Hatalı Çevrilen Ayetler
74Müminun Suresi 1-11
Hatalı Çeviri:
1. Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir;
2. Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler;
3. Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler;
4. Onlar ki, zekâtı verirler;
5. Ve onlar ki, iffetlerini korurlar;
6. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (câriyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir.
7. Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir.
8. Yine onlar (o müminler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler;
9. Ve onlar ki, namazlarına devam ederler.
10. İşte, asıl bunlar vâris olacaklardır;
11. (Evet) Firdevs'e vâris olan bu kimseler, orada ebedî kalıcıdırlar.
Doğru Çeviri:
1Kesinlikle, inananlar durumlarını korudular/ zafer kazandılar.
2Onlar, salâtlarında [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmalarında; toplumu aydınlatmaya çalışmalarında] gösterişsiz/ samimi olan kimselerdir.
3Ve onlar, boş şeylerden mesafeli duran kimselerdir.
4Ve onlar, zekat'ı; Allah’ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak içtenlikle verdiği vergiyi işleyen/ veren kimselerdir,
5-7Ve onlar, iffetlerini koruyan kimselerdir, –eşleri veya sözleşmelerinin sahip oldukları ayrı, çünkü bundan dolayı kınanamazlar, oysa bunun ötesine gitmek isteyenler, işte onlar, sınırları aşanların ta kendileridir.–
8Ve onlar, emanetlerine ve antlaşmalarına riâyet eden kimselerdir.
9Ve onlar, salâtlarını [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını] koruyan kimselerdir.
10,11İşte onlar, içinde temelli kalacakları Firdevs cennetine son sahip olan son sahiplerin ta kendileridir.
Bu ayet gurubunda Rabbimiz, durumunu koruyan, zafer kazanmış olan müminleri açıklamaktadır. Bu açıklamada, bir takım eylemlerin yapılması, imanın gereği, imanın meyvesi olarak sayılmıştır. Bununla salt imanın yetmediği, imanın mutlaka güzel ameller ile dışarıya yansıması gerektiği mesajı verilmektedir.
Rabbimiz, salâtlarında huşulu olan, boş şeylerden yüz çeviren, zekâtı işleyen, iffetlerini koruyan, emanetlerine ve ahitlerine riayet eden ve salâtlarını koruyan müminlerin felah bulduğunu beyan etmektedir. " فلاحfelah" sözcüğü genelde "kurtuluş" olarak çevrilegelmiştir. Bu sözcük Kur’an’da on üçü " مفلحmüflih" kalıbıyla "fail isim" olarak, diğerleri de fiil olmak üzere kırk kez geçmektedir. Arapçada, dolayısıyla Kur’an’da "kurtuluş" kavramı " نجاةnecat", " فلاحfelah", " فوز fevz" ve " خلاصhalas" sözcükleri ile ifade edilmektedir. Bu nedenle pasajı iyi anlamak için önce "felah" sözcüğünün anlamını tahlil etmemiz gerekmektedir.
" فلاحFelah" sözcüğünün esas anlamı "yarmak" demektir. Toprağı yarıp süren çiftçiye, denizi yararak geçen denizcilere " فلاّحfellah" denir. Bu sözcük, "başarı, kurtuluş, nimet ve hayırda baki kalma" demektir. [Lisanü’l Arab, c.7, s. 155,156. "flh" mad.]
Buradan anlaşıldığına göre, sözcüğün esas anlamı, maddeyi; toprak ve su gibi nesneleri yarıp maksadı gerçekleştirmek demek iken, bu anlama paralel olarak manevi zorlukları yarma, onlardan zarar görmeme anlamında da kullanılmıştır. Biz bu anlamı, "sevinilecek bir duruma ulaşma; zafer ve mevcut durumu koruma; zarara uğramama" şeklinde ifade edebiliriz.
Kur’an’a bakıldığında, felah sözcüğü ve türevlerinin hem dünyada zafer kazanma hem de ahırette mutlu sona ulaşma anlamında kullanıldığı görülmektedir.
Konumuz olan pasajda da "felah bulma" ifadesi, hem ahıret için kazançlı çıkma hem de dünyada durumu koruma; zarara uğramama anlamındadır.
Bu ayetlerde Rabbimiz müminlerin olmazsa olmaz nitelikleri olarak şunları saymaktadır:
Onlar, salâtlarında huşulu olan kimselerdir.
Burada müminlerin "salât" sahibi oldukları ve salâtlarını "huşu" ile yaptıkları, o nedenle de felaha erdikleri açıklanmıştır.
"Salât"ın, "sosyal destek; manevi açıdan zihinsel olarak kişilerin eğitilmesi, maddi açıdan tüm sorunların giderilmesi için destek vermek, görev almak" olduğunu birçok kez açıklamış idik. İnananlardan bu sorumluğu üstlenmeleri istenirken aynı zamanda bu görevin huşulu olarak yapılması gerektiği vurgulanmaktadır.
الخشوعHUŞU: Bu sözcük, gözü yere çevirme, gözün bakışını engelleme, sesi kısma; sözü boğazın içinden söyleme" demektir. [Lisanü’l Arab, c.3, s.101 "hşa" mad]
Biz bunu "vücut organlarının saygısı"; dolayısıyla "genel saygı" olarak ifade edebiliriz. Huşu sözcüğü Kur’an’da fiil, isim ve sıfat formlarında on yedi kez yer almıştır.
Müminlerin salâtlarında huşulu olmaları gerektiği bildirilirken, saygısızca, gösterişle, alâyiş ve tantanayla yapılan salâtların işe yaramayacağı mesajı verilmektedir.
45,46Bir de sabretmekle, salâtla [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma ile] yardım isteyin. –Şüphesiz salât vesabırlayardım isteme, saygılı olanlardan; gerçekten Rablerine kavuşacaklarına ve gerçekten kendilerinin O'na dönücü olduklarına inanan kimselerden başkasına çok ağır gelir.– [Bakara/45, 46]
4-7Artık, salâtlarında ilgisiz, duyarsız, gösteriş olsun diye salât eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olan; toplumu aydınlatmaya çalışır gözüken] ve basit bir şeylerin bile bir ihtiyaçlıya ulaşmasını engelleyen kişilerin vay haline! [Maun/4- 7]
35Ve onların Beyt'in/Ka‘be'nin yanındaki destek vermeleri, sadece, ıslık çalmak ve el çırpmaktır, bir gösteriştir. –Öyleyse küfrettiğinizden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmişolduğunuzdan dolayı bu azabı tadınız!– [Enfal/35]
142,143Şüphesiz ki münâfıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki O, onların aldatıcısıdır. Ve onlar, salâta [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmaya; toplumu aydınlatmaya] kalktıkları/toplum içine çıktıkları zaman, ikisi arasında gidip gelen kararsızlar olarak, tembel tembel kalkarlar, mü’minlerle ve kâfirlerle olmazlar, insanlara gösteriş yaparlar. Ve Allah'ı ancak, pek az olarak anarlar. Ve Allah, kimi saptırırsa, sen artık ona bir yol bulamazsın. [Nisa/142,143]
54Ve onların yaptıkları harcamaların kendilerinden kabul olunmasına, sadece, onların küfretmesi; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri, O'nun Elçisi'nin gerçek elçi oluşunu bilerek reddetmeleri ve salâta [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmaya; toplumu aydınlatmaya] sadece tembel tembel gitmeleri, Allah yolunda harcamalarını da ancak istemeyerek yapmaları engel oldu. [Tevbe/54]
Ve onlar, boş şeylerden yüz çeviren kimselerdir,
Arapçada "lağv" sözcüğü, kişinin amacına ulaşmasında yararı olmayan her türlü boş ve anlamsız şeyleri içine alır. Yalanı, gıybeti, çekişmeyi, çekiştirmeyi, iğrenç şarkıları, müstehcen fıkraları ve benzeri şeyleri de kapsar. [el-İsfehani; el Müfredat, tvd mad.] İnananların bir özelliği de "boş şeylerden yüz çevirmeleri"dir.
Müminlerin boş şeylerden yüz çevirmeleri gerektiği daha evvel Furkan ve Kasas surelerinde gündeme getirilmişti:
72Ve Rahmân'ın kulları, yalan yere tanıklık etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman saygın bir şekilde geçerler. [Furkan/72]
55Ve onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve "Bizim işlerimiz yalnızca bizim için, sizin işleriniz de yalnızca sizin içindir. Size selâm olsun! Biz cahilleri aramıyoruz" derler. [Kasas/55]
Ve onlar, zekâtı işleyen kimselerdir,
"Felaha eren müminler"in bir niteliği de "zekâtı işlemeleri" olarak bildirilmiştir. Burada "zekât" sözcüğü " زكىzekâ, تزكّىtezekka" gibi fiil halinde değil, " الزّكوةez-Zekât [Vergi]" anlamında özel isim olarak gelmiştir. Buradan anlaşıldığına göre Zekât iddia edildiği gibi Medine’de değil, Mekke’de farz kılınmıştır. Nitekim En’am/141 de bunu teyit etmektedir:
141Ve Allah, asmalı ve asmasız bahçeleri, hurmaları, ürünleri çeşit çeşit ekinleri, zeytinleri ve narları, birbirine benzer ve benzemez biçimde inşa edendir. Meyve verince meyvesinden yiyin, hasat günü de onun hakkını verin ve savurganlık yapmayın. Şüphesiz Allah, savurganlık yapanları sevmez. [En'âm/141]
Konumuz olan ayetlerdeki açık ifadelerden, buradaki zekâttan maksadın nefsin şirk ve kirlerden temizlenmesi olduğunu kabul etmek yanlış bir anlayış olacaktır. Nefsin arınmasına yönelik ifade Kur’an’da fiil halinde verilmiştir:
Benliğini arındıran gerçekten kurtulmuştur. Onu bilerek reddeden de kesinlikle zarara uğramıştır. [Şems/9- 10]
Bilindiği üzere zekât [vergi] Mekke yönetiminde var olan sosyal bir görevdi. Mekke yönetimi vatandaşlarından vergi alıyor, bu vergileri din ayırımı yapmadan ihtiyaçlılara yardımda kullanıyordu. Bir dönem müminlere eziyet için zekatı kestiler ve ihtiyaçlı müminler bundan zarar gördüler. Bu konu Fussılet suresinde yer almıştı:
6,7De ki: "Ben sadece sizin gibi bir beşerim. Bana, ‘Sizin ilâhınızın bir tek ilâh olduğu’ vahyediliyor. O nedenle O'na dosdoğru yönelin ve O'ndan bağışlanma dileyin." Ve zekâtı/vergiyi vermeyen ve âhireti bilerek reddeden o kimselerin/inanmayanların ta kendileri olan ortak koşanların vay haline! [Fussilet/6- 7]
Ve onlar, iffetlerini koruyan kimselerdir, -Eşleri veya yeminlerinin sahip oldukları ayrı, çünkü bundan dolayı kınanamazlar, oysa bunun ötesine gitmek isteyenler, işte onlar, sınırları aşanların ta kendileridir.-
Pasajın bu bölümünde, "kurtuluşa eren inanmış kişiler"in iffetlerini korudukları, zina etmedikleri, fuhuş yapmadıkları, cinsel ihtiyaçlarını nikâh ve yasal sözleşmeler çerçevesinde yaptıkları ifade edilerek müminlere böyle yapmaları gerektiği mesajı verilmektedir.
Ayette cinsel yararlanmanın kimler ile olacağı açıklanırken "eşler" veya "ma meleket eymanüküm [yeminlerinizin, sözleşmelerinizin sahip oldukları] diye iki sınıftan bahsedilmektedir. Aynı ilkeden Meariç suresinde de söz edilmektedir:
29-31Ve salâtçılar, ırzlarını koruyanlardır. –Ancak eşleri veya sözleşmelerinin sahip oldukları hariçtir. Çünkü onlara yaklaştıklarında kınanmazlar. Artık ötesini isteyenler; işte onlar sınırı aşanların ta kendileridir.– [Mearic/29- 31]
Ayetlerde geçen " ما ملكت ايمانهم ma meleket eymanühüm [sözleşmelerinin sahip oldukları] ifadesi, genelde "cariyeler" olarak anlaşılagelmiştir. Cariyelerle ilgili sayısal bir sınırlama olmadığı gibi onlar ile nikâh da gerekmediği anlayışı hakim olmuştur. O halde "ma meleket eymanühüm [sözleşmelerinin sahip oldukları]" ifadesiyle kimlerin kast edildiğinin tahlil edilmesi gerekir:
Bilindiği üzere, İslam dini geldiği zaman dünyanın her tarafında olduğu gibi Arabistan coğrafyasında da kölelik müessesesi mevcut idi. Satın alınma, miras yoluyla gelme, baskınla kaçırma, harp esirlerinin köleleştirilmesi ve köle bağışı gibi yollarla kölelik müessesi devam edip gidiyordu. İslam dini sıcak savaş dışında esir almayı, savaşta alınan esirlerin de köleleştirilmesini yasakladı (Enfal/67 ve Muhammed/4). Böylece İslamiyet kölelik müessesini tedricî bir metotla tamamen yasaklamış oldu. 19. Yüzyılla başlayan süreçte ise İngiltere başta olmak üzere diğer devletler de köleliği yasaklayarak bu müesseseyi ortadan kaldırdılar. Ne yazık ki, bir İslam devleti olan Osmanlı Devleti, zenci köle ticaretini 1857’de, beyaz köle ticaretini ise ancak 1909’da yasaklamıştır.
Kölelik müessesesinin devam ettiği süreçte, kadın ve erkek köleler belirli koşullar, sözleşmeler çerçevesinde koruyucu ailelerin himayelerine verilirler, bu hami aileler onların iş gücünden yararlanırlar ve onları himaye ederlerdi. Köleler din ve vicdan özgürlüğüne sahip olmalarına rağmen, ekonomik ve siyasi açıdan özgür olmazlardı. Miras yoluyla, gasp yoluyla köle edinme ortadan kalktıktan sonra harp esirlerinden değişime tabi tutulmayan, fidye verilmeyen ve kendi ailesinden himaye edecek kimsesi bulunmayan hanımlar yine belirli koşullar çerçevesinde birilerinin himayesine verilirdi. Bazen de köleliğin kalkmadığı komşu bir ülkeden hediye olarak köleler gönderilirdi.
Pasajda konu edilen "ma meleket eymanühüm [sözleşmelerinin sahip oldukları]" kadınlar bu şartlar çerçevesinde "Kamunun himayesi altında olanlar"dır. Ayetlerde kişilerin sahip olduğu diye bir anlam yoktur. Bu kadınlar, o günün geleneğine göre belirli noktalarda eksikli kabul edilirlerdi.
Konumuz olan ayette "veya sözleşmelerinin sahip oldukları" ifadesi ile anlatılan kadınlar bunlardır. Bunlar ile cinsel ilişkiye girebilmek için mutlaka yakınlarından izin alınması ve örfe göre mehirlerinin verilmesi suretiyle nikâhlanmaları şarttır (Nisa/24). İslam dini nikâhsız cinsel ilişkiyi tasvip etmez. Nikâhsız gönüllü ilişkiyi zina, nikâhsız ve gönülsüz ilişkiyi ise tecavüz sayar.
Arapçadaki "ev" bağlacının bir anlamı da "et Tafsilü ba’de’l icmal (özet ifadeden sonra ayrıntılı açıklama" dır. [El İtkân ma’rifeti meani’l edevat; ev Mad.] Kur’an’da bunun örneklerini görmekteyiz.
Bakara/135:
135Ve onlar, "Yahûdi veya Hristiyan olunuz ki kılavuzlandığınız doğru yolu bulasınız" dediler...
Buradaki anlam, "bazıları, "Yahudi olunuz ki kılavuzlandığınız doğru yolu bulasınız" dediler...,
bazıları da "Hristiyan olunuz ki kılavuzlandığınız doğru yolu bulasınız" dediler... şeklindedir.
Zariyat/52:
52İşte böyle, onlardan öncekilere herhangi bir elçi gelince, onun hakkında da kesinlikle onlar: "Bir sihirbazdır!" veya "Bir gizli güçlerce desteklenen/deli birisidir!" dediler.
Bu ayette de anlam, "bazıları, bir sihirbazdır dediler, bazıları da "Bir gizli güçlerce desteklenen/deli birisidir!" dediler" şeklindedir.
Konumuz ayetlerde de "eşleri veya sözleşmelerinin sahip oldukları ayrı" ifadesi "Nikahlı eşleri ayrı, ki kimi normal bir evlilik yapmıştır, kimi de yasaların malik olduğu; kamu himayesindeki kadınla evlilik yapmıştır... denilmektedir.
Ayette bu kadınların "veya" ifadesiyle ikinci bir grup sayılması, geçmişlerindeki bilinmez noktalar ve o günün örfünde mehir açısından asıl hemşehrileriyle eşit olmamalarından kaynaklanmaktadır. Nikâhın temeli bir olmasına rağmen, detayda farklılık söz konusudur. İnşaallah bu noktalar Nisa suresinde detaylı olarak ortaya konacaktır.
Bu tür hanımlara somut örnek olarak şu isimler verilebilir: Peygamberimizin eşlerinden "Müminlerin Annesi Safiye" bir savaş esiridir; Mariye de kendisine hediyedir. Peygamberimiz her ikisi ile de nikâhlanmıştır. Ayrıca bu iki kadın Kur’an’da [Tahrim ve Ahzab surelerinde] Resulullah’ın "eşleri" olarak nitelenmiştir.
MUT’A NİKÂHI
Literatüre "Mut’a Nikâhı" diye geçen ve kadınların sadece cinsel yararlanma için kiralanması anlamına gelen bu nikâh türü, kiralanan kadın yasal eş, gerçek hanım olmadığından bu tip bir uygulama haddi aşmak olur ve yasak kapsamındadır.
Ve onlar [kurtulan müminler], emanetlerine ve ahitlerine riayet eden kimselerdir.
"Kurtuluşa eren müminler"in pasajın bu kısmında açıklanan bir diğer niteliği de "emanetlerine ve ahitlerine riayet eden kimseler" olmalarıdır. "Riayet", "çobanlık etme, koruma, kollama, gözetme" demektir.
"Emanet", "güvenilip verilen şey"; "ahit" de "insanın kendisini Rabbine yaklaştıracak şeyler hususunda yapmayı taahhüt ettiği şey" demektir. Emanet ve ahit, ister Allah ile insan arasında, ister insan ile insan arasında yapılmış olsun, tüm anlaşma, sözleşme ve söz vermeleri kapsar. Emanet ve ahdin önemi, Allah’ın üzerinde durduğu çok önemli bir konudur. Bu konu ile ilgili Nahl suresinde de açıklamalar yer almıştı. Önemine binaen ilgili bölümün tekrar okunmasını öneriyoruz.
Ve onlar, salâtlarını koruyan kimselerdir.
Pasajın bu bölümünde de felah bulan müminlerin salâtlarını koruyan kişiler olduğu vurgulanmıştır. Görüleceği üzere salât korku anlarında bile ihmal edilmemesi gereken bir ödevdir. Salât toplumdaki kötülükleri, aşırılıkları ortadan kaldırır. Salâtın ortadan kalkmasıyla toplumda cehennem hayatı hüküm sürmeye başlar. O nedenle salât, dinin vitrini ve direği kabul edilmiştir.
238,239Salâtları [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını] ve en hayırlı salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmanın; toplumu aydınlatmanın en yararlı olanı; haftalık toplantı günü salâtını] elbirliği ile koruyun. Ve Allah için sürekli saygıda durarak kalkın; işe koyulun; eğitim-öğretim ve sosyal yardım kurumunu işletin. Ama eğer korkulu bir ortamda bulunuyorsanız, o zaman yaya veya binekli olarak giderken; hareket hâlinde koruyun, yerine getirin. Sonra da güvene erdiğinizde bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi Allah'ı hemen anın. [Bakara/238, 239]
45Sen, sana kitaptan vahyedileni oku/izle ve salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumu oluştur-ayakta tut]. Kesinlikle salât [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumu], aşırılıktan, kötülükten alıkoyar. Ve Allah'ın anılması, elbette daha büyüktür. Ve Allah, yapıp ürettiğiniz şeyleri bilir. [Ankebut/45]
59-61Sonra onların ardından kötü bir nesil geldi ki, salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmaya çalışmayı] kaybettiler/hayatlarından çıkarıp attılar. Ve şehvetlerine uydular. Bundan dolayı tevbe eden ve iman eden ve sâlihi işleyenler hariç onlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır. İşte tevbe eden, iman eden ve sâlihi işleyenler cennete; Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] kullarına –görmedikleri hâlde– vaat ettiği Adn cennetlerine girecekler ve hiçbir şekilde haksızlığa uğratılmayacaklardır. Şüphesiz O'nun vaadi kesinlikle yerini bulacaktır. [Meryem/59-61]
İşte onlar, içinde temelli kalacakları Firdevs cennetine varis olan varislerin ta kendileridir.
"Felaha eren müminler"in yukarıdan beri sayılagelen özelliklere sahip oldukları beyan edildikten sonra, pasajın bu son kısmında da Firdevs cennetine varis olacak olanların da bu müminler olduğu bildirilmiştir.
Firdevs sözcüğü bir başka ayette şöyle geçmektedir:
107,108Şüphesiz iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış şu kimseler, içlerinde sürekli kalmak üzere Firdevs bahçeleri onlar için ikram olunmuştur. Onlar, oradan hiç ayrılmak istemezler. [Kehf/107, 108]
"Firdevs" sözcüğü, genel kanaate göre sonradan Arapçalaşmış bir sözcüktür. Rumca "bahçe" demektir. Firdevs sözcüğünün çoğulu olan "Feradis" Suriye’de bir yerin adıdır. [Lisanü’l Arab, c. 7, s.55, 56]
Klasik kaynaklardaki nakillere göre, Katade, Firdevs'in cennetin merkezi ve en üstün yeri olduğunu ileri sürerken, Kâ'b "Cennetler içinde Firdevs'ten daha üstün ve yücesi yoktur" demektedir.
Bu ayetten Rabbimizin ahirette müminleri Firdevs bahçeleri ile ödüllendireceği anlaşıldığı gibi, bu ayetler indiği dönemde henüz Bizans toprağı olan Suriye’deki Firdevs cennetlerinin bir gün müminlerin olacağı müjdesi de anlaşılmaktadır.
Mü'minun suresindeki bu pasajın benzerleri Furkan ve Meariç surelerinde de yer almaktadır:
67Ve Rahmân'ın kulları, harcadıklarında savurganlık etmezler, sıkılık da etmezler ve bu ikisi arasında bir denge olmuştur.
68-71Ve işte Rahmân'ın kulları, Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar. Allah'ın haram ettiği canı öldürmezler. –Ancak hak ile öldürürler.– Zina da etmezler. –Ve kim bunları yaparsa, günahla karşılaşır. Kıyâmet günü azabı kat kat olur ve orada, alçaltılarak sürekli olarak kalır. Ancak tevbe eden, iman eden ve sâlihi işleyenler bunun dışındadır. İşte Allah, onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Ve Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. Ve her kim tevbe eder ve sâlihi işlerse, kesinlikle o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah'a döner.–
72Ve Rahmân'ın kulları, yalan yere tanıklık etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman saygın bir şekilde geçerler.
73Ve Rahmân'ın kulları, kendilerine Rablerinin alâmetleri/göstergeleri hatırlatıldığında ise, onlar üzerine sağırca ve körce davranmazlar.
74Ve Rahmân'ın kulları, "Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve bizden sonraki kuşaklarımızdan göz aydınlığı olacak kimseler hibe et/bağışla. Ve bizi Allah'ın koruması altına girmiş kişilere önder kıl!" derler.
75,76İşte Rahmân'ın kulları, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamlarında, orada sonsuz olarak kalacaklar olarak ödüllendirilecekler, orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır. –Orası ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir ikametgâhtır!– [Furkan/67- 76]
22Ancak "salâtçılar" [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı ilkeleştirmişler] bunun dışındadır.
23Salâtçılar ki salâtlarını [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmalarını; toplumu aydınlatmayı] sürdürenlerdir.
24,25Ve salâtçılar, kendi mallarında, isteyen ve istemekten utanan yoksullar için belli bir hak olan kimselerdir.
26Ve salâtçılar, ceza gününü tasdik ederler.
27Ve salâtçılar, Rablerinin azabından korkanlardır.
–28Şüphesiz Rablerinin azabından güvende olunmaz.–
29-31Ve salâtçılar, ırzlarını koruyanlardır. –Ancak eşleri ve sözleşmelerinin sahip oldukları hariçtir. Çünkü onlara yaklaştıklarında kınanmazlar. Artık ötesini isteyenler; işte onlar sınırı aşanların ta kendileridir.–
32Ve salâtçılar, emanetlerine ve ahitlerine riâyet ederler.
33Ve salâtçılar, şâhitliklerini yerine getirirler.
34Ve salâtçılar, salâtları [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma ilkeleri] üzerine korumacıdırlar.
35İşte bu salâtçılar, cennetlerde ağırlanırlar. [Mearic/22- 35]
Kur’an’da "kurtuluşa eren kimseler"in nitelikleri birçok ayette [Bakara/3- 5, 189, Al-i Imrân/104, 130, 200, Maide/35, 90, A’raf/8, 69, 157, Enfal/45, Hacc/77, Nur/31, 51, Rum/38] yer almaktadır.*
*İşte Kuran, Müminun Suresi