• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

61Fussilet Suresi 2-8




Hatalı Çevrilen Ayetler


61Fussilet Suresi 2-8


Hatalı Çeviri:
2. (Kur'an) rahmân ve rahîm olan Allah katından indirilmiştir.
3. (Bu,) bilen bir kavim için, âyetleri Arapça okunarak açıklanmış bir kitaptır.

4. Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler.

5. Ve dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız!

6. De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilâhınızın bir tek İlâh olduğu vahy olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!

7. Onlar zekâtı vermezler; ahireti inkâr edenler de onlardır.

8. Şüphesiz iman edip iyi iş yapanlar için tükenmeyen bir mükâfat vardır.



Doğru Çeviri:
2-4Arapça bir Kur’ân, müjdeleyici ve uyarıcı olarak, bilen bir toplum için âyetleri ayrıntılı olarak açıklanmış/ bölüm bölüm ayrılmış, yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden, engin merhamet sahibi Allah'tan indirilmiş bir kitap! Buna rağmen onların çoğu mesafeli durmuşlardır. Artık onlar kulak vermezler.

5Ve onlar: “Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı kalplerimiz bir örtü/zırh içindedir, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda da bir perde vardır. Artık sen, yapabileceğini yap, biz de gerçekten yapıyoruz” dediler.

6,7De ki: “Ben sadece sizin gibi bir beşerim. Bana, ‘Sizin ilâhınızın bir tek ilâh olduğu’ vahyediliyor. O nedenle O'na dosdoğru yönelin ve O'ndan bağışlanma dileyin.” Ve zekat'ı; Allah’ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak içtenlikle verdiği vergiyi vermeyen ve âhireti bilerek reddeden o kimselerin/ inanmayanların ta kendileri olan ortak koşanların vay haline!

–8Şüphesiz ki, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar, kendileri için bitmez tükenmez/başa kakılmaz ecir olanlardır.–



2-4Arapça bir Kur’ân, müjdeleyici ve uyarıcı olarak, bilen bir toplum için âyetleri ayrıntılı olarak açıklanmış/ bölüm bölüm ayrılmış, yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden, engin merhamet sahibi Allah'tan indirilmiş bir kitap! Buna rağmen onların çoğu mesafeli durmuşlardır. Artık onlar kulak vermezler.

5Ve onlar: “Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı kalplerimiz bir örtü/zırh içindedir, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda da bir perde vardır. Artık sen, yapabileceğini yap, biz de gerçekten yapıyoruz” dediler.



Bu ayet gurubunda, Kur’an’ın indiriliş amacı ve bundan kimlerin istifade edebileceği üzerinde durulmuştur. Ayrıca Kur’an’ın detaylı, gayet iyi anlaşılan, müjdeci, uyarıcı bir kitap olduğu vurgulanmıştır. Sonra da, kendilerine böyle bir kitap ulaştırılmasına rağmen Mekkeli müşriklerin Kur’an’dan uzak durmaları ve "Bizi kendisine çağırdığın şeye karşı kalplerimiz bir örtü/zırh içindedir, kulaklarımızda bir ağırlık, bizimle senin aranda da bir perde vardır. Artık sen, [yapabileceğini] yap, biz de gerçekten yapıyoruz" demek suretiyle ciddiyetsiz bahaneler ileri sürdükleri ve Elçi’ye meydan okudukları nakledilmiştir.

Surenin giriş paragrafında Kur’an’ın şu özelliklerine dikkat çekilmiştir:

Arapça olması

Kur’an Arap toplumuna inmektedir ve bir toplumun kendisine inen mesajı anlaması, akletmesi, uygulaması ve başkalarına da anlatabilmesi için mesajın o toplumun anadilinde olması gerekmektedir. Eğer böyle olmasaydı, yani mesaj topluma yabancı bir dilde indirilseydi, mesajın o dili bilmeyen bir toplum tarafından anlaşılması, akledilmesi, uygulaması da mümkün olmazdı.

Kur’an’ın Arapça olması konusu daha evvel Yusuf suresinin tahlilinde ele alındığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.

İndirme işinin, doğrudan doğruya Rahman ve Rahîm tarafından olması.

Kur’an’ın bu özelliğinin konu edilmesi, Kur’an’a hiçbir beşeri gücün müdahalesinin söz konusu olmadığını beyan içindir.

Kitap Olması

" الكتابKitap", "içi yazılı olan şey" demektir. [Lisanü’l Arab, c. 7, s.588] Kur’an, içinde Allah’a, evrene, geçmiş ve geleceğe, kişisel ve sosyal hayata ait bilgiler, emirler, yasaklar, öğütler yazılı olduğu için "kitap" olarak nitelendirilmiştir.

Ayetlerinin "detaylandırılmış/ayrı ayrı açıklanmış" olması.

Kur’an ayetleri gayet açıktır. Kur’an’ın içinde olan konular ise birbirine karıştırılmadan, fasıl fasıl, bölüm bölüm Rabbimiz tarafından açıklanmıştır. Toplumdaki nice meseleler de yine Rabbimiz tarafından insanların kolayca anlayacağı şekilde tefsir edilmiştir.

Dikkat edilirse, ayette Kur’an hakkında "bilen bir kavim için ayetleri detaylandırılmış/ayrılmış" ifadesi kullanılmıştır. Bu beyanda, bilgili kimselerin muhatap alındığının ifade edilmiş olması dikkat çekicidir. Bu da bize, Kur’an’ın tebliğ edildiği o günkü insanların sıradan kimseler değil, belirli bir bilgi düzeyine sahip kimseler olduğunu göstermektedir.

Müjdeci ve Uyarıcı Olması

İnsanın kendisini ödüle yahut cezaya götürecek şeyleri öğrenip bilmesi vazgeçilmez hakkıdır. Rabbimiz işte bu nedenle elçi gönderir, kitap indirir. Kur’an öğüttür. İman eden, salihatı işleyen muttakiler için ahirette nail olacakları sonsuz nimetleri bildirerek müjde verir; geçmiş medeniyetlerin kötü amelleri nedeniyle uğradıkları akıbetleri ve ahirette müşriklerin başlarına gelecek korkunç olayları da naklederek herkesi uyarır.

4. ayetin sonunda Rabbimiz "Buna rağmen onların çoğu yüz çevirmişlerdir. Artık onlar kulak vermezler" diyerek insanları Kur'ân'ı anlamaya teşvik etmektedir. Kur’an böyle bir kitap iken, onlar bu Kur’an’a aldırmamış, ona önem vermemiş ve onu kulak ardı etmişlerdir.

İnkârcılar her sıkışmalarında böyle anlamsız mazeretlere sığınmaktadırlar:

88Ve onlar, "Bizim kalplerimiz kılıflıdır/hiçbir şey işlemez" dediler. Aksine; Allah, gerçeği bilerek reddetmelerinden dolayı onları dışlamış/rahmetinden mahrum bırakmıştır. Bundan dolayı pek azı iman eder! [Bakara/88]

25Onlardan sana kulak verenler vardır; oysa Biz, onu kavrayıp anlamalarına; kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık oluşturduk. Onlar, bütün alâmetleri/göstergeleri görseler de ona inanmazlar. Öyle ki, o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek "Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir" derler. [En’am/25]

179Ve andolsun ki tanıdıklarınızdan-tanımadıklarınızdan birçoğunu cehennem için türetip ürettik; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar duyarsızların ta kendileridir. [A’raf/179]

194Allah'ın astlarından yakardığınız kimseler, tıpkı sizin gibi kullardır. Eğer doğru iseniz haydi onları çağırın da size karşılık versinler. 195Onların kendileriyle yürüyecek ayakları, tutacak elleri, görecek gözleri veya işitecek kulakları mı var?
De ki: "Çağırın ortaklarınızı, sonra bana tuzak kurun ve bana zaman da tanımayın. 196Şüphesiz ki benim velîm [yol gösterenim, yardım edenim, koruyanım], o kitabı indiren Allah'tır. Ve O, düzgün kimselere velî [yol gösteren yardım eden, koruyan] olur. 197Sizin O'nun astlarından yakardığınız kimseler ise, size yardıma güç yetiremezler, kendi nefislerine de yardım edemezler. 198Siz onları doğru yola çağırsanız da duymazlar. Ve onları sana bakar görürsün, hâlbuki onlar görmezler." [A’raf/194-198]

8Şüphesiz ki Biz, onların boyunlarının içinde demir halkalar geçirdik. Öyle ki onlar çenelerine kadardır. Böylece onlar burunları yukarı kaldırılmış olanlardır. 9Ve Biz, onların önlerinden bir set, arkalarından bir set oluşturduk. Böylece Biz, kendilerini sarmışızdır. Artık onlar görmezler. 10Ve onları uyarmışsın yahut uyarmamışsın onlara göre birdir, onlar inanmazlar. [Ya Sin/8- 10]

Konumuz olan paragrafı iyi anlamak için "Esbab-ı Nüzul" kayıtlarında yer alan şu nakillerin bilinmesinde yarar görüyoruz:

Kureyşlilerden ileri gelenler ile Ebu Cehil: "Muhammed (sav)'in durumu bizim için içinden çıkılmaz bir hal aldı. Şiiri, kâhinliği ve büyüyü bilen bir adam araştırıp bulsanız da onunla konuşsa, sonra da gelip bize onun durumunu açıklasa!" dediler.

Utbe b. Rabia dedi ki: "Allah'a yemin ederim, ben kâhinliği, şiiri ve büyüyü bilen birisiyim. Eğer böyle ise, onun durumu bana gizli kalmayacak şekilde bunları biliyorum." Bunun üzerine ona: "Haydi ona git ve onunla konuş!" dediler. O da Peygamber (sav)'e giderek ona: "Ey Muhammed!" dedi. "Sen mi hayırlısın yoksa Kusay b. Kilab mı? Sen mi hayırlısın yoksa Haşim mi? Sen mi hayırlısın yoksa Abdulmuttalip mi? Sen mi hayırlısın yoksa Abdullah mı? Sen ne diye bizim ilâhlarımıza dil uzatıyorsun? Atalarımızın sapık olduğunu söylüyorsun. Bizi akılsızlıkla itham ediyorsun, dinimizi yeriyorsun. Şayet sen eğer bize başkan olmanın peşinde isen, bütün sancaklarımızı senin emrine veririz ve hayatta kaldığın sürece bizim başkanımız olursun. Eğer evlenmek istiyor isen, Kureyş kızlarından istediğin on tanesi ile seni evlendiririz. Şayet servet sahibi olmak istiyorsan, seni, senden sonra gelecek olan soyunu sopunu zengin edecek kadar sana mal toplarız. Eğer sana geldiğini söylediğin şahıs cinlerden birisi olup seni etkisi altına almış ise, seni tedavi etmek için bu uğurda mallarımızı harcarız veya bu yolda kendimizi tüketiriz."

Bu arada Peygamber (sav) susmuş, sesini çıkarmıyordu. Söyleyeceklerini bitirdikten sonra peygamber ona: "Ey Ebu'l-Velid! Söyleyeceklerini bitirdin mi?" diye sordu. O da "Evet" deyince, Peygamber: "O halde, kardeşimin oğlu, beni dinle!" dedi. "Dinleyeyim" dedi. Peygamber şöyle buyurdu: "Rahman ve Rahîm Allah'ın adı ile. Hâ Mim. [Bu kitap] Rahman, Rahîm olan tarafından indirilmiştir. Bilen bir kavim için... Eğer yüz çevirirlerse sen de de ki: Ben Ad ve Semud'a gelen yıldırım gibi bir yıldırımla sizi korkutup uyarırım" (Fussilet/1-13) buyruğuna kadar okudu.

Utbe ileri atılarak elini Peygamber (sav)'in ağzına koydu. Allah hakkı için, akrabalık bağı için, ondan susmasını istedi. Utbe evine geri döndü, Kureyşlilerin yanına çıkmadı. Ebu Cehil ona gelerek: "Muhammed'in dinine mi girdin? Yoksa onun yemeği hoşuna mı gitti?" dedi.

Utbe bu işe kızdı ve ebediyyen Muhammed ile konuşmayacağına yemin etti, sonra şunları söyledi: "Allah'a yemin ederim, siz de biliyorsunuz ki, ben Kureyşliler arasında malı en çok olanlardan birisiyim. Fakat ben ona durumu arz edince bana öyle sözlerle cevap verdi ki, Allah'a yemin ederim, o söz ne şiirdir, ne kâhinliktir, ne de büyüdür." Sonra onlara Muhammed'den duyduklarını "Ad ve Semud'a gelen yıldırım gibi..." buyruğuna kadar okudu. (Devamla dedi ki:) "Sonra ben ağzını tuttum, akrabalık bağını hatırlatarak ondan okumamasını istedim. Siz de bilirsiniz ki, Muhammed bir şey söyledi mi yalan söylemez. Allah'a yemin ederim, üzerinize bir azabın ineceğinden -yıldırımı kastediyor- korktum."

Bu haberi Ebu Bekir el-Enbarî de "er-Raddu (Alâ Men Halefe Mushafe Os-mane)" adlı eserinde Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den diye rivayet etmiştir. [Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an]

Orada belirtildiğine göre; sonra Peygamber (sav) "Ha Mim. Fussilet" suresini secde ayetine varıncaya kadar okudu. Peygamber secdeye kapandı, Utbe ise arkadan ellerine dayanmış olarak söylediklerine kulak verip dinliyordu. Rasûlullah (sav) okumasını bitirince ona: "Ey Ebu'l-Velid!" dedi. "Sana okuduklarımı dinledin, artık seni onlarla baş başa bırakıyorum." Utbe mecliste bulunan Kureyşlilere gitti. Onlar da "Allah'a yemin ederiz, Ebu'l-Velid yanınızdan gittiğinden bir başka türlü yanınıza dönüyor." Sonra: "Ne haberler getirdin? Ey Ebu'l-Velid!" dediler. O da şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim, Muhammed'den öyle bir söz duydum ki, onun benzerini asla duymuş değilim. Allah'a yemin ederim, ondan duyduğum sözler ne şiirdir, ne kâhinliktir. Gelin, bu hususta bana itaat ediniz ve benim dediğimi kabul ediniz. Muhammed'i yapmak istediğinde serbest bırakınız, ona ilişmeyiniz. Allah'a yemin ederim, ondan duyduğum bu sözlerin haberleri mutlaka yankı getirecektir. Şayet Araplar onun başına bir iş açarlarsa, başkaları vasıtası ile ondan kurtulmuş olursunuz. Eğer bir kral yahut bir peygamber olursa, onun sebebiyle insanların en mutluları olursunuz, çünkü onun mülkü sizin mülkünüz, onun şerefi sizin şerefinizdir."

Bu sefer: "Heyhat!" dediler, "Ey Ebu'l-Velid, Muhammed seni de büyüledi." Ebu'l-Velid de: "Bu benim sizin lehinize ileri sürdüğüm görüşümdür, istediğinizi yapınız" diye karşılık verdi. [Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an]

Mukatil de bu ayetlerin inişi nedeni olarak kendi tefsirinde aynı olayı nakletmiştir.


6,7De ki: “Ben sadece sizin gibi bir beşerim. Bana, ‘Sizin ilâhınızın bir tek ilâh olduğu’ vahyediliyor. O nedenle O'na dosdoğru yönelin ve O'ndan bağışlanma dileyin.” Ve zekat'ı; Allah’ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak içtenlikle verdiği vergiyi vermeyen ve âhireti bilerek reddeden o kimselerin/ inanmayanların ta kendileri olan ortak koşanların vay haline!


Bu ayetlerde vahye karşı tavır alan, itiraz eden, hatta akıllarınca peygamberimize meydan okumaya kalkışan müşriklere cevap verilmiştir. Bu cevapta Resulullah’ın onlara "Ben sadece sizin gibi bir beşerim. Bana, ‘Sizin ilâhınızın bir tek ilâh olduğu’ vahyediliyor. O nedenle O’na dosdoğru yönelin ve O'ndan bağışlanma dileyin" şeklinde konuşması istenmiştir. Bu sözler zımnen şu anlama gelmektedir: "Ben sizi zorla imana sevk edecek değilim, böyle bir gücüm yok. Çünkü ben de sizin gibi bir beşerim. Allah’tan başka hiç kimseyi ilâh yerine koymayın, O’ndan başkasına ibadet etmeyin, kendilerinden bir şeyler ümit ederek onlara yalvarmayın, boyun eğmeyin ve yine Allah’tan başkasının koyduğu kurallara, kanunlara, örf ve adetlere kayıtsız şartsız itaat etmeyin. Şimdiye kadar işlediğiniz günahlar dolayısıyla af dileyin ve daha önce işlediğiniz şirk, küfür, isyan için tevbe edin."

Ayetteki "Ve şu zekâtı vermeyen ve ahireti inkâr edenlerin ta kendileri olan müşriklerin vay haline!" cümlesi dikkat çekicidir.
Bilindiği üzere, bu ayet indiğinde Müslümanların bağımsız bir devleti henüz yoktu ve zekât farz kılınmamıştı. Çünkü zekâtın farz kılınması hicretten iki sene sonradır. Burada konu edilen "zekât", Müslümanların vermekle yükümlü oldukları zekât değil, Mekke müşriklerinin kendi site devletlerinde uyguladıkları zekâttır [vergidir]. Kureyşliler, kendi idarî yapıları gereği zekât verirler ve bu zekât parası ile çeşitli harcamalar yapar, hacılara su içirir, yemek yedirirlerdi. Daha sonra, Muhammed’e (as) tabi olup Kur’an’a inanan insanları sıkıntıya sokmak için "zekât [vergi]" vermez oldular. Bundan dolayı da Müslümanların ve Mekke’nin garipleri ve fakirleri sıkıntıya düştüler, birçok zarar gördüler.

Bu ayeti iyi anlamadan zekât vermemenin insanı müşrik yaptığına kail olmak veya bu ayetteki zekâtı tezkiye [arınma] anlamına çekmek çok yanlış olur.



–8Şüphesiz ki, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar, kendileri için bitmez tükenmez/başa kakılmaz ecir olanlardır.–


Bu ayet, müşriklere verilen cevaplar arasındaki bir parantez cümlesidir. Zekâtı vermeyen, ahireti inkâr eden müşrikler tehdit edildikten sonra, bu parantez cümlesinde de, böyle yapmayan, tam tersine iman edip salihatı işleyen müminler müjdelenmektedir.

"Salihatı işlemek" konusu daha evvel Asr suresinin tahlilinde ele alındığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.*



*İşte Kuran, Fussilet Suresi



Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim