• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

89Al-i İmran Suresi 18-25




Hatalı Çevrilen Ayetler


89Al-i İmran Suresi 18-25


Hatalı Çeviri:
18. Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'tan başka ilâh yoktur.

19. Allah nezdinde hak din İslâm'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah'ın hesabı çok çabuktur.

20. Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: «Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim.» Ehl-i kitaba ve ümmîlere de: «Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?» de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını çok iyi görmektedir.

21. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler, haksız yere peygamberlerin canlarına kıyanlar ve adaleti emreden insanları öldürenler (yok mu), onlara acı bir azabı müjdele!

22. İşte bunlar dünyada da ahirette de çabaları boşa giden kimselerdir. Onların hiçbir yardımcısı da yoktur.

23. (Resûlüm!) Kendilerine Kitap'tan bir pay verilenleri (yahudileri) görmez misin ki, aralarında hükmetmesi için Allah'ın Kitab'ına çağırılıyorlar da, sonra içlerinden bir gurup cayarak geri dönüyor.

24. Onların bu tutumları: Bize ateş, sadece sayılı günlerde dokunacaktır, demelerinin bir sonucudur. Onların vaktiyle uydurdukları şeyler de dinleri hakkında kendilerini yanıltmıştır.

25. Fakat, onları gelmesinde şüphe edilmeyen bir gün için topladığımız ve hiçbir haksızlığa uğramaksızın herkese kazandığı şeyler tastamam ödendiği zaman halleri nice olur?



Doğru Çeviri:
18Allah, doğadaki güçler/haberci âyetler ve hakkaniyeti ayakta tutan bilgi sahipleri, şüphesiz Allah'tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığına tanıklık etti. O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandan, en iyi yasa koyandan başka ilâh diye bir şey yoktur.

19Şüphesiz Allah nezdinde din, İslâm'dır. Kendisine Kitap verilen kimseler de, ancak, kendilerine o bilgi geldikten sonra aralarındaki kıskançlıktan dolayı ayrılığa düştüler. Kim de Allah'ın âyetlerini örtbas ederse; artık şüphesiz Allah, hesabı çabuklaştırandır.

20Buna rağmen eğer seninle tartışırlarsa de ki: “Ben tüm benliğimi Allah için İslâmlaştırdım/ben Müslüman oldum. Bana uyanlar da Müslüman oldular.” Kitap verilenlere ve Anakentliler'e: “Siz de sağlamlaştırdınız mı/İslâm'ı kabul ettiniz mi?” de. Eğer sağlamlaştırırlarsa/İslâm'a girerlerse, artık kılavuzlandıkları doğru yola ermişlerdir. Ve eğer sırt çevirirlerse sana düşen sadece mesajı iletmektir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.

21Şüphesiz Allah'ın âyetlerini örtbas eden, haksız yere peygamberler ile savaşan ve insanlardan hakkaniyeti emreden kimseleri öldüren kişiler; sen hemen bunları acıklı bir azapla müjdele!

22İşte bunlar, dünyada ve âhirette amelleri boşa gitmiş kimselerdir. Onlar için yardımcılardan da bir şey yoktur.

23Kendilerine Kitap'tan bir nasip verilmiş olan şu kimseleri görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Onlar, aralarında hüküm vermek için Allah'ın kitabına çağrılıyorlar, sonra onlardan bir kısmı, mesafelenerek geri duruyorlar.

24,25Bu, onların, “Ateş bize sayılı birkaç gün dışında asla dokunmayacaktır” demeleri nedeniyledir. Onların uydurmuş oldukları şeyler de dinlerinde kendilerini aldatmaktadır. Peki, kendisinde hiç şüphe olmayan o günde onları bir araya topladığımız ve hiç kimseye haksızlık edilmeden herkese kazandıkları şeyler tamamen ödendiği zaman nasıl olacaktır?


18Allah, doğadaki güçler/haberci âyetler ve hakkaniyeti ayakta tutan bilgi sahipleri, şüphesiz Allah'tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığına tanıklık etti. O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandan, en iyi yasa koyandan başka ilâh diye bir şey yoktur.

19Şüphesiz Allah nezdinde din, İslâm'dır. Kendisine Kitap verilen kimseler de, ancak, kendilerine o bilgi geldikten sonra aralarındaki kıskançlıktan dolayı ayrılığa düştüler. Kim de Allah'ın âyetlerini örtbas ederse; artık şüphesiz Allah, hesabı çabuklaştırandır.


Burada Allah Kendisini tanıtmakta, özellikle de Îsâ'yı rabb edinen Hristiyanları, müşrikleri ve İslâm'dan başka din edinenleri uyarmaktadır:

• Allah, melekler ve hakkaniyeti ayakta tutan bilgi sahipleri, Allah'tan başka ilâh olmadığına tanıktırlar.

• Azîz, Hakîm olan Allah'tan başka ilâh yoktur.

• Allah nezdinde din, İslâm'dır.

• Kendisine kitap verilenlerin, kendilerine o bilgi geldikten sonra ayrılığa düşmeleri, aralarındaki kıskançlıktan dolayıdır.

• Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse; şüphesiz Allah, hesabı çabuklaştırandır.

Bu âyetlerin iniş sebebi ile ilgili nakiller şöyledir:

Rasûlullah'ın (s.a) Medîne'de olduğu haberi yayılınca o'nun huzuruna Şam halkı Yahûdilerinden iki âlim geldi. Medîne'yi görünce biri diğerine, "Bu şehir âhir zamanda çıkacak Peygamber'in Medînesi'nin niteliklerini ne kadar da andırıyor!" dedi. Peygamber'in (s.a) huzuruna vardıklarında sıfat ve özellikleriyle o'nu tanıdılar. Ona sordular:

— Sen Muhammed misin?
O cevap verdi:
— Evet.
Yine sordular:
— Ahmed misin?
Yine aynı cevabı verdi:
— Evet.
Bu sefer şöyle sordular:
— Biz sana bir şehâdete dair soru soracağız. Eğer sen bunu bize haber verirsen sana iman eder ve seni takdis ederiz.
Rasûlullah (s.a) şöyle karşılık verdi:
— Sorun.
Şöyle dediler:
— Bize Allah'ın Kitabında yer eden en büyük şâhitlik hakkında haber ver.
Bunun üzerine Yüce Allah Peygamberi'ne (s.a), Allah, adaleti ayakta tutarak. şehâdet eder ki gerçekten O'ndan başka ilâh yoktur, melekler ve ilim sahipleri de buna şehâdet ettiler âyetini indirdi. Her iki ilim adamı da İslâm'a girdi ve Rasûlullah'ı (s.a) tasdik etti. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân]

Âyette, tevhid'in birinci tanığının bizzat Allah olduğu ifade ediliyor. Çünkü evreni yaratıp Kendi varlık ve birliğine delil kılan, âyetlerinin anlaşılması için akıl, ilim veren; ayrıca varlık ve birliğinin tanınması için elçi gönderen ve kitap indiren Allah'tır.

MELEKLERİN ŞÂHİTLİĞİ

Buradaki melekler, "haberciler" anlamında kabul edilirse, Allah'ın indirdiği kitapların âyetlerinin mucizevî bir anlatımla Allah'ın birliğini haber verdikleri ifade edilmiş olur.

Buradaki melekler, "güçler" olarak kabul edilirse, evrendeki her sistemin Allah'ın varlığına ve birliğine tanıklık ettiği ifade edilmiş olur. Nitekim bu daha evvel şöyle ifade edilmişti:

21Yoksa onlar, yeryüzünden birtakım ilâhlar edindiler de onlar, kendilerini mi canlandıracaklar/diriltecekler?
22Eğer yer ile gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de kesinlikle kargaşa içinde olurdu/düzenleri bozulurdu. O hâlde en büyük tahtın Rabbi olan Allah, onların nitelemekte oldukları şeylerden arınıktır.
23Arşın Rabbi Allah, yaptığından sorumlu olmaz, onlar ise sorumlu olacaklardır.
24Yoksa onlar, O'nun astlarından birtakım ilâhlar mı edindiler? De ki: "Kesin delilinizi getirin. İşte şu, benimle beraber olanların öğüdüdür ve benden öncekilerin öğüdüdür." Tam tersi, onların çoğu gerçeği bilmezler. Artık onlar, yüz çevirenlerdirler.
25Ve Biz senden önce hiçbir elçi göndermedik ki ona: "Gerçek şu ki, Benden başka ilâh diye bir şey yoktur. Onun için Bana kulluk edin" diye vahyetmiş olmayalım. [Enbiyâ/21-25]

Tevhid'in üçüncü tanıkları da hakkaniyeti ayakta tutan bilgi sahipleridir. Evrendeki eşyanın hakikatine vakıf olan bilginler [fizik, kimya, biyoloji, astronomi, matematik, bilenler] eğer bir etki altında değillerse, bilgilerinin gereği olarak Allah'ın birliğini haykırmak zorunda kalmaktadırlar. O nedenle Allah evrende gözlem ve araştırma yapılmasını emretmektedir. Âl-i Imran 7. âyette de, Hâlbuki onun te’vîlini ancak Allah ve –"Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır. Rabbimiz! Bize kılavuzluk ettikten sonra kalplerimizi çevirme! Bize Kendi nezdinden rahmet lütfet! Şüphesiz Sen, bol bol lütfedenin ta kendisisin. Rabbimiz! Şüphesiz Sen, insanları, kendisinde hiç bir şüphe olmayan gün için toplayansın. Şüphesiz Allah, vaadinden dönmez" diyen– ilimde uzman olanlar bilirler. Ve sadece kavrama yetenekleri olanlar öğüt alırlar buyurularak bilgili insanlar övülmüşlerdi.

Ayrıca, yalnızca bilgin kulların Allah'a haşyet duyacağı, bilgi olmadan aklın kullanılamayacağı defalarca açıklanmıştı:

28İnsanlardan, diğer canlı varlıklardan ve davarlardan da böyle türlü türlü renkte olanlar vardır. Kulları arasında Allah'tan ancak bilginler saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperirler. Hiç şüphesiz Allah çok güçlüdür, çok bağışlayıcıdır. [Fâtır/28]

7-9En büyük tahtı taşıyan, bir de en büyük tahtın dış kenarından olan kimseler, Rablerinin övgüsüyle birlikte Kendisini noksan sıfatlardan arındırırlar ve O'na inanırlar. İman etmiş kimseler için bağışlanma dilerler: "Rabbimiz! Sen rahmet ve bilgice her şeyi kuşattın. Onun için tevbe eden ve Senin yoluna uyan kimseleri bağışla ve onları cehennemin azabından koru! Rabbimiz! Onları ve onların atalarından, zevcelerinden ve soylarından sâlih olan kimseleri kendilerine vaat ettiğin Adn cennetlerine girdir. Şüphesiz Sen en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan ve en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapanın ta kendisisin. Onları kötülüklerden de koru. Ve Sen her kimi kötülüklerden korursan, artık o gün elbette ona rahmet etmişsindir. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir." [Mü’min/7-9]

43Ve Biz, bu örnekleri insanlara veriyoruz. Onlara da bilginlerden başkası akıl erdiremez. [Ankebût/43]

9Ya da gece saatlerinde kalkan, boyun eğip teslimiyet göstererek, dikelerek, ahretten çekinerek daima saygıda duran ve Rabbinin rahmetini uman o kimse, öyle yapmayan gibi midir? De ki: "Hiç bilen kimseler ve bilmeyen kimseler eşit olur mu?" Kesinlikle sadece temiz akıl sahibi olanlar öğüt alırlar/gereği gibi düşünürler. [Zümer/9]

Kur’ân'da bilgi ve bilginin önemi ve değeri ile ilgili yüzlerce âyet mevcuttur.

19. âyette, Şüphesiz Allah nezdinde din, İslâm'dır buyurulmuştur. Daha evvel de ifade ettiğimiz gibi din, "ister hakk ister bâtıl olsun, ister Allah ister insanlar tarafından kurulmuş olsun, her türlü toplum nizamı, yaşam kurallarının bütünü" demektir. Burada, Allah nezdindeki dinin, sadece "İslâm" olduğu vurgulanmıştır. Bir başka âyette ise, Allah'ın İslâm'dan başka dini kabul etmeyeceği bildirmiştir:
85Ve kim İslâm'dan başka bir din ararsa, o takdirde hiçbir zaman ondan kabul edilmeyecektir. Ve İslâm'dan başka din arayan kimse, âhirette zarar edenlerden olacaktır. [Âl-i İmrân/85]

"İSLÂM" NE DEMEKTİR?

الإسلام [islâm] sözcüğü, س ل م [silm] kökünden türemiş if‘âl kalıbında mastar bir sözcük olup isim ve mastar olarak kullanılır. Silm sözcüğü, "berâet/uzak tutma; korkudan, kuşkudan, beladan, huzursuzluktan, mutsuzluktan, kavgadan savaştan, ağrıdan, sızıdan, maddî ve manevî sıkıntılardan, zayıflıktan çürüklükten... tüm olumsuzluklardan uzak olma" demektir. [Lisânu'l-Arab; c. 4, s. 660.] Bu sözcük, sâlim, selâm, teslim, islâm vs. sözcüklerinin de köküdür. Sözcüğün islâm kalıbı, "sağlamlaştırma" [dertten, tasadan, korkudan, mutsuzluktan, kavgadan, savaştan ve benzeri şeylerden uzaklaştırma] demektir. Öyleyse İslâm dini de, "insanları sağlamlaştıran din" [dert, tasa, savaş, zayıflık, manevî hastalık, mutsuzluk ve benzeri şeylerden uzaklaştırıp sağlama, güvenceye alan ilkeler] demektir.

Ehl-i Kitabın kendilerine hakikat geldikten sonra kıskançlık ve ihtiras sebebiyle ihtilafa düşmeleri, Kur’ân'ı ve Rasûlullah'ı tanımamaları, kendi içlerinde birçok mezhep ve meşreplere ayrılmaları daha evvel birçok yerde konu edilmiştir:

20Kendilerine Kitap verdiğimiz şu kimseler, Peygamber'i, kendi oğullarını bildikleri gibi bilirler. Kendi nefislerini kayba uğratan şu kimseler, işte onlar iman etmezler. [En‘âm/20]

146Kendilerine Kitap verdiğimiz şu kimseler, Peygamber'i kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Şüphesiz onlardan bir kesim de bilip durmalarına rağmen, kesinlikle hakkı gizliyorlar. [Bakara/146]

89Onlara Allah katından kendileri ile birlikte olan Kur’an’a muhalif olmayan şeyleri doğrulayan bir kitap; Kur’an gelince de –ki bunlar daha önceleri kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimselere karşı zafer kazanmak istemişlerdi de o tanıdıkları kendilerine gelmişti– onu kendileri örttüler. Artık Allah'ın dışlaması/rahmetinden mahrum bırakması, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini örtenler üzerinedir.

90Onların, kendilerini karşılığında sattıkları şey; Allah'ın kullarından dilediğine Kendi armağanlarından indirmesini kıskanarak, Allah'ın indirdiği şeyleri; Kur’an’ı bilerek reddetmeleri ne çirkindir! İşte bu yüzden hoşnutsuzluk üstüne hoşnutsuzluğa uğradılar. Küçültücü azap da yalnızca gerçekleri bilerek reddedenler içindir. [Bakara/89-90]


20Buna rağmen eğer seninle tartışırlarsa de ki: “Ben tüm benliğimi Allah için İslâmlaştırdım/ben Müslüman oldum. Bana uyanlar da Müslüman oldular.” Kitap verilenlere ve Anakentliler'e: “Siz de sağlamlaştırdınız mı/İslâm'ı kabul ettiniz mi?” de. Eğer sağlamlaştırırlarsa/İslâm'a girerlerse, artık kılavuzlandıkları doğru yola ermişlerdir. Ve eğer sırt çevirirlerse sana düşen sadece mesajı iletmektir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.


Yukarıdaki açıklamalardan sonra, "Ben yüzümü [kendimi] Allah için sağlamlaştırdım [ben Müslüman oldum]. Bana uyanlar da (Müslüman oldular)." Kitap verilenlere ve Ümmilere [Anakentliler'e], "Siz de sağlamlaştırdınız mı [İslâm'ı kabul ettiniz mi]?" de. Eğer sağlamlaştırırlarsa [İslâm'a girerlerse] artık doğru yola ermişlerdir. Ve eğer sırt çevirirlerse, sana düşen sadece tebliğ etmektir [mesajı iletmektir]. Ve Allah, kullarını en iyi görendir buyurularak uyarı yapılmakta; herkesin kendisini sağlamlaştırması, işini sağlama alması istenmektedir:

De ki: "İşte bu, benim yolumdur; basiret üzere [aklın, bilginin, sağduyunun gereği olarak] Allah'a davet ediyorum. Ben ve bana uyanlar... Ve Allah münezzehtir. Ve ben müşriklerden değilim." [Yûsuf/108]

Âyetteki, ümmiler [anakentliler] ifadesi, Mekkelilerin de hâlâ muhatap alındığını göstermektedir.

Âyetteki yüz kelimesi ise, "kişinin kendisi"ni ifade eder.

İSLÂM [SAĞLAMLAŞTIRMA]

İslâm sözcüğünü, İslâm dini'ni açıklarken yukarıda izah etmiştik. Burada sağlamlaştırma, "kişinin İslâm dinini kabul ederek kendini sağlama alması, güvende olması" demektir. Müslüman da –ki aslı müslim'dir–, "sağlama alan, sağlamlaştıran" demektir. "Müslüman" dediğimizde, bu anlam dikkate alınmalıdır.

Târih boyunca Allah tarafından gönderilen her peygamber, sadece İslâm'ı [sağlamlaştıran; barış, huzur güven sağlayan sistemi] tebliğ etmiş; her topluma kendi diliyle İslâm'ı öğretmiştir. Daha sonra egemen güçler, işlerine gelmediği için bu dini bozmuşlar, kendi çıkarları doğrultusunda yapay dinler oluşturmuşlardır.

Bu âyette, din'in Allah tarafından ortaya konulduğu, Peygamber'in din oluşturmadığı, aksine peygamberlerin Allah'ın dinine uyan ve yaşayanların ilki olduğu vurgulanmaktadır, ki bu, başka âyetlerde de ifade edilmektedir:

14De ki: "Gökleri ve yeri yoktan var eden, besleyen, fakat Kendisi beslenmeyen Allah'tan başka yardım eden, koruyan, yol gösteren bir yakın mı edineyim?" De ki: "Ben İslâm kişilerin ilki olmakla emrolundum." Ve sen sakın Allah'a ortak koşanlardan olma! [En‘âm/14]

162,163De ki: "Benim salâtım [mâlî yönden ve destek olmam; toplumu aydınlatmak için çalışmam], kulluğum, hayatım ve ölümüm sadece Kendisinin ortağı olmayan âlemlerin Rabbi Allah içindir. Ve ben böyle emrolundum, ben Müslümanların da ilkiyim." [En‘âm/162-163]

11,12De ki: "Ben, kesinlikle dini yalnızca Kendisine özgü kılarak Allah'a kulluk etmekle emrolundum. Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir verildi."
13De ki: "Şüphesiz Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından korkarım." [Zümer/11-13]



21Şüphesiz Allah'ın âyetlerini örtbas eden, haksız yere peygamberler ile savaşan ve insanlardan hakkaniyeti emreden kimseleri öldüren kişiler; sen hemen bunları acıklı bir azapla müjdele!

22İşte bunlar, dünyada ve âhirette amelleri boşa gitmiş kimselerdir. Onlar için yardımcılardan da bir şey yoktur.


Bu âyetlerde, muhatap kâfirler, geçmişteki kâfirlerin uğradıkları âkıbet ile uyarılmaktadır. Burada zikredilen kâfirler, Ehl-i Kitabın inkârcılarıdır. Aslında bunlar, bir peygamberi öldürmüş değillerdir. Ama, peygamberleri öldürenlerin yaptıklarına razı olan ve eskilerin yolunu izleyen kimseler idiler. O bakımdan peygamberi öldürenler ile bunların aralarında bir fark bulunmamaktadır. Kitab-ı Mukaddes'e göre İsrâîloğulları'nın târihi, öldürme ve eziyet olayları ile doludur: II. Târihler, 16:1-14, 24:20-21; I. Krallar, 19:1-10, 22:26-27, Yeremya, 15:10, 18:20-23, 20:1-18, 20:36-40, Matta, 23:37, 27:22-26; Markos, 6:17-29.

Yine bunların, Rasûlullah'ı ve o'nunla beraber olanları öldürmeye çalıştıkları; savaş açtıkları, planlar kurdukları hem târihi olaylarla hem de Kur’ân'ın verdiği bilgilerle sabittir:

30Ve hani bir zaman, şu kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve onlar tuzak kurarken Allah da cezalandırıyordu. Ve Allah, cezalandıranların en hayırlısıdır. [Enfâl/30]

Bu konu Bakara sûresi'nde (87- 91. Âyetler) de yer almış ve orada kâfirlerin hangi peygamberleri öldürdüğü de detaylıca sunulmuştu.

Âyetteki, ve insanlardan hakkaniyeti emreden kimseleri öldüren kişiler ifadesinden anlaşıldığına göre bu çıkarcı zümre, sadece peygamberleri öldürmekle kalmamış, Allah'ın dinini anlatan, toplumu aydınlatan kimseleri de öldürmüşler ya da öldürmeye çalışmışlardır.

22. âyetteki, İşte bunlar, dünyada ve âhirette amelleri boşa gitmiş kimselerdir. Onlar için yardımcılardan da bir şey yoktur ifadesiyle, bu kâfirlerin dünyadaki gayretlerinin tümünün boşa çıkacağı, âhiretlerinin de perişan olacağı açıklanmıştır.

Târih şâhittir ki, kâfirler, Allah'ın nûrunu söndürmek için ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar Allah nûrunu hep tamamlamıştır:

32Onlar, Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Hâlbuki Allah, sadece, kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler hoş görmeseler de Kendi nûrunu tamamlamaya dayatıyor. [Tevbe/32]

8Onlar, ağızlarıyla Allah'ın ışığını/gönderdiği dini söndürmek için irade kullanıyorlar. Hâlbuki kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler hoş görmese de Allah, ışığını/dinini tamamlayandır. [Saff/8]

80Sonunda etkili söz söyleyen bilginler gelince, Mûsâ onlara, "Ne atacaksanız atın!" dedi.
81,82Onlar ortaya atınca da Mûsâ, "Sizin getirdiğiniz şey bir göz boyama/aldatmacadır. Şüphesiz, Allah onun boş ve asılsızlığını ortaya çıkaracaktır. Şüphe yok ki, Allah kargaşacıların işini düzeltmez. Ve Allah, günahkârların hoşuna gitmese de, hakkı, Kendi kelimeleriyle ortaya koyup gerçekleştirir" dedi. [Yûnus/80-82]

Ve Âl-i İmrân/181-182, Nisâ/153-158.


23Kendilerine Kitap'tan bir nasip verilmiş olan şu kimseleri görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Onlar, aralarında hüküm vermek için Allah'ın kitabına çağrılıyorlar, sonra onlardan bir kısmı, mesafelenerek geri duruyorlar.

24,25Bu, onların, “Ateş bize sayılı birkaç gün dışında asla dokunmayacaktır” demeleri nedeniyledir. Onların uydurmuş oldukları şeyler de dinlerinde kendilerini aldatmaktadır. Peki, kendisinde hiç şüphe olmayan o günde onları bir araya topladığımız ve hiç kimseye haksızlık edilmeden herkese kazandıkları şeyler tamamen ödendiği zaman nasıl olacaktır?


Yukarıda genel olarak şu küfretmiş kimseler ifadesi kullanılırken, burada özelleştirme yapılarak bunların, Kendilerine Kitap'tan bir nasip verilmiş olan kimseler –ki bunlar da, Ehl-i Kitap bilginleridir– olduğu açıklanıp, muhataplar doğrudan uyarılmaktadır.

Bu âyetlerin iniş sebebi hakkında klâsik eserlerdeki nakiller şöyledir:

İbn Abbâs der ki: Bu âyet-i kerîme Rasûlullah'ın (s.a) Yahûdilerden bir topluluğun yanına Beytu'l-Midras'a gelip de onları Allah'ın yoluna davet etmesi sebebiyle nâzil olmuştur. Nuaym b. Amr ile el-Hâris b. Zeyd o'na, "Ey Muhammed! Sen hangi din üzeresin?" diye sordu. Peygamber (s.a), "Ben İbrâhîm'in dini üzereyim" diye cevap verince şöyle dediler: "İbrâhîm Yahûdi idi." Peygamber (s.a) da şöyle buyurdu: "Haydi Tevrât'ı getiriniz; o sizin ve bizim aramızda hakem olsun." Ancak Tevrât'ı getirmeyi kabul etmediler. İşte bu âyet bunun üzerine nâzil oldu.

en-Nakkâş'ın naklettiğine göre ise bu âyet-i kerîmenin iniş sebebi şudur: Yahûdilerden bir topluluk Muhammed'in (s.a) peygamberliğini inkâr ettiler. Peygamber (s.a) onlara, "Haydi Tevrât'ı getirin, orada benim sıfatlarım yazılıdır" dedi. Ancak onlar bunu kabul etmediler. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]

Bu âyetin sebeb-i nüzûlü olarak birkaç rivâyet zikredilmiştir:

1)İbn Abbâs'tan (r.a) rivâyet edildiğine göre, Yahûdilerden bir kadın ile bir erkek zina ettiler. Bunlar, asalet sahibi ailelerden idiler. Tevrât'ta da zinanın cezası olarak recm [taşlanarak öldürülme] hükmü var idi. Asil oldukları için onları recmetmeyi istemediler ve o ikisinin meselesinde, recmi bırakmaya, onun şeriatında recmi terk etmeye bir ruhsat olur ümidi ile Hz. Peygamber'e (s.a) başvurdular. Hz. Peygamber (s.a) de recmedilmelerine hükmedince, bunu kabul etmediler. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a), "Sizinle benim aramda Tevrât hakem olsun. Çünkü onda recm hükmü vardır. Sizin en bilgiliniz kimdir?" dedi. Onlar, "Abdullah b. Sûriya el-Fedekî" dediler. Onu getirip bir de Tevrât getirdiler. Abdullah ibn Sûriya, Tevrât'taki recm âyetine gelince, elini onun üzerine koyup gizlemek istedi. Bunun üzerine Abdullah b. Selâm (r.a), "Yâ Rasûlallah! Recm âyetinin yeri geçti" diye haber verdi. Bunun üzerine o elini kaldırdı ve recm âyetini buldular. Hz. Peygamber (s.a) de, o kadın ile erkeğin recmedilmelerini emretti. Allah'ın lâneti üzerlerine olasıca Yahûdiler, bundan dolayı son derece gazaplandılar. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah bu âyeti indirdi.

2) Hz. Peygamber (s.a) Yahûdilerin midraslarına girmişti. Orada, Yahûdilerden bir grup bulunmaktaydı. Peygamberimiz (s.a) onları İslâm'a davet etti. Bunun üzerine onlar, "Sen hangi din üzeresin?" dediler. Hz. Peygamber (s.a), "İbrâhîm ümmeti üzereyim" cevabını verdi. Onlar da, "İbrâhîm bir Yahûdi idi" dediler. Hz. Peygamber (s.a), "Öyle ise Tevrât'a gelin" dedi. Onlar buna yanaşmayınca Cenâb-ı Allah bu âyet-i kerîmeyi indirdi.

3) Hz. Peygamber'in peygamberliğinin alâmetleri Tevrât'ta zikredilmiş, o'nun peygamberliğinin sıhhatine delâlet eden deliller de, aynı zamanda orada bulunmaktaydı. İşte bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a) onları Tevrât'a ve Tevrât'ta kendisinin peygamberliğine delâlet eden sözlere davet etti. Ama onlar bundan kaçındılar. Bunun üzerine de Cenâb-ı Hakk, bu âyet-i kerîmeyi indirdi. Buna göre mânâ şöyle olur: "Onlar, kitapları olan Tevrât'ın hükmüne icabet etmekten kaçındıkları için, onların, senin kitabın Kur’ân'a muhalefet etmelerine şaşma! İşte bu sebepten dolayı Cenâb-ı Hakk, De ki: "Eğer doğru kimseler iseniz, Tevrât'ı getirin de onu okuyun!" (Âl-i İmrân/93) buyurmuştur. Bu rivâyete göre bu âyet, Tevrât'ta, Hz. Muhammed'in (s.a) peygamberliğinin gerçekliğine ve doğruluğuna dair delillerin bulunduğuna delâlet etmektedir. Çünkü onlar Tevrât'ta, Hz. Muhammed'in (s.a) nübüvvetinin sıhhatine delâlet edecek delillerin bulunmadığını bilselerdi, Tevrât'ta bulunan şeyleri çarçabuk ortaya koymaya yönelirlerdi. Ancak ne var ki onlar bunu gizlemişlerdir. [Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.]

Burada bu grubun sahip olduğu inançlar, Onlar, "Ateş bize sayılı birkaç gün dışında asla dokunmayacaktır" demektedirler buyurularak zikredilmiş, ardından da, Onların uydurmuş oldukları şeyler de, dinlerinde kendilerini aldatmaktadır. Peki, kendisinde hiç şüphe olmayan o günde onları bir araya topladığımız ve hiç kimseye hakksızlık edilmeden herkese kazandıkları şeyler tamamen ödendiği zaman nasıl olacaktır? Buyurularak reddedilmiştir.

Bunların inançları birçok yerde teşhir edilmiş ve eleştirilmiştir:
18Ve Yahudiler, Hristiyanlar, "Biz, Allah'ın oğullarıyız ve O'nun sevgilileriyiz" dediler. De ki: "Madem öyle niçin günahlarınız sebebiyle Allah size azap ediyor?" Tam tersi, siz, O'nun oluşturduklarından birer beşersiniz. O dilediği kişiyi bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin sahipliği, yönetimi de Allah'ındır. Dönüş de yalnızca O'nadır. [Mâide/18]

80Ve onlar dediler ki: "Sayılı birkaç gün dışında ateş bize asla dokunmayacaktır." De ki: "Allah'tan garanti içeren bir söz mü aldınız? Allah, verdiği söze asla ters düşmez. Yoksa siz, Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?"
81Evet, kim bir kötülük kazandıysa ve hatası kendisini kuşattıysa, işte bunlar ateş ashâbıdır. Onlar, orada sürekli kalıcıdırlar. [Bakara/80-81]

160,161Sonra da Yahudileşen kimselerden olan haksız davranışlar, onların birçok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları hâlde riba almaları [emeksiz, hizmetsiz, risksiz kazanç sağlamaları] ve insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle kendilerine helâl kılınmış temiz şeyleri haram kıldık. Ve Yahudileşenlerden kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olanlara can yakıcı bir azap hazırladık.
162Fakat bu Yahudileşenlerden bilgide derinleşmiş olanlar ve iman edenler, sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ederler. Onlar, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan], vergiyi veren, Allah'a ve âhiret gününe iman edenlerdir. İşte onlar, Bizim büyük bir ödül vereceklerimizdir. [Nisâ/160-162]

Tabiî ki Ehl-i Kitabın hepsi aynı değildir. Kınananlar da tüm Ehl-i Kitap değildir. İçlerinde farklı düşünenleri, inananları da vardır:

113,114Hepsi bir değildirler. Kitap Ehli içinde doğruluk üzere bulunan bir önderli topluluk vardır ki onlar, gecenin saatlerinde boyun eğip teslimiyet göstererek Allah'ın âyetlerini okurlar. Allah'a ve âhiret gününe inanırlar, herkesçe iyi kabul edilen şeyleri emrederler, herkesçe kötülüğü kabul edilen şeylerden vazgeçirmeye çalışırlar, hayırlarda da birbirleriyle yarışırlar. Ve işte onlar, iyi insanlardandırlar.
115Ve onlar hayırdan ne işlerlerse asla saklanmayacaktır/karşılıksız bırakılmayacaklardır. Ve Allah, Kendisinin koruması altına girmiş kişileri en iyi bilendir. [Âl-i İmrân/113-115]

199Şüphesiz ki Kitap Ehlinden, Allah'a inananlar, size indirilene ve kendilerine indirilene –Allah'a samimiyetle saygı duyanlar olarak– inananlar da vardır. Onlar, Allah'ın âyetlerini az bir değere değişmezler. İşte onlar, ücretleri Rableri katında olanlardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir. [Âl-i İmrân/199]

10De ki: "Hiç düşündünüz mü? Eğer Kur’ân, Allah tarafından ise ve siz de onu bilerek reddetmişseniz, bununla birlikte İsrâîloğulları'ndan bir şâhit de onun bir benzeri üzerine tanık olup da inanmışsa, siz de büyüklük tasladıysanız ... Şüphesiz ki, Allah şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapanlar topluluğuna kılavuzluk etmez." [Ahkâf/10]

114Ve O, size Kur’ân'ı ayrıntılı/hak-bâtıl ayrılmış olarak indirdiği hâlde, Allah'tan başka bir hakem mi arayayım?" Ve kendilerine Kitap verdiğimiz şu kişiler, Kur’ân'ın şüphesiz Rabbinden hak ile indirilmiş olduğunu bilirler. O hâlde sen onların bu kitabın Allah tarafından indirildiğini bildikleri hususunda sakın şüphecilerden olma. [En‘âm/114]

52Sözden [vahiyden/Kur’ân'dan] önce kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler; onlar, Söz'e [vahye/Kur’ân'a] de inanırlar.
53Ve onlara o Söz [vahy/Kur’ân] okunduğu zaman onlar, "Biz, ona inandık. Şüphesiz o, Rabbimizden gelen gerçektir. Kesinlikle biz, ondan önce müslüman olanlardık" dediler. [Kasas/52-53]

Burada ifade, her ne kadar Ehl-i Kitabın din adamlarını kınamaya yönelik olmakla birlikte, Allah'ın kitabına göre hareket etmeyen tüm din adamları bu kınamaya muhataptırlar. Zira din adamlarının ilâhî kitaba aykırı bilgi vermesi, halkın din konusunda aldanmasına neden olur. Ayrıca Allah, ilâhi kitaba aykırı iddiada bulunmayı, dini oyun ve eğlence olarak nitelemiştir:

70Ve dinlerini oyun ve eğlence edinmiş/oyun ve eğlenceyi kendilerine din edinmiş, dünya hayatı kendilerini aldatmış olan kimseleri bırak ve Kur’ân ile hatırlat/öğüt ver: Bir kişi, kendi elinin üretip kazandığıyla değişim ve yıkıma düşerse, onun için Allah'ın astlarından bir yardım eden, yol, gösteren koruyan bir yakın kimse ve destekçi, kayırıcı söz konusu olmaz. Suçuna karşı her türlü bedeli ödemeyi istese de ondan alınmaz. İşte bunlar, kazandıkları ile değişime/yıkıma uğrayan kimselerdir. İyilikbilmezlik ettiklerinden ötürü onlar için kaynar sudan bir içecek ve can yakıcı bir azap vardır. [En‘âm/70]

Âyetin sonundaki, Peki, kendisinde hiç şüphe olmayan o günde onları bir araya topladığımız ve hiç kimseye hakksızlık edilmeden herkese kazandıkları şeyler tamamen ödendiği zaman nasıl olacaktır? ifadesiyle de, âhiretin temel özelliği ve varlığının gerekliliği bildirilmektedir:

48Ve hiçbir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiçbir kimseden yardımın, adam kayırmanın kabul edilmediği, kimseden fidyenin/kurtulmalığın alınmadığı ve hiçbir kimsenin yardım olunmadığı güne karşı Allah'ın koruması altına girin. [Bakara/48]

254Ey iman etmiş kimseler! Kendisinde hiçbir alış-verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir yardımın, iltimasın bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan harcamada bulunun. Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenler, kendi benliklerine haksızlık edenlerin ta kendileridir. [Bakara/254]

18Ve günâhkar bir kimse, başkasının günahını çekmez. Eğer çok günahı olan/çok zengin olan bir kimse, günahını çektirmek için birini çağırsa da ondan hiçbir günah alınıp başkasına çektirtilmeyecek. –Bir akrabası olsa bile– Şüphesiz sen ancak Rablerine karşı ıssız yerlerde saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve salâtı ikame edenleri [mâlî yönden ve destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan-ayakta tutanları] uyarırsın. Her kim arınırsa ancak kendisi için arınır. Dönüş de yalnızca Allah'adır. [Fâtır/18]*




*İşte Kuran, Al-i İmran Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim