• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

58Sebe Suresi 10-14




Hatalı Çevrilen Ayetler


58Sebe Suresi 10-14


Hatalı Çeviri:
10. Andolsun, Davud'a tarafımızdan bir üstünlük verdik. «Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tesbih edin» dedik. Ona demiri yumuşattık.

11. Geniş zırhlar imal et, dokumasını ölçülü yap. (Ey Davud hanedanı!) İyi işler yapın. Kuşkusuz ben, yaptıklarınızı görmekteyim, diye (vahyettik).

12. Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü yine bir aylık mesafe olan rüzgârı da Süleyman'a (onun emrine) verdik ve onun için erimiş bakırı kaynağından sel gibi akıttık. Rabbinin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı. Onlardan kim emrimizden sapsa, ona alevli azabı tattırırdık.

13. Onlar Süleyman'a kalelerden, heykellerden, havuzlar kadar (geniş) leğenlerden, sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Davud ailesi! Şükredin. Kullarımdan şükreden azdır!

14. Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.


Doğru Çeviri:
10,11Ve andolsun ki Biz Dâvûd'a tarafımızdan bir fazlalık ve kuşları verdik; “Ey dağlar! Onunla beraber dönün!” Ve o'nun için demiri yumuşattık: Bol bol zırhlar yap ve biçimlemede ölçülendir. –Siz de sâlihi işleyin. Kesinlikle Ben yaptıklarınızı en iyi görenim.–

12Süleymân için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay olan rüzgârı boyun eğdirdik; ve Biz erimiş bakır madenini o'na sel gibi akıttık. Ve eli altında Rabbinin izniyle/ bilgisiyle iş görmekte olan yabancı kişileri boyun eğdirdik. Ve onlardan kim Bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından tattırdık.

13Onlar, Süleymân'a özel karargâhlar, heykeller/ resimler ve havuzlar gibi çanaklar ve sâbit kazanlardan her ne isterse yaparlar. –Ey Dâvûd ailesi! Nimetlerin karşılığını ödemek için çalışın! Ama kullarım içinde, verilen nimetlerin karşılığını ödeyen de çok azdır!–

14Ne zaman ki Biz o'nun ölümünü gerçekleştirdik; o'nun ölümüne, onlara değneğini yiyen yeryüzü canlısından başka hiçbir şey delâlet etmedi. Onun öldüğünü anlamalarına, onlara sadece değneğini yiyen yer canlısı/kurt sebep oldu. Ne zaman ki yüz üstü yere düştü, ortaya çıktı ki: “O yabancılar Süleymân'ın bilmedikleri ölümünü bilmiş olsalardı, o alçaltıcı azap; hasret, gurbet esaret, ağır işler, zincire vurulmuşluk içinde kalmazlardı.”237



10,11Ve andolsun ki Biz Dâvûd'a tarafımızdan bir fazlalık ve kuşları verdik; “Ey dağlar! Onunla beraber dönün!” Ve o'nun için demiri yumuşattık: Bol bol zırhlar yap ve biçimlemede ölçülendir. –Siz de sâlihi işleyin. Kesinlikle Ben yaptıklarınızı en iyi görenim.–


Bu ayetlerde ve bundan sonra gelecek ayet gurubunda Rabbimiz, kendisine şükreden, sahip olduğu nimetlerin karşılığını nimet cinsinden ödeyen iki seçkin kulunu örnek göstermiştir. Bunlar Davud ve Süleyman peygamberlerdir. Hatırlanacağı üzere, Neml/15’te Davud ve Süleyman peygamberler kendilerine verilen ilim için hamd eden, iki iyi kul olarak tanıtılmıştı. Konumuz olan 10 ve 11. ayetlerde yine Davud’a (as) değinilerek ona verilen fazl ve lütuflar bildirilmektedir. Davud’un (as) dağlardan yararlanması, kuşları yararına kullanması ve demiri işlemesi bunlardandır. Davud peygamber hakkındaki detaylar Sad ve Neml surelerinde verilmişti.

Davud, Beytüllahim'de yaşayan Yuda kabilesinden sıradan bir gençti. Filistinlilere karşı açılan bir savaşta, İsrail'in en büyük düşmanı olan Calût'u öldürdü ve birdenbire İsrailoğulları arasında değeri yükseldi. Bu olayla birlikte önemi artmaya başladı, öyle ki Talut [Seul]'un ölümünden sonra ilk önce Hebron'da [bugünkü el-Halil’de] Yuda kralı seçildi, daha sonra da bütün İsrail kabilelerinin kralı oldu. Kudüs'ü aldı ve orayı İsrail krallığının başşehri yaptı. Onun liderliğinde tarihte ilk defa, sınırları Akabe körfezinden Fırat nehrinin batı kıyılarına kadar uzanan, Allah'a ibadet eden bir krallık kurulmuş oldu.

Ayetin sonunda tüm insanlara hitap edilerek "Siz de sâlihi işleyin. Kesinlikle Ben yaptıklarınızı en iyi görenim" denilmiştir. Bu hitapla Allah’ın lutuf ve fazlına mazhar olmak için Davud (as) gibi salihatı işleyen birileri olmak gerektiği mesajı verilmektedir.

Kur’an’a bakıldığında Davud (as)’a şu nimetlerin verildiği görülür:

a- Bilgi (Neml/15).

b- Kuvvet (Sâd/17).

c- Dağların boyun eğdirilmesi (Sebe'/10).

d- Tövbesinin kabulü (Sâd/24-25).

e- Hükümranlık (Sâd/26).

f- Demiri işleme (Sebe’/10).

g- Zebur (Nisa/163).

h- Fasl-ı hıtap (Sâd/20)

ı- Hikmet (Sebe’/20)

Ayetteki "Ve onun için demiri yumuşattık: Bol bol zırhlar yap ve biçimlemede ölçülendir" ifadesinden, saldırı amaçlı değil, sadece savunma amaçlı bir yol tutulması istendiği anlaşılmaktadır. Bu da insan hayatını korumaya yönelik hayırlı bir yoldur. Ayrıca ayette herkesin meslek sahibi olması gerektiğine bir işaret de vardır. Herkes elinin emeğini yemeli, hayatını alın teri ile kazanmalıdır.

Bu, Allah'ın Davud'u (a.s) demiri kullanmada usta kıldığını ve özellikle korunma amacıyla ona zırh yapma sanatını öğrettiğini gösterir. Bu gerçek, arkeolojik ve tarihi araştırmalarla da desteklenmektedir. Çünkü bu araştırmalara göre demir devri M.Ö. 1200 ile 1000 yılları arasında başlamıştır ve bu da Davud'un (a.s) yaşadığı dönemdir. İlk önce Suriye ve Anadolu'da M.Ö. 2000-1200 yılları arasında yaşayan Hititler, demiri eritip şekil vermek için bir metot icat etmişler, fakat bunu diğer insanlardan gizlemişler, bu nedenle de demir yaygın bir kullanıma geçmemiştir. Daha sonra Filistiler bunu keşfetmiş fakat yine bir sır olarak saklamışlardı. Hükümdar Seul'den [Talut] önce İsrailoğulları'nın Hititler ve Filistiler'e defalarca yenilmesinin nedeni, karşısındakilerin savaşlarda demiri kullanmasıydı.

M.Ö. 1020'de Talut, Allah'ın emri ile İsrailoğulları'nın hükümdarı olduğunda (M.Ö. 1004-965) sadece tüm Filistin'i ve Ürdün'ü değil, Suriye'nin bir bölümünü de İsrail krallığına kattı. İşte o zaman Hititlerin ve Filistilerin bu kadar gizledikleri zırh yapımı sırrı açığa çıktı ve demirden günlük ucuz eşyalar bile yapılmaya başlandı. Filistinin güneyinde demir madenleri bakımından zengin bir bölge olan Edom'da yapılan yeni arkeolojik kazılar, demir eritme ve şekil verme işleminde kullanılan ocakları açığa çıkarmıştır. Akabe Körfezi'nde, Elat'ın yakınlarında, Süleyman (a.s) zamanında bir liman olan "Ezion-Geber"de yapılan kazılarda açığa çıkan bir ocağın, bu günkü modern eritme fırınlarında kullanılan ilkelere uygun bir şekilde inşa edildiği sanılmaktadır. O halde Davud'un (a.s) bu keşfinin ilk önce savaş gayesi ile kullanılmış olması doğaldır. Çünkü kısa bir süre öncesine kadar hükümdarlığının çevresinde yaşayan Kenanlılar halkını rahatsız ediyorlardı. Kitab-ı Mukaddes'de Davud'un (a.s) savaşta kullanılmak üzere demiri eritme ve kullanmada usta olduğunu belirtir. (Bkz. Yeşu, 17: 16 Hakimler, 1: 19, 4: 2-4) [Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an]

Konumuz olan pasajda ayet grubunda geçen "Ve onun için demiri yumuşattık" ifadesi, başka anlamlar da içermektedir. Zira ayette yer alan "hadid" sözcüğünün birçok anlamı bulunmaktadır. Bir metal ismi olan "demir", bu anlamlardan sadece birisidir. Sözcüğün devamında "zırh yapımı"ndan söz edildiği için akla ilk olarak sözcüğün "demir" anlamı gelmektedir. Biz, Allah’ın kesin olarak ne murat ettiğini Kendisine havale ederek bu sözcük üzerinde bir tahlil yapmayı uygun görüyoruz.

HADİD: "Hdd" kökünden türemiş "mübalağa ismi fail" kalıbında bir sözcüktür. Sözcüğün gerçek anlamını tespit edebilmek için önce kök anlamının bilinmesi gerekir. Temel lügatlere göre:

"Hadd", "birisi diğerine karışmasın ya da biri ötekine tecavüz etmesin diye iki şey arasındaki ara" demektir.

"Hadd", "herhangi bir şeyin son noktası" demektir.

"Hadd", ""defetmek, savmak, engel olmak" demektir.

"Hadd", "suçluyu edeplendirmek" demektir.

"Hadd", "insana bulaşan öfke, yeğnilik [hiddet]" demektir.

"Hadd", "bir şeyi başka bir şeyden ayırabilme" demektir.

"Hadid", bilinen "demir cevheri" demektir.

"Haddad", "demirci, kapıcı, "hapishane gardiyanı" demektir. [Lisanü’l-Arab, c: 2, s: 353-356; Tacu’l-Arus, c: 4, s: 410-413, "hdd" mad.]

Görüldüğü üzere, sözcüğün birçok anlamı vardır. Demir cevherine "Hadid" denilmesi de onun sertliğinden, bir şeylere engel oluşundandır.

Biz burada sözcüğü "bir şeyi başka bir şeyden ayırma" anlamıyla ele alacağız. Bu durumda sözcüğün ayetteki anlamı "bir şeyi bir diğerinden iyice ayırabilen; keskin görüşlü, ince zekâlı" demek olur. Nitekim daha evvel Kaf suresinde de bu anlamıyla sunulmuştu.

22kesinlikle sen bundan duyarsızlık, bilgisizlik içinde idin. Şimdi senden perdeni kaldırdık. Artık bugün gözün keskindir; Kur’an sayesinde kurmay birisi oldun. [Kaf/22]

Sözcüğün bu anlamı ön plana alındığında, konumuz olan ayetten "Davud’a demirin yumuşatılması" anlamından başka, Davud’a (as) keskin zekâ, en karmaşık şeyleri bile ayırabilme yetisinin verildiği de anlaşılabilir. Hatta diğer anlamlar da itibara alındığı takdirde, Davud’un (as) "karşısındaki tüm sertlikleri yumuşattığı" anlamı dahi çıkarılabilir.

Sözcüğü bu anlamlara taşıdığımızda da, "Bol bol zırhlar yap ve biçimlemede ölçülendir" ifadesi, "bu yetenekler ile kendini koru, kimseden kendine zarar getirtme" anlamında olur.

FASL-I HITÂB: Bilindiği gibi, insanların düşüncelerini ifade etme yetenekleri birbirlerinden farklıdır. Kimilerinin hitabeti iyidir ve bu yetenekleriyle mesajlarını insanlara daha rahat iletirler, çevreyle daha iyi iletişim kurarlar. Kimilerinin de hitabetleri zayıftır; ne dedikleri anlaşılmaz, konuşmaları muhataplarını sıkar. Bunlar mesajlarını gereği kadar iyi iletemezler ve çevreleriyle sağlıklı iletişim kuramazlar.

Âyetteki فصل الحطاب [fasl-ı hıtâb] ifadesinden anlaşılmaktadır ki, Dâvûd peygamber çok fasih ve beliğ konuşan, hükümlerini açık bir şekilde dile getiren ve muhataplarına ne demek istediğini gâyet net olarak anlatan bir kişidir. Bu deyim ayrıca hükümlerdeki tereddütsüzlüğü; kesin kararlılığı ve kararlardaki isabeti de ifade etmektedir.



12Süleymân için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay olan rüzgârı boyun eğdirdik; ve Biz erimiş bakır madenini o'na sel gibi akıttık. Ve eli altında Rabbinin izniyle/ bilgisiyle iş görmekte olan yabancı kişileri boyun eğdirdik. Ve onlardan kim Bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından tattırdık.

13Onlar, Süleymân'a özel karargâhlar, heykeller/ resimler ve havuzlar gibi çanaklar ve sâbit kazanlardan her ne isterse yaparlar. –Ey Dâvûd ailesi! Nimetlerin karşılığını ödemek için çalışın! Ama kullarım içinde, verilen nimetlerin karşılığını ödeyen de çok azdır!–



Bu ayetlerde, "şükreden" kullara örnek olarak gösterilen Süleyman peygamber ve ona verilen nimet ve lütuflar konu edilmektedir. Ayetlerden anlaşıldığına göre, Süleyman peygambere verilen nimetler arasında yelkenli gemilerde ve yel değirmenlerini çalıştırmakta rüzgârdan yararlanmak, bakırı eritip döküm yaparak muhtelif araç gereç yapmak, uzak yerlere çabucak gidip gelmek; yabancı, hünerli işçilerden zanaatçılıkta, ustalıkta, istihkâm işlerinde ve mimarlıkta yararlanmak gibi işler ve hünerler vardır.

Bir önceki pasajda, babası Davut peygamberin demiri işlediği ve ondan yararlandığı dile getirilmişti. Bu pasajda ise oğlu Süleyman peygamberin bakırdan yararlandığı konu edilmektedir. Bu iki peygamber-hükümdarın demir ve bakır gibi metalleri işleme yeteneğiyle donatılmış olması, onlara verilen iktidar nimetinin büyüklüğünü göstermektedir.

Ayetteki "Biz erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık" sözünün Süleyman peygamberin yaşadığı bölgede bakır madeni olmadığını; bu madeni gemilerle uzaklardan, özellikle de Kıbrıs’tan getirttiğini ifade ediyor olması mümkündür. Zaten "Kıbrıs" sözcüğü de "bakır" anlamındadır.

12. ayetin sonunda "Ve onlardan kim Bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından tattırdık" ifadesi, 14. ayetin sonundan da anlaşılacağı üzere Süleyman peygamberin onlar üzerinde mutlak hükümranlığını, yabancıların onun için kerhen çalıştıklarını ifade etmektedir.

SÜLEYMAN PEYGAMBERİN CİNLERİ

Bu pasajda konu edilen cinler halk kültüründeki cinler değildir. Daha evvel Sâd Suresinin tahlilinde "Süleyman Peygamberin Emrindeki Şeytanlar/Cinler" başlığı altında da açıkladığımız gibi, sözü edilen cin taifesi Süleyman peygamberin babası Davut peygamberin hünerli zanaatkâr adamları ve onlara ustabaşlık yapan Sur kralının gönderdiği Huram baba ve emrindeki hünerli kişilerdir.

Süleymân peygamberle ilgili bu âyetlerdeki gerçek ve ibret verici bilgiler bazı kimseler tarafından yine saptırılmış ve birçok asılsız, gerçek dışı hikâye ortaya çıkmıştır. Süleymân peygamberin emrindeki şeytânlar konusunda düzülen efsanelerin tümü, şeytân anlayışının, Kur’ân'daki tanımı dışında, halk kültürüne yerleşmiş hayalî yaratıklar olarak kabulüne dayanmaktadır. Oysa Kur’ân'daki şeytân ile halk kültüründeki "şeytân" arasında hiçbir alâka bulunmamaktadır.
Tekvîr ve Nâs sûrelerinin tahlili yapılırken "şeytân" konusuna da değinilmiş ve okuyucu bir miktar bilgilendirilmişti. Orada yapılan açıklamalarda şeytanın sözlük anlamının kısaca, "hakktan uzak olan" demek olduğu; bir kavram olarak şeytân'ın ise "hakka ve akla aykırı hareket eden her türlü kişi, güç ve kurumun ortak ve karakteristik adı" olduğu belirtilmişti. Süleyman peygamber kıssasında sözü edilen şeytanlar da bu tip şeytanlardır. Yani, Süleyman peygamber hakkında sürekli gerçek dışı sözler söyleyip iftiralar yayan ve o'nun aleyhinde plânlar kuran kişilerdir.

Süleyman peygamber, Ya‘kûb peygamberin soyundan gelen bir Benî İsrâîl peygamberidir. Bu nedenle hem Müslümanların hem de Ehl-i Kitab'ın [Yahudi ve Hıristiyanların] inandığı ve değer verdiği bir kişidir. Eldeki Tevrât'ın muharref olması sebebiyle dinî bir kaynak olarak dikkate alınması mümkün değilse de, tarihî bir kaynak olarak ele alınmasında hiçbir sakınca yoktur. Çünkü yazılı dinî metinler de tarihin temel kaynakları arasındadır. Dolayısıyla bu konunun eldeki Kitab-ı Mukaddes'ten de incelenmesinde yarar vardır.

Kitab-ı Mukaddes, Süleyman peygamberin hizmetinde olan kişilerin, babası Dâvûd peygamberin hünerli zanaatkâr adamları ile onlara ustabaşlık yapan Sur kralının gönderdiği Huram Baba ve emrindeki hünerli kişiler, zanaatkârlar olduğunu kaydetmektedir. Süleymân peygamberin emrindeki şeytân nitelikli cinlerin hünerli zanaatkârlar olduğunu bildiren Kur’ân âyetleri ile, bir tarihî kaynak olarak değerlendirdiğimiz Tevrât'ın bilgileri bu konuda aynıdır. Zaten Kur’ân'ın bu âyetlerini duyan Ehl-i Kitap da bu anlatıma itiraz etmemiştir. Bütün bunlar, Süleyman’a (as) hizmet eden cinleri halk kültüründeki hayalî cinler olarak açıklayanların hiçbir kaynak ve dayanaklarının olmadığını göstermektedir.

Süleyman peygamber hakkında yalan ve iftira kampanyaları düzenleyen, o'ndan kurtulmak ve iktidarını devirmek için ellerinden gelen her şeyi yapan şeytan nitelikli cinler, bu hünerli ama zoraki çalışan zanaatkârlardır. Süleyman peygamber, bu durumun bilincinde olarak onlardan zoraki de olsa yararlanmayı sonuna kadar sürdürmüştür.



14Ne zaman ki Biz o'nun ölümünü gerçekleştirdik; o'nun ölümüne, onlara değneğini yiyen yeryüzü canlısından başka hiçbir şey delâlet etmedi. Onun öldüğünü anlamalarına, onlara sadece değneğini yiyen yer canlısı/kurt sebep oldu. Ne zaman ki yüz üstü yere düştü, ortaya çıktı ki: “O yabancılar Süleymân'ın bilmedikleri ölümünü bilmiş olsalardı, o alçaltıcı azap; hasret, gurbet esaret, ağır işler, zincire vurulmuşluk içinde kalmazlardı.”237


Bu ayetin yanlış anlaşılması İslam toplumunda birçok hurafenin oluşmasına neden olmuştur. Hâlbuki ayetin doğru anlaşılabilmesi Kur’ân metotları çerçevesinde mümkündür. İsrailiyat kültürü ve hurafelerin baskısı, ayetin gerçek manasına ulaşmayı engellemektedir. Âyetin doğru anlaşılması için Sebe’/10’dan itibaren Dâvud (as) ve oğlu Süleyman (as)’ı konu alan âyetlerden oluşan paragraf bütün olarak ele alınmalı ve aynı konuların biraz daha ayrıntılı olarak ortaya konduğu Enbiya/78-82, Sâd/30-40 ve Bakara/102 ile bir bütünlük içerisinde değerlendirilmelidir.

Şimdi konuyu ve ayeti anlamaya çalışalım:

10,11Ve andolsun ki Biz Dâvûd'a tarafımızdan bir fazlalık ve kuşları verdik; "Ey dağlar! Onunla beraber dönün!" Ve o'nun için demiri yumuşattık: Bol bol zırhlar yap ve biçimlemede ölçülendir. –Siz de sâlihi işleyin. Kesinlikle Ben yaptıklarınızı en iyi görenim.–

12Süleymân için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay olan rüzgârı boyun eğdirdik; ve Biz erimiş bakır madenini o'na sel gibi akıttık. Ve eli altında Rabbinin izniyle/bilgisiyle iş görmekte olan yabancı kişileri boyun eğdirdik. Ve onlardan kim Bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından tattırdık.

13Onlar, Süleymân'a özel karargâhlar, heykeller/resimler ve havuzlar gibi çanaklar ve sâbit kazanlardan her ne isterse yaparlar. –Ey Dâvûd ailesi! Nimetlerin karşılığını ödemek için çalışın! Ama kullarım içinde, verilen nimetlerin karşılığını ödeyen de çok azdır!–

14Ne zaman ki Biz o'nun ölümünü gerçekleştirdik; o'nun ölümüne, onlara değneğini yiyen yeryüzü canlısından başka hiçbir şey delâlet etmedi. Onun öldüğünü anlamalarına, onlara sadece değneğini yiyen yer canlısı/kurt sebep oldu. Ne zaman ki yüz üstü yere düştü, ortaya çıktı ki: "O yabancılar Süleymân'ın bilmedikleri ölümünü bilmiş olsalardı, o alçaltıcı azap; hasret, gurbet, esaret, ağır işler, zincire vurulmuşluk içinde kalmazlardı." [Sebe/10-14]


78Dâvûd ve Süleymân'ı da; hani onlar, toplumun koyunlarının, içinde geceleyin yayıldığı ekin hakkında hüküm veriyorlardı. Biz de, toplumun yasalarının ne olduğunu biliyorduk.

79Sonra da Biz, onu Süleymân'a hemen iyice kavrattık. Ve hepsine yasa ve bilgi verdik. Dâvûd'la beraber Allah'ı noksan sıfatlardan arındırsınlar diye, dağları ve kuşları buyruk altına aldık/onları insanların yararlanacağı ölçüler içinde yarattık. Ve Biz yapanlarız.

80Ve Biz, sizin kötülüğünüzden sizi korumak için, sizin için zırh yapımını o'na öğrettik. Artık siz kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödeyenler misiniz?

81Ve Süleymân'a, içinde bolluklar oluşturduğumuz toprağa doğru o'nun emriyle akıp giden kasırga hâlindeki rüzgârı boyun eğdirdik. Ve Biz her şeyi bilenleriz.

82Ve şeytanlardan, kendisi için dalgıçlık eden ve bundan daha düşük iş yapan şeytanları da boyun eğdirdik. Ve Biz onlar için koruyucular idik [Enbiya/78-82]

30Dâvûd'a Süleymân'ı da bahşettik. O ne güzel kuldu! Şüphesiz O, Rabbine çokça dönendi.

31Hani kendisine akşamüstü iyi cins ve rahvan atlar sunulmuştu; "32Ben, mal, servet, çıkar sevgisini, Rabbimin anılmasından dolayı sevdim." –Sonunda onlar perdenin arkasına girdiler.– "33Geri getirin onları bana!" dedi. Hemen onların bacaklarını, boyunlarını sıvazlamaya başladı.

34,35Andolsun ki Biz Süleymân'ı da çeşitli badirelerden, sıkıntılardan geçirerek saflaştırmıştık/olgunlaştırmıştık. Ve tahtının üzerine bir ceset bırakmıştık. Sonra o, döndü; "Ey Rabbim! Beni koru/bana maddî ve manevî pislik bulaştırma ve bana, benden sonra hiç kimseye yaraşmayan bir mülk hibe et/bağışla! Şüphesiz ki Sen, bol bol hibe edensin/bağışlayansın" dedi.

36-38Bunun üzerine Biz de, o'nun emriyle istediği yere yumuşacık akıp giden rüzgârı, şeytânları; tüm dalgıç ve yapı ustalarını ve zincirlere bağlanmış olan diğerlerini o'nun emrine verdik.

-39İşte bu, Bizim hesaba gelmez ihsanımızdır. Artık sen dilersen başkalarına ver veya vermeyip tut.-

40Şüphesiz ki o'nun için yanımızda bir yakınlık ve güzel bir dönüş yeri vardır. [Sâd/30- 40]

102Ve kendilerine Kitap verilenler, Süleymân mülküne dair şeytânların okuyup durdukları şeylere uydular. Hâlbuki küfretmemişti; Süleymân Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmemişti, ama o şeytanlar küfretmişti; bilerek reddetmişlerdi; insanlara sihri ve Bâbil'de iki peygambere/iki krala; Hârût ve Mârût'a indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki Hârût ve Mârût, "Biz saflaşmanız için bir ateşten malzemeyiz, sakın küfretme; gerçeği bilerek reddetme!" demedikçe hiç kimseye hiçbir şey öğretmezlerdi. Sonra herkes, o ikisinden erkekle eşinin arasını açan şeyleri öğreniyorlardı. –Ne var ki onlar onunla Allah'ın bilgisi olmadan hiç kimseye zarar veremezler.– Herkes, kendilerine zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı. Andolsun ki onu satın alanın âhirette hiçbir nasibi olmayacağını da kesinlikle biliyorlardı. Ve o, benliklerini karşılığında sattıkları o şey, ne çirkin bir şeydi! Keşke biliyor olsalardı! [Bakara/102]

Bu ayetlerden öğrendiğimize göre, Süleyman peygamberin emrinde yapı inşa eden, dalgıçlık eden, heykeller ve mihraplar yapan, demir ve bakır madenlerini işleyen işçiler/zincire vurulmuş köleler vardır. Cinler/şeytanlar olarak ifade edilen bu işçiler/köleler bu işleri metazori yapmaktadırlar. Ellerinde olsa yapmayı istemeyecekleri bu işler onlara bir azap gibi gelmektedir. Bu nedenle Süleyman peygamber ile sürekli çatışma halindedirler. Elinden kurtulabilseler baş kaldıracakları halde, güçleri yetmediği için korkularından takıyye yapmaktadırlar. Elebaşları Mısır’a kaçmıştır. Bu konu ile ilgili ayrıntılar, tarih bilgisi olarak Kitabı Mukaddes’in III. Krallar, II. Tarihler bölümlerinden bakılabilir.

Bu konuyla ilgili tarih kitaplarından da yararlanılmalıdır. Çünkü bu ayet tarihi olayların tamamını değil, İsrailoğulları tarafından yanlış bilinen bazı noktaların hakikatini bildirmektedir. Konu, tarihi belge niteliği taşıyan Ahdi Atik kitabından da [dinî olarak değil, tarihî olarak] incelenmelidir. Orada ll. Krallar ve 1. Tarihler bölümünde yeterince bilgi verilmektedir. Dâvûd’a (as) Allah ilim ve hikmet vermiştir. Davûd (as), demiri işlemeyi, dağları delmeyi, dağları aşmayı, zırh yapmayı öğrenmiştir. Bu ayetler tarihî bilgilerle birlikte ele alınmalıdır ki, iyi anlaşılabilsin.

Meselenin tarihsel yönü ise şöyledir:

Süleyman (as) İsrail oğullarının dışındaki Hittîler, Amorîler, Perizzîler, Hivîler, Yebusîler gibi kavimlerden angaryacı köleler edindiği, dışarıdan hünerli işçiler getirtip çalıştırdığı, bu yabancı işçilerin Süleyman’ın ölümünden sonra oğlundan babasının vurduğu ağır boyunduruktan kendilerini kurtarmasını talep ettiği belirtilmektedir.

Bunlardan kesin olarak anlaşılan şudur: Süleyman’a (as) hizmet eden cinler ve şeytanlar, onun kendi hükümdarlığına hizmet etmeye zorladığı bir takım yabancılardır. Bu konuyu cinn, melek ve şeytan kavramını ele aldığımız çalışmalarımızda detaylı olarak açıklamıştık.

Konumuz olan ayette bir de "Dâbbetülarz" tamlaması geçmektedir. "Dâbbetülarz"ın kıyamet alameti, kıyamet habercisi olduğu spekülasyonuna karşı, Neml/82’yi tahlil ederken "Dabbeh" adıyla özel bir başlık altında bu kavramı incelemiş ve Sebe’/14’te geçen "Dâbbetülarz" kavramının orada sunduğumuz ayetlerdekinden ayrı olduğunu, onlarla ilgisinin olmadığını, bu ayettekiyle ilgili ayrı bir çalışma yapılması gerektiği üzerinde durmuştuk.

Burada da oradaki "Dâbbeh" kavramı üzerinde durmayıp konumuz olan Sebe’/14’te tamlama halinde bulunan "dâbbetü’l-arz" ifadesi üzerinde duracağız ve âyeti kelime kelime analiz edeceğiz:

"DÂBBETÜLARZ" NEDİR?

Yerli ve yabancı meal ve tefsirlerde bu ifadeye şu anlamların verildiği görülmektedir:

* "... asasını yemekte olan bir ağaç kurdu ..."

* "... değneğini yiyen bir ağaç kurdu ..."

* "... bir güve böceği yere dayandığı asasını yiyordu."

* "... ağaç kurdu ..."

* "... değneğini yiyen bir yer yaratığı ..."

* "... değneğini kemiren bir yer yaratığı ..."

* "... kemirgen beyaz karınca [termit] ..."

Dil/Edebiyat uzmanları, dünyadaki tüm dillerde sanatsal/müteşabih anlatımlar bulunduğunu dile getirmektedir. O nedenle bir ibarede sözcüklerin hakikat anlamlarının kabul edilmesine bir mania /engel olduğu zaman o sözcüklerin sanatsal anlamları, yani metafor, mecaz, kinaye gibi ikincil anlamları dikkate alınır. Bu ayette de böyle olmalıdır.

Bu sanatsal anlatım doğrultusunda, Süleyman peygamberin asası onun hükümdarlığını; asayı yiyen kurt ise Süleyman peygamberin hükümdarlığını [ülkesini] parçalayan dirayetsiz, basiretsiz oğlu [halefi] Rehoboam’ı simgeler.

Tarihi kayıtlara göre, Süleyman’ın oğlu Rehoboam zevk ve sefaya dalıp bilgili ve tecrübeli danışmanlarını dinlememiş, kendisi gibi eğlence düşkünü arkadaşlarına uymuştu. İşte, Süleyman’ın (as) saltanatı, mülkü, devleti bu yüzden yıkılmıştı. Nitekim Süleyman’ın (as) mülkünden sonra da nice padişahlıklar, krallıklar, çarlıklar, şahlıklar rüşvet, işret ve lüks yaşam yüzünden yıkılıp gitmişlerdir.

Anadolu’da bu tür olaylar "kurt uylamış" deyimiyle ifade edilmektedir. Bu deyimle çok büyük bir ağacın [ülkenin] sonunun yaklaştığı anlatılmak istenir. Küçük şeyler büyük sonuçları meydana getirir.

İngilizlerde de şöyle bir deyim vardır:

Mıh düştü nal düştü,

Nal düştü at düştü,

At düştü süvari düştü,

Süvari düştü ordu düştü,

Ordu düştü kral [ülke]düştü.

Bu ifade kısaltılırsa "Küçük bir çivi ülkeyi yok etti" denebilir.

Ayetteki anlatımın mecaz olduğunu daha iyi anlayabilmek için mevcut meallerdeki anlamlar esas alınarak şu sorular sorulabilir:

* Süleyman peygamber, söylentilerde olduğu gibi, namaz kılarken ölmüş olabilir mi?

* Namazda nasıl oluyor da değneğe dayanıyor?

* Süleyman peygamber hükümdar mı, yoksa işçilerin çalışıp çalışmadığını denetlemekle görevli bir eleman mıdır? Koskoca bir hükümdarın başka işi gücü yok mudur ki işçilerin başında beklemektedir?

* Bir böcek bir değneği ne kadar sürede kemirebilir? Bu süre içersinde bir insanın yeme, içme, uyuma ve diğer zaruri ihtiyaçlarını gidermesi nasıl mümkün olabilir?

* Ölmüş bir adamın günlerce kokmadan beklemesi mümkün müdür? Hele hele Ortadoğu’nun sıcak ikliminde buna imkân var mıdır?

* İşçilerin başında bekleyen bir maket olabilir mi?

Görüldüğü gibi, ayet zahir anlamıyla değerlendirildiğinde ister istemez akla bu tür sorular gelmektedir.

Bütün bu soruların bizi götürüp bırakacağı yer, "Yoksa ayette müteşabih bir ifade, mecaz ve kinayeli bir anlatım mı var?" sorusudur.

Şimdi ayetin bizce hazırlanan mealine bakalım:

14Ne zaman ki Biz o'nun ölümünü gerçekleştirdik; o'nun ölümüne, onlara değneğini yiyen yeryüzü canlısından başka hiçbir şey delâlet etmedi. Onun öldüğünü anlamalarına, onlara sadece değneğini yiyen yer canlısı/kurt sebep oldu. Ne zaman ki yüz üstü yere düştü, ortaya çıktı ki: "O yabancılar Süleymân'ın bilmedikleri ölümünü bilmiş olsalardı, o alçaltıcı azap; hasret, gurbet, esaret, ağır işler, zincire vurulmuşluk içinde kalmazlardı."

Ayette geçen şu kavramlara özellikle dikkat edilmelidir:

KAZA: Bu terimin doğru anlaşılması çok önemlidir. Kaza, kaderin gerçekleşmesidir. Kader ise yaratılan varlıkların hiçbir dahl ve tesiri, istek ve tercihi olmadan Allah’ın tüm yarattıkları için kararlaştırdığı şeylerdir. Mesela insanlar için doğumları, ölümleri, ırkları, cinsiyetleri, renkleri, ömürleri kader iken, Ay ve Güneş için yörüngeleri; elementler için de yapı ve özellikleri kaderdir. İnsanların kendi akıl, fikir ve iradeleriyle yapmış oldukları iyi-kötü, güzel-çirkin iş ve davranışlar onların kaderi değil, amel ve tercihleridir.

Bu anlamda "kader"in yani "kararlaştırılmış hükm"ün infazına, gerçekleştirilmesine "kaza" denir. Konumuz olan ayette ifade edilen kaza ise "Süleyman için kararlaştırılmış olan ölümün gerçekleşmesi"dir.

GAYB: Ayetteki bu sözcüğün başında " الel" takısı bulunmaktadır. Bu takı âyetin siyak ve sibakının delaletiyle istiğrak için olmayıp özelleştirme içindir. Yani cinlerin bilmediği gayb genel olarak tüm gayb değil, sadece "Süleyman’ın ölmüşlüğü"dür. Yani "... onun öldüğünü bilselerdi ..." demektir. Zaten genel gaybı kimsenin bilemeyeceği bilinmektedir. Bu nedenle, bu âyet halk kültüründeki cinlerin genel olarak gaybı bilip bilmediği konusunda ele alınmamalıdır.

Ayette dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da, Süleyman (as)’ın öldüğünün "Dabbetülarz" tarafından cümle âleme değil, sadece cinlere [emrinde çalışan yabancı işçilere/kölelere] bildirilmiş olduğudur. Buradan, onların dışında zaten herkesin Süleyman (as)’ın öldüğünü bildiği anlaşılmaktadır.

Demek oluyor ki, Süleyman (as)’ın öldüğünü öğrenen cinler buna sevinmişler, bayram edip bu ölümü kutlamışlardır. Eğer Süleyman (as)’ın öldüğünü daha evvel öğrenmiş olsalardı, çalışmalarını bırakıp isyan ederler, böylece kendilerini kölelikten, angaryacılıktan kurtarırlardı. Nitekim öğrendiklerinde de öyle olmuştur.

Ayette verilen temel mesaj ise şudur:

"Süleyman gibi güçlü bir iktidara sahip olanlar da ölecekler, onların da mülkleri sona erecektir. O iktidar, o haşmet ve o debdebe gelip geçecektir."

Süleyman'ın değneğini iktidara benzetirsek, "Bir kurt bile onu kemirip çökertebilecektir." Küçük zannedilip üzerine gidilmeyen siyasî ve sosyal olaylar toplumu yer, kemirir ve sonra da koca iktidar yıkılıverir.

Bu konuyla ilgili nakiller şöyledir:

İbn Cerîr Taberî der ki: Bize Ahmed İbn Mansûr... İbn Abbâs'tan nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Allah’ın nebîsi Süleyman (a.s.) namaz kıldığında gözünün önünde yeşermiş bir ağaç görürdü ve ona ‘senin adın ne?’ derdi. O da ‘şudur’ derdi. ‘Niçin yaratıldın?’ diye sorup da ondan ‘fidan olarak...’ diye cevap alırsa fidan olarak diktirir, eğer ‘tedavi için...’ diye cevap alırsa koparttırırdı. Bir gün namaz kılarken önünde yine bir ağaç gördü. Ona ‘senin adın ne?’ dedi. O ‘harrâb [bir nevi keçi boynuzu]...’ dedi. ‘Sen ne içinsin?’ deyince, o ‘şu evin tahribi için...’ dedi. Süleyman (a.s.) bunun üzerine dedi ki: ‘Allah'ım, cinlere benim ölümü gösterme ki, insanlar cinlerin gaybı bilmediklerini öğrensinler. Kendisine bir değnek yonttu ve üzerine dayandı. Bir yıl onun üzerinde durdu. Cinler işini yapmaya devam ediyorlardı. Bir kurt değneği yedi ve bunun üzerine ölümü açığa çıktı. Yine insanlar öğrendiler ki, eğer cinler gaybı bilmiş olsalardı, bir yıl boyu ağır zahmete dayanmazlardı. Saîd İbn Cübeyr der ki: İbn Abbâs bu âyeti şöyle okurdu ve mânâ verirdi: Yere düşünce ortaya çıktı ki; eğer onlar gaybı bilir olsalardı (bir yıl boyunca) horlayıcı azap içinde kalmazlardı. İbn Abbâs der ki: Cinler kurda teşekkür ettiler, ona su getirirlerdi. İbn Ebu Hatim de bu haberi İbrahim İbn Tahmân kanalıyla İbn Abbâs'tan nakleder ki, bunun ref'inde hem garîblik, hem de münkerlik vardır. Ancak mevkuf bir haber olması gerçeğe daha yakındır. Atâ İbn Ebu Müslim el-Horasânî'nin pek çok garîb rivayetleri olduğu gibi, bazı hadîsleri de münkerdir.

Süddî, Ebu Mâlik ve Ebu Salih kanalıyla Abdullah İbn Abbâs'tan, Mürve el-Hemedanî kanalıyla da Abdullah İbn Mes'ûd'dan ve peygamberin ashabından bir topluluktan nakleder ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş: Süleyman (a.s.) bir yıl, iki yıl, bir ay, iki ay Beyt el-Makdîs'e çekilirdi. Bundan daha çok veya daha az çekildiği de olurdu. Yiyeceğini ve içeceğini mabede getirirdi. Vefat ettiğinde yiyeceğini mabede götürmüştü. Bunun başlangıcı şöyle olmuştu: Her gün sabah olunca mukaddes evde bir ağaç yetişirdi. Süleyman peygamber gelir ve ağaca ‘senin adın nedir?’ diye sorardı. Ağaç da ‘adım şu ve şudur’ derdi. Eğer dikilecek bir fidansa fidanlığını, eğer deva için bir otsa hangi derdin devası olduğunu söylerdi. Bu durum böylece devam edip gitti. Nihayet harrûbe denilen bir ağaç bitti. Süleyman peygamber ona ‘senin adın nedir?’ dedi. Ağaç ‘benim adım harrûbedir’ dedi. Süleyman peygamber ‘ne için bittin?’ deyince, o ‘bu mabedi yıkmak için bittim’ dedi. Süleyman peygamber ‘ben diri iken -Allah dilemedikçe- onu kimse yıkamaz’ dedi. ‘Öyleyse benim helak oluşum ve mukaddes evin harap oluşu senin yüzünden olacaktır’ diyerek onu çekip bir duvarın içine dikti. Sonra mihraba girdi, namaz kılmaya başladı, asasına dayanmıştı. O sırada vefat etti. Şeytanlar onun vefat ettiğini bilmiyorlardı. Onlar Süleyman peygamberin çıkıp da kendilerini cezalandırmasından korkarak ve asasına dayanmış vaziyette olduğu için diri sanıp çalışıyorlardı. Şeytanlar mihrabın etrafında toplanırlardı. Mihrabın önünde ve yanında ayrı delikler vardı. Süleyman (a.s.) atmak istediği şeytana ‘sen surdan girip öbür taraftan çıkacak güçte misin?’ derdi. Şeytan da oradan girip öbür taraftan çıkmak için giderdi. Şeytan oradan girip geçerken mihrap da Süleyman (a.s.)'a bakacak olursa mutlaka yanardı. Bir seferinde şeytan oradan geçti ve Süleyman (a.s.)'ın sesini duymadı. Sonra döndü yine duymadı. Tekrar döndü evin içine girdi ve yanmadı. Baktı ki, Süleyman (a.s.) düşüp ölmüş. Çıkıp halka onun öldüğünü haber verdi. Onlar da Süleyman (a.s.)'ın mihrabını açıp oradan kendisini çıkardılar. Habeş dilinde " منسات minsete" âsâ demektir. Asasını kurdun yediğini gördüler. Ne zaman öldüğünü de bilemediler. Sonra o kurdu âsânın üzerine koydular, bir gün ve gecede asadan bir miktar yedi. Buna göre hesap ettiler ve baktılar ki, o, bir yıl önce ölmüş. Onlar bir yıl boyunca Süleyman (a.s.)'ın ölümünden sonra da işlerine devam etmişlerdi. İşte, böylece cinlerin gaybı bildiklerine dâir sözlerinin yalan olduğunu insanlar anladılar. Şayet onlar gaybı bilir olsalardı, Süleyman peygamberin ölümünü de bilirlerdi ve bir yıl boyunca onun için çalışıp yorulmazlardı. İşte Allah Azze ve Celle'nin "Onun ölümüne hükmettiğimiz zaman; ölümünü onlara ancak değneğini yiyen canlı farkettirdi. Yere düşünce ortaya çıktı ki; eğer onlar gaybı bilselerdi, horlayıcı azap içinde kalmazlardı" kavlinin mânâsı budur. Allah Teâlâ insanlara onların durumunu açıklayarak yalan söylediklerini beyan ediyor. Sonra şeytanlar kurda dediler ki: ‘Eğer sen yemek yiyeceksen, sana en güzel yemekleri getiririz. Eğer sen şarap içeceksen en güzel içecekleri sana sunarız. Ancak biz sana su ve çamur taşırız. Râvî der ki: Nihayet onlar o kurda su ve çamur taşıdılar. Görmez misiniz, ağacın kovuğunda bulunan çamuru? Şeytanlar sırf ona teşekkür için bu çamuru taşımaktadırlar. Bu haber -Allah bilir ya- ancak Ehl-i Kitâb bilginlerinin söyledikleri sözlerden [İsrâilîyyât] ibarettir. Bu türden sözler üzerinde dikkatle durulmalıdır. Hakikate uygun olanları doğrulanır. Hakikate aykırı olanlar da yalanlanır. Geriye kalanlar ise ne doğru kabul edilir, ne de yalan sayılır. İbn Vehb... Abdurrahmân İbn Zeyd İbn Eslem'den nakleder ki; o, "Ölümünü onlara ancak değneğini yiyen canlı fark ettirdi" kavli hakkında şöyle demiş: ‘Süleyman (a.s.) ölüm meleğine ‘benim canımı almakla emrolunduğun zaman, bunu bana bildir!’ dedi. Ölüm meleği ona gelip dedi ki: ‘Ey Süleyman! Senin canını almakla emrolun-dum. Senin yirmi dört saatten az bir zamanın kaldı. Süleyman (a.s.), şeytanları çağırıp kendisi için camdan bir köşk yaptırdı ve köşke kapı yapmadı. Ayağa kalktı, asasına dayanıp namaz kılmaya başladı. Râvî der ki: Ölüm meleği onun yanına girdi ve o asasına dayanmış halde iken ruhunu aldı. Süleyman peygamber ölüm meleğinden korktuğu için böyle yapmış değildi. Cinler onun önünde çalışıyor ve onun diri olduğunu zannederek kendisine bakıp işlerine devam ediyorlardı. Allah Teâlâ ağaç kurdunu göndererek asanın içine girdirdi ve kurt âsâyı yedi. Asanın içini yiyip bitirince, değnek dayanamaz oldu ve Süleyman düştü. Cinler bunu görünce kalkıp etrafına koşuştular. İşte, yukarıdaki ayetin kastettiği anlam budur. Asbağ İbn Ferec der ki: Başkasının bana anlattığına göre, ağaç kurdu bir yıl boyunca ağacın içinden yiyordu ve o düşmemişti. Seleften başkası da böylece zikretmiştir. Allah en doğrusunu bilendir. [İbn Kesir]*




237 Bu âyetlerde, şükreden kullara örnek olarak gösterilen Süleymân (a.s) ve o'na verilen nimetler konu edilmektedir. Âyetlerden anlaşıldığına göre, Süleymân'a verilen nimetler arasında, yelkenli gemilerde ve yel değirmenlerini çalıştırmakta rüzgârdan yararlanmak, erittiği bakırdan araç-gereçler yapmak, uzak yerlere çabucak gidip gelmek, yabancı-hünerli işçilerden zanaat, ustalık, istihkâm ve mimarlık hususunda yararlanmak gibi işler vardır.

Bir önceki pasajda, babası Dâvûd'un (a.s) demiri işlediği; bu pasajda ise oğlu Süleymân'ın bakırdan yararlandığı zikredilmektedir. Bu iki peygamber-hükümdarın demir ve bakır gibi metalleri işleme yeteneğiyle donatılmış olması, onlara verilen iktidar nimetinin büyüklüğünü göstermektedir.

Âyetteki, Biz erimiş bakır madenini o'na sel gibi akıttık sözünün, Süleymân'ın yaşadığı bölgede bakır madeni olmadığını; bu madeni gemilerle uzaklardan, özellikle de Kıbrıs'tan getirttiğini ifade ediyor olması mümkündür. Zaten Kıbrıs sözcüğü de bakır anlamından gelmektedir.

12. âyetin sonunda, Ve onlardan kim Bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından tattırdık ifadesi, –14. âyetin sonundan da anlaşılacağı üzere– Süleymân'ın onlar üzerindeki mutlak hükümranlığını, yabancıların o'nun için kerhen çalıştıklarını ifade etmektedir. Süleymân'ın cinleri hakkında 171 nolu notta kısa bilgi verilmiştir.

Süleymân (a.s) hakkında yalan ve iftira kampanyaları düzenleyen, iktidarını devirip o'ndan kurtulmak için ellerinden geleni yapan şeytân nitelikli cinler, hünerli ama zoraki çalışan zanaatkârlardır. Süleymân, bu durumun bilincinde olarak onlardan zoraki de olsa yararlanmayı sonuna kadar sürdürmüştür.





*İşte Kuran, Sebe Suresi





Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim