Geçmişten verilen örneklerin altıncısı Yunus peygamberdir. Burada Yunus ile ilgili çok önemli bilgiler verilmiştir. Yunus kendisine verilen görevden bunalıp sabredememiş, kaçak bir köle gibi kaçmıştır. Daha sonra yaşadığı zihinsel mücadele sonucu hatasını anlayıp tövbe etmiş ve içine düştüğü bunalımlardan kurtulmuştur. Sonra da Rabbimizin rahmeti ile görevine sarılıp elçilik görevini yerine getirmiştir.
Hatırlanacağı üzere, Rabbimiz, daha evvel ismini vermeden lakabıyla Yunus’a değinmiş, peygamberimize de onun gibi yapmamasını, sabırla elçilik görevini sürdürmesini tembihlemişti.
48Öyleyse Rabbinin kararı için sabret, bunalan kişi gibi olma. Hani o, bir kez aşırı bunaldığında Rabbine seslenmişti. 49Eğer Rabbinden o'na bir iyilik ulaşmasaydı, kınanmış bir durumda, boş bir yere atılacaktı. 50Ancak, Rabbi o'nu seçti, sonra da iyilerden biri yaptı. [Kalem/48- 50]
Konumuz olan pasajda, Yunus’un bu durumu kısa işaretler ile nakledilmektedir.
Yunus kıssası İsrailiyat etkisiyle algılanmış ve bu hususta birçok efsane oluşturulmuştur. Biz bu pasajda birçok noktayı tahlil edeceğiz. Ancak önce klasik kaynaklardan birkaç nakil yapacağız:
Yunus (a.s.)'ın Balığın Karnındaki Durumu:
Taberî'nin rivayetine göre, Ebu Hureyre şöyle demiştir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Şanı yüce Allah, Yunus'u balığın karnında hapsetmeyi murad edince, balığa onu al, fakat etini çizme, kemiğini kırma, diye vahyetti. Balık onu aldı, sonra karnında olduğu halde denizdeki yerine kadar indirdi. Denizin dibine ulaşınca, Yunus bir ses işitti. Kendi kendisine: Acaba bu ne? diye sordu. Şanı yüce Allah balığın karnında olduğu halde ona: Bu denizdeki canlıların tesbihidir, diye vahyetti. Bunun üzerine o da balığın karnında olduğu halde tesbih etti. Melekler de onun tesbihini işittiklerinde: Rabbimiz, biz alışılmadık bir yerde zayıf bir ses duyuyoruz, dediler. Yüce Allah şöyle buyurdu: Bu benim kulum Yunus'tur. Bana karşı geldi. Ben de onu denizde balığın karnında hapsettim. Melekler: Her gün ve her gece kendisinin salih ameli sana yükselen o salih kul mu, diye sordular. Yüce Allah: Evet diye buyurdu. O vakit ona şefaatte bulundular, Yüce Allah da balığa buyurduğu gibi onu "hasta olduğu halde" kıyıya bırakmasını emretti. Yüce Allah'ın kendisini nitelendirdiği hastalığı da, balığın onu sahile et ve kemiği yaratılmış, yeni doğmuş küçük bir çocuk gibi bırakması idi."
Rivayet edildiğine göre, balık, gemi ile birlikte başını yukarı doğru kaldırarak yol alıyor ve nefes alıyordu. Yunus da bu arada tesbih getiriyordu. Karaya varıncaya kadar balık o gemiden ayrılmadı. Sağlam bir şekilde onu dışarı bıraktı. Onda hiçbir değişiklik olmamıştı. Bunun üzerine müslüman oldular. Bunu da Zemahşerî Tefsir'inde zikretmiş bulunuyor.
İbnu'l-Arabî de dedi ki: Bana arkadaşlarımızdan birçok kişi İmamu'1-Ha-remeyn Ebu'l-Mealî Abdu'l-Melik b. Abdillah b. Yusuf el-Cüveynî'den şöyle dediğini haber vermişlerdir: Ona ‘Yaratıcı herhangi bir cihette midir?’ diye sorulmuş. ‘Hayır, O bundan yüce ve münezzehdir’ diye cevap vermiş. Ona: Buna delil nedir, diye sormuşlar. O da şöyle demiş: Buna delil Peygamber (sav)'ın: "Benim Yunus b. Metta'dan daha faziletli olduğumu söylemeyiniz hadisidir. Ona: Bu rivayette delil olacak taraf nedir, diye sorulunca, şöyle demiş: Bu açıklamayı benim şu misafirim bin dinar alıp onunla bir borcunu ödeyinceye kadar yapmayacağım, dedi. Bunun üzerine iki kişi kalkıp: Bu bin dinarı ödemeyi biz üzerimize alıyoruz, dediler. el-Cüveynî: Hayır, iki kişi buna kefil olmasın. Çünkü bu ona ağır gelir, dedi. Birileri: Onu ödemeyi ben üzerime alıyorum, dedi. Bunun üzerine el-Cüveynî şöyle cevap verdi: Yunus b. Metta kendisini denize attı ve balık onu yuttu. Denizin dibinde üç karanlık içine gömüldü ve "Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni tenzih ederim. Şüphesiz ki ben zalimlerden oldum" diye -Yüce Allah'ın haber verdiği şekilde- seslendi. Muhammed (sav) ise yeşil Refref'in üzerine oturup onunla meleklerin kalem cızırtılarını işiteceği noktaya kadar yukarılara ulaşıp Rabbi onunla söyleşip vahyettiği şeyleri ona vahyettiği sırada, denizin karanlıklarındaki balığın karnında Yüce Allah’a Yunus’tan daha yakın değildi. [Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an]
Yunus (a.s)'ın Kendisini Denize Atması ve Kura Çekmek:
Taberî'nin naklettiğine göre, Yunus (a.s) gemiye bindiği vakit, gemi şiddetli bir fırtınaya tutuldu. Gemidekiler: Bu sizden birinizin günahı sebebiyledir, dedi. Yunus bu günahı işleyenin kendisi olduğunu bilerek: Bu benim günahım sebebiyledir, haydi beni denize atınız, dedi. Onlar ise kura çekmeden böyle bir teklifi kabul etmediler. "Kura çekmişti de kaybedenlerden olmuştu."
Bunun üzerine onlara: Ben bu işin benim günahım sebebiyle olduğunu size söylemiştim, dedi. Ancak onlar yine onu ikinci defa kura çekmeden atmayı kabul etmediler. İkinci kurada da o yenilenlerden oldu. Fakat üçüncü bir defa daha kura çekmeden onu denize atmayı kabul etmediler. Üçüncü kurada da yenilenlerden oldu. Bunu görünce kendisini denize attı. Bu iş gece karanlığında olmuştu, onu balık yutmuştu.
Rivayet edildiğine göre, o, gemiye yüzünü örterek binmiş ve uzakça olmayan bir yerde uyumaya çekilmişti. Tam bu esnada esen şiddetli bir rüzgâr neredeyse gemiyi batıracaktı. Gemidekiler bir araya gelip dua ettiler ve ‘Şu uyuyan adamı da uyandırın, o da bizimle birlikte dua etsin’ dediler. Onlarla birlikte Allah'a dua etti ve fırtına dindi. Arkasından Yunus tekrar yerine dönüp uykuya daldı. Bir rüzgâr daha esti, nerdeyse gemi suda batacaktı. Yine onu uyandırdılar, Allah'a dua ettiler ve rüzgâr dindi.
Onlar bu halde iken oldukça büyük bir balık onlara doğru başını kaldırdı ve gemiyi yutmak istedi. Bunun üzerine Yunus onlara: Arkadaşlar bu benden dolayı oluyor. Beni denize atacak olursanız, siz yolunuza devam edersiniz; rüzgâr da, sizi korkutan tehlikeler de biter. Onlar: Kura çekmeden seni atmayız, dediler. Kura kime çıkarsa, onu denize atarız. Derken kura çektiler ve kura Yunus'a çıktı. Arkadaşlar beni atınız, benden dolayı bu işler başınıza geliyor, dediyse de onlar: Hayır, bir defa daha kura çekmeden bu işi yapmayız, dediler. Yine kura çektiler ve yine kura Yunus'a çıktı. Onlara: Arkadaşlar beni denize atınız, benden dolayı bu işler başınıza geliyor, dedi. İşte Yüce Allah'ın: "Kura çekmişti de kaybedenlerden olmuştu", yani ‘kura ona çıkmıştı’ buyruğu bunu anlatmaktadır. Bunun üzerine Yunus'u alıp geminin baş taraflarına denize atmak üzere götürdüler. Baktılar ki balık ağzını açmış bekliyor. Bu sefer geminin öbür kıyısına onu getirdiler, yine balığı gördüler. Öbür tarafa onu götürdüler, yine balığın ağzını açmış beklediğini gördüler. Yunus bu durumu görünce, o kendi kendisini attı ve balık da onu yakaladı. Yüce Allah balığa: Ben onu sana rızık olarak vermedim. Senin karnını onun için bir kap kıldım, diye vahyetti. Balığın karnında kırk gün kaldı. "O bakımdan karanlıklar içerisinde: "Senden başka ilâh yoktur, Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zulmedenlerden oldum" diye seslenmişti. Biz de duasını kabul edip kendisini gamdan kurtarmıştık. Biz mü'minleri işte böyle kurtarırız." (Enbiya/87-88) Bu husus daha önceden de geçmişti. Buna dair açıklamalar ileride de gelecektir. [Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an]
Kur’a’nın Kendisine Çıkması
İbn Abbas, Yûnus (a.s)'un kıssasıyla alâkalı olarak şunları anlatmıştır. "O, kavmiyle birlikte Filistin'de oturuyordu. Derken, bir kral onlarla savaştı, onlardan dokuz buçuk kabile esir aldı. Sonraları geriye sadece iki buçuk kabile kaldı. Hâlbuki Allah Teâlâ, İsrailoğullarına, "Düşmanınız sizi esir alır veya başınıza bir musibet gelirse, bana dua edin, kabul edeyim" diye vahyetmişti. Onlar, bunu unutup da esir düşünce, Allah Teâlâ bir müddet sonra, İsrailoğullarının peygamberlerinden birisine, "Falanca kavmin kralına git ve ona İsrailoğullarına bir elçi [peygamber] göndermesini söyle" diye vahyetti. Derken bu kral da, kuvvetinden ve emin bir zat oluşundan dolayı Yûnus (a.s)'u seçti. Yûnus (a.s) da, "Allah bunu sana emretti" deyince, kral, "Hayır, ben, emin ve kuvvetli birisini göndermekle emrolundum. Sen ise, işte tam bu vasıftasın" dedi. Bunun üzerine Yûnus (a.s), "İsrailoğulları içinde, benden daha kuvvetlileri var. O halde ne diye onları göndermiyorsun?" dedi. Kral onda ısrar edince, Yûnus (a.s) öfkelendi, çekip gitti. Derken, Rum Denizi [Akdeniz]'ne geldi ve orada dopdolu bir gemi gördü. Derken, gemidekiler onu da gemiye aldılar. Gemi, denizin ortasına gelince, neredeyse batacak oldu. Bunun üzerine gemiciler, "İçinizde günahkâr ve asi var. Eğer böyle olmasaydı, herhangi bir fırtına ve apaçık bir sebep olmaksızın, böyle bir manzara gemide olmazdı!" dediler. Tüccarlar da, "Bizim başımıza böylesi şeyler gelmiştir; binaenaleyh, biz böyle bir şeyle karşılaştığımızda kur'a çekeriz. Kur'a kime isabet ederse, onu, suya atar boğardık. Çünkü tek bir kimsenin boğulması, herkesin ve her şeyin suya gark olmasından daha hayırlıdır" dediler. Derken, kur'a Yûnus (a.s)'a çıktı. Bunun üzerine tüccarlar, "Günah işlemeye biz, Allah'ın nebisinden daha uygunuz" dediler. Bu işi ikinci, üçüncü kez tekrarladılar. Ama her defasında da kur'a Yûnus (a.s)'a çıktı. Bunun üzerine Yûnus (a.s) "Durun, bu günahkâr benim" dedi, bir örtüye bürünerek kendisini denize attı.
Derken o balık onu yuttu. Allah Teâlâ da o balığa, "Onun kemiklerini kırma ve mafsallarını birbirinden koparma!" diye vahyetti. Derken bu balık, onu, önce Mısır'daki Nil nehrine, daha sonra Fars denizine, oradan el-Betâik Denizi'ne, derken Dicle'ye götürüp, derken onun yüzüne çıkararak, Nusaybin topraklarında düz ve geniş bir yere attı. Hz. Yûnus (a.s) bu sırada, üzerinde tüyü ve deri bulunmayan yolunmuş bir civciv gibiydi. Derken Allah, onun üzerine "Yaktın" ağacı bitirdi. O, hem bunun gölgesinden yararlanıyor, hem de, güçlenip kuvvetleninceye kadar onun mahsulünden istifade ediyordu. Daha sonra o toprak, ağacı yedi bitirdi. Derken, kökünden yere devrildi. Yûnus (a.s), buna son derece üzüldü. Bunun üzerine, "Ya Rabbi, bu ağacın altında güneşten ve rüzgârdan korunuyor, onun ürününden yiyordum. Şimdi ise bu ağaç yere devrildi" deyince ona, "Yûnus! Sen, bir anda biten ve bir anda kökünden koparak yere yıkılan ağaca üzüldün, bu kadar kederlendin ama yüz bine ve daha fazlası insana üzülmedin. Onları bırakıp gittin. Onlara git!" denildi." Olayın hakikatini en iyi bilen Allah’tır. [Razi; el Mefatihu’l-Gayb]
YUNUS’U HUT YUTMASI
Genellikle "onu balık yuttu" diye çevrilen sözcüğün mahiyeti ile ilgili olarak Araf/163’ün tahlilini yaparken "hut" sözcüğü ile ilgili geniş bir açıklama yapmıştık. Önemine binaen o açıklamamızın kısa bir özetini burada tekrar veriyoruz. Ancak konunun daha iyi anlaşılabilmesi için o bölümün tamamının okunmasının daha yararlı olacağını düşünüyor, ilgili bölümün oradan okunmasını öneriyoruz.
" حوت Hut" sözcüğü, dil bilimcilerinin bir kısmına göre "balık", bir kısmına göre de "büyük balık" demektir. Bu anlamıyla sözcük, tatlı ve tuzlu sularda yaşayan soğukkanlı omurgalıların genel adı olmakla beraber, eski çağlardan beri bilinen burçlar kuşağındaki bir takımyıldızın adı olarak da kullanılmaktadır.
Ancak Kur’an’ı doğru anlamak için sözcüklerin teamüldeki kullanımını değil, gerçek anlamlarını bilmek gerekmektedir.
Bu sözcüğün kökü olan "حوت hvt", Arap dilinde "hut" ve "havt" olmak üzere iki türlü okunur. Bu okunuşlara göre ortaya çıkan iki sözcüğün Bedeviler arasındaki kullanımı ise şu anlamlara gelmektedir:
"Hut" sözcüğünün geçtiği eski şiirlerden biri "Ve Sahip lâ hayre fi şebabihi /Hûten, izâ mâ zâdenâ /..." şeklindedir. Sözcük bu mısrada "ağır ağır da yutsa, çabuk çabuk da yutsa, kendisine kâfi gelmeyen [doymayan, doyma duygusu olmayan]" anlamında kullanılmıştır.
"Havt" sözcüğü ise "kuşun suyun çevresinde veya vahşî hayvanın bir şeyin çevresinde dönüp durması, oradan ayrılmaması" anlamındadır. Buna da İslâm öncesi ve sonrası dönemden birçok örnek mevcuttur. [Lisanü’l-Arab; c:2, s:644]
Bu temel açıklamadan anlaşıldığına göre, "hut" sözcüğü aslında doyma hissi olmadığı ve doyduğunu bilmediği için balıklara yakıştırılmış bir sıfattır, balık demek değildir. Nitekim herkesin bildiği gibi, sularda yaşayan balığın esas adı "semek"tir. Balıklarda doyma hissinin olmaması, yemelerine ara verme sebebinin doymaları değil de tıkanmaları olması bugün artık bilimsel bir bilgidir. Balıkların bu özelliklerini bilmeyen amatör akvaryumcuların, günlük ihtiyacın üzerinde yemleme yaptıkları takdirde çatlayarak ölen balıklarla karşılaştıkları, günlük hayata yansımış bir gerçektir. Balık oburluğunun balık cinsleri itibariyle gösterdiği özellikler ise Su Ürünleri Fakültelerinin araştırma raporlarına da girmiş durumdadır.
Buna göre, "hut" ve "havt" sözcüklerinin anlamlarını "hırs, doyumsuzluk" olarak ifade etmek mümkündür.
"Hut" sözcüğünün Kur’an’da yer aldığı pasajlardaki anlatım dikkate alındığında, sözcüğün daima "sebebiyet mecaz-ı mürseli" şeklinde kullanıldığı görülmektedir. Yani, sebep olan "hırs ve doyumsuzluk" zikredilmekte fakat hırsın insanda sebep olduğu "bunalım ve karamsarlık" kastedilmektedir.
Kur’an’ın anlatım özellikleri ve ayet çeşitleri dikkate alındığında, bazı sözcüklerin mecaz anlamlarda kullanıldığı, dolayısıyla da Yunus peygamber ile ilgili ifadelerin müteşabih olduğu anlaşılmaktadır:
1- Kalem/48’deki "makzum" sözcüğü aslında "boğazın tıkanması, sıkıntıdan nefes alamamak" demektir. Sözcüğün bu anlamı Türkçeye "nefes nefese", "soluk soluğa", "havasızlıktan boğulacak hâlde" deyimleriyle çevrilebilir. Ancak bu nefes darlığı, içinde bulunulan dertten, sıkıntıdan, ıstıraptan da kaynaklanabilir. Nitekim Yunus peygamberle ilgili diğer ayetler göz önüne alındığında, bu nefes darlığının sözcüğün hakikat anlamına uygun olarak havasızlıktan değil, sıkıntıdan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
2- Enbiya/87’de Yunus peygamberin "karanlıklar içinde" olduğu bildirilmiştir. Buradaki karanlık da yine sözcüğün hakikat anlamına uygun olan "ışıksızlık" değil, zihinsel bunalımdır. Bunu anlamak için Bakara/257’ye bakmak gerekir:
257Allah, inananların yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınıdır; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimselere gelince; onların yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınları tâğûttur ki kendilerini aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Bunlar, cehennem ashâbıdır. Onlar, orada sürekli kalıcıdırlar. [Bakara/257]
Görüldüğü gibi, ne Yüce Allah karanlıkta kalanları kurtarmak için onlara ışık tutacağını söylemekte, ne de Tağut, saptırdıklarını ışıklarını söndürmek suretiyle karanlığa sürüklemektedir. Dolayısıyla nur "manevî aydınlık, mutluluk"; karanlık da "zihinsel karanlık, bunalım" anlamına gelmektedir.
3- Enbiya/88’de Rabbimiz Yunus peygamberi "ğamm"dan kurtardığını bildirmektedir. "Ğamm" sözcüğü ve türevleri hakikat manasında "bulut" demektir. Fakat sözcük mecazen "keder, üzüntü, sıkıntı, bunalım, karanlık" anlamlarında da kullanılır. Nitekim Türkçeye de bu anlamıyla geçmiştir. Dolayısıyla "ğamm" sözcüğü bu ayette Yunus peygamberin buluttan kurtarıldığını değil, üzüntüden, sıkıntıdan kurtarıldığını ifade etmektedir.
4- Saffat/142’deki "onu hut yutmuştu" ifadesi, Yunus peygamberle ilgili diğer ayetler göz önüne alındığında, Yunus peygamberin üzüntüye boğulduğu, sıkıntıya düştüğü, bunalıma girdiği anlamına gelmektedir. Yunus peygamberin dopdolu [yükünü tamı tamına almış] bir gemiye doğru kaçtığı [gittiği] hatırlanacak olursa, dopdolu olması sebebiyle gemiye binememesi onu üzmüş, bunalıma düşürmüş olmalıdır.
Gerek "حوت hut" sözcüğünün esas anlamı, gerekse Yunus peygamber ile ilgili ifadelerin müteşabih olması, Yunus peygamber ile ilgili ayetlerdeki "hut" sözcüğünün "balık" anlamında kullanılmadığını göstermektedir. Buradan hareketle denilebilir ki, Kehf/61 ve 63’te geçen Musa peygamberin "hut"u da Yunus peygamberin "hut"u gibi balık değil, düşmüş olduğu bunalımdır, karamsarlıktır.
Üzerinde durulması gereken bir başka nokta da 141. ayette geçen "ساهم sâheme" ve "المدحضين müdhadıyn" sözcükleridir. Genellikle ayet "Sonra o, kur’a çekti ve kaybedenlerden oldu" şeklinde meallendirilmiştir. Oysa biz bu iki sözcüğün konumuz olan ayete alışılmışın dışında bir anlam kazandırdığı kanaatindeyiz. Bu nedenle her iki sözcüğü de daha yakından inceleyeceğiz:
" ساهمSÂHEME": Bu sözcüğün kökü " سهمsehm" sözcüğüdür. "Sehme", bazen "nasip, haz" anlamında kullanılsa da, sözcüğün esas anlamı "ok"; kumarda, kur’a çekiminde kullanılan ok demektir. Sözcük "yüzün değişmesi [hastalıktan, can sıkıntısından, mahcubiyetten sararması, kızarması]" anlamında da kullanılır. [Lisanü’l-Arab; c: 4, s: 730- 731]
Konumuz olan "Sâheme" ise, aynı kök fiilin Mufaale kalıbından gelen bir sözcüktür. Mufaale kalıbı fiile "müşareket [işteşlik]" anlamı kazandırdığından, "Sâheme" fiili de bu kalıpta "ok çekişti" anlamına gelmektedir.
141. ayete bu anlam gözetilerek bakıldığında, Yunus’un (as) bindiği gemide birileri ile tartıştığı [karşılıklı okları çekiştikleri] ya da Yunus’un (as) kendi kendisiyle mücadele edişi, aklı ile hissi arasındaki oklaşması, kavgası anlatılmak istenmiştir. Zaten 145. ayette "o sakim iken [fikir sancısı çeker iken]" ifadesi yer almaktadır. Müşareket her zaman çokluk arasında olmayıp tek kişide de olabilir. Yunus’un (as) kendi kendine yapmış olduğu fikir jimnastiği de işteşlik içeren bir eylemdir.
المدحضينMÜDHADIYN: Bu sözcüğün kökü " دحضdhd" fiili olup "kaygan bir mahalden ayağı kaydı" demektir. Konumuz olan "müdhadıyn" sözcüğü bu fiilin İf’al kalıbından gelmiştir ve anlamı "ayağın kaydırılması" demektir. Sözcük atın, devenin ayağının kayması anlamında kullanıldığı gibi, kişinin tezi için ileri sürdüğü delillerin iptal edilmesi, işe yaramaması anlamında da kullanılır. [Lisanü’l-Arab; c: 3, s: 306. "dhd" mad.] Buna göre, konumuz olan sözcüğün anlamı da "ayağı kaydırılmışlardan", "delili iptal edilmiş, tezi çürütülmüş olanlardan" demektir.
Sözcük, konumuz olan ayetten başka şu ayetlerde de kullanılmıştır:
56Ve Biz, elçileri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kişiler de hakkı, bâtılla iptal etmek/ortadan kaldırmak için mücâdele ediyorlar. Ve onlar, âyetlerimizi ve korkutuldukları şeyleri alaya aldılar. [Kehf/56]
5Onlardan önce Nûh toplumu ve onlardan sonraki birtakım karşıt grup yalanladı. Her ümmet, kendi elçilerini yakalamak için girişimde bulundu; onunla hakkı bâtılla iptal etmek için mücâdele ettiler. Ben de onları yakalayıverdim. İşte, azabım nasıl oldu? [Mümin/5]
16Ve kendisine karşılık verildikten sonra Allah hakkında tartışanlar; onların kanıtları Rableri katında iptal edilmiştir. Ve onların üzerinde bir gazap vardır, çetin azap da onlar içindir. [Şura/16]
Artık anlaşılmış olmalı ki, Yunus ne kur’a çekmiş, ne de kur’ada kaybetmiştir. O, kaçış sebeplerinin gerekçelerinin geçerli olmadığını anlamıştır. Ya da birileri ona bunu anlatmıştır.
KAÇMAK- HİCRET
Ayette Yunus’un kaçtığı, hem de sahibinden kaçan bir köle gibi kaçtığı anlatılmaktadır. Bunun açık anlamı "görevden kaçmak"tır. Hicret ise üstlenilen görevi, görevi verenin izni veya emri ile bir başka yerde sürdürmeye gitmektir. Peygamberimiz Mekke’den ayrılırken görevden değil Mekkelilerden kaçıyordu. Amacı üstlendiği görevi başka ortamlarda devam ettirmekti. Bu nedenledir ki, Peygamberimizin hicreti hem emirle olmuş, hem de hicret edenler övgüye mazhar olmuşlardır. Peygamberimizin hicreti ile Yunus peygamberin kaçışı arasındaki temel fark budur.
10Onların söylediklerine/söyleyeceklerine de sabret. Ve güzel bir ayrılışla onlardan ayrıl, [Müzzemmil/10]
218Şüphesiz ki iman eden kimseler, yurtlarından başka yurtlara göçen kimseler ve Allah yolunda gayret gösteren kimseler, Allah'ın rahmetini umarlar. Ve Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. [Bakara/218]
195Bunun üzerine Rableri onlara karşılık verdi: "Şüphesiz Ben, sizden erkek olsun, kadın olsun –ki hepiniz aynısınızdır– çalışanın amelini kaybetmem. O nedenle, göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, Benim yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler; elbette onlardan kötülüklerini örteceğim ve Allah katından bir sevap olarak, onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Ve Allah, sevabın güzeli Kendi katında olandır." [Al-i Imran/195]
145. ayetteki "Sonra Biz, o hasta iken[fikir sancısı çekerken]..." ifadesinden, Yunus peygamberin de İbrahim (as) gibi bir hayli fikir işkencesi, zihinsel çile çektiği anlaşılmaktadır. İfadede geçen "Sekım" sözcüğü surenin 89. ayeti tahlil edilirken incelenmişti.
Yüz kırk altıncı ayette iki sözcük dikkat çekmektedir: "şecereten" ve "yaktıyn" sözcüğü. Daha evvel A’raf/19 da açıkladığımıza göre "Şecere" genellikle "ağaç" anlamıyla kullanılsa da öz anlamı "girift, karmaşık şey" demektir. Ayette geçen "yaktıyn" sözcüğü ise "kabak, salatalık vs. gibi gövdesi zayıf, kısa ömürlü bitki" (Lisan, Tac) demektir.
Kabak, salatalık gibi gövdesi zayıf ot cinsi varlıklara "ağaç" denmesi, akla mantığa ve hakikate aykırıdır. O nedenle burada mecazi bir anlam aranmalıdır.
Kanaatimize göre bu ayet Yunus’un çektiği fikir sancısını tefsir etmektedir. Ayetteki "şecereten" ifadesinin nekre ve sonunda kesret; çokluk ifadesi olan "t" ile geldiği dikkate alındığında Yunus peygamberin zihninde basit, temelsiz; kısa sürede ortadan kalkacak, çözüme kavuşacak bazı sorunların oluştuğu anlaşılmaktadır.
O zaman ayetin meali "Onun aklına basit, geçici, kısa sürede çözüme kavuşacak birtakım problemler sokmuştuk da" şeklinde olacaktır.
142- 145. ayetlerden anlaşılan durum şudur: Yunus (as), Allah’a tevbe edip yakarmış, Allah da onu içinde bulunduğu karanlıklardan, bunalımdan kurtarmıştır. Yunus (as) daha sonra kavmine gitmiş, onları tekrar Allah’a çağırmıştır. Kavmi de bu kez çağrısına kulak vermiş, yüz bini aşkın nüfusuyla Yunus’a iman etmiştir.
147. ayetteki " أوev" edatı genellikle "veya" diye tercüme edilir. "Veya" ifadesi ise, "şekk, ibham, çeşitleme, cem’, detaylandırma, "bel" edatı gibi İdrab anlamında kullanılır. Bu nedenle bazı yerlerde "bazen öyle bazen böyle, birinde böyle diğerinde şöyle" anlamında da kullanılır. [el-İtkan; s. 491, "ev" edatı; el-Bürhan; c. 4, s. 209. "ev" edatı] Bunu Bakara/74, 135, A’raf/4, Necm/9, Sebe’/24’te de görebiliriz: [Bakara/74]*