• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

6Tebbet Suresi 1-5



Hatalı Çevrilen Ayetler



6Tebbet Suresi 1-5



Hatalı Çeviri:
1, 2, 3, 4, 5. Ebu Leheb'in iki eli kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. O, alevli bir ateşte yanacak. Odun taşıyıcı olarak ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde karısı da (ateşe girecek).



Doğru Çeviri:
1,2,3,4,5) Ebû Leheb'in30 iki gücü yok oldu.31Kendisi de yok oldu. Malı ve kazandığı şeyler kendisine yarar sağlamadı. Yakında o ve boynunda liften bir ip odun taşıyıcısı olarak kadını, alevli ateşe atılacaklar.


1Ebû Leheb'in iki gücü yok oldu. 2Kendisi de yok oldu. Malı ve kazandığı şeyler kendisine yarar sağlamadı.


Birçok tefsir ve mealde birinci ayet beddua anlamı verilerek "Ebuleheb'in iki eli kurusun!" diye açıklanmıştır. Bunun sebebi klâsik Arap dilinde haber cümlesinin inşa veya dilek kipi olarak da anlaşılabilme özelliğidir. Böylece haber cümlesi, asıl anlamı yanında dua ya da beddua anlamı da kazanabilmektedir. Örnek olarak, "رضى اللّه عنه Radıyallahü anhu" ifadesinin asıl anlamı "Allah ondan razı oldu" demek iken, Arap dilinin yukarıda açıklanan özelliği gereği "Allah ondan razı olsun" şeklinde anlaşılır. Yine "رحمه اللّه Rahimehullahu" ifadesi de "Allah ona rahmet etti" demek olmasına rağmen "Allah ona rahmet etsin" şeklinde anlaşılır ve bu anlam kast edilerek söylenir. Beddua anlamına ise "لعنه اللّه Leanehullahu" ifadesi örnek olarak verilebilir. Esas anlamı "Allah ona lânet etti" demek olan bu ifade de "Allah ona lânet etsin" anlamıyla söylenir ve anlaşılır.

"تبّت Tebbet" kelimesinin kalıp anlamı "kurudu, yok oldu, helâk oldu" demektir. Bu kelime de haber cümlesi içinde kullanıldığında yukarıdaki örneklerdeki gibi "Kurusun, yok olsun, helâk olsun" anlamında beddua olarak kullanılabilir. Ancak burada "tebbet" sözcüğünü beddua manasıyla alıp gerekeni yapmaktan acizmiş gibi Allah'ın "Ebuleheb'in iki eli kurusun" diye beddua ettiğini düşünmek anlamlı değildir. Lütuf da kahır da Kendisine ait olan Allah, bunları kimden isteyecektir? Allah'ın dua ya da beddua etmesi, iyi ya da kötü bir şey istemesi söz konusu olamaz. O, her şeyi Kendisi yapar. Dolayısıyla ister dua, ister beddua anlamında olsun, bu tür sözcüklerin Allah için kullanılması akıl ve mantık dışıdır.

Burada tutulacak yol, Kur'an'ın birçok ayetinde olduğu gibi bu ayette de, anlatılan olayın ileride mutlaka gerçekleşeceğini vurgulama amacıyla fiilin gelecek zaman kipi yerine geçmiş zaman kipiyle kullanıldığını düşünmektir. Bundan dolayıdır ki, Ebuleheb'in güçlerinin ileride kesinlikle yok olacağı, kendisinin de aynı kesinlikle helâk olacağı kastedilerek ayet "Ebuleheb'in iki gücü yok oldu, kendisi de helâk oldu" şeklinde geçmiş zaman kipiyle indirilmiştir.

Bu anlatım tarzının Kur'an'da yüzlerce örneği vardır. Bunlardan biri de Kamer suresinin 1. ayetindeki "انشقّ inşekka" [yarıldı] fiilidir. Bu fiil "Gelecekte muhakkak yarılacak" anlamında kabul edilmediği için, daha sonraki dönemlerde birtakım rivayetler ortaya çıkmış ve İslâm tarihine "Şakk-ı Kamer [Ay'ın yarılması] Mucizesi" diye bir mucize kaydedilmiştir.

Bu konuya örnek olarak Rahman 37, Hakka 14-16, İnşikak 1-5, İnfitar 1-4, Nahl 1, A'râf 38, 39, 44, 50, Duha 3, Neml 87 ve Zümer 68-74. ayetleri gösterilebilir.

Özellikle Zümer suresinin 68-74. ayetlerine dikkat edilecek olursa vurgulu fiillerin tümünün geçmiş zamanlı olduğu görülür.

Ve sûra üflenmiştir نفخ de Allah'ın dilediği hariç, göklerde kim var, yerde kim varsa صعق çarpılıp yıkılıvermiştir. Sonra ona başka bir daha نفخ üflenmiştir de onlar kalkmışlar karşıda bakıp duruyorlar. Ve yeryüzü Rabbinin nûruyla اشرقت aydınlanmış, kitap وضع konulmuş, peygamberler ve tanıklar جىء getirilmiş ve aralarında hak ile قضى karar verilmiştir. Ve onlara haksızlık edilmez. Ve Allah, ne amel yaptıysa herkese karşılığını kesinlikle وفّيت tam olarak ödeyecek. Ve Allah, onların yaptıklarını en iyi şekilde bilendir. Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olanlar, kesinlikle bölük bölük cehenneme سيق sevk olunacak. Sonunda oraya جاؤها vardıklarında kapıları فتحت açılacak. Ve onun bekçileri onlara: "İçinizden size Rabbinizin âyetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" قال diyecekler. Onlar: "Evet قالوا geldi" diyecekler. –Velâkin kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden üzerine azap kelimesi حقّت hak oldu.– "Sürekli olarak içinde kalmak üzere girin cehennemin kapılarından" قيل denildi. –Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!– Rablerine karşı Allah'ın koruması altına girmiş olan kişiler de kesinlikle cennete bölük bölük سيق sevk edilecek. Sonunda oraya جاؤها vardıkları, kapıları açıldığı ve bekçileri onlara: "Selâm sizlere, tertemiz geldiniz!" قال dediği zaman "Sonsuz olarak içinde kalmak üzere haydi girin oraya!" قال denilecek. Onlar da: "Tüm övgüler, bize vaadini doğru çıkaran ve bizi bu arza vâris yapan ve cennette bizi istediğimiz yerde konup göçürten o Allah'adır" قالوا dediler. –İşte, çalışanların ödülü ne güzeldir!– [Zümer 68-74]

Yukarıdaki ayetlerde orijinalleri de verilen fiiller, "Üflenecek, yıkılacak, parlayacak, konacak, sevk edilecek, diyecekler..." şeklinde gelecek zamanlı olarak anlaşılmalıdır. Bu anlatım tekniği, tembih [uyarı] amacıyla uygulanır.

Gelecekteki bir olayı böyle ifade etmenin gerekçesi, anlatılan olayın mutlaka ve mutlaka gerçekleşeceğini beyan içindir. Bilindiği gibi, bazı Türkçe ifadelerde de gelecek zaman kipi yerine geçmiş zaman kipi kullanılmaktadır. Örnek: Gerçekleştirilmesine kesin karar verilmiş şeyler için bazen henüz o işe başlanmadan bile "yaptım gitti" denir. Oysa kişi o işi ileride yapacaktır. Ya da hata etmiş, suç işlemiş birisi için "şimdi belâsını buldu" denir. Hâlbuki o kimse henüz yaptığı hatanın, işlediği suçun cezasını tatmamıştır, ileride tadacaktır.

Bu ifade tekniği Leheb suresinin ilgili ayeti için de söz konusudur. Oradaki geçmiş zamanlı fiil de gelecek zamanlı olarak anlaşılmalıdır. Bu takdirde ayetin anlamı şöyle olur:

"Ebuleheb'in iki gücü ve kendisi kesinlikle yok olacak, kuruyup gidecek. Malı ve kazancı [edindiği güç, kurduğu teşkilât] ona yarar sağlamayacak."

İbn-i Mes'ud'un "وتبّ ve tebbe" kelimesini "وقد تبّ ve kad tebbe" olarak okuması da bu manayı teyit etmektedir.

Ayette geçen "ve tebbe" ifadesi aslında "kendisi de kurudu" anlamındadır. Yani "Ebuleheb'in iki eli kuruyacak, kendisi de kuruyacak, yok olacak" demektir.

Ayette geçen "يدا İki el" ifadesinin "Cüz’iyyet Mecaz-ı Mürsel"i olarak anlaşılması, yani iki elin zikri ile bizzat ellerin sahibinin kastedilmesi ikinci plândadır.

"يدا İki el" ifadesi Ebuleheb'in iki gücünü temsil etmektedir. Surenin 2. ayeti bu güçleri "ماله وما كسب onun malı ve kazandığı şeyler" olarak açıklamaktadır. Ebuleheb'in varlıklı bir kişi olduğu göz önünde tutulduğunda, "kazandığı şeyler" ile kastedilenin de çevresi, kurduğu teşkilât, oğulları, uşakları ve yetiştirdiği militanlar olduğu akıl yoluyla çıkarılabilir. Kur'an'da "يد el" sözcüğünün mecazî kullanımı ile "قدرة güç"ün kastedildiği bir çok örnek vardır: Fetih 10, Âl-i Imran 73, Hadid 29, Ya Sin 83, Mülk 1 ve Sad 75. ayetler.

3-5Yakında o ve boynunda liften bir ip odun taşıyıcısı olarak kadını, alevli ateşe atılacaklar.

Sözlük anlamı itibariyle "alev babası" demek olan ابو لهب Ebuleheb, şahıs için kullanılan bir künye niteliğindedir. Künyeler aslında özel isim olmakla beraber, yerine göre sıfat haline de gelebilirler. Bu nedenle "ateş babası" anlamına gelen Ebuleheb sözcüğü, kinaye yolu ile "cehennemlik" sıfatını kazanmış herkes için kullanılabilen meşhur bir örnek haline gelmiştir.

Ebuleheb künyesi Abdül Uzza'ya başlangıçta övgü maksatlı olarak yüzünün canlılığı, yanaklarının kırmızılığı ya da hiddet ve şiddeti sebebiyle verilmişti. Zaten ayetteki Cinas sanatından da bu anlaşılmaktadır. Bu sure ise bize Abdül Uzza'nın peygamberimize ve davet ettiği İslâm'a karşı adeta ateş püskürmek suretiyle cehennemdeki yerini hazırladığını bildirmektedir. Böylece "ateş kaynağı olmak", "ateşi sevmek" vasıflarını da içeren Ebuleheb ismi "cehennemlik" unvanı ile özdeşleştirilmiş, ortaya koyduğu iş ve davranışları itibariyle bu unvanı hak edenler için "cehennemin babası" anlamında bir özlü söz olarak kullanılmıştır.

odun taşıyıcısı

Bizim toplumumuzda olduğu gibi, Araplarda da odun hamallığı fakir ve sefil insanların yaptığı bir iştir. Bu sebeple Ümmü Cemil gibi izzet ve servet içinde büyümüş bir kadının odun hamallığı yapması, acıklı bir sefaleti simgelemektedir.

"حمّالة الحطب odun taşıyıcısı" tabiri ayrıca koğucu, ona buna lâf taşıyan bozguncuların özelliklerini dile getirirken mecazen de kullanılır. Bunun nedeni, bozguncuların "insanlar arasında ateş yakmak, şerre sebep olmak" gibi fiillerle nitelendirilmiş olmasıdır. Nitekim Zemahşerî, Keşşaf adlı eserinde bu özellikteki insanlar için "Aralarında odun taşıyor" deyimini kullanmıştır.

Ancak ayet, Ümm-ü Cemil'in cehennemde odun taşıyacağını söylemektedir. Cehennemin odunu ve çırası kâfirler olduğu için, küfre ve kâfirin arzusuna hizmet etmek de bir anlamda cehenneme odun taşımak demektir. Buna göre Ümmü Cemil'in cehennemde odun taşıyıcısı olması, gerek dünyadaki küfrü nedeniyle cehennem odunu olan kocasını sırtında cehenneme taşıyacağı, gerekse kocasının cehennemdeki azabına hem hizmet hem de iştirak edeceği anlamlarına gelmektedir.

Ebuleheb ve kadını için verilen örnekler Kur'an'da Firavun ve avenesi için de dile getirilmektedir: Mümin 41, 45, 46. ayetler.

ZEVC - ZEVCE - İMREE- BA’L

EŞ - KADIN- KOCA

Tebbet suresinde yer alan ve karı, eş diye çevrilen "إمرئة imree" sözcüğü ve ileri ki surelerde gelecek genel olarak karı- koca (eş) deyip geçiştiriverilen " زوجzevç" ve " بعلba’l" sözcüklerinin aslında birbirinden farklıdır. Burada kısaca o konu ile ilgili kısa bilgi sunmayı gerekli buluyorum.

الزوج - الزوجة ZEVC- ZEVCE = EŞ

Bu sözcükler çiftin her birini ifade eder. Bunu biz "eş, eşler" diye ifade ederiz. Ki iki varlık, tek varlığa dönüşmüş, biri olmadan diğeri de olmaz olmuş; tek vücut olmuşlar; birbirinden hiç farkları kalmamıştır. Ayakkabımızın sol teki ile sağ teki gibi. Her ikisi de birbirinin eşidir. Her yönüyle ve işleviyle aynıdır. Birbirine zıt hareket ve işlem söz konusu değildir. Birbirlerine karşı üstünlükleri ve baskınlıkları yoktur.

Evlenmiş kadın-erkek, baskınlık söz konusu olmadan düşüncede, inançta ve yaşam ilkelerinde birliği sağladılarsa bunlar zevç ve zevcedir; yani eştirler. Aynı unvanı; soyadını taşırlar. Hayatlarında sen, ben yoktur; biz vardır. Bu birliği sağlamayanlar ise eş sayılmazlar.

"بعل BA'L"

Kur’an’a baktığımızda Bakara/228, Hûd/72, Nûr/31, Nisa/128’de بعل ba’l (çoğulu "بعولة buûlet") sözcüğünü görürüz. Genellikle bu sözcük "koca; hanımın kocası" olarak değerlendirilir. Saffat/124’teki بعل ba’l sözcüğü de İlyas peygamberin elçilik yaptığı kavmin kulluk ettiği ilahın adıdır.

Sözcüğün gerçek anlamını tespit için öz anlamı dikkate alınmalıdır:

"بعل Ba'l" kelimesi aslında "yağmurun senede ancak birkaç kez düştüğü veya hiç düşmediği kurak ve verimsiz yüksek arazi" demektir. Sulanmadan kendi kendini idare eden hurma ağacına da ba’l denir. [Lisanü’l-Arab; Ba’l mad.]

Kur’an’da geçen "Ba’l" sözcükleri, genelde "koca" manasında kabul edilse de öz anlamı dikkate alındığında, evlilikteki zevç; eş anlamındaki "koca" olmadığı; ortada nikah bağı bulunsa da "andropoz ya da talak iddeti, geçimsizlik, uyumsuzluk nedeniyle cinsel ilişki yapılmayan ve hanımıyla düşüncede, inançta; yaşam ilkelerinde birliği kaybetmiş VERİMSİZ KOCA" anlamında kullanılmış olduğu görülür.

Saffat/124’te ki "Ba’l" sözcüğü de işe yaramayan, elinden bir şey gelmeyen tanrı anlamında kullanılmıştır.

الإمرئة İMREE

Bu sözcük de Kur’an’ımızda birçok ayette [Âl-i Imran/35, 40; Nisa/12, 128; Yusuf/30, 51; Neml/23; Kasas/9, 22; Ahzab/50; Tahrim/10, 11, Hud/81; Ankebut/32; A’raf/83; Hud/71; Yusuf/21; Hıcr/60; Neml/57; Zariya/29; Tebbet/4; Meryem/5, 8; Bakara/282; ] yer alır ve genellikle de karı, eş anlamlarında değerlendirilir. Kur’an’daki kullanılan anlamı tespit için bu sözcüğün de öz anlamının bilinmesinde yarar vardır.

إمرئة İmree, "Rey sahibi, kişilikli, olgun kadın" demektir. [Lisanü’l-Arab; İmrret mad.]

Kur’an’ımızda bu sözcük, örneğin, İbrahim’in zevcesi, Zekeriya’nın zevcesi, Aziz’in zevcesi, Firavun’un zevcesi Lût’un zevcesi diye değil, İbrahim’in imreesi, Zekeriya’nın imresi, Aziz’in imreesi, Firavun’un imreesi veya ba’linden korkan imree, iki imree vs. diye yer alır. Henüz çocukları yok iken Meryem/5, 8’de Zekeriya’nın hanımı Zekeriya’nın imreesi diye geçerken çocukları olunca Enbiya/90’da Zekeriya’nın zevcesi (eşi) diye değişir.

Buradan anlayacağımız şudur ki kadın- erkek evli olsalar da kadın kocasıyla eşleşmemiş olabiliyor. Evliler tek varlığa dönüşmemişler, yek vücut olmamışlar; düşüncede, inançta ve yaşam ilkelerinde birlik sağlamamışlardır. Bunlar, çıkarları açısından ancak ortak paydada yaşam sürdüren kimselerdir. Zaten ayetlerde göreceğimiz gibi bu imreeler (kadınlar), başlarına buyruk; kendi reyleriyle hareket eden, kocalarını dikkate almayan kadınlardır.

Kur’an’a baktığımızda konu edilen peygamberlerin inançsız karılarının peygamberlerle, Firavun’un inançlı karısının inançsız Firavun’la eş olması da beklenmez zaten.

Bu açıklamalarımızda sonra kanaatimiz o dur ki "İbrahim’in, Lut’un, Firavun’un karısı ifadeleri "eşi" anlamında anlaşılabileceğinden bu ifadeyi "...’nin kadını" diye takdim daha uygun düşecektir.

Netice şöyle diyebiliriz: kadınıyla eşleşmemiş erkek "بعل ba’l" ; kocayla eşleşmemiş kadın da "إمرئة imree"dir.*



30 Sûrede, Ebû Leheb olarak zikredilen şahsın Kureyş eşrafından Abduluzza b. Abdulmuttalib b. Hâşim; karısının da Ümmü Cemil [Avrâ] olduğu herkes tarafından tartışmasız kabul edilmiştir. Tarih kayıtları Ebû Leheb'in son derece zengin, iri cüsseli, kırmızı suratlı, çabuk hiddetlenen birisi olduğunu belirtmektedir. Hayatının sonuna kadar hep İslâm'a karşı savaşmış, her zaman müşriklerin başında veya yanında yer almıştır. Bedir savaşı'na bizzat iştirak etmemiş olsa da, kendi yerine ücretli bir asker göndermiştir. Peygamberimiz Allah'tan gelen mesajları insanlara ulaştırmaya başlayınca ilk karşı koyan Ebû Leheb olmuştur. Fâtiha'nın topluma karşı okunması esnasında, “Helâk olası, bizi buraya bunun için mi topladın?” diyerek o'nu taşlamış ve ayağından yaralamıştır. Daha sonraları da Peygamberimiz, görevi gereği, pazar ve panayırlarda dolaşıp hakkı tebliğ ederken Ebû Leheb de o'nu bir gölge gibi takip ediyor; o'nu etkisiz hâle getirebilmek için her yolu deniyordu. Toplantılarını sabote ediyor, “Bu benim yeğenim mecnundur, o'na kulak asmayın” diyerek herkesi etkilemeye çalışıyordu. Bu sözlü tacizlerini bazen fiilî saldırıya kadar götürüyordu. Yaptıkları bunlarla da sınırlı değildi. Bazı yerlerde de “Eğer kardeşimin oğlunun dedikleri doğru ise, çoluk-çocuğumu ve malımı fidye olarak verip kendimi azaptan kurtarırım” diye Peygamberimizle alay ediyordu.

Ebû Leheb, Peygamberimize olan düşmanlığını sözlü ve fiilî tacizlerle her platformda sürdürürken karısı da boş durmuyor, Peygamberimizin oturduğu sokağa ve evinin etrafına dikenler sererek ve aleyhinde dedikodular yayarak kocasına destek veriyordu. Bu desteği o kadar içten veriyordu ki, çok sevdiği ve devamlı boynunda taşıdığı gerdanlığını bile bu uğurda, Peygamberimize yapılacak kötülüklerin ödülü olarak harcadı. Birçok müfessir, 5. âyette geçen “boynunda liften bir ip” ifadesinin bu meşhur gerdanlığı temsil ettiğini düşünmektedir.
Böyle bir engellemenin en yakın akrabaları tarafından yapılması Peygamberimizi çok üzüyordu. Çünkü onların engellemeleri ve menfi propagandaları nedeniyle istediği başarıyı gösteremiyordu. Amcasının verdiği zarar, başkalarının verdiğinden kat kat fazlaydı. Bazı kimseler, “Kendi amcasının bile inanmadığına biz niçin inanalım?” diyordu.

“Leheb sûresi” olarak bilinen bu âyetler, böyle bir ortamda Peygamberimizi teselli etmek, desteklemek, o'na moral ve güç vermek için inmiştir.

Daha önce inmiş olan âyetlerde, herhangi bir isim verilmeden, mal, mülk, çevre ve güç sahibi olduklarından dolayı şımarıp azan kimselerden bahsedilmiş, âhiret gününü de yalanlayan bu kişilerin Allah'a havale edilmesi gerektiği, onların cezalarının Allah tarafından verileceği bildirilmişti. O sûrelerde sıfatları ve karakterleri ile zikr edilenler, bu sûrede Ebû Leheb'in kişiliğinde somutlaştırılmıştır.
Kur’ân, zaman ve mekânlar üstü evrensel bir mesaj olduğu için, bu mesajın sadece belli bir tarih aralığına ve belli bir coğrafyaya ait olduğunu düşünmek yanlıştır. Allah, Kur’ân'da bir konu hakkında örnek verirken tarih, yer ve isim belirtmez. Ele aldığı kişileri, o kişilerin davranışları, sıfatları ve karakterleri üzerinden tanıtır. Böyle yaparak verdiği örneğin her zaman ve her yerde geçerli olmasını sağlar.

Sûrenin diğer bir mesajı da, Peygamberimizin öz amcası için bile herhangi bir kayırmasının söz konusu olmadığına göre, krallık, kölelik, zenginlik ve fakirlik gibi sosyal mevkilerin ya da seyyitlik ve şeriflik gibi soy özelliklerinin insana âhirette hiçbir ayrıcalık kazandırmayacak olduğudur.

Bu âyetler geleceğe yönelik verdiği bir haberle de ayrı bir mucize sergilemektedir. Sûrede Ebû Leheb ve karısının iman etmeyecekleri ve cehennemlik oldukları bildirilmiştir. Sûrenin inişinden sonra 15 sene daha yaşayan Ebû Leheb, gerçekten de ölünceye kadar iman etmemiştir. Kur’ân'ın inmeye devam ettiği yıllarda herkes tarafından görülen bu mucize, Muhammed'in peygamberliğinin de apaçık delillerinden biridir.


31 Tebbet kelimesinin sözcük anlamı, “kurudu, yok oldu, helâk oldu” demektir. Âyette geçen iki el ifadesinin, “cüz’iyyet mecâz-ı mürsel”i olarak anlaşılması, yani iki elin zikri ile bizzat ellerin sahibinin kastedilmesi ikinci plândadır.

İki el ifadesi, Ebû Leheb'in iki gücünü temsil etmektedir. Nitekim necm'in 3. cümlesi bu güçleri “onun malı ve kazandığı şeyler” olarak açıklamaktadır. Ebû Leheb'in varlıklı bir kişi olduğu göz önünde tutulduğunda, “kazandığı şeyler” ile kastedilenin de çevresi, kurduğu teşkilât, oğulları, uşakları ve yetiştirdiği militanlar olduğu akıl yoluyla çıkarılabilir. Biz Mealde mecâz anlamı tercih ettik.



*İşte Kuran, Tebbet Suresi





Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim