64Duhan Suresi 10-16
Hatalı Çevrilen Ayetler
64Duhan Suresi 10-16
Hatalı Çeviri:
10, 11. Şimdi sen, göğün, insanları bürüyecek açık bir duman çıkaracağı günü gözetle. Bu, elem verici bir azaptır.
12. (İşte o zaman insanlar:) Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Doğrusu biz artık inanıyoruz (derler).
13. Nerede onlarda öğüt almak? Oysa kendilerine gerçeği açıklayan bir elçi gelmişti.
14. Sonra ondan yüz çevirdiler ve: Bu, öğretilmiş bir deli! dediler.
15. Biz azabı birazcık kaldıracağız, ama siz yine (eski halinize) döneceksiniz.
16. Fakat biz büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, kesinlikle intikamımızı alırız.
Doğru Çeviri:
10,11Şimdi sen, göğün, apaçık bir kıtlık getireceği günü gözetle. O kıtlık insanları sarıp sarmalar. Bu, elem verici bir azaptır.
12Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Şüphesiz biz artık kesinlikle inananlarız.
13,14Nerede onlarda öğüt almak? Hâlbuki kendilerine açıklayıcı bir elçi gelmişti. Sonra ondan yüz çevirdiler ve “Öğretilmiş bir deli/ gizli güçlerce desteklenen biri!” dediler.
15Şüphesiz Biz azabı birazcık kaldırırız, siz kesinlikle dönenlersiniz.
16En büyük bir yakalayışla yakalayacağımız gün, şüphesiz Biz, suçluyu yakalayıp ceza vererek adaleti sağlayanlarız.
Pasajın ilk ayetinde, Mekkelilerin başına gelecekler anlatılarak peygamberimizden olacakları izlemesi istenmektedir. Ayetin ilk bölümü Zuhruf suresinin son ayetlerinin devamı mahiyetindedir. Hatırlanacağı üzere Zuhruf suresinin son ayetinde Resulullah’a "Artık sen onlardan vazgeç ve "Selâm!" de. Artık onlar yakında bileceklerdir" denilmişti. Bu ifadeyle yakında Mekkelilerin başına geleceklere işaret edilmiştir. Onları bir toz-duman- kıtlık bürüyecek, bu onlar için çok acıklı olacaktır. Bu halde iken azabın kaldırılması için Allah’a yalvaracaklardır. Ne var ki, onlar samimiyetsiz insanlardır. Allah onlardan azabı birazcık kaldırınca yine eski azgınlıklarına döneceklerdir. Sonunda Rabbimiz hepsini cezalandıracaktır.
GÖĞÜN GETİRECEĞİ APAÇIK DUMAN
Ayette geçen "apaçık duhan"ın ne olduğu hususunda birçok görüş ileri sürülmüştür. Razi ve Kurtubi, bu görüşlere katılmamalarına rağmen bu konuda şunları nakletmişlerdir:
Bu duman kıyametin alâmetlerinden olup henüz gelmemiştir. O yeryüzünde kırk gün süre ile kalacak ve gök ile yer arasını dolduracaktır. Mümin bundan dolayı nezleli gibi olacak, kâfir ve günahkârların burunlarına girerek kulaklarını delecek, nefeslerini daraltacaktır. Bu, kıyamet gününde cehennemin bırakacağı etkilerdendir.
Dumanın henüz ortaya çıkmadığını söyleyenler arasında Ali, İbn Abbas, İbn Ömer, Ebu Hureyre, Zeyd b. Ali, el-Hasen b. Ebi Müleyke ve başkaları da vardır.
Ebu Said el-Hudrî merfu olarak [yani Hz. Peygambere isnad ile] bu dumanın insanları kıyamet gününde etkileyeceğini, müminin bundan ötürü nezleli gibi olacağını rivayet etmiştir. Kâfirin de kulaklarından çıkıncaya kadar içine sızacaktır. Bunu da el-Maverdî zikretmiş bulunmaktadır.
Müslim'in, Sahih'inde yer alan rivayete göre Ebu't-Tufayl, Huzeyfe b. Es’id el-Ğıfarî'den şöyle dediğini nakletmektedir: Biz kendi aramızda konuşmakta iken Peygamber (sav) yanımıza çıkageldi ve "Neden söz ediyorsunuz?'" diye sordu. Oradakiler: "Kıyametten söz ediyoruz" dediler. Şöyle buyurdu: "Kıyamet, öncesinde on alâmet görmediğiniz sürece asla kopmayacaktır. -Aralarında şunları zikretti-: Duman, Deccal, Dabbetu'1-arz, Güneş’in batıdan doğması, Meryem oğlu İsa'nın inmesi, Ye'cuc ile Me'cuc'un çıkması ve biri doğuda, biri batıda, biri Arap Yarımadası’nda olmak üzere üç büyük kara parçasının yerin dibine geçmesidir. Bunların sonuncusu ise Yemen'den çıkacak ve insanları mahşerlerine doğru kovalayacak bir ateştir." Huzeyfe'den gelen bir diğer rivayette de şöyle denilmektedir: "On tane alâmet ortaya çıkmadıkça kıyamet kopmayacaktır: Doğuda bir kara parçasının yere geçmesi, batıda bir kara parçasının yere geçmesi, Arap Yarımadası’nda bir kara parçasının yere geçmesi, duman, Deccal, Dabbetu'1-arz, Ye'cuc ve Me'cuc, güneşin batıdan doğması ve Aden'in iç taraflarından çıkıp insanları öne katıp yürüten bir ateş.
Bu hadisi es-Sa'lebî de Huzeyfe'den gelen bir rivayet olarak zikretmiş bulunmaktadır. Buna göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: "İlk ortaya çıkacak alâmet Deccal, Meryem oğlu İsa'nın inmesi ile Ebyen Aden'inin iç taraflarından çıkacak ve insanları mahşere doğru sürükleyecek bir ateş... Onlar nerede geceyi geçireceklerse onlarla birlikte geceler. Nerede öğlen vakti dinlenmeğe çekilirlerse, onlarla birlikte dinlenir. Sabahı ederlerse onlarla birlikte sabah eder, akşamı ederlerse onlarla birlikte akşamı eder." "Ey Allah'ın peygamberi, ya duman nedir?" diye sordum. O "Şu ayettir" dedi: "O halde gökyüzünde besbelli bir dumanın geleceği günü bekle!’ Bu duman doğu ile batı arasını dolduracak, kırk gün kırk gece kalacaktır. Mü'min bundan dolayı bir çeşit nezleli gibi olacak, kâfir ise sarhoş gibi olacaktır. Duman ağzından, burun deliklerinden, gözlerinden, kulaklarından ve dübüründen çıkacaktır.
Duman, Peygamber (sav)'ın bedduası dolayısı ile Kureyş'in karşı karşıya kaldığı açlıktan ötürü başlarına gelen olaylardır. Öyle ki, kişi gök ile yer arasında bir duman görecek hale gelmişti. Bu görüş İbn Mesud'un görüşüdür. O şöyle der: Yüce Allah bu azabı üzerlerinden kaldırmıştır. Eğer bu kıyamet günü[nden önceki bir alâmet] olsaydı, onların üzerinden bu azabı kaldırmazdı. Bu hususta ondan gelen hadis Sahih-i Buharî, Müslim ve Tirmizî'de yer almaktadır. Buharî dedi ki: Bana Yahya anlattı, dedi ki: Bize Ebu Muaviye anlattı. O el-A'meş'ten, o Müslim'den, o Mesruk'tan, dedi ki: Abdullah [b. Mesud] dedi ki: Bunun olmasının sebebi Kureyşlilerin Peygamber (sav)'a karşı isyanda direnmesi üzerine onlara, Yusuf (a.s)'ın dönemindeki [kıtlık] yılları gibi yıllarla karşılaşmaları için [bed]dua etti. Bunun üzerine kıtlık ve açlık musibeti ile baş başa kaldılar. Öyle ki, kemikleri dahi yediler. Birisi semaya bakınca, kendisi ile sema arasında aşırı bitkinlikten ötürü duman gibi bir şey görürdü. Yüce Allah: "O halde gökyüzünde besbelli bir dumanın geleceği günü bekle! İnsanları bürüyecektir o. Bu pek acıklı bir azaptır" buyruklarını indirdi. Rasûlullah (sav)'a gelinerek: "Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'tan Mudarlılar için yağmur iste. Çünkü Mudarlılar helâk oldular" denildi. Peygamber: "Mudar [diyorsun ha!] sen çok cüretkâr bir kimsesin." Bunun üzerine Peygamber yağmur diledi, onlara yağmur yağdırıldı. Bu sefer de: "Fakat şüphesiz siz yine geri dönenlersiniz (Duhan/15)" buyruğu indi. Derken bolluğa eriştiler. Fakat yine bu bolluk içinde eski hallerine geri döndüler. Yüce Allah da: "En büyük yakalayışla yakalayacağımız gün, şüphe yok ki Biz intikam alıcılarız (Duhân/16)" buyruğunu indirdi. (İbn Mesud) dedi ki: Bununla Bedir gününü kastetmektedir.
Ebu Ubeyde dedi ki; Duhan [duman], cedb yani kuraklık" demektir. el-Kutebî der ki: (Kuraklığa) duhan [duman] adının verilmesi, yer kuraklıktan kuruyunca, ondan duman gibi bir şeyin yukarıya doğru yükselmesinden ötürüdür.
Kasıt, Mekke'nin fethedildiği gündür. Çünkü o gün yükselen bir toz, duman semayı örtmüştü. Bu da Abdurrahman el-Arec'in görüşüdür.
"İnsanları bürüyecektir o" buyruğu "duman"ın sıfatı konumundadır. Eğer İbn Mesud'un dediği gibi geçip gitmiş ise o vakit bu, Mekkelilerden müşriklere has bir durumdur. Şayet kıyametin alâmetlerinden ise -önceden geçtiği üzere- umumî bir haldir. [Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an]
İkinci Görüş: Bu, âlemde meydana gelen bir duman olup Kıyamet alâmetlerinden biridir. Bu görüşte olanlar şöyle demişlerdir: İşte bu durum meydana geldiğinde, mü'minlerde nezleye benzeyen bir hal; kâfirlerde de, kendisinden dolayı başlarının pişmiş gibi olacağı bir hal meydana gelir. Bu görüş, Ali b. Ebî Talib (r.a)'den nakledilmiş bir görüş olup aynı zamanda İbn Abbas'a da ait meşhur görüştür. Bu görüşü savunanlar şunlarla istidlâl etmişlerdir:
a- Ayetteki "Göğün apaçık bir duman getireceği" ifadesi, semânın getirdiği bir duhân'ın, [dumanın] bulunmasını iktiza etmektedir. Hâlbuki açlığın şiddetinden dolayı, gözlerde meydana gelecek karartı hakkında ileri sürdüğümüz şey ise, semanın getirdiği bir duhân değildir. Binaenaleyh, ayeti bu manaya almak, ayrı bir delil bulunmaksızın, onun zahirinin ifade ettiği manadan dönmek, udûl etmek olur ki, bu caiz değildir.
b- Cenâb-ı Hak, bu dumanı "apaşikâr" olmakla tavsif etmiştir. Hâlbuki sizin ileri sürdüğünüz durum böyle değildir. Çünkü bu, bazı insanların beyinlerinde meydana gelen arızî bir durumdur. Bu gibi şeyler "apaçık bir duman" olmakla nitelenemezler.
c- Cenâb-ı Hak bu dumanı "insanları bürüyen" olmakla tavsif etmiştir. Bu ifade ancak o duman onlara gelip onlara bitişerek onları sardığında söylenebilecek olan bir ifadedir. Hâlbuki sizin ileri sürdüğünüz hal ise "insanları sarmakla" ancak mecazî anlamda vasfedilebilir. Biz, hakikî anlamdan mecazî manaya geçmenin ancak ayrı bir delil bulunması halinde caiz olacağını söylüyoruz.
d- Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: ''Kıyamet alâmetlerinin ilki dumandır. Meryem oğlu İsa’nın inişidir ve insanları mahşer yerine süren Aden çukurlarından çıkacak olan bir ateştir. Bunun üzerine Huzeyfe, "Ey Allah'ın Resulü, "duhân [duman]" da nedir?" deyince, Hz. Peygamber (s.a.s) bu ayeti okuyarak "Bu, doğu ile batı arasını dolduran bir dumandır. Kırk gün ve kırk gece kalır. Mü'mine gelince, bu ona işaret ettiğinde, onu nezleye tutulmuş kimse gibi yapar. Kâfire gelince de, kâfir sarhoş gibi olur ve bu duman, onun burun deliklerinden, kulaklarından ve dübüründen [girer ve] çıkar." Bunu, Keşşaf sahibi rivayet etmiştir.
Kadî, Hasan el-Basrî'den Hz. Peygamber (s.a.s)'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Şu altı şey gelmeden önce hayırlı işlerinizi vakti vaktine yapmaya bakın. Bunlardan, güneşin batıdan doğmasını, Deccâl'i, duhânı ve Dâbbetu'1-arzı zikretmiştir." [Razi; el Mefatihu’l Gayb]
Çağdaş Kur’an bilginlerinden İzzet Derveze de konuyla ilgili olarak şu görüşü ileri sürmüştür:
"Bu ayetin tefsiri hakkında birçok ihtilâf vuku bulmuştur. Hatta bu ihtilâf sahabe döneminde bile vardı. İbn Me'sud'un talebesi Mesruk şöyle bir olay anlatır: "Bir gün Kufe'de bir camiye girdik. Orada vaizin biri konuşuyordu. "Göğün açık bir duman halinde geleceği günü gözetle" ayetini okuyup dedi ki: "O duman kâfir ve münafıkların gözlerini kör, kulaklarını sağır edecektir. Ama iman edenler üzerindeki tesiri bir nezle kadar hafif olacaktır." Bunun üzerine hemen bu ayetin tefsiri hakkında soru sormak için İbn Mes'ud'un yanına gittik. İbn Mes'ud yatıyordu, bizim sözümüzü işitince ayağa fırladı ve kızgın bir şekilde "İlmi olmayanlar sorsunlar" dedi. Bu ayetin asıl tefsiri şöyledir: Kureyşliler Rasulullah'a inanmamakta ısrar edince, Rasulullah, Allah'a, "Ya Rabbi! Yusuf'a kıtlık göndermek suretiyle yardım ettiğin gibi, bana da kıtlık göndererek yardım et" diye dua etti. Allah, elçisinin duasını kabul etti ve Kureyşliler kıtlıkla karşı karşıya kaldılar. Vaziyet o kadar vahim bir hal aldı ki, insanlar kemik, deri, hatta hayvan leşi bile yemeye başladılar. Böyle bir halde karnı aç olanlar gökyüzüne bakınca duman görürlerdi. Bu kıtlığın devam ettiği bir zamanda Ebu Süfyan Rasulullah'a gelerek akraba oluşlarını hatırlattı ve "Allah'a dua et de bizi bu afetten kurtarsın, kabilen açlık içinde kıvranıyor" diye ricada bulundu. Bu dönemde Kureyşliler Allah'a "Ey Allah'ım! Bizi bu afetten kurtarırsan doğru yola geleceğiz" diye yalvarıyorlardı. İşte bu ayetlerde bu olaya işaret edilmektedir. Şiddetli bir darbe ile Bedir Savaşı'nda Kureyşlilere indirilen darbe kastolunmaktadır."
Bu rivayeti İmam Ahmed, Buhari, Tirmizi, Nesei, İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim çeşitli senetlerle Mesruk'dan nakletmişlerdir. Bunların dışında İbrahim Nehai, Katade, Asım ve Amir de "Abdullah b. Mes'ud'un tefsiri buydu" demektedirler. Dolayısıyla İbn Mes'ud'un tefsirinin böyle olduğunda hiç bir şüphe yoktur. Tabiinden Mücahid, Katade, Ebu Aliye, Mukatil, İbrahim Nehai, Dahhak ve Atiye'l-Avf, İbn Mes'ud'un bu tefsiri üzerinde ittifak etmişlerdir. Diğer bir yanda, Hz. Ali, İbn Ömer, İbn Abbas, Ebu Said Hudri, Zeyd b. Ali ve Hasan Basri gibi bazı kimseler, bu ayetin kıyamete yakın bir zamanda o dumanın yayılacağı şeklinde yorumlamışlardır. Ayrıca Hz. Huzeyfe b. Esed el-Gifari tarafından Rasulullah'tan rivayet edilen bir hadis, bu yorumu desteklemektedir. Huzeyfe'nin anlattığı olay şu şekildedir: "Bir gün kıyamet hakkında konuştuğumuz bir esnada, Rasulullah yanımıza geldi ve şöyle buyurdu: Bu on alâmet zahir olmadan kıyamet gelmez. Güneşin batıdan doğması, dumanın yayılması [duhan], dabbet'ül-arz, Yecüc-Me'cüc'ün çıkması, Hz. İsa'nın gökyüzünden inmesi, doğuda arzın çöküşü, batıda Arabistan'dan Aden'den ateşin yükselmesi." (Müslim)
İbn Cerir ve Taberi'nin naklettikleri, Ebu Malik el-Eşari'nin rivayeti de bu hususu teyit etmektedir. Yine İbn Ebi Hatim'in, Ebu Said Hudri'den naklettikleri iki rivayete göre de Rasulullah "Duhan"ı kıyametin alâmetlerinden saymıştır. Rasulullah şöyle buyurmuştur: "Duman yayıldığı zaman mü'minlere âdeta nezle gibi hafif bir şekilde tesir edecek, ancak kâfirlerin içine dolarak, derilerinin her yerinden duman çıkacaktır."
Bu iki tefsir arasındaki fark üzerine dikkatlice düşünecek olursak, söz konusu ihtilâfın giderilmesinin mümkün olduğu görülür. Rasulullah'ın duası üzerine Allah'ın Arabistan'a kıtlık göndermesi ve kâfirlerin çok perişan olmaları üzerine, Rasulullah'ın Allah'a dua etmesi şeklindeki İbn Mes'ud'un tefsirine Kur'an'ın birçok yerinde işaret olunmaktadır. (İzah için bkz. En'am/29, A'raf/77, Yunus/14-15, Mu'minun/72) İlgili ayetlerden anlaşıldığına göre, "Azabı üzerimizden def edersen, doğru yola geliriz" şeklindeki sözleri üzerine, Allah'ın "Bunlar sapıklıktan vazgeçmezler, onlara apaçık bir Rasul gelmiş olmasına rağmen, onun davetine kulak asmamışlardır" diye buyurmuş olması ve yine kafirlerin "Bu, kendisine öğretilmiş ve yoldan çıkmış bir mecnundur" diye nitelemelerine karşılık, Allah'ın "Biz azabı kaldırsak bile, onlar yine de aynı sapıklıkta ısrar ederler" diye belirtmesi, olayın Rasulullah'ın zamanında geçtiğini doğrulamaktadır. Oysa bu ifadeleri kıyametin yaklaştığı bir zamana ıtlak ederek anlamak çok uzak bir tevil olur. Dolayısıyla İbn Mes'ud'un bu konudaki yorumunun isabetli olduğu anlaşılıyor. Ancak bu rivayetin "duman" ile ilgili kısmı, yani, "Böyle bir halde karnı aç olanlar, gökyüzüne bakınca duman görürlerdi" ifadesi Kur'an'ın zahiri beyanına uymaz. Ayrıca hadislerdeki ifadeler de bunun aksini ispatlar. Örneğin, Kur'an'ın olayı ifade edişi şöyledir: "Göğün açık bir duman haline getirileceği günü gözetle." Sonraki ayetlere de dikkatle bakılacak olursa, şöyle denmek istendiği anlaşılır: "Ey kâfirler! Siz Allah'ın elçisine inanmıyor ve kıtlıktan ders almıyor musunuz? O zaman bekleyin, kıyamet geldiğinde hak ve batılın ne olduğunu anlarsınız." Görüldüğü gibi bunun kıtlık zamanına değil, kıyametin alâmetlerinden birine işaret ettiği açıkça bellidir. Nitekim aynı husus hadislerle de teyit edilmektedir. Ne kadar gariptir ki, İbn Mes'ud'un tefsirini kabul eden müfessirler, onun yorumuna tamamen katılmışlar, reddedenler ise yine tamamen karşı çıkmışlardır. Oysa ilgili ayetler ve hadisler üzerine dikkatlice düşündüğümüzde, yorumun hangi bölümünün doğru hangi bölümünün yanlış olduğunu açıkça anlarız. [Derveze; et Tefsirü’l Hadis]
"Hz. Peygamber (s.a.s), kendisini yalanladıkları için, Mekke'de kavmine beddua ederek ‘Allah'ım, onların yıllarını, Yusuf'un yılları gibi kıl!’ buyurmuş. Bunun üzerine, yağmurlar kesilmiş, yeryüzünde kıtlık meydana gelmiş, Kureyş alabildiğine bir açlık içine düşmüş, böylece de, kemikleri, köpekleri ve leşleri yemişler. Derken, insanlar kendilerindeki açlıktan dolayı, göğe baktıklarında, kendileriyle semâ arasını adeta bir duman gibi görmeye başlamışlar. Bu, kendisinden yapılan rivayetlerin birinde İbn Abbas (r.a)'ın Mukatil ve Mücahid'in görüşü olup, Ferrâ ve Zeccâc'ın da tercihidir. Aynı zamanda İbn Mes'ûd (r.a)'un da görüşüdür. İbn Mes'ûd, bu duhânın açlığın şiddetinden ötürü ahalinin gözlerine arız olan kararmadan başka bir şey olacağını reddederdi." [Razi; el Mefatihu’l Gayb]
Müfessir Beğavî de bu iki ayetle ilgili olarak İbn Mesud'un rivayetlerini aktarmıştır:
"Peygamber (s.a.s) Kureyş'e beddua etti. Senelerini Yusuf'un kıtlık seneleri gibi yapmasını Allah'tan istedi. Kuraklık isabet etti ve kıtlık başladı. Ebu Süfyan, Peygambere gelerek şöyle dedi: Sıla-i Rahim adına yemin olsun, Allah'ın seni âlemlere rahmet olarak gönderdiğini iddia etmiyor musun? Evet, dedi. O da: Babaları kılıçla, çocuklarını da açlıkla öldürdün. Allah'a dua et de, bizden bu kuraklığı ve kıtlığı kaldırsın. Dua etti ve bu kalktı." [Beğavî]
Yukarıda verilen nakillerden sonra konuyu toparlarsak; ayetteki "sen, göğün, apaçık bir duman [kıtlık] getireceği günü gözetle. O [Duman; kıtlık] insanları bürür. Bu, elem verici bir azaptır. Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Şüphesiz biz artık kesinlikle inananlarız. Nerede onlarda öğüt almak! Hâlbuki kendilerine açıklayıcı bir elçi gelmişti. Sonra ondan yüz çevirdiler ve ‘öğretilmiş bir deli/cinlenik biri!’ dediler" ifadesinden anlaşıldığına göre, birileri peygambere gelerek "Eğer Allah üzerimizden bu azabı kaldıracak olursa, biz de müslüman oluruz" demişler, sonra da verdikleri bu sözü bozmuşlardır.
Gerek "Esbab-ı Nüzul" nakillerinde, gerekse Siyer ve Meğazî [İslâm tarihi] kitaplarında bi’setin ilk yıllarında Mekke’nin ciddî bir kıtlık dönemi geçirdiği anlatılmaktadır. Kıtlığın had noktaya vardığı günlerde Ebû Süfyan Resulullah’ın yanına gelmiş ve akrabalık hatırını ortaya koyarak ondan kıtlık sıkıntısını kaldırması için Allah’a dua etmesini istemiştir. Buna karşılık, dua etmesi ve Allah’ın da o belâyı üzerlerinden kaldırması halinde peygamberimize iman edecekleri vaadinde bulunmuştur. Ne var ki, Allah onlardan bu kıtlığı kaldırmış fakat müşrikler sözlerinde durmayarak yine şirklerine dönmüşlerdir.
Müşriklerin kadim politikalarının böyle olduğu ve tarihin her döneminde aynı tarzda hareket ettikleri başka ayetlerde de açıklanmıştır:
75Ve eğer onlara acıyıp da içinde bulundukları sıkıntıyı giderseydik, kesinlikle iyice körleşerek azgınlıklarında büsbütün direnirlerdi.
76Ve andolsun, Biz onları azap ile yakaladık; buna rağmen Rablerine boyun eğmediler ve Allah'a karşı zeliller olduklarını hiç göstermediler.
77Ta ki üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bir de bakarsın ki onlar orada ümitsiz kalmışlardır! [Mü’minun/75- 77]
112Ve Allah bir kenti misal olarak verdi: Bu kent, güvenli, huzurlu idi ve oraya her bir yerden rızkı bol bol gelirdi. Ne var ki, onlar Allah'ın nimetlerine karşı iyilikbilmezlik ettiler. Allah da onlara, yapıp ürettikleri şeyler yüzünden açlık ve korku elbisesini/felâketini tattırıverdi.
113Ve andolsun ki, onlara içlerinden bir elçi gelmişti de onu yalanladılar. Bunun üzerine, onlar şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yaparlarken azap onları yakalayıverdi. [Nahl/112,113]
67Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, o yalvardığınız kişiler kaybolup giderler, O, kaybolmaz. Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca, yüz dönersiniz. Ve insan, çok iyilik bilmeyen biridir! [İsra/67]
"Duman" konusuyla ilgili uzun nakillerden sonra, şimdi de bu sözcüğün Arap dilindeki kullanımı hakkında bilgi verelim: Allame İbn Menzur, bütün uzmanlarca Arap dili konusunda tartışmasız kaynak kabul edilen Lisanü’l-Arab adlı lügatinde şunları nakletmektedir:
Denilir ki: Aç kişi kendisi ile gökyüzünün arasını açlığın şiddetinden dolayı "duman" olarak görür. Kıtlık döneminde yağmursuzluktan yeryüzünün kupkuru olması, toz toprağın havaya yükselmesi nedeniyle açlığa da "duman" denir. Açlık toz dumana benzetilir. O nedenle kıtlık yılı için "el Ğabrae" ve "Cu-i eğber" denir. Araplar çoğu zaman "duman" sözcüğünü "şerr" yerine korlar. Şer çoğalınca "Aramızda dumanı yükselen işler oldu" derler. [Lisanü’l-Arab; c. 3, s. 317 dhn mad.]
Gerek Arap dili ile ilgili bu açıklamalardan, gerekse "Esbab-ı Nüzul" nakillerindeki anlatımlardan, ayette geçen "duman"ın "kıtlık" olduğu anlaşılmaktadır.
KIYAMET ALÂMETİ DUMAN
Yukarıda da ifade edildiği gibi, "Duhan" sözcüğü, kıyametten az önce ortaya çıkacak bir vaka olarak yorumlanmış ve buna dair birçok rivayet ortaya atılmıştır. Hâlbuki ayette konu edilen duman, doğrudan o günün Mekkelilerine yönelik; yani onların yaşadığı ve yaşayacağı, Resulullah’ın da tanık olacağı bir dumandır. Bu nedenle, "duman"ın kıyamet alameti olarak dünyanın son zamanlarında ortaya çıkacağı yorumu Kur’an’ın beyanına uygun düşmemektedir.
13 ve 14. ayetlerde, duman/kıtlık azabıyla cezalandırılanların kendilerine gelen açıklayıcı elçiden yüz çevirerek ona "öğretilmiş bir deli/cinlenik; yabancılarla işbirliği eden biri" dedikleri açıklanmaktadır. Müşriklerin buna benzer sözleri daha evvel Furkan suresinde de nakledilmişti:
4Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kimseler, "Bu Kur’ân, o'nun/Muhammed'in uydurduğu yalandan başka bir şey değildir. Ona başka bir topluluk da bunun için yardım etmiştir" dediler. Böylece onlar kesinlikle haksızlık ettiler ve asılsız bir iddia getirdiler.
5Ve "O Kur’ân, yazılı duruma getirilmiş öncekilerin masallarıdır; şimdi de o, sabah-akşam/sürekli kendisine okunmaktadır" dediler.
6De ki: "Onu, göklerdeki ve yerdeki sırrı bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, merhamet edendir." [Furkan/4–6]
25Onlardan sana kulak verenler vardır; oysa Biz, onu kavrayıp anlamalarına; kalpleri üzerine kat kat örtüler ve kulaklarında bir ağırlık oluşturduk. Onlar, bütün alâmetleri/göstergeleri görseler de ona inanmazlar. Öyle ki, o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler, sana geldiklerinde, seninle tartışmaya girerek "Bu, öncekilerin uydurma masallarından başka bir şey değildir" derler. [En’am/25]
47Biz, onların seni dinlediklerinde ne için dinlediklerini, gizli konuşmalarında da o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselerin, "Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz" dediklerini çok iyi biliriz. 48Senin için nasıl örnekler verdiklerine bir bak! Böylece sapıklığa düştüler! Artık bir yola da güçleri yetmez. [İsra/47, 48]
Kur’an karşısında âciz kalan ve mevcut düzenlerinin bozulmasından korkan inatçı kâfirler, olur olmaz isnatlarda bulunarak Furkan’a [Kur’an’a] sataşmaya kalkmışlardır. Bu sataşma, müşriklerin sürekli başvurdukları bir yöntemdir. Kur’an’ın Resulullah’ın kendi düzmesi olmadığını bildikleri halde, onun Allah tarafından vahyedildiğine inanmak yerine, Kur’an’ı gözden düşürmeye, Resulullah’ın halk nezdindeki itibarını azaltmaya çalışmışlardır.
Müşriklerin gerek "mecnun", "şair", "büyücü" gibi çirkin nitelemelerle Resulullah’ı gözden düşürmeye çalışmaları, gerekse Kur’an’ın başka birileri ya da Elçi’nin kendisi tarafından uydurulduğu şeklindeki iftiraları Kur’an’ın pek çok yerinde dile getirilmiş ve bu sataşmalara şiddetle cevap verilmiştir. Bu konuyla ilgili olarak daha evvel Furkan/4-6. ayetlerinin tahlilinde geniş açıklama yapıldığından, konuyla ilgili detayın oradan okunmasını öneriyoruz.*
*İşte Kuran, Duhan Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz