• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

87Bakara Suresi 108-110




Hatalı Çevrilen Ayetler


87Bakara Suresi 108-110


Hatalı Çeviri:
108. Yoksa siz de (ey müslümanlar), daha önce Musa'ya sorulduğu gibi peygamberinize sorular sormak mı istiyorsunuz? Kim imanı küfre değişirse, şüphesiz dosdoğru yoldan sapmış olur.

109. Ehl-i kitaptan çoğu, hakikat kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek istediler. Yine de siz, Allah onlar hakkındaki emrini getirinceye kadar affedip bağışlayın. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.

110. Namazı kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah'ın katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görür.



Doğru Çeviri:
108Yoksa siz Elçinizi, bundan önce Mûsâ'nın sorgulandığı gibi, sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Ve her kim imanı, küfürle değiştirirse, artık o, düz yolun ortasını kaybetmiş olur.

109Kitap Ehlinden birçoğu, gerçek kendileri için ortaya konduğu hâlde, benliklerindeki kıskançlıktan dolayı sizi imanınızdan sonra kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler olmaya çevirmek isterler. Buna rağmen siz, Allah'ın emri gelinceye kadar af ile, hoşgörüyle davranın. Şüphesiz Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.

110Ve siz, salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun-ayakta tutun] ve zekat'ı; Allah’ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak içtenlikle verdiği vergiyi verin! Kendiniz için önceden her ne iyilik yaparsanız, Allah katında onu bulursunuz. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.



108Yoksa siz Elçinizi, bundan önce Mûsâ'nın sorgulandığı gibi, sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Ve her kim imanı, küfürle değiştirirse, artık o, düz yolun ortasını kaybetmiş olur.


Âyetin açık ifadesinden anlaşıldığına göre, bazıları, İsrâîloğulları'nın Mûsâ'ya yaptığı gibi, Peygamber'i sorgulamak istemişler, bu yüzden de kınanmışlardır. Klasik kaynaklarda bu âyetin mü’minlerden bazıları hakkında indiği nakledilir:

Yoksa siz de daha önce Mûsâ'dan açıkça Allah'ı kendilerine göstermelerini istedikleri gibi Peygamberinizden istemeye mi kalkışacaksınız? Onlar da Muhammed'den (s.a) Allah'ı ve melekleri kâfile hâlinde getirmesini istemişlerdi. İbn Abbâs ve Mücâhid'den gelen rivâyete göre onlar Hz. Peygamber'den Safâ tepesini altına dönüştürmesini istemişlerdi.

Yine İbn Abbâs'tan gelen rivâyete göre bu âyet-i kerîme, Râfi b. Huzeyme ile Vehb b. Zeyd'in, Peygamber'e (s.a), "Bize semadan okuyacağımız bir kitap getir ve bizim için nehirler fışkırt ki, sana uyalım" demeleri üzerine nâzil olmuştur. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]

Muhammed ibn İshâk der ki: Bana Muhammed ibn Ebî Muhammed İkrime'den veya Sa‘îd'den o da Abdullah ibn Abbâs'tan nakletti ki, o şöyle demiş: Râfî ibn Hureymle –veya Vehb ibn Zeyd– dedi ki: "Yâ Muhammed! Bize gökten bir kitap getir ki onu okuyalım, bize yerden bir ırmak fışkırt ki sana tâbi olup doğrulayalım." Bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyet-i celîle'yi inzâl buyurdu: Yoksa daha önce Mûsâ'ya sorulduğu gibi siz de Peygamberinizi sorguya çekmek mi istiyorsunuz? [İbn Kesîr.]

Mücâhid, Yoksa daha önce Mûsâ'ya sorulduğu gibi siz de Peygamberinizi sorguya çekmek mi istiyorsunuz âyeti konusunda dedi ki: "Mûsâ'dan kendilerine Allah'ı apaçık göstermesini istemişlerdi. Kureyşliler de Hz. Muhammed'den, kendilerine Safâ tepesini altın yapmasını istemişlerdi. O, ‘Evet’ deyince, ‘Eğer küfrederseniz bu sizin için İsrâîloğulları'nın sofrası gibidir’ buyurmuştu. Onlar imtina ve rücû ettiler." Süddî ve Katâde'den de buna benzer rivâyet nakledilir. En iyisini Allah bilir. [İbn Kesîr.]

Bizim kanaatimize göre, yoksa siz ifadesiyle muhatap alınanlar, "Rasûlullah dönemindeki mü’minler ile Medîne'de yaşayan Yahûdiler"dir. Zira Yahûdiler, bu sûrenin 47. âyetinden itibaren muhatap konumundadırlar. Buna göre, İsrâîloğulları'nın Mûsâ'ya yaptıkları gibi, onlar da Rasûlullah'tan olmayacak şeyler istemiş, o'nu sorgulamaya kalkmışlardır. Kur’ân'dan ve târihi bilgilerden anlaşıldığına göre Medîne Yahûdileri, mü’minlere anlaşılması güç ve gereksiz sorular yöneltiyorlar ve onları Rasûlullah'a da sormaları için ayartmaya çalışıyorlardı.

153Kitap Ehli, senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyorlar. Ve kesinlikle onlar Mûsâ'dan bundan daha büyüğünü istemişlerdi de: "Allah'ı bize açıkça göster" demişlerdi. Sonra da haksızlıkları sebebiyle onları yıldırım çarptı. Sonra da kendilerine açık deliller geldiği hâlde altını ilâh edinmişlerdi. Sonra Biz onları bundan dolayı da affettik. Ve Biz, Mûsâ'ya apaçık bir kanıt verdik. [Nisâ/153]

90-93Ve "Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar hâlinde üzerimize düşürmelisin yahut Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı yahut göğe yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, öğrenip öğreteceğimiz bir kitabı bize indirmene kadar asla inanmayız" dediler. Sen de ki: "Rabbim noksanlıklardan arınıktır. Ben, beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki!" [İsrâ/90-93]

7,8Ve inkâr etmiş olanlar: "Bu ne biçim elçi ki, yemek yiyor, sokaklarda yürüyor? Ona, bir melek indirilseydi ya! Böylece O'nunla beraber bir uyarıcı olur! Yahut kendisine bir hazine bırakılsaydı veya kendisinden yiyeceği bir bahçe olsaydı ya!" dediler. Bu şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar: "Siz, yalnızca büyülenmiş bir kişiye uyuyorsunuz" da dediler. [Furkân/7-8]

61Ve hani bir zamanlar siz, "Ey Mûsâ! Biz, tek yemeğe asla dayanamayız, artık bizim için Rabbine dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, acurundan, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın" demiştiniz. Mûsâ da size, "O, üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya/Mısır'a inin, o vakit istediğiniz şeyler sizin olacaktır" demişti. Ve üzerlerine aşağılık ve meskenet damgalandı ve sonunda Allah'tan bir gazaba uğradılar. İşte bu, küfretmiş; Allah'ın âyetlerini bilerek reddetmiş olmaları ve peygamberleri haksız yere öldürmüş olmaları nedeniyledir. İşte bu, isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri nedeniyledir. [Bakara/61]

55Hani bir zamanlar da siz, "Ey Mûsâ! Biz, Allah'ı açıkça görmedikçe sana asla inanmayacağız" demiştiniz de bunun üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpıvermişti. [Bakara/55]

Âyetteki, Ve her kim imanı küfürle değiştirirse artık o, düz yolun ortasını kaybetmiş olur ifadesinden anlaşıldığına göre Peygamber'den gerçekleştiremeyeceği şeyleri istemek, o'na lüzumsuz sualler sormak insanı küfre götürebilir. Böylece mü’minlere, gereksiz sualler sormaları/gereksiz isteklerde bulunmaları yasaklanmış, Allah'ın serbest bıraktığı şeylerden istifade etmeleri tavsiye edilmiştir:

101Ey iman etmiş kimseler! Açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek olan şeylerden sormayın/istemeyin. Eğer onlardan Kur’ân indirilirken sorarsanız/isterseniz de size açıklanır. Allah, onlardan geçmiştir, onları bağışlamıştır. Ve Allah, çok bağışlayan ve çok yumuşak davranandır. [Mâide/101]



109Kitap Ehlinden birçoğu, gerçek kendileri için ortaya konduğu hâlde, benliklerindeki kıskançlıktan dolayı sizi imanınızdan sonra kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler olmaya çevirmek isterler. Buna rağmen siz, Allah'ın emri gelinceye kadar af ile, hoşgörüyle davranın. Şüphesiz Allah, her şeye en iyi güç yetirendir.

110Ve siz, salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun-ayakta tutun] ve zekat'ı; Allah’ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak içtenlikle verdiği vergiyi verin! Kendiniz için önceden her ne iyilik yaparsanız, Allah katında onu bulursunuz. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.



Bu âyetlerde de Ehl-i Kitap kâfirlerinin hasetleri nedeniyle mü’minlere kurdukları tuzaklar beyân edilmekte, onların oyunlarına karşı mü’minler uyarılmakta ve yapmaları gereken şeyler bildirilmektedir.

İnsanlarda haset duygusu; düşmanlık, öfke, kin, aşağılık ve üstünlük kompleksi, çıkarcılık, bencillik, kendini beğenmişlik, hırs gibi sebeplerle oluşmaktadır. Bu duygu ve zararları hakkında Felâk sûresi'nde verdiğimiz bilgiye bakılabilir. [Tebyînu'l-Kur’ân; c. 1, s. 352.] Ehl-i Kitap, işte bunlardan dolayı mü’minlere karşı kıskançlık göstermiş ve İslâmî gelişmeyi engellemeye çalışmışlardır.

Klasik kaynaklarda bu âyetlerin inişi ile ilgili şu nakiller yer almaktadır:

Buhârî ve Müslim'de Usâme b. Zeyd'den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a), üzerinde Fedek'te dokunmuş kadife bulunan bir eşeğe binmişti. Arkasında da Usâme vardı. Hz. Peygamber, Bedir savaşı'ndan önce Hâris b. Hazrecoğulları arasında [mahallesinde] bulunan Sa‘d b. Ubâde'yi ziyarete gidiyordu. Yolda giderken –aralarında Abdullah b. Ubey b. Selûl'un da bulunduğu– oturan bir grubun yanından geçerler. Bu sırada henüz Abdullah b. Ubey İslâm'a girmemişti. O mecliste Müslümanlar, müşrikler, Yahûdiler hep birlikte karışık oturuyorlardı. Müslümanlar arasında Abdullah b. Revâha da vardı. Eşeğin çıkardığı toz orada oturanların üzerine gelince İbn Ubey cübbesiyle burnunu kapattı ve dedi ki:
-- Bize toz çıkarmayın.
Rasûlullah (s.a) da selâm verdikten sonra durdu ve indi. Onları Yüce Allah'ın yoluna davet etti, onlara Kur’ân-ı Kerîm okudu. Abdullah b. Ubey b. Selûl o'na şöyle dedi:
-- Ey kişi! Eğer söylediğin doğru ise bundan daha güzel bir şey olamaz. Fakat oturduğumuz yerlerimize kadar gelip o sözlerle bizi rahatsız etme. Sen kendi evine git, orada sana gelene onu anlatırsın.
Abdullah b. Revâha ise şöyle dedi:
-- Hayır, yâ Rasûllallah, bizim oturduğumuz yerlerde de yanımıza gel, biz bu işi severiz.
Bunun üzerine müşrikler, Müslümanlar ve Yahûdiler karşılıklı olarak birbirlerine sövüp saymaya koyuldular. Az kalsın birbirlerine gireceklerdi. Rasûlullah (s.a) onları teskin etmeye çalıştı, sonunda teskin oldular. Sonra Rasûlullah (s.a) bineğine bindi ve Sa‘d b. Ubâde'nin yanına varıncaya kadar yoluna devam etti. Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu:
-- Ey Sa‘d! Sen Ebû Hubab'ın –Abdullah b. Ubeyy'i kasdediyor– şöyle şöyle dediğini duymadın mı?
Sa‘d b. Ubâde şöyle dedi:
-- Ey Allah'ın Rasûlü! Anam-babam sana feda olsun, sen onu affet ve görmezlikten gel. Sana hakk ile Kitabı indirene yemin ederim ki; Allah senin üzerine indirdiği hakk ile seni bize gönderdiği sırada bu belde halkı ona taç giydirmek ve başlarına hükümdar olarak geçirmek üzere anlaşmış bulunuyorlardı. Fakat Allah, sana verdiği hakk ile bunu geri çevirince, bu sebebten dolayı hevesi kursağında kaldı. İşte senin o gördüğün işi bundan dolayı yapmıştır.
Bunun üzerine de Rasûlullah (s.a) onu affetti. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
Rivâyet edildiğine göre Finhas ibn Azurâ, Zeyd ibn Kays ve Yahûdilerden bir grup, Uhud muhârebesi'nden sonra Huzeyfe ibn el-Yemanî (r.a) ile Ammâr ibn Yâsir'e (r.a) şöyle demişlerdir:
-- Başınıza gelenleri görmediniz mi? Şâyet sizin yolunuz hakk olsaydı, siz hezimete uğramazdınız; bu sebeple dinimize dönün, bu sizin için daha hayırlı ve daha faziletli bir şeydir. Çünkü biz sizden daha doğru yoldayız.
Bunun üzerine Ammâr şöyle dedi:
-- Sizin aranızda, birisinin ahdini bozması nasıl karşılanır?
Onlar da şöyle karşılık verdiler:
-- Bu, şiddetli bir tepkiyle karşılanır.
Ammâr da şöyle dedi:
-- Ben, yaşadığım sürece Hz. Muhammed'i (s.a) inkâr etmeyeceğime dair ahdettim.
Buna karşılık Yahûdi şöyle dedi:
-- İyi bilin ki, bu da sapıtmış.
Huzeyfe de şöyle dedi:
-- Bana gelince, ben Allah'ı rabb, İslâm'ı din; Kur’ân'ı imâm, Ka‘be'yi kıble ve mü’minleri de kardeş olarak seçtim.
Sonra Ammâr ile Huzeyfe, Rasûl-i Ekrem'in (s.a) yanına gelerek, durumu anlattılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu:
-- Siz hayra isâbet ettiniz ve kurtuluşa nail oldunuz.
İşte âyet, işte bu hâdise üzerine nâzil oldu. Bil ki biz, önce haset hususunda konuşup, daha sonra tefsire döneceğiz. [Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.]

Bu arada şunu da hatırlatmış olalım; hayırda yarışmak haset değildir.

21Rabbinizden bir bağışlanmaya, Allah'a ve elçilerine inananlar için hazırlanmış, genişliği gökle yerin genişliği gibi olan cennete yarış yapınız. İşte bu, Allah'ın, dilediğine verdiği armağandır. Onu dilediğine verir. Ve Allah, büyük armağan sahibidir. [Hadîd/21]

18-21Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! "Ebrar"ın/iyi adamların kaydı, kesinlikle Illıyyin'dedir. –Illıyyin'in ne olduğunu sana ne bildirdi? Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/yazılmış bir kayıttır!–
22-28Şüphesiz ki "Ebrar/iyi adamlar", elbette, Naim'in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mühürü/neticesi misktir. Karışımı Tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. –Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.– [Mutaffifîn/18-28]

Bu âyette verilen mesajlar, Âl-i İmrân sûresi'nde de yer almıştır:

186Hiç kuşkusuz siz, mallarınız ve canlarınız konusunda yıpranacaksınız/imtihan olunacaksınız. Sizden önce kendilerine Kitap verilen kimselerden ve ortak koşan kimselerden birçok eza; can sıkıçı, sinir bozucu şeyler de işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'ın koruması altına girerseniz, şüphesiz işte bu azmi gerektiren işlerdendir. [Âl-i İmrân/186]

Âyetteki, Buna rağmen siz, Allah'ın emri gelinceye kadar af ile, hoşgörüyle davranın ifadesiyle, Müslümanların ikinci bir emre kadar bu stratejiyi izlemeleri; Ehl-i Kitaba karşı af ve hoşgörü ile davranmaları, onlarla tartışma, kavga ve münâkaşaya dalmamaları, sabırla Allah'ın yeni hükmünü beklemeleri istenmekte ve ileride stratejinin değişeceği, inkârcılara farklı davranma emri verileceği işareti verilmektedir.

110. âyetteki, Ve siz salâtı ikâme edin ve zekâtı verin! Kendiniz için önceden her ne iyilik yaparsanız, Allah katında onu bulursunuz. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir ifadeler ile de mü’minlere, topluca yapmaları gereken ödevler bildirilmekte, bunları yaptıkları takdirde de karşılıklarını alacakları bildirilmektedir.

Salât ve salâtın ikâmesi hakkında açıklama yapmıştık. Kısaca الصّلوة [salât], "destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak; sorunların çözümünü üzerine almak"tır. Ancak hemen belirtelim ki, buradaki sorunlar, bireysel ve toplumsal sorunları birlikte kapsamaktadır. Dolayısıyla الصّلوة [salât] sözcüğünün anlamını, "yakın çevrede bulunan muhtaçlara yardım" boyutuna indirgemek doğru değildir. Yapılacak yardımın, sağlanacak desteğin gerçekleştirilme şeklinin ise "zihnî ve mâlî" olmak üzere iki yönü bulunmaktadır:

* Zihnî yönü ile salât; eğitim ve öğretimle bireyleri, dolayısıyla da toplumu aydınlatmak, rüşde erdirmek; en sağlam yola iletmek,

* Mâlî yönü ile salât ise; çeşitli iş imkânları oluşturmak, hastalıkta, emeklilikte ve afetlerde devreye giren güvence sistemleri ile bireylerin mâlî sıkıntılarına yardımcı olmak, onları zor günlerinde sırtlamak, böylece de toplumun sıkıntılarını gidermek demektir.

إقام الًصّلوة [İQÂMİ'S-SALÂT/SALÂT'IN İKÂMESİ]

Salâtın ikâmesi ile ilgili, emir ve haber cümlesi niteliğinde Kur’ân'da yüzlerce ifade mevcut olup, bu ifadeler genellikle "namazı doğru kıl, namazlarını dosdoğru kılarlar" şeklinde çevirilegelmiştir. Sözcüklerin tahlili bu çevirilerin, ifadenin anlamını yansıtmakta yetersiz kaldığını, hatta yanlış olduğunu göstermektedir.

"Salât" sözcüğünün anlamı yukarıda açıklandığı için burada "iqâm" sözcüğünü tahlil edeceğiz: Q-v-m harflerinden oluşan iqâm sözcüğü, "oturmak" fiilinin karşıtı olan qıyâm sözcüğünün if‘âl babından mastarıdır ve lügatlerde bu kalıbın anlamı; "ayağa kaldırmak, dikmek, ayakta tutmak" olarak belirtilmiştir.

Buna göre إقام الصّلوة [iqâmi's-salât] tamlamasının anlamı da, "zihnî ve mâlî yönlerden yapılan yardım ve destekle sorunların üstlenilerek giderilmesi işlerinin gerçekleştirilmesi, gerçekleştirildikten sonra da sürdürülmesi, yani ayakta tutulması" demek olmaktadır.

Bunu somutlaştırarak ifade etmek gerekirse "salâtın ikâmesi";

* Zihnî yönü ile, eğitim ve öğretimin yapılması için okullar, halk evleri, halk eğitim merkezleri açılması ve bunların [maarif sisteminin] ayakta tutulması,

* Mâlî yönü ile, iş alanları açılması, Emekli Sandığı, Bağkur, SSK gibi sosyal güvenlik sistemlerinin teşkil edilmesi, yoksul ve yetimlerin desteklenerek –bekâr ve dulların çeyizlerinin temin edilmek sûretiyle evlendirilmesi de dâhil– her türlü sorunlarının sırtlanması, her türlü sıkıntılarının giderilmesi için kurumlar oluşturulması ve bunların sürekli yaşatılarak ayakta tutulması demektir.

Âyette, –Kur’ân'ın bir çok yerinde olduğu gibi– salâtın ikâmesi ile zekâtın verilmesi bir arada zikredilmiştir. Zira, zekât ve infak olmadan salâtın ikâmesi mümkün değildir. Salât, salâtın ikâmesi ve namaz hakkında, Ankebût sûresi'nin sonundaki müstakil yazımıza bakılabilir. [Tebyînu'l-Kur’ân; c. 8, s. 379-537.]*





*İşte Kuran, Bakara Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim