• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

87Bakara Suresi 256-257




Hatalı Çevrilen Ayetler


87Bakara Suresi 256-257


Hatalı Çeviri:
256. Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.

257. Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürürler. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.



Doğru Çeviri:
256Dinde zorlamak/tiksindirmek yoktur; iman, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten; iyi kötüden, güzel çirkinden, doğruluk sapıklıktan kesinlikle iyice ayrılmıştır. O hâlde kim tâğûta küfreder; onu tanımaz Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.

257Allah, inananların yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınıdır; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimselere gelince; onların yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınları tâğûttur ki kendilerini aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Bunlar, cehennem ashâbıdır. Onlar, orada sürekli kalıcıdırlar.


256Dinde zorlamak/tiksindirmek yoktur; iman, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten; iyi kötüden, güzel çirkinden, doğruluk sapıklıktan kesinlikle iyice ayrılmıştır. O hâlde kim tâğûta küfreder; onu tanımaz Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.


Bu âyette, dinde zorlamanın/tiksindirmenin olmadığı ve olmaması gerektiği gerekçeleriyle açıklanmaktadır.

Allah, insanlara irâde ve seçme hakkı tanımıştır. İnanç bir gönül işi olduğundan insanların kalplerine nüfuz etmek ve beyinlerini kontrol etmek mümkün değildir. İnanç konusunda insanları zorlamanın, ikiyüzlü kimseler üretmekten başka bir işe yaramadığı tecrübeyle sâbittir. Ayrıca cebr/zorlama ve baskı, imtihan esprisine de aykırıdır. O nedenle Yüce Allah insanları bu konuda özgür bırakmıştır. Bu konudaki onlarca âyetten bir kaçını nakletmekle yetiniyoruz.

29Ve de ki: "O gerçek, Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen bilerek reddetsin/inanmasın." Şüphesiz Biz, şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O, ne kötü bir içecektir! Dayanma/sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür! [Kehf/29]
40Şüphesiz alâmetlerimiz/göstergelerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp inkâra sapan kimseler Bize gizli kalmazlar. O hâlde ateşe atılacak olan kişi mi daha hayırlıdır, yoksa kıyâmet günü güven içinde gelecek kişi mi? İstediğinizi yapın. Şüphesiz ki Allah, yaptığınız şeyleri en iyi görendir. [Fussilet/40]

2,3Şüphesiz Biz, insanı karışık bir nutfeden oluşturduk. Onu yıpratacağız/yükümlülükler vereceğiz. Bu nedenle onu çok iyi işitici, çok iyi görücü yaptık; iyiyi kötüyü ayıracak bilgileri yollayarak bilgilendirdik. Şüphesiz Biz, ona yolu gösterdik, ister kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödeyen biri olsun, ister nankör. [İnsan/2-3]

Benzer âyetler: En‘âm/35, 104-107, 149; Ra‘d/31; Şu‘arâ/3-4; Hûd/15, 28; Kâfirûn/6; Yûnus/99, 108; Teğâbün/2; Zümer/7, 15; Nahl/9, 36, 93, 99; Secde/13; Mâide/48; İsrâ/15, 18; Şûrâ/20, 48; Ğâşiye/21-22; Nisâ/80; Beled/10.

Kaynaklarda bu âyetin iniş sebebi ile ilgili şu bilgiler verilmiştir:

Ebû Dâvûd'un rivâyetine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Bu âyet-i kerîme Ensâr hakkında nâzil olmuştur. Çocuğu yaşamayan kadın, çocuğu yaşarsa onu Yahûdi yapacağına dair söz verirdi. Medîne'den sürülen Nadîroğulları arasında birçok Ensâr çocuğu vardı. "Çocuklarımızı bırakmayız!" demeleri üzerine Yüce Allah, Dinde zorlama yoktur, doğruluk ile sapıklık gerçekten apaçık meydana çıkmıştır buyruğunu indirdi.

Bir rivâyette de şöyle denilmektedir: "Biz bir işi yaparken onların dinlerinin bizim üzerinde bulunduğumuz dinden daha üstün olduğu görüşünde idik. Allah bize İslâm'ı gönderince, onları [çocuklarımızı] İslâm'a girmek üzere zorlamayı düşündük. Bunun üzerine, Dinde zorlama yoktur âyeti nâzil oldu. Artık (o çocuklardan) isteyen onlara [Yahûdilere] katılır, isteyen de İslâm'a girerdi. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]

es-Süddî der ki: Bu âyet-i kerîme iki tane oğlu bulunan Ensârdan Ebû Husayn hakkında nâzil olmuştur. Şam'dan Medîne'ye zeytinyağı getiren tacirler geldi. Bunlar çıkıp gitmek isteyince el-Husayn'ın iki oğlu onlara gittiklerinde bu tacirler oğullarını Hristiyanlığa davet ettiler. Bunlar da Hristiyanlığı kabul edip beraberlerinde Şam'a gittiler. Babaları Rasûlullah'ın (s.a) yanına gelerek durumlarından şikâyetçi oldu. Rasûlullah'ın (s.a) onları geri getirecek kimseler göndermesi arzusunu belirtti. Bunun üzerine, Dinde zorlama yoktur âyeti nâzil oldu. O güne kadar henüz Kitap Ehli ile savaşma emri verilmemiş ve şöyle buyurmuştu: "Allah onları uzaklaştırsın. Onlar ilk küfre girenlerdir." Ebû Husayn onları geri getirmek üzere kimseyi göndermedi diye Peygamber'e (s.a) karşı içinde bir şeyler duydu. Bunun üzerine şanı yüce Allah, Hayır, Rabbine yemin olsun ki onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kılıp... iman etmiş olmazlar (Nisâ/65) âyetini indirdi. Daha sonra da, Dinde zorlama yoktur âyetini Tevbe sûresi'nde Kitap Ehli ile savaşma emri [Tevbe/29] ile neshetti. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]

Bu çocuklar Şam'dan kuru üzüm getiren tacirler tarafından Hristiyanlaştırılmışlardı. Onlarla birlikte gitmeye kalkışınca babaları onları zorlamak istedi ve Rasûlullah'tan (s.a), onların peşinden birisini gönderme talebinde bulundu. Bunun üzerine bu âyeti kerîme nâzil oldu. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]

Bu âyetlerde açıkça ifade edildiğine göre Allah, iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini, hakk ile bâtılı açıkça beyân etmiş, ayrıca da herkese akıl ve seçme hürriyeti vermiştir. Bundan sonrası kişiye kalmıştır. Kimse baskı, işkence ve ölüm tehdidi ile dine girmeye zorlanamaz.

Âyetin son bölümündeki, O hâlde kim tâğûtu tanımayıp Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır ifadesiyle de, kimsenin yanlış tercihte bulunmaması gerektiği uyarısı yapılmaktadır. Zira, aklını kullanmayıp çevresindeki bunca kanıtı dikkate almayarak yanlış tercih yapanlar cezalarını bulacaklardır.

TÂĞÛT: Tâğût ile ilgili Alak sûresi'nde ayrıntılı bilgi verilmişti. [Tebyînu'l-Kur’ân]



257Allah, inananların yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınıdır; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimselere gelince; onların yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınları tâğûttur ki kendilerini aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Bunlar, cehennem ashâbıdır. Onlar, orada sürekli kalıcıdırlar.


Tâğût şeytân tanıtıldıktan sonra ilk önce Allah'ın inananların velîleri olduğu daha sonra da inkârcıların velîsinin Tâğût olduğu bildirilmektedir.

Âyetin iyi anlaması için "velî-evliyâ" sözcüğü hakkında yaptığımız bir açıklamayı naklediyoruz:

الاولياء [evliyâ] sözcüğü, الولىّ [velî] sözcüğünün çoğuludur. Velî ise, ولاء [velâ] kökünden türemiş sıfat-ı müşebbehe kipinde bir sözcük olup anlamı "yakın olan, yakın duran" demektir. Ancak bu yakınlık nicel değil, nitel bir yakınlıktır.

Hem velî, hem de evliyâ sözcüğü Kur’ân'da hep bu anlamda kullanılmıştır. Bu sözcükler İslâm'ın ortaya çıkışından yüzyıllar sonra, yabancı kültürlerin etkisiyle sözcük anlamları dışında birer kavram hâline gelmiş ve Müslümanların dinî hayatlarını istila etmiştir. Açıklıkla belirtmek gerekir ki, velî ve evliyâ sözcükleri Kur’ân'da tamamen kendi doğal anlamlarıyla kullanılan iki sözcüktür. Tasavvuf literatürünün bu doğal anlamları bozarak halk kültürüne özel mistik anlamlar ve hiyerarşik bir derecelendirmeyi ifade etmek üzere soktuğu velî ve evliyâ kavramlarının Kur’ân'daki velî ve evliyâ sözcükleriyle bir ilgisi yoktur.

Esma-i Hüsnâ'dan biri olan ve Kur’ân'da hem Allah hem de kullar için kullanılmış olan velî sözcüğü âyetlerde hep نصير [nasîr/yardımcı], مرشد [mürşid/aydınlatan, yol gösteren], شفيع [şefî‘/şefaat eden], واق [vâq/koruyucu], حميد [hamîd/öven, yücelten] sıfatları ve "karanlıklardan aydınlığa çıkarır", "bağışlayıp merhamet eder", "zarardan alıkoyup yarara yaklaştırır" nitelemeleri ile birlikte yer almıştır. Bu da demektir ki, velîliğin [yakınlığın] bu nitelikler ve bu sıfatlar ile yakın ilişkisi vardır. Yani, bu nitelik ve sıfatlar, velî'nin [yakın olanın] belirgin özellikleridir. Buna göre her nerede bir kimse için velî [yakın] sıfatı kullanılmışsa, o kimsenin, "yardım eden, yol gösteren, şefaat eden, aydınlatan ve koruyan" olduğu anlaşılmalıdır.

Âyetteki karanlıklar ile, küfür ve bilgisizliğin getirdiği olumsuzlukların tümü kasdedilmiştir. Bunlar çok oldukları için karanlıklar şeklinde çoğul gelmiştir. İman ise ışık olup vahye dayandığından tektir. Bu âyetin bir benzeri de En‘âm sûresi'nde geçmişti:

1Tüm övgüler, gökleri ve yeri oluşturan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur; başkası övülemez. Sonra da Allah’ın ilâhlığını ve Rabliğini kabul etmeyen şu kişiler, bir şeyleri Rabblerine eşit /denk tutuyorlar. [En‘âm/1]

Allah mü’minlerin velîsi olduğundan onları küfür ve cehâletin karanlıklarından; insanı cehenneme götüren yollardan çıkarıp cennet yoluna sevkeder:

153Ve şüphesiz ki, bu, dosdoğru olarak Benim yolumdur. Hemen ona uyun. Ve başka yollara uymayın da sizi O’nun yolundan ayırmasın. İşte bunlar, Allah’ın koruması altına girersiniz diye Allah’ın size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır. [En‘âm/153]

Yukarıda Allah, rüşd ve ğayyı açıkça beyân edip insanların önüne koyduğunu; bu âyette ise, inananların velîsi olduğundan bunu yaptığını ifade etmiştir:

11İşte mü’minlerin bahtiyarlığı, kâfirlerin perişanlığı, şüphesiz Allah'ın iman eden kimselerin yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakını olması, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden /inanmayanlar için yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın diye bir şeyin olmamasındandır. [Muhammed/11]*




*İşte Kuran, Bakara Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim