. Yara yaraya eklendiğinde fazla acı verir. Nitekim Şair Mütemmim b. Nüveyre şöyle demiştir:
Ricadaşım beni kabirlerin yanında ağlayarak öldürücü gözyaşları akıttığım için dedi ki: ‘Gördüğün her kabre ağlıyor musun? Kumlar ve çukurlar arasında olan her mezara?’ Ona dedim ki: ‘Üzüntü üzüntüyü tahrik eder. Binaenaleyh beni bırak. Bunların tamamı Malik'in kabridir.’
Zira o, bir kabir gördüğü her defasında, kardeşi Malik'i kaybetmekten ötürü üzüntüsü tazeleniyor ve çevresindekiler kendisini ayıplıyorlardı. O da "üzüntü üzüntüyü doğurur" diye cevap veriyordu.
Bir başkası da şöyle demiştir:
"Beni unutmadın, ya da en azından, ondan sonraki musibetlerde. Fakat yaranın yarayla dağlanması çok acı vericidir."
2- Bünyamin ve Yûsuf'un annesi birdi. Dolayısıyla hem suret hem de sıfat bakımından aralarında mükemmel bir benzerlik bulunuyordu. Binaenaleyh, Ya'kûb Bünyamin'i görmekle, Yûsuf'u görür gibi olarak teselli buluyordu. Olan şey olunca, teselliyi gerektiren şey de zail olup gitti. Böylece de Ya'kûb'un elemi ve iştiyakı arttı.
3- Onun başta gelen derdi, Yûsuf'u kaybetmiş olmasıydı. Ona karşı duyduğu üzüntü, her şeye karşı duyduğu üzüntü demekti.
4- Bu musibetler, birtakım sebeplere bağlanabilecek, izahı mümkün belalar idi. Yûsuf'un hadisesine gelince, Ya'kûb (a.s.), oğullarının ileri sürmüş oldukları mazerette yalancı olduklarını biliyordu. Gerçek sebep ise, onun tarafından malum değildi. Hem Ya'kûb (a.s.), onların hayatta olduklarını biliyordu. Yûsuf'a gelince, Ya'kûb (a.s.) onun hayatta olup olmadığını bilmiyordu. İşte bu sebeplerden dolayı, Hz. Ya'kûb'un, Yûsuf'tan ayrılmasından dolayı olan iştiyak ve özlemi artmış, (onun ölü mü, diri mi olduğuna dair) halini bilmemekten dolayı içinde bulunduğu musibet, son derece şiddetli olmuştu.
İkinci Mesele:
Bazı cahil kimseler Hz. Ya'kûb'u "Vah Yûsuf'a olan hasretim, vah!" demesinden dolayı tenkit ederek şöyle demişlerdir: "Zira bu, feryâd u figan etmek ve Allah’tan şikayetçi olmak demektir ki, caiz değildir." Alimler ise durumun bu câhilin zannetiği gibi olmadığını açıklamışlardır. Bunun izahı şöyle yapılabilir:
Ya'kûb (a.s.), bu sözü söylememiştir. Ama, sonraysa, onun ağlaması büyük olmuştur ki, bu Cenâb-ı Hakk'ın, ‘Ve hüznünden ve kederinden iki gözüne ak düştü’ buyruğundan anlaşılandır. Sonra o lisanını bağırıp çağırma ve uygun olmayan şeyler söylemekten alıkoymuştur ki, bu, ayetteki ifadesinden anlaşılmaktadır. Sonra, yine Ya'kûb (a.s.) o şikâyetini hiçbir insana da açmamıştır. Bunun delili, Ya'kûb (a.s.) 'un, ‘Ben kederimi ve hüznümü yalnız Allah'a şikâyet ediyorum' demesidir. Bütün bunlar, onun musibet ve sıkıntısının şiddetlenmesi halinde, onun sabretmiş olduğuna ve o sıkıntısını ve kederini sinesinde taşıdığına ve hiç kimseye şikâyette bulunmadığına, böylece de pek yerinde olarak, bu sayede büyük bir medih ve büyük bir övgüye mazhar olduğuna delâlet eder.
Ya'kûbun Hüznünü Cebrail'in Teskin Etmesi
Rivayet olunduğuna göre Yûsuf (a.s.) Hz. Cebrail'e "Ya'kûb hakkında bir bilgin var mı?" diye sorduğunda, Cebrail "Evet" deyince de: "Onun hüznü ve kederi ne noktadadır?" der. Cebrail "Onun kederi yetmiş tane ‘seklâ’nın kederi gibidir" der. Seklâ tek bir çocuğu olup, sonra da o çocuğu ölen kadına denilir. Bunun üzerine Hz. Yûsuf: "Onun için bu hususta bir mükâfat var mıdır?" deyince de, Cebrail (a.s.) "Evet, yüz şehit mükâfaatı vardır" der.
Buna göre şayet, Muhammed b. Ali el-Bakır'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir pir-i fâni, Ya'kûb'a uğrayarak ona "Sen İbrahim misin?" der. Bunun üzerine Ya'kûb (a.s.) da: "Ben, onun oğlunun oğluyum; sıkıntılarım beni böyle değiştirdi, güzelliğimi ve kuvvetimi giderdi" dedi. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, Ya'kûb'a "Sen beni, her ne zaman kullarıma şikâyet ettiğinde, izzet ve celâlime kasem olsun ki, eğer sen beni şikayet etmeseydin, ben sana senin etinden ve kanından daha iyisini verirdim [seni gençleştirirdim]" diye vahyetti. İşte, bunun üzerine Hz. Ya'kûb bundan sonra: "Ben kederimi ve hüznümü yalnız Allah'a şikâyet ediyorum" der oldu.
Hz.Peygamber (s.a.s)'in de şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ya'kûb'u kardeş edinen bir kardeşi bulunuyordu. O, Ya'kûb'a "Görmeni gideren, sırtını kamburlaştıran nedir?" diye sordu. Bunun üzerine Hz. Ya'kûb da: "Gözümü gideren, Yûsuf sebebiyle ağlamam; sırtımı kamburlaştıran da Bünyamin'e olan kederimdir" dedi. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, Ya'kûb'a: "Beni, benden başkasına şikayet etmekten çekinmez misin?" diye vahyetti. Bunun üzerine Ya'kûb (a.s.) "Ben kederimi ve hüznümü yalnız Allah'a şikâyet ediyorum" diyerek, sözünü "Ya beli bükülmüş, gözleri kör olmuş bu pir-i faniye acımaz mısın? Yûsuf’un Bünyamin'in kokusunu bana tekrar koklat" diye sürdürdü. Bunun üzerine Cebrail, ona müjde vererek Allah'ın şöyle dediğini nakletti: "Şayet onlar ölü dahi olsalar onları dirilteceğim. Binaenaleyh, fakir ve yoksullar için bir yemek hazırla. Zira kullarımın bana en sevimli olanları peygamberler ve yoksul kimselerdir." Yakup (a.s.) kahvaltı yapmak istediğinde, bir münadî, "Kahvaltı yapmak, yemek isteyen, Ya'kûb'la beraber yapsın!" diye bağırdı. Yine, Ya'kûb (a.s.) oruç tuttuğunda, iftar esnasında da aynı şekilde bağırırdı. Rivayet olunduğuna göre, Ya'kûb (a.s.) yaşlılıktan dolayı, dökülen kaşlarını bir bezle sarıyordu. Bunun üzerine kendisine birisi: "Bu başına gelenler ne?" deyince de o: "Ömrümün uzunluğu ve kederlerimin çokluğu" dedi. Bundan dolayı Allah Teâlâ ona: "Ey Ya'kûb, beni şikâyet mi ediyorsun?" diye vahyedince de o, "Ya Rabbi, bir hatadır yaptım. Binaenaleyh o hatamı bağışla" dedi denilirse, biz deriz ki:
Biz Ya'kub'un yaptığının, sadece sabır, sebat edip, feryâd ü figan etmemek olduğunu delilleriyle birlikte bildirmiştik. [Artık başka söze itibar olunmaz.] Rivayet edildiğine göre, ölüm meleği Ya'kub'un yanına girince Ya'kûb ona: "Sevgilimi görmeden önce, canımı almak için mi geldin?" deyince Azrail ona: "Hayır, ben senin hüznünle hüzünleneyim, sevincinle de sevinç duyayım diye geldim" der. Ağlamak ise günah sayılmaz. Rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a.s) de, oğlu İbrâhim'e ağlayarak, "Kalb hüzünlenir; göz, yaş akıtır. Biz Rabbimizi kızdıracak şey söylemiyoruz. Ey ibrahim, biz senden dolayı kederliyiz, hüzünlüyüz" demiştir. Hem insanı hüznün kaplaması, onun irâdesi ve tercihiyle olmaz. Dolayısiyle bundan herhangi bir sorumluluk doğmaz. Ama ah, of etmek; ağlamak, gözlerden bardaktan boşanırcasma gözyaşı akmasına gelince, kişi, bazan bunları defedemeyebilir.
Ey bu soruyu soran kimse! Sizin ileri sürdüğünüz şeylere gelince: Onlar da, Ya'kûb (a.s.)'a itabvari gelen hitaplar, ancak ebrârın hasenatının, mukarreblerin seyyiatı gibi kabul edilmesinden dolayı varid olmuşlardır. Hem burada, şöyle bir incelik de bulunmaktadır: İnsan, hayrete düşüp tereddüt ettiği bir yerde mutlaka Allah'a başvurur. Ya'kûb (a.s.) Yûsuf'un hayatta mı yoksa ölmüş mü olduğunu bilmiyordu. O, bu hususta lehte veya aleyhte herhangi birşey söylemiyor, tavakkuf ediyordu. Onun bu hususta tavakkuf etmesi sebebiyle de Cenâb-ı Allah'a yönelmesi daha da fazlalaşmış, -bu mesele dışında- O'ndan başka hiçbir şeye dönüp bakmaz olmuştu. Onun bu hadisedeki tavır ve hareketleri farklı farklı olmuştur. Bir zamanlar o, çoğu kez Allah'ı zikretmeye o denli dalardı ki, bu hadiseyi hiç hatırlamazdı. Binaenaleyh, bu hadiseyi hatırlamak, o hadiseyi hatırlamaması gibi olmuştur. Bu sebepten dolayı Hz. Ya'kûb'a nisbetle bu hadise, Hz. İbrahim'in ateşe atılması ve kesilmesi istenen oğlunun kesilmesi hadisesi gibi olmuştur.
Hz. Ya'kûb Niçin Tam Teslimiyet Göstermedi?
İmdi, eğer sorulursa ki: "Şiddetli bir musibet geldiğinde, Hak Teâlâ'nın, "Onlar yok mu? Rablerinden mağfiretler ve rahmet hep onların üzerindedir ve onlar doğru yola erdirilenlerin tâ kendileridir" (Bakara/157) buyruğunda bahsedilen bu büyük. mükâfaata müstehak olabilmesi için, onun "Biz Allah’ınız ve biz ancak O’na döneceğiz" (Bakara/156) demesi daha evlâ değil miydi?" denilirse, biz deriz ki:
Bazı müfessirler, "İstirca" bu ümmetten başka hiçbir ümmete verilmemiştir. Binâenaleyh Allah, bu ümmete bir musibet isabet ettiğinde, onların böyle söyleyerek mükâfaat elde etmeleri için, sâdece bu ümmete ikram etmiştir" demişlerse de, bu bana göre, şu sebeplerden dolayı zayıftır: Zira kişinin "Biz Allah’ınız" şeklindeki sözü, bizim, Allah'ın mülkü olduğumuza, bizi yaratıp var edenin O olduğuna; "ve biz ancak O’na döneceğiz" demesi de, haşr ve kıyametin mutlaka olacağına bir işarettir. Bunun böyle olduğunu bilmeyen bir ümmet olacağı düşünülemez. Binaenaleyh, bazı belâ ve musibetler gelirken, bunu bilen kimse, sonunda da mutlaka Allah'a rücû edeceğini, döneceğini bilir. İşte bu noktada, o musibete karşı tam bir teselli meydana gelir. Allah’ı tasdik etmiş, O'na iman etmiş olan kimsenin bunu bilmemesi imkânsızdır.
Üçüncü Mesele
Onun, "Vah hasretime!" ifâdesi esefe, tasaya nida etmektir. Bu, tıpkı bir kimsenin "Ey hayret, ey şaşkınlık!" demesi gibidir ki, bu, sanki o esefe, tasaya bağırmak ve "Bu senin tam gelme ve bulunma zamanındır" demektir. Biz bu açıklamayı pek çok yerde izah ettik. Bunlardan biri, meselâ Cenâb-ı Hakk'ın "Haşe Lillah حاش لله" (Yûsuf/31) ayetinin tefsirinde geçmişti. Esef kelimesi, elden kaçırılan şeye karşı duyulan hüzün ve keder anlamına gelir. Leys şöyle demiştir: "Başına birşey gelir, sen de ondan dolayı mahzun olur ve onu savuşturmaya da gücün yetmezse, sen hem esîf, yani hüzünlü, hem de müteessif, kederlenmiş olursun." Zeccâc da şöyle demiştir: "Aslolan, bunun "Ya esefi" "Ey esefim, tasam!" şeklinde kullanılmasıdır. Ancak ne var ki, izafet yâ'sının, elif ve fethanın hiffetinden dolayı, elif-i maksure ile değiştirilmesi caizdir.
Hz. Ya'kûb'un Gözlerine Perde İnmesi
Daha sonra Cenâb-ı Hak "Ve hüzünden ve kederinden iki gözüne ak düştü" buyurmuştur. Bu hususta da şu iki izah yapılabilir:
1- Ya'kûb (a.s.) "Vah Yûsuf'a olan hasretime, vah!" deyince, onu hep ağlamak tutmuştur. Ağlamak tutunca da, gözlerindeki su çoğalmıştır. Böylece gözleri sanki o suyun beyazlığından dolayı beyazlanmıştır. O halde Cenâb-ı Hakk'ın "ve hüznünden ve kederinden iki gözlerine perde indi" ifadesi, ona ağlamanın hâkim olmasından ve çok ağlamasından bir kinaye olmuş olur. Bu izahın doğruluğunun delili şudur: Hüznün tesiri, körlüğün meydana gelmesinde değil, ağlamanın ona hakim olmasındadır. Binâenaleyh, ayette bahsedilen beyazlanmayı, aklığı, ağlamanın hakim olması manasına alırsak, bu sebeb makul ve yerinde olur. Ama onu, kör olması anlamına hamledersek, bu sebep ve talîl, güzel, makul ve yerinde olmaz. Binaenaleyh, bizim bahsettiğimiz daha yerinde olmuş olur. Bu açıklamayı, deliliyle beraber Vahidî, Kitâbu'l-Basît'inde İbn Abbas'tan rivayet etmiştir.
2- Bununla, Hz. Ya'kûb'un kör olması kastedilmiştir. Mukatil şöyle der: "Ya'kûb (a.s.) altı sene kör kalmıştır. Derken Allah Teâlâ, onun gözlerini, Yûsuf'un gömleği ile açmıştır ki, bu da, Cenâb-ı Hakk'ın, "Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne atın, iyice görür (bir hale) gelir" (Yûsuf/93) ayetinden anlaşılan husustur. Denildiğine göre Cebrail (a.s.), Yûsuf (a.s.) hapiste iken, onun yanına varmış ve: "Babanın gözleri sana olan kederinden dolayı gitti" demiş, bunun üzerine Yûsuf da ellerini başına koyarak: "Keşke annem beni doğurmasaydı ve ben de, babamın bu denli üzülmesine sebep olmasaydım!" demiştir. Bu görüşü ileri sürenler şöyle demişlerdir: "Devamlı hüzün, devamlı ağlamaya; devamlı ağlama da kör olmaya yol açar; o halde hüzün, bu yolla körlüğün sebebi olmuş olur. Devamlı ağlamak körlüğe sebeb olmuştur. Zira bu, gözbebeğinde bir bulanıklık meydana getirir." Onlardan bazıları da, Ya'kûb'un kör olmadığını, ancak ne var ki onun görmesinin azaldığını söylemişlerdir. Yine, Ya'kûb (a.s.)'un gözlerinin, Yûsuf'tan ayrıldığı vakitten, onunla karşılaşıncaya kadar geçen zaman içinde hep yaşlı olduğu, kurumadığı; bu müddetin ise seksen yıl olduğu ve yeryüzünde Allah nezdinde Ya'kûb'tan daha kerim ve iyi bir kimsenin olmadığı da ileri sürülmüştür.
Ayetteki " من الحزن" kelimesine gelince, bil ki bu kelime, hâ’nın ötresi, zâ’nın da sükûnu ile hüzn şeklinde okunmuştur. Hasan el-Basri ise, hâ’nın ve zâ’nın fethasıyla hazen şeklinde okumuştur. Vahidî şöyle der: "Âlimler hüzn ile hazen kelimelerinin manası hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bu cümleden olarak bir kısmı hüzn ağlamak; hazen ise "üzüntü ve keder" anlamına geldiğini ileri sürerken, bazıları da, bu iki kelimenin her iki manayı ifade eden iki kullanılış olduğunu ileri sürmüşlerdir. Nitekim Arapça'da "Ona şiddetli bir hüzün [veya hazen] isabet etti" denilir. Bu, ekseri dil âlimlerinin benimsediği görüştür. Yûnus, Ebu Amr'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bu kelime, nasb yerinde olduğu zaman, Araplar, hem hâ hem de zâ'yı fetha ile okurlar. Bu Cenâb-ı Hakk'ın, "kederlerinden gözleri yaş döke döke döndüler" (Tevbe/92) buyruğunda olduğu gibidir. Bu kelime, cer veya ref yerinde kullanıldığında, Araplar hâ'yı dammeli okurlar. Nitekim burada [Yusuf/84] böyledir. Buradaki وحزنى [Yûsuf/86] kelimesi de mübtedâ olarak ref yerindedir. Ayetteki فهو كظيم kelimesi, faîl sîğası ism-i faîl manasına gelebileceği için "kâzım" manasında olması caizdir. Kazım, hüznünü tutan, onu ortaya koymayan demektir. İbn Kuteybe şöyle demiştir: Buradaki faîl sîğasının ism-i mef'ûl olan "mekzûm" manasına gelmesi de caizdir. Buna göre bunun manası, kederden dolmuş şeklindedir. Bu ifâde, su kabı alabildiğine doldurulduğunda söylenilen كظم السقاء tabirinden alınmadır. Bunun, Hz. Ya'kûb'un çocuklarına karşı öfke ile dolmuş olması anlamına gelmesi de caizdir.
Bil ki, insanların uzuvlarının en kıymetlisi, bu üç şeydir. Böylece Allah Teâlâ, bu uzuvların gam ve kedere battığını, belendiğini beyan buyurmuştur. Derken Y'akub'un lisanı "Vah hasretime" demekle gözü ağlama ve beyaz perde inmesi ile; kalbi de, alabildiğince dolmuş ve suyun çıkmasına imkân vermeyen bir kap haline benzeyen şiddetli bir gam ile meşgul idi. Bu, o gamı iyice vasfeden bir tabirdir.
Hz. Ya'kûb'u Kınamaları
Cenâb-ı Hakk'ın "Dediler ki: ‘Hâlâ Yûsuf'u anıp duruyorsun. Andolsun ki sonunda ya kederinden hastalanıp eriyeceksin, yahut helake uğrayanlardan olacaksın" buyruğuna gelince, bununla ilgili birkaç mesele vardır:
Birinci Mesele
İbnu's-Sikkît şöyle demektedir: "Arapça'da aynı manada olmak üzere "falan işi yapmaya devam ediyorum" denilir ve bu ifadeler, mutlaka olumsuzluk edatıyla kullanılır." İbn Kuteybe şöyle demiştir: "Arapça'da ‘sen herhangi birşeyi unuttuğun ve ondan koptuğun zaman’ dersin." Nahivciler şöyle demişlerdir: "Burada ما تفتؤاveya لا تفتؤاmanasında olmak üzere, olumsuzluk hali takdir edilmiştir. Bunun hazfi de caizdir. Çünkü şayet, bundan olumlu mana kasdedilmiş olsaydı, tıpkı "Vallahi yapacaksın" tabirinde, o zaman bu ifade lâm ve nûn ile olmak üzere لتفتأنّ şeklinde olurdu. Binâenaleyh, bu ifâde lâm ve nûnsuz kullanıldığına göre, burada bir "La لا" edatının takdir edilmiş olduğu anlaşılmış olur. Nahivciler bu konuda İmru'l-Kays'ın şu beytini misal olarak iletmişlerdir: "Ben de dedim ki, Allah'a yemin olsun, oturma halimi terketmeyeceğim." Bu, "Ben oturmaya devam edeceğim" demektir. Bunun benzeri misaller pek çoktur. Müfessirlere gelince, bu ifâde hakkında şöyle demişlerdir: İbn Abbas, Hasan-ı Basrî, Mücâhid, Katâde, bu ifâdeye: "Onu hep anıyorsun" manasını verirlerken, Mücâhid'den bu ifâdeye, "Onu anmaktan hiç geri durmuyorsun" manasını verdiği, böylece de onun "fütur" kelimesiyle "fütû" kelimesini aynı anlama aldığı nakledilmiştir.
İkinci Mesele
Vahidî, Maâni’l-Kur'ân müelliflerinden şunu nakletmiştir: "حرضاً Haradan" Kelimesinin asit, hüzün ve sevgiden dolayı, akılın Harad Kelimesinin Manası ve bedenin bozulması demektir. Binaenaleyh bir kimsenin, " حرضت فلان على فلان haraztü fülanen ala fülanin" sözünün manası, "Onu ona karşı tahrik ettim veya onu ona karşı kızıştırdım" şeklinde olur. Nitekim Cenâb-ı Hak da ''Ey peygamber, mü'minleri harbe teşvik et!" (Enfal/65) buyurmuştur.
Bu esası iyice kavradığında biz diyoruz ki: O zatı yani Ya'kûb'u bu şekilde nitetelendirmek, ya bir muzafın takdir edilmesi ve meselâ " zü harazin ذو حرض denilmesi suretiyledir. Yahut da Hz. Ya'kub'un bedeninin bozulması ve aklının zayıflaması hususunda son derece kötü durumda olduğu manası murad edildiği içindir. Böylece, bu ikinci manaya göre Ya'kûb (a.s.), bizzat bozulma ve zayıflamanın ta kendisi olmuş olur.
Râ'nın kesresiyle حارضharıd şeklinde okunmasına gelince, bu durumda bu kelime, ism-i fail olur. Bu kelime, her iki şekilde de okunmuştur.
Bunu da iyice kavradığında biz diyoruz ki: Müfessirlerin bu hususta çeşitli açıklamaları bulunmaktadır:
a- حرض, حارضHarıdun ve haradun kelimesi, bedence ve akıl cihetinden bozulan demektir.
b- Nâfi, İbni'l-Ezrak, İbn Abbas (r.a.)'dan, haradun حرض kelimesinin ne demek olduğunu sormuş, bunun üzerine o da "Ağır ve müzmin hasta" demiştir.
c- Bu kelime ne diri ne de ölü olmayan [komada bulunan] kimse anlamına gelir. Ebu Ravk, Enes b. Mâlik'in bu ayeti hâ’nın dammesi ve râ’nın da sükûnuyla حتّى تكون حُرضاً hatta teküne hurdan şeklinde okuduğunu ve onun, buna göre bunun manasının "nerdeyse sen cöven otu gibi olacaksın" şeklinde olduğunu söylediğini nakletmiştir.
Ayetteki "ev teküne minel halikiyn او تكون من الهالكين kısmına gelince: Ayetin manası şudur: "Onlar, babalarına: ‘Sen, Yûsuf'u, hüzün ve ona ağlamakla anmaktan hiç geri durmuyorsun. Böylece sen bedeninin artık onulmaz bir derde yakalanmasına sebep olacaksın veyahut da kederinden öleceksin" demişlerdir. Böylece onlar sanki, "sen, şu anda çok büyük bir belâ içindesin. Böylece biz bundan daha fazlasının, daha kötüsünün meydana geleceğinden endişeleniyoruz" demişler ve onlar bu sözleriyle onu çok ağlayıp çok üzülmekten men etmek istemişlerdir.
Buna göre şayet, "onlar niçin, bunu kesinlikle bilmedikleri halde, bu hususta nasıl yemin etmişlerdir?" denilirse, biz deriz ki:
Onlar, işi zahire hamletmişlerdir. Yine buna göre "tallahi tefteü تالله تفتؤ sözünü söyleyenler kimdir?" denilirse, biz deriz ki: En açık olan duruma göre, bunlar, onlardan ayrılan kardeşler değildir; aksine bunlar, Ya'kûb'un evinde bulunan torunları ve hizmetçilerdir.
Daha sonra Cenâb-ı Hak Ya'kûb (a.s.)'un "Ben kederimi ve hüznümü yalnız Allah'a şikâyet ediyorum" dediğini nakletmiştir. Yani, "Bu söylediğim şeyi, size karşı söylemiyorum. Ben bunu, Allah'ın huzurunda O'na arz ediyorum" demektir. İnsan, şikâyetini Allah'a arz ettiğinde, muhakkikler zümresinden olur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) "Öfkenden uzana, gazabından affına ve senden sana sığınırım" buyurmuştur. Muvaffak kılan, ancak Allah’tır.
" البثElbesü" kelimesi dağıtmak, neşretmek ve yaymak anlamına gelir. Nitekim Cenâb-ı Hak, "deprenen her hayvanı orada üretip yaydı" (Bakara/164) buyurmuştur. O halde, hüznü, kederi insan açığa vurmayıp gizlediğinde, bu [keder] olur. Onu başkasına açtığında ise, bu da " البثelbesü" olur.
Ulema şöyle demiştir: "Bess" hüznün ileri derecesi, hüzün de, "hemm [keder]"in ileri derecesidir. Bu böyledir, zira insan, onu söylemediği zaman, o hüzün o insana hükümran olmaz, ama hüznü büyüyüp de insan onu içinde saklamaktan aciz kalarak, dili de istemeye istemeye onu söyleyince, bu "bess" diye isimlendirilir ki, bu durum, insanın, ona karşı aciz kaldığına ve hüznün o insana artık hakim olduğuna delâlet eder." O halde Hz. Ya'kûb'un ""bessiy ve huzni ilallahi بثثّى و حزنى الى الله ifâdesinin manası, "Ben, çok ve az kederlerimi ancak Allah'a açarım, O'na dökerim" şeklinde olur. Hasan el-Basri, her iki harfin hem fethası hem de dammesiyle hazen ve hüzün diye okumuştur.
Denildiğine göre, birisi Ya'kub (a.s.)'un yanına girer ve "Ey Ya'kûb, bedenin zayıfladı; bitkinleştin. Halbuki daha henüz, ileri bir yaşa varmadın" der. Bunun üzerine Ya'kûb (a.s.): "Başıma gelen, gamımın fazlalığından dolayıdır" deyince, Allah Teâlâ ona "Ey Ya'kûb, beni mahlûkatıma şikâyet mi ediyorsun?" diye vahyeder. Bunun üzerine Ya'kûb (a.s.) "Ya Rabbi! Bir hatadır yaptım. Benim bu hatamı bağışla!" dedi. Allah da onun bu hatasını bağışladı. Artık bundan sonra Ya'kûb (a.s.) bir şey isteyince de, "Ben kederimi ve hüznümü yalnız Allah'a şikâyet ediyorum" der oldu.
Rivayet olunduğuna göre Cenâb-ı Hak Ya'kûb (a.s.)'a şöyle vahyetmiştir: ''Ben sizde bir hata buldum, bundan ötürü gücendim; çünkü siz, bir koyun kesmiştiniz de, kapınıza gelen bir fakire ondan yedirmemiştiniz Benim yaratıklarımın bana en sevgili olanı, peygamberler ve yoksul kimselerdir. Binâenaleyh bir ziyafet hazırla ve ona, fakir fukarayı davet et!" Hz. Ya'kûb'un, çocuğu ile beraber bir cariye satın alıp onun çocuğunu sattığı; derken o cariyenin ağlama sonucunda kör olduğu da ileri sürülmüştür. [Razi; el-Mefatihu’l-Gayb]
Tekrar konumuz olan ayete dönecek olursak; "Üzüntüden iki gözü beyazlaşmak" ve "yutkunan bir adam olmak" şeklindeki nitelemeler, 96. ayetteki " فارتدّ بصيراً fertedde basiran" ifadesiyle daha iyi anlaşılacaktır.
Yakub peygamberin düştüğü bu durum karşısında insanın aklına, ister istemez aşağıdaki gibi sorular gelebilmektedir:
*Yakub peygamberin bu derecedeki evlat sevgisi normal midir?
*Peygamberlik makamında bulunan birisinin kendisini kaybederek "Ah Yusuf, vah Yusuf!" diye mecnun gibi dolaşması, çevresinin onu sapıklıkla suçlamasına neden olması doğru mudur?
*Yakub peygamberin olan biteni çevreden saklaması ve oğullarına herhangi bir müeyyide uygulamaması ne derece doğrudur?
*Yakub peygamberin oğlunu çevreye [oğullarından başkasına] aratması konusunda mazeretinin olduğu varsayılsa bile, kuyudan kurtulduktan sonra Yusuf’un, babasının yaşadığı yerleri bilmesine rağmen onu arayıp sormaması, özellikle de eline güç geçtiği dönemde bir elçi veya bir ulak göndermemesi garip değil midir?
*Anlaşmalı da olsa Yusuf peygamberin kardeşini hırsızlık töhmeti altına sokması nasıl uygun görülür?
*Babasının çok üzüleceğini bilmesine rağmen Yusuf peygamber, kardeşini nasıl yanında alıkoyar?
Kıssa içindeki ifadelere iyi dikkat edilecek olursa, bu soruların cevapları kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Ama önce aşağıdaki Yusuf/76, 21, 56, 83,86, 87 ve 96. ayetler tekrar okunmalıdır.
Bu ayetlerden anlaşıldığına göre, bu kıssanın iki kahramanı olan Yakup ve Yusuf peygamberler, kendileri için belirlenmiş rolleri oynayan iki aktör durumundadırlar. Yüce Allah onlara tarih sahnesinde "aile içi hatalı davranma" rolleri vermiştir. Onlar bu rolleri iyi oynayacaklardır ki, onların sergiledikleri hatalı davranışları görüp duyanlar, bunlardan ibret alacaklar, onlar gibi aile içi yanlış davranışlarda bulunmayacaklardır. Bize göre, Rabbimiz onlara bu görevi vermiş ve onlar da bunu sabr-ı cemil ile uygulamışlardır.
36Ve Allah ve Elçisi bir işte hüküm verdiklerinde, hiçbir mü’min erkek ve mü’min kadın için kendi işlerinde serbestlik yoktur. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne isyan ederse o, açık bir sapıklıkla sapmıştır. [Ahzab/36]
Bu tarz bir uygulama, Kur’an’da, peygamberimizin evlatlığı Zeyd ile evli olan Zeynep’in, Zeyd’ten boşandıktan sonra peygamberimizle evlenmesi olayında da görülmektedir.*
*İşte Kuran, Yusuf Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz