87Bakara Suresi 2-5
Hatalı Çevrilen Ayetler
Bakara Suresi 2-5
Hatalı Çeviri:
1. Elif. Lâm. Mîm.
2. O kitap (Kur'an); onda asla şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.
3. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.
4. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.
5. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.
Doğru Çeviri:
1) Elif/1, Lâm/30, Mîm/40.
2,3,4) İşte bu kitap; kendisinde hiç kuşku yoktur, ıssız yerlerde iman eden, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan-ayakta tutan], kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden Allah yolunda harcama yapan/başta yakınları olmak üzere başkalarının nafakalarını sağlayan, sana indirilene ve senden önce indirilene iman eden Allah'ın koruması altına girmiş kişiler -ki bunlar, âhirete de kesinlikle inanırlar- için bir kılavuzdur.
5) İşte bunlar, Rablerinden bir kılavuz üzerindedirler. Yine işte bunlar, kurtulanların, kazançlı çıkanların ta kendileridir.
Bu âyet grubunda Kur’ân’a ve Kur’ân’ın oluşturduğu muttaki kitleye değinilmiştir. Ayrıca burada, Kur’ân’da ريب [rayb/tutarsızlık, çelişki ve şüphe] olmadığı belirtilmiştir, ki bundan, “Kur’ân’ın, âlemlerin Rabbi tarafından indirildiğinde şüphe bulunmadığı, insanlara güzeli-doğruyu sunduğu, onda tutarsızlık, çelişki, gerçek dışı bir şeyin olmadığı” sonucu çıkarılabilir.
Kur’ân’ın nitelikleri hakkında birçok yerde (Bakara/23-24, Zümer/27-28, Kehf/1-4, Fussilet/44) bilgi verilmiştir:
Sonra da Kur’ân’ın gaybda iman eden, salâtı ikâme eden, kendilerine Allah tarafından verilen rızıklardan infak eden, Kur’ân’a ve Kur’ân’dan önce indirilen kitaplara iman eden ve âhirete de kesinlikle inanan muttakilere; samimi müslümanlara rehber olduğu vurgulanmıştır. Ardından da muttakilerin; zarar etmeyen, fenalık görmeyen, zafer kazanan kimseler olduğu ifade edilmiştir.
Burada, Kur’ân’ın muttakiler için rehber olduğu; başka âyetlerde ise muttaki, fâsık, fâcir, müşrik, kâfir herkese rehber olduğu ifade edilmektedir; ki bundan kasıt, bu kitaptan ancak muttakilerin yeterince yararlanacağı, diğerlerinin yararlanamayacağıdır.
Takvâ ve muttaki kavramları hakkında A‘râf sûresi’nde (26. Âyet) ayrıntılı açıklama yapılmıştır. Ez cümle, “Taqvâ, ‘insanın kendisini Allah’ın koruması altına koyarak âhirette kendisine zarar ve acı verecek şeylerden sakınması, ya da günahlardan uzak durması ve iyiliklere sarılması, en vecizifadesiyle “Allah’ın koruması altına girmesi”dir”
Ancak konu ile ilgili diğer Kur’ân âyetleri de göz önüne alınarak daha geniş bir tarif de yapılabilir: “Taqvâ, ‘iman etmek, şirkten uzak durmak, Allah’ı unutmamak, Allah ve elçilerine boyun eğmek, inkârcılarla mücâdele etmek, bollukta ve darlıkta sahip olunan mallardan bağışta bulunmak, salâtı ikâme etmek, kulluk bilinciyle tazarrulu duada bulunmak; zekât vermek, verilen sözde durmak, sıkıntılara sabretmek, açgözlü olmamak, ana-babaya iyi davranmak, hiçbir zaman kendini temize çıkarmaya çalışmamak, tevbe etmek, yanlışlarda ısrar etmemek, yaptıklarının affını dilemek, öfkeye sahip olmamak, başkalarını bağışlamak, adaletli olmak ve adaleti ayakta tutmaya gayret etmek’tir.”
Bütün bu tariflere dayanarak özlü bir ifade ile taqvâ‘nın, “iman ve onun yansıması” olduğunu söylemek de mümkündür.
Muttakilerin özelliği sayılırken şu nitelikler önplana çıkarılmıştır:
Âyetteki, بالغيب [bi'l-ğaybi] ifadesini, “gayba iman” ve “gaybda iman” olarak çevirmek mümkündür. Zira ب [be] edatı, “ilsak” anlamında kullanıldığı gibi, “zarf” anlamında da kullanılır. Kur’ân’da bunun birçok örneği vardır. Burada konu, ileriki âyetlerden de anlaşılacağı üzere “gaybda iman”dır. Yani, iki yüzlü olmayıp, hem göz önünde hem de tenhada, kimsenin görmediği yerlerde gerçekten imanlı olmaktır.
Ğaybda iman ilgili daha evvel (Fâtır/18, Kaf/32-33, Fâtır/28, Yûnus/57) geniş açıklamalar yapmıştık. Burada ilgili âyetleri hatırlatmakta yarar vardır:
Bu paragrafta rızkın Allah tarafından verildiği, verenlerin de Allah’ın verdiğinden verdiklerine dikkat çekilmiştir. Rızık ve rızık olarak verilenlerin Allah yolunda harcanmasına dair Kur’ân’da yüzlerce âyet mevcut olup hatırlamaya yönelik olarak birkaçını zikrediyoruz: Fâtır/3, Zâriyât/58, Mülk/21, Hûd/6, Münâfikûn/10, (Tevbe/34)
“Allah’ın verdiği rızıktan, hayr için harcamak; nafakayı (ihtiyaç maddelerini temin etmek)” demek olan infak, fert ve toplumu tehlikeden korur, sosyal patlamayı engeller.
İnfakın olmadığı toplumlarda yoksulluk ve açlık; bundan da kıskançlık ve düşmanlık meydana gelir ve neticede sosyal patlama kaçınılmaz olur:
195.Ve Allah yolunda malınızı harcayın, kendinizi ellerinizle tehlikeye bırakmayın ve iyileştirin-güzelleştirin. Şüphesiz Allah, iyileştirenleri-güzelleştirenleri sever.(Bakara/195)
İnsanın sevdiği şeylerden Allah yolunda harcaması ise insanı, cennetliklerin nitelikleri olan birr ve takva mertebesine ulaştırır:
92.Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça asla “iyi adamlık” mertebesine eremezsiniz. Ve siz, her neyi bağışlarsanız kesinlikle Allah, onu en iyi bilendir.(Âl-i İmrân/92)
89.Allah, sizi, kasıtsız olarak yaptığınız/ağız alışkanlığı yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Fakat kasıtlı yaptığınız/sözleşmeler oluşturduğunuz yeminlerinizden sizi sorumlu tutar; onun kefareti, ehlinize yedirdiğinizin en hayırlısından/en iyisinden on miskini yedirmek veya giydirmektir. Veyahut da bir köleyi özgürleştirmektir. Verecek bir şey bulamayan kimse için de üç gün oruç tutmaktır. Bu, bozduğunuz zaman yeminlerinizin kefaretidir. Ve yeminlerinizi koruyun. İşte Allah, karşılığını ödersiniz diye âyetlerini sizin için böyle açığa koyar. (Mâide/89)
133-135.Ve Rabbinizden bağışlanmaya, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcama yapan, öfkelerini yutan, insanları affeden, çirkin bir hayâsızlık işledikleri ya da kendi kendilerine haksızlık ettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyen, –Allah’tan başka günahları bağışlayan kimdir?– yaptıkları kötü şeylerde bile bile ısrar etmeyen, Allah’ın koruması altına girmiş kişiler için hazırlanmış eni göklerle yer kadar olan cennete koşuşun. Ve Allah, iyilik, güzellik üretenleri sever.(Âl-i İmrân/133-135)
265.Allah’ın rızasını kazanmak ve kendilerini sağlamlaştırmak için harcamada bulunanların durumu da kendisine bol yağmur isâbet edip de ürününü iki kat veren, verimli topraklardaki bir bahçenin durumuna benzer. Böyle bir bahçeye bol yağmur düşmese de bir çisinti… Allah, yapmakta olduklarınızı en iyi görendir.(Bakara/265)
274.Mallarını her zaman, gizlice ve açıkça Allah yolunda harcayan kimseler; işte onların, Rableri nezdinde ödülleri vardır. Ve onlara herhangi bir korku yoktur, onlar üzülmezler de.(Bakara/274)
267.Ey iman etmiş kimseler! Kazandıklarınızdan, sizin için yerden çıkardıklarımızın temizlerinden Allah yolunda harcayın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olamayacağınız pis şeyleri vermeye yeltenmeyin. Ve şüphesiz Allah’ın çok zengin/hiçbir şeye muhtaç olmayan, övülen/övgüye lâyık bulunan olduğunu bilin.(Bakara/267)
Âyetteki, …sana indirilene… ifadesiyle, vahiylerin tümüne iman etmek gerektiğine işaret edilmiştir. Bir insanın, mü’min ve muttaki olabilmesi için ilk peygamberden son peygambere kadar indirilmiş tüm vahiylere inanması gerekir.
Nitekim Mekke döneminde Peygamber’e şu direktifler verilmişti:
15,10.İşte bunun için sen, davet et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol. Onların boş iğreti arzularına uyma ve de ki: “Ben, Allah’ın kitaptan indirdiğine inandım ve ben, aranızda adaleti gerçekleştirme görevi ile emrolundum. Allah, bizim Rabbimizdir sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız yalnızca bize, sizin yaptıklarınız da yalnızca size aittir. Sizinle bizim aramızda hiçbir delile yer yoktur. Allah, bizi bir araya toplayacaktır. Dönüş de yalnız O’nadır. Ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şey; artık onun hükmü Allah’a aittir. İşte bu, benim Rabbim Allah’tır. Ben, yalnız O’na işin sonucunu havale ettim ve ben, yalnız O’na yöneliyorum.” (Şûrâ/15, 10)
285,286.Elçi, kendi Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de. Hepsi Allah’a, doğal güçlerine/haberci âyetlerine, kitaplarına ve elçilerine iman ettiler: “Biz Allah’ın elçileri arasında ayırım yapmayız.” Ve “Biz duyduk ve itaat ettik. Rabbimiz! Bağışlamanı dileriz, dönüş ancak Sanadır. Ey Rabbimiz! Eğer terk ettiysek ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz! Bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır sorumluluk/sıkıntıya sokacak şeyler yükleme! Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de yükleme! Ve affet bizi, bağışla bizi, merhamet et bize! Sen bizim yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınımızsın. Ve de kâfirler toplumuna; Senin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden toplumlara karşı yardım et bize” dediler.
Allah, hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka; kapasitesi dışında yük yüklemez. Herkesin kazandığı kendi yararına ve kendi yaptığı zararınadır.(Bakara/285,286)
136.Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene, İbrâhîm’e ve İsmâîl’e ve İshâk’a ve Ya’kûb’a ve torunlarına indirilene, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya verilene ve peygamberlere Rablerinden verilene iman ettik; onlardan hiç birini diğerinden ayırmayız ve biz ancak O’nun için islâmlaştıranlarız [sağlamlaştıran/ esenlik-mutluluk kazandıran birileriyiz].” (Bakara/136)
84.De ki: “Biz, Allah’a, bize indirilen Kur’ân’a, İbrâhîm’e, İsmâîl’e, İshâk’a, Ya‘kûb’a ve torunlara indirilene, Mûsâ’ya, Îsâ’ya ve peygamberlere Rablerinden verilenlere inandık. Onlardan hiç biri arasında ayırım yapmayız. Ve biz, yalnız O’nun için İslâmlaşanlarız.”(Âl-i İmrân/84)
Muttakilerin, “salâtı ikâme eden kişiler” olarak nitelendiğini görmekteyiz. Salât ve salâtın ikâmesi ile ilgili daha evvel ayrıntılı bilgiler sunulmuştu. Burada kavramlar ile ilgili özet bir tanım yapmakla yetiniyoruz:
الصّلوة [SALÂT]
Salât sözcüğünün anlamını, “destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak; sorunların çözümünü üzerine almak” şeklinde özetlemek mümkündür. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, buradaki sorunlar, sadece bireysel sorunları değil, toplumsal sorunları da kapsamaktadır. Dolayısıyla الصّلوة [salât] sözcüğünün anlamını, “yakın çevrede bulunan muhtaçlara yardım” boyutuna indirgemek doğru olmayıp, “topluma destek olmak, toplumu aydınlatmak, toplumun sorunlarını sırtlamak, üstlenmek, toplumun sorunlarını gidermek” boyutunu da içine alacak şekilde geniş düşünmek gerekir. Yapılacak yardımın, sağlanacak desteğin gerçekleştirilme şeklinin ise “zihnî” ve “mâlî” olmak üzere iki yönü bulunmaktadır: A) Zihnî yönü ile salât; eğitim ve öğretimle bireyleri, dolayısıyla da toplumu aydınlatmak, rüşde erdirmek; en sağlam yola iletmek; B) Mâlî yönü ile salât; çeşitli iş imkânları ve hastalıkta, emeklilikte, âfetlerle karşılaşıldığında devreye giren güvence sistemleri ile bireylerin mâlî sıkıntılarına yardım etmek, onları zor günlerinde sırtlamak, böylece de toplumun sıkıntılarını gidermek demektir.
إقام الصّلوة [İQÂMİ'S-SALÂT/SALÂT'IN İKÂMESİ]
Kur’ân’da, salâtın ikâmesi ile ilgili, emir ve haber cümlesi niteliğinde yüzlerce ifade olup, bunlar genellikle “namazı doğru kıl, namazlarını dosdoğru kılarlar” şeklinde çevirilegelmiştir. Bizim yaptığımız tahlil bu çevirilerin, ifadenin anlamını yansıtmak açısından yetersiz kaldığını, hatta yanlış olduğunu göstermektedir.
إقام [iqâm] ve الصّلوة [es-salât] sözcüklerinden oluşan ifadedeki salât sözcüğünün anlamı yukarıda açıklandığı için, burada iqâm sözcüğünü tahlil edeceğiz:
Q-v-m harflerinden oluşan iqâm sözcüğü, “oturmak” fiilinin karşıtı olan qıyâm sözcüğünün if‘âl babından mastarıdır ve lügatlerde bu kalıbın anlamı, “ayağa kaldırmak, dikmek, ayakta tutmak” olarak belirtilmiştir.
Buna göre, إقام الصّلوة [iqâmi's-salât] tamlamasının anlamı da, “zihnî ve mâlî yardım ve destekle sorunların üstlenilip giderilmesi ve devam ettirilmesi, yani ayakta tutulması” demek olmaktadır.
Bunu somutlaştırarak ifade etmek gerekirse, zihnî yönü ile salâtın ikâmesi, “eğitim ve öğretim için okullar, halk evleri, halk eğitim merkezleri açılması ve bunların [maarif sisteminin] ayakta tutulması”; mâlî yönü ile salâtın ikâmesi ise, “iş alanları açılması, Emekli Sandığı, Bağkur, SSK gibi sosyal güvenlik sistemlerinin teşkil edilmesi, yoksul ve yetimlerin desteklenerek –bekâr ve dulların evlendirilmesi de dâhil– her türlü sorunlarının sırtlanması, her türlü sıkıntılarına çare olunması için kurumlar oluşturulması, bu sistem ve kurumların sürekli yaşatılarak ayakta tutulması” demektir.
Muttakilerin bir niteliği de, âhirete kesinkes inanmalarıdır. Zira âhirete iman, hakk dinin en önemli ilkelerinden biridir. Tüm kötülüklerin, âhirete inanmamaktan [din gününü yalanlamaktan] kaynaklandığı onlarca âyette yer almıştır:
1.Âhirette herkesin iyi veya kötü, yaptığı işlerin karşılığını görmesini/ Allah’ın sosyal düzeni belirleyen ilkelerini yalanlayan şu kimseyi gördün mü/ hiç düşündün mü? 2,3İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse.(Mâûn/1-3)
5.Aslında o insan, önünü; kalan ömrünü din-iman tanımayıp kötülüğe batmakla geçirmek istiyor: 6Soruyor: “Kıyâmet günü ne zamanmış?”(Kıyâmet/5-6)
Hâlbuki âhiret vardır ve aklını kullanan kimseler için dünyadan daha değerlidir:
169.Derken onlardan sonra bir nesil gelip onların yerlerine geçti. Kitab’a mirasçı oldular. Onlar bu dünyanın değersiz kazanımlarını alırlar, “Bize ileride mağfiret olunur/ suçlarımız bağışlanır” diyorlardı. Kendilerine ona benzer değersiz bir mal gelirse, onu da alıyorlardı.–Allah’a karşı haktan başkasını söylemeyeceklerine dair kendilerinden o kitabın teminatı alınmadı mı? Hâlbuki onda olanı okuyup öğrenmişlerdi. Âhiret yurdu, Allah’ın koruması altına girmiş kimseler için daha hayırlıdır. Hâlâ akıl etmeyecek misiniz?–(A‘râf/169)
32.Ve basit dünya hayatı, sadece eğlence ve oyundur. Son yurt/Âhiret yurdu ise, Allah’ın koruması altına girenler için kesinlikle daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız?(En‘âm/32)
ÂHİRETE İMANIN FAYDALARI
Âhiret, rahatına düşkün ve dünya nimetlerini arzulayan bir yapıda yaratılmış olan insanı, bu uğurda işleyeceği suçlar konusunda caydırıcı bir unsurdur. Çünkü menfaati için her türlü sorumsuz davranışta bulunabilecek yapıdaki insan, ancak bir mükâfat ve ceza yurdunun varlığı sayesinde kendisini denetleyebilmekte, böylece dünya yaşamındaki kötülükler frenlenmektedir.
Nitekim tâğûtların tuğyanının sebebi, âhirete inanmamalarıdır:
1.Âhirette herkesin iyi veya kötü, yaptığı işlerin karşılığını görmesini/ Allah’ın sosyal düzeni belirleyen ilkelerini yalanlayan şu kimseyi gördün mü/ hiç düşündün mü? 2,3İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse.(Mâûn/1-3)
İnsanın yaptıklarının karşılığını bu dünyada tam olarak gördüğünü söylemek mümkün değildir. Zira birçok iyi davranış, görülmediği veya görmezden gelindiği için karşılıksız kalır, birçok iyi insan da zulme uğrar, su-i istimale maruz kalır ve bu yüzden ümidini kaybeder. Âhirete inanan insan ise ümitsizliğe düşmez, isyan etmez, kendisinin de kötü olması gerektiğini düşünmez, kişisel cezalandırmaya kalkışmaz; bunun bir imtihan vesilesi olduğunu kabul ederek sabreder.
Âhiret inancı, dünya hayatının çekilmezliği ve anlamsızlığı düşüncesini ortadan kaldırır, geçici olandan sürekli olana geçme özlemi oluşturur.
Âhiret inancı, ufku açar; uzun vâdeli düşünmeyi, planlamayı ve hedef edinmeyi sağlar; böylece inanan kişi, dünya hayatını âhirete göre planlar.
Dünyada yapılan bir davranışın âhirette karşılığının olacağı inancı, insanda bir iç disiplin oluştururlar.*
*İşte Kuran, Bakara Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz