Hatalı Çevrilen Ayetler
90Ahzab Suresi 50-52
Hatalı Çeviri:
50. Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği ve elinin altında bulunan cariyeleri, amcanın, halanın, dayının ve teyzenin seninle beraber göç eden kızlarını sana helâl kıldık. Bir de Peygamber kendisiyle evlenmek istediği takdirde, kendisini peygambere hibe eden mümin kadını, diğer müminlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helâl kıldık). Kuşkusuz biz, hanımları ve ellerinin altında bulunan cariyeleri hakkında müminlere neyi farz kıldığımızı biliriz. (Bu hususta ne yapmaları lâzım geldiğini onlara açıkladık) ki, sana bir zorluk olmasın. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
51. Onlardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın. Bıraktığın hanımlarından arzu ettiğini tekrar yanına almanda, senin üzerine bir günah yoktur. Böyle yapman onların mutlu olmalarına, üzülmemelerine ve hepsinin, senin verdiklerine razı olmalarına daha uygundur. Allah, kalplerinizde olanı bilir. Allah hakkıyle bilendir, halîmdir.
52. Bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmen, elinin altında bulunan cariyeler hariç, güzellikleri hoşuna gitse bile, bunların yerine başka hanımlar alman sana helâl değildir. Allah her şeyi gözetler.
Doğru Çeviri:
50Ey Peygamber! Şüphesiz Biz, mehirlerini354 verdiğin eşlerini,
Allah'ın ganimet olarak sana verdiklerinden, sözleşme ile malik olduğunu/savaş esirlerinden himayene verilmiş bayanları,
amcanın, halanın, dayının ve teyzenin kızlarından seninle birlikte hicret etmiş olanları
ve kendisini Peygamber'e hibe eden Peygamber'in de nikâhlamak istediği Mü’min kadını –mü’minlerin seviyesinden aşağı olmak üzere ve sadece sana özgü olarak– sana helal kıldık. Biz kendi eşleri ve sözleşmelerinin malik oldukları şeyler konusunda senin dışındaki mü’minlere neyi farz kıldığımızı kesinlikle bildik, daha önce açıkladık. Bu durum; sana özgü olarak getirilen çok eşlilik ve diğer özel maddeler, senin için bir güçlük olmasın diyedir. Ve Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.
51Onlardan dilediğini geri bırakır, dilediğini de yanına alabilirsin. Geri bıraktıklarından/ ayrıldıklarından, istek duyduklarına dönmende artık senin için bir sakınca yoktur. Onların gözlerinin aydınlanıp hüzne kapılmamalarına ve kendilerine verdiğinle hepsinin hoşnut olmalarına en yakın olan budur; geri bıraktıklarına dönmendir. Allah, kalplerinizde olanı bilmektedir. Allah, her şeyi bilendir, çok yumuşak davranandır.
52Bundan sonra kadınlar ve bunları başka kadınlar ile değiştirmek –güzellikleri hoşuna gitse bile– sana helal olmaz. Ancak yemininin malik olduğu/harp esiri olup da senin himayene verilen başka; onu nikâhlayabilirsin. Allah, her şeyi gözetleyip denetleyendir.
Bu âyetlerde aile hukuku kapsamında Rasûlullah'a özgü, diğer mü’minleri ilgilendirmeyen kurallar konu edilmektedir, ki bunlar şöyle sıralanabilir:
• Peygamber'e, mehirlerini verdiği eşleri, Allah'ın ganimet olarak verdiklerinden sözleşmesinin mâlik olduğu [savaş esirlerinden himâyesine verilmiş bayanlar], amcasının kızlarından, halasının kızlarından, dayısının kızlarından ve teyzesinin kızlarından kendisiyle birlikte hicret etmiş olanlar ve kendisini O'na hibe eden, Peygamber'in de nikâhlamak istediği Mü’min kadın, mü’minlerin seviyesinden aşağı sadece Peygamber'e özgü olmak üzere helâldir.
• Bu ayrıcalık, Peygamber için bir güçlük olmasın diyedir.
• Peygamber, eşlerinden dilediğiyle beraber olma hakkına sahiptir.
• Peygamber, bunlardan ayrıldığı eşiyle tekrar birleşebilir.
• Peygamber, bundan sonra herhangi bir kadınla evlenemez. Sadece himâyesine verilmiş harp esiri kadını nikâhlaması serbesttir.
52. ayetin orijinalinde "velev a'cebeke hüsnühünne" ifadesi vardır. Ayette geçen hüsn (iyilik/güzellik), Rasülüllah'ın çok eşlilik gerekçeleri dikkate alındığında bedensel güzellik olmayıp, sosyal açıdan getireceği, kazandıracağı iyilik ve güzelliklerdir.
Bu âyetlerde, Rasûlullah'ın çok eşliliği, himâye ve siyasî faydaya bağlanmaktadır.
Âyette akraba kızlarının sayılması ve onlarla evliliğin hicret kaydına bağlanması, hicret etmeyenlerin mü’min sayılmamasından kaynaklanmaktadır. Nitekim Enfâl sûresi'nde şöyle buyurulmuştu:
72Kuşkusuz iman etmiş, yurtlarından göç etmiş, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşan ve barındırıp yardım eden şu kimseler; evet işte bunlar, bazısı bazısının yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakını olanlardır. İnanan ve hicret etmeyen kimselere gelince, hicret edene kadar, onlara yakınlık söz konusu değildir. Ve din uğrunda yardım isterlerse, aranızda antlaşma bulunan bir halk zararına olmaksızın, onlara yardım etmeniz gerekir. Ve Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir. [Enfâl/72]
Âyetteki, Müminlerin seviyesinden aşağı sadece sana özgü olmak üzere ifadesi, maalesef gelenekte, "kendisini Peygamber'e hibe eden Peygamber'in de nikâhlamak istediği Müslüman kadın" şeklinde anlaşılmış ve bundan da, mehirsiz evlenmenin sadece Rasûlullah'a özgü olduğu, diğer Müslümanların mehirsiz evlenmesinin helal olmadığı hükmünü çıkarmışlardır. Bize göre bu ifade, yukarısında bulunan maddelerin tümüne yöneliktir. Ayrıca âyetteki, min duni'l-mü’minîn [mü’minlerin seviyesinden aşağı] ifadesi, çok eşliliğin hoş bir şey olmadığını, mü’minlere uygun bulunmadığını, ancak özel koşullar gereği Peygamber'e bu yükün yüklendiğini ifade etmektedir.
Âyetteki, Biz, kendi eşleri ve sözleşmelerinin mâlik oldukları şeyler konusunda onlar üzerine [senin dışındaki mü’minlere] neyi farz kıldığımızı kesinlikle bildik ifadesiyle de, diğer mü’minlerin evlilik kurallarının farklı olduğu açıklanmaktadır ki bu kurallar da Bakara/221, 230; Nisâ/20-26 ve Mâide/5'te zikredilmiştir.
52. âyetteki, Bundan sonra kadınlar ve bunları başka kadınlar ile değiştirmek –güzellikleri hoşuna gitse bile– sana helâl olmaz ifadesiyle, hem Peygamber'in eşlerini boşamasına engel getirilmekte, hem de bir câhiliye geleneği ortadan kaldırılmaktadır. Bu gelenek hakkında kaynaklarda şu bilgi yer alır:
Burada kastedilen, Arapların yapmış oldukları bir iştir. Biri diğerine, "Sen benim hanımımı al, bana da senin hanımını ver" derdi. Dârekutnî'nin rivâyet ettiğine göre Ebû Hureyre şöyle demiştir: Câhiliye döneminde, bir adam diğerine, "Sen benim için hanımından vazgeç, ben de senin için hanımımdan vazgeçerim ve sana fazlasını da veririm" der ve böylece hanımlarını değiştirirlerdi. Bunun üzerine yüce Allah, Onların güzellikleri hoşuna gitse de bunların birini başka zevcelerle değiştirmen –güzellikleri hoşuna gitse bile– sana helâl olmaz buyurdu. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
Bu âyetler çerçevesinde Rasûlullah'ın çok eşliliği ile ilgili şöyle bir değerlendirme yapılabilir:
PEYGAMBERİMİZİN ÇOK EŞLİLİĞİ
Normal şartlarda İslâm'da çok eşliliğin olmadığı, çok eşliliğin ancak olağanüstü koşullarda kamu otoritesinin kararıyla uygulanacak özel bir durum olduğu, Nisâ sûresi'nden anlaşılmaktadır. Peygamberimizin çok eşliliği ise, Nisâ sûresi'nde belirtilen genel hükümler dışında bazı özel ayrıcalıklara dayanmaktadır.
Kendilerini yakından ilgilendirdiği hâlde maalesef Müslümanlar bu konuyu yeterince araştırmamış ve doğru bilgiye ulaşamamışlardır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da uydurma rivâyetler hükmünü yürütmüş ve pek çok kimse, çok eşli olması delil gösterilerek Peygamberimizin otuz erkek gücünde olduğu yalanına inandırılmıştır. Peygamberimizi yüceltmek adına uydurulan bu tip yalanlar neticesinde gayr-i müslimler Peygamberimizi kadın düşkünü, şehvetperest biri olarak değerlendirmişlerdir. Bu durum, İslâm'ı tanıtmak ve anlatmak gayreti içinde olan herkes için büyük önem arz etmektedir.
PEYGAMBERİMİZİN GENÇLİĞİ, BEKÂRLIĞI
Peygamberimiz, erkeklerin 12-14 yaşları arasında ergenliğe eriştiği bir iklimde doğup büyümüştür. O dönemde çevresinde zina ve fuhşun yaygın olmasına, iffetsizliğin kol gezmesine rağmen Peygamberimiz gâyet mazbut bir hayat sürmüş, O'nun iffetsiz, kadına düşkün, şehvetperest davranışlarda bulunduğu hiç görülmemiş ve duyulmamıştır. Peygamberimizin bu özellikleri, Doğulu-Batılı tüm târihçiler ve araştırmacılar tarafından da kabul edilmiştir.
PEYGAMBERİMİZİN EVLİLİK HAYATI
Peygamberimiz ilk evliliğini, 25 yaşında bir genç iken, kendisinden 15 yaş büyük, başından iki evlik geçmiş dul bir kadın olan Hatice ile yapmıştır. Hatice'nin ölümüne kadar 25 yıl devam eden bu beraberlik esnasında Peygamberimiz, başka bir kadınla evlenmemiş, tıpkı bekârlığındaki gibi hayatını, iffetine toz kondurmadan lekesiz olarak sürdürmüştür.
Allah tarafından elçi olarak seçildiğinde, davasından vazgeçmesi için kendisine krallık, servet ve Mekke'nin en güzel-zengin kızları teklif edilmiş, bütün bunları elinin tersiyle iterek herkesin bildiği o meşhur cevabı vermiştir: "Bir elime ay'ı, bir elime güneş'i koysanız, yine de davamdan vazgeçmem."
Peygamberimiz, gerek bekârlık döneminde, gerekse Hatice ile evli olduğu dönemde hiç kimse tarafından olumsuz eleştirilere maruz kalmamıştır.
Hatice öldüğü zaman yapayalnız kalan Peygamberimizin üzerindeki ağır elçilik görevine, bir de öksüz kalan çocukların sorumluluğu eklenmiştir.
Peygamberimizin bundan sonraki evlilik hayatı ise, üstlendiği görevin gereklerine bağlı olarak, kendi iradesi dışında çok eşli hâle dönüşmüş, ama bu durumdan ne kendisi ne eşleri mutlu olmuşlardır. Peygamberimizin, hem kendisinin hem de eşlerinin özverilerini gerektiren bu çok eşli hayatı, en doğru şekilde Kur’ân'dan öğrenilebilir. Dolayısıyla bu konuda başka bir kaynak aramaya gerek yoktur.
Peygamberimizin çok eşliliği konusunun iyi anlaşılabilmesi için, önce Müslümanların evliliklerini düzenleyen evlilik hakkındaki genel kuralların zikredildiği âyetlere bakılmalıdır:
22Ve kadınlardan babalarınızın nikâhladıklarını nikâhlamayın. Ancak geçen geçmiştir. Şüphesiz bu, çirkin bir hayâsızlıktır ve öfke duyulan bir iğrençliktir. Ne kötü bir yoldu o!
23,24Size, anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, teyzeleriniz, halalarınız, erkek kardeşinizin kızları, kız kardeşinizin kızları, sizi emzirmiş olan anneleriniz, sütten kız kardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri, birleşme yaptığınız kadınlarınızın eski kocalarından doğup evinizde bulunan üvey kızlarınız –birleşme yapmadıysanız size bir sakınca yoktur–, kendi sulbünüzden olan oğullarınızın hanımları ve iki kız kardeşin arasını birleştirmeniz –eski yapılıp geçenler hariç–, yeminlerinizin sahip oldukları hariç, muhsan/nikâhlı kadınlar da haram kılındı. Allah çok affedici, çok merhametlidir. Bunlar, Allah'ın üzerinize yazdığıdır.
Bunların dışında, iffetlerinizi koruyup fuhuşta bulunmamak üzere mallarınızla, muhsınlaşacak/evlenecek kadın aramanız size helal kılındı. Öyleyse onlardan ne ile yararlandıysanız, zorunlu bir görev olarak mehirlerini ödeyiniz. Zorunlu ödemenizden sonra, rızalaştığınız şeyde size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah, en iyi bilen ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler koyandır. [Nisâ/22-24]
221Ve ortak koşan kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın. İman etmiş, kâfirlerin himayesindeki bir köle kadın, –sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– ortak koşan bir kadından daha hayırlıdır. Ortak koşan erkekleri de iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman etmiş bir erkek köle, –sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– ortak koşan bir erkekten daha hayırlıdır. Ortak koşanlar ateşe çağırırlar, Allah ise Kendi bilgisi ile cennete ve bağışlanmaya çağırır. O, öğüt alıp düşünürler diye insanlara âyetlerini ortaya koyar. [Bakara/221]
5Bugün size iyi ve temiz şeyler helal kılındı. Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin de yemeğiniz onlara helaldir. Mü’minlerden özgür kadınlar ile sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden özgür kadınları da, nikâhlayarak koruma altına alınmış biri yapmak, –zina etmemek ve gizlice dostlar edinmemek şartıyla– kendilerine mehirlerini ödediğiniz durumlarda size helal kılındı. Kim imanı tanımayıp küfrederse; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederse, artık kesinlikle onun yaptığı boşa gitmiştir ve o, âhirette kayba/zarara uğrayıp acı çeken kimselerdendir. [Mâide/5]
Yukarıdaki âyetlerde açıklanan kurallar dışında Kur’ân'da, Bakara/230'da, üçüncü kez boşanan bir kadınla tekrar evlenilemeyeceği, Ahzâb/6'da, Peygamber'in eşlerinin mü’minlerin anneleri olduğu, dolayısıyla onlarla da evlenilemeyeceği, teaddüd-i zevcâtın/çok eşliliğin ancak olağanüstü koşullarda uygulanabileceği bildirilmektedir.
Bunlar İslâm'ın, evlilikle ilgili tüm ümmete şâmil genel kurallarıdır. Bunlardan başka Kur’ân'da, sadece Peygamberimize mahsus kurallar da mevcuttur:
50Ey Peygamber! Şüphesiz Biz, mehirlerini verdiğin eşlerini,
Allah'ın ganimet olarak sana verdiklerinden, sözleşme ile malik olduğunu/savaş esirlerinden himayene verilmiş bayanları,
amcanın, halanın, dayının ve teyzenin kızlarından seninle birlikte hicret etmiş olanları
ve kendisini Peygamber'e hibe eden Peygamber'in de nikâhlamak istediği Müslüman kadını –mü’minlerin seviyesinden aşağı olmak üzere ve sadece sana özgü olarak– sana helal kıldık. Biz kendi eşleri ve sözleşmelerinin malik oldukları şeyler konusunda senin dışındaki mü’minlere neyi farz kıldığımızı kesinlikle bildik, daha önce açıkladık. Bu durum; sana özgü olarak getirilen çok eşlilik ve diğer özel maddeler, senin için bir güçlük olmasın diyedir. Ve Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.
51Onlardan dilediğini geri bırakır, dilediğini de yanına alabilirsin. Ayrıldıklarından, istek duyduklarına dönmende artık senin için bir sakınca yoktur. Onların gözlerinin aydınlanıp hüzne kapılmamalarına ve kendilerine verdiğinle hepsinin hoşnut olmalarına en yakın olan budur. Allah, kalplerinizde olanı bilmektedir. Allah, her şeyi bilendir, çok yumuşak davranandır.
52Bundan sonra kadınlar ve bunları başka kadınlar ile değiştirmek –güzellikleri hoşuna gitse bile– sana helal olmaz. Ancak yemininin malik olduğu/harp esiri olup da senin himayene verilen başka; onu nikâhlayabilirsin. Allah, her şeyi gözetleyip denetleyendir. [Ahzâb/50-52]
Bazı tefsir ve mealler, 50. âyetteki, Ve kendini Peygamber'e hibe eden Peygamber'in de nikâhlamak istediği mü’min kadını ifadesini, "mehir istemeden Peygamber'le evlenmek isteyen mü’min kadın" olarak açıklamışlar ve âyetin devamında durum zarfı olarak geçen, Mü’minler için olmaksızın sadece sana özgü olarak ifadesini de bu kısma bağlayarak, sadece Peygamber'in mehir ödemeden nikâh yapabileceğine, diğer Müslüman erkeklerin ise mehirsiz nikâh yapamayacaklarına kâil olmuşlardır. Hâlbuki Nisâ/24'teki, ...miktarın tesbitinden sonra, karşılıklı rızalaştığınız bir şey konusunda üstünüze sorumluluk yoktur ifadesi ile Nisâ/4'teki, ...eşler gönül rızalarıyla size mehirlerinden bağışlarlarsa, onu da afiyetle, iç huzuruyla yiyin ifadesi, açık olarak eşlerin birbirlerine bağışlarda bulunabileceğini bildirmektedir. Yani, her karı-koca mehir konusunda anlaşma yapabilir ve böyle bir anlaşma ile kadınlar mehirlerinin tamamını veya bir kısmını kocalarına bağışlayabilirler. 50. âyetteki, kendini hibe eden mü’min kadın ifadesiyle de, "bu işe baş koyan, malını-mülkünü ve ömrünü Peygamber uğrunda harcamaya karar veren mü’min kadın" kastedilmiştir. Nitekim, Peygamber'in eşleri arasında böylelerinin varlığı bir gerçektir.
50. âyetteki, mü’minlerin seviyesinden aşağı sadece sana özgü olmak üzere ifadesi, "durum zarfı" olarak kullanıldığından, yukarısında geçen tüm maddeleri kapsar. Yani âyet, "bu sayılanların nikâhlanması sûretiyle ortaya çıkacak çok eşlilik durumu sadece sana özgüdür, mü’minlere değil" manasındadır.
50. âyetteki bir başka maddede ise, Peygamberimize diğer Müslümanlara nazaran kısıtlama getirilmekte; diğer Müslümanlar için amca, hala, dayı, teyze kızları ile nikâhlanmak serbest bırakılmış iken, Peygamberimizin bunlar arasından sadece kendisiyle hicret edenleri nikâhlayabileceği bildirilmektedir.
Peygamberimizle ilgili bu farklılıkların gerekçesi de, "o'nun güçlük çekmemesi" olarak açıklanmıştır. Peygamberimizin çektiği veya çekmesi muhtemel güçlük ve sıkıntılar ise, o'nun görevinden kaynaklanan güçlük ve sıkıntılardır:
TEBLİĞ GÖREVİ ve ZORLUKLARI
İslâm'ın kuralları sadece erkekleri değil, kadınları da ilgilendirmektedir; dolayısıyla onlara da bildirilmesi, anlatılması ve öğretilmesi gerekir. Bu kuralların bazıları ise öncelikle kadınlara yöneliktir, ki bunların kadınlara öğretilmesi, öğretenlerin kadın olması ile daha kolay olur. Çünkü hem kadınlar zihinlerinde oluşan soruları bütün açıklığı ile bir erkeğe sormaktan utanabilirler, hem de Peygamberimiz özel hayatla, cinsellikle ilgili konuları kadınlara anlatma hususunda sıkıntıya girebilirdi.
Nitekim uygulama da bu yönde olmuş, kadınlara özgü kuralları müslüman kadınlar, Peygamberimizin eşlerinden öğrenmişlerdir.
SOSYAL GÜÇLÜKLER
Kur’ân'ın indiği dönemde, Araplar arasındaki bir geleneğe göre evlâtlıklar öz evlât gibi telâkki ediliyordu. Hayatın gerçeklerine aykırı olan bu geleneğin ve bu gelenekten kaynaklanan tabunun İslâm'da yeri olmadığı için yıkılması gerekiyordu. Bunun en kestirme ve en etkili yolu ise, o tabunun Peygamberimiz tarafından fiilen yıkılması idi. Nitekim Peygamberimiz de, evlâtlığı olan Zeyd'in boşadığı Zeyneb bt. Cahş ile evlenerek bu tabuyu yıktı. Bu evlilik, evlâtlıkların öz evlât olmadığını, evlâtlığın boşadığı kadının, evlâtlığın babası konumundaki bir kimse ile evlenebileceğini topluma en etkili şekilde öğretmiştir.
O dönemdeki kötü geleneklerden biri de, harp esiri kadınların alınıp satılmasıydı. Yine Peygamberimiz, bir savaş esiri olan Cüveyriye ile evlenerek bu yanlış geleneği ortadan kaldırmış, onların da her insanın sahip olduğu onura sahip oldukları gerçeğinin toplum tarafından anlaşılmasını sağlamıştır.
SİYASAL GÜÇLÜKLER
Peygamberimiz, –aşağıda eşlerinin isimleri sayılırken görüleceği gibi– kendisinden yaşlı, cinsel yönden tükenmiş, farklı kabile ve milletlere bağlı kadınlarla evlenmek sûretiyle, o kabile ve milletlerle akrabalık bağları kurmuştur. Bu sayede, hem bir barış ortamı oluşturmuş, hem de İslâm'ın en uzak noktalara kadar ulaşmasını sağlamıştır. Bu, sağladığı barış ve siyasî güç sebebiyle Avrupa krallarının, Rus çarlarının, Osmanlı padişahlarının sürekli uyguladıkları siyasi bir yöntem olmuştur. Osmanlı devletinin yükselme döneminde yeni fethedilen şehirlerin tekfurlarının kızlarıyla o şehre tayin edilen idarecilerin evlendirilmeleri, hep bu siyaset gereğidir.
Görüldüğü gibi, Peygamberimizin çok eşliliği, o'nun görevinden kaynaklanan zorunluluklar sebebiyledir. İş, iradesine kalsaydı, bizce Peygamberimiz çok eşli olmak istemezdi. Çünkü o, çok eşlilik hayatında mutlu olmamıştır; eşlerinin kıskançlık ve kaprisleri kendisini hep üzmüştür. Meselâ, Ahzâb/51 âyeti inince eşi Âişe, "Görüyorum ki Rabbin senin hevâna hizmet ediyor" [Buhârî; "Tefsîr Kitabı", Bab: 244, No: 309.] diyerek, durumundan memnun olmadığını iğneleyici bir dille belirtmiştir. Ayrıca Tahrîm/1-5'ten de, eşlerinin Peygamberimizi üzdükleri açıkça belli olmaktadır. Hatta Peygamberimiz, Ömer'in kızı Hafsa'yı, geçimsizliği nedeniyle bir ara boşamış, sonra tekrar nikâhlamıştır.
Peygamberimizin eşleri yüzünden üzülmesi, sadece eşlerinin kıskançlık ve geçimsizliklerinden kaynaklanmamıştır. Peygamberimizin eşleri, bulundukları konumun ağırlığını fark edememişler, sıradan kimseler gibi başlarına buyruk yaşamaya yönelmişler, çevrenin etkisiyle lüks bir hayat yaşamayı arzulamışlar; fakat bu durumdan hoşlanmayan ve çok üzülen Peygamberimiz, onların bu davranışlarına tepki olarak onları evlerinde yalnız bırakmış, bir ay yanlarına uğramamıştır.
İşte bu gibi olgu ve olaylar, Yüce Allah'ın müdahalesini gerekli kılmış ve Rabbimiz, Peygamberimizin eşlerine münhasır, sadece onları ilgilendiren âyetler indirmiştir:
28,29Ey Peygamber! Eşlerine söyle: "Eğer siz basit dünya hayatını ve onun süslü çekiciliğini istiyorsanız, gelin size boşanma bedeli ödeyeyim ve güzel bir salma tarzıyla sizi salıvereyim. Eğer siz Allah'ı, Elçisi'ni ve son yurdu istiyorsanız, artık hiç şüphesiz Allah, sizden iyileştirenler-güzelleştirenler için çok büyük bir ecir hazırlamıştır."
30,31Ey Peygamber'in kadınları! Sizden kim açık, bir çirkin utanmazlıkta bulunursa, suçun cezası iki kat olarak artırılır. Bu da Allah'a göre pek kolaydır. Sizden kim de Allah'a ve Elçisi'ne sürekli saygıda bulunursa ve sâlihi işlerse, ona da ecrini iki kere veririz. Ve Biz ona üstün bir rızık da hazırlamışızdır.
32-34Ey Peygamber'in kadınları! Siz kadınlardan herhangi biri değilsiniz; eğer Allah'ın koruması altına giriyorsanız, artık sözü çekicilikle söylemeyin ki sonra kalbinde hastalık bulunan; zihniyeti bozuk kimse tamah eder. Sözü örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekilde söyleyin. Evlerinizde vakarlı olun, ilk cahiliyet gösterişi hâlinde gösteriş yapmayın, salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun-ayakta tutun], zekâtı/vergiyi verin, Allah'a ve Elçisi'ne itaat edin. –Ey ehli beyt! Gerçekten Allah, sizden kiri gidermek ve sizi temizlemek ister.– Ve evlerinizde okunmakta olan Allah'ın âyetlerini ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri hatırlayın. Hiç şüphesiz Allah, çok lütfedicidir, gizliyi bilendir, her şeyin iç yüzünü, gizli taraflarını da iyi bilendir. [Ahzâb/28-34]
Peygamberimizin eşlerine verilen görev, yatak odası ile mutfak arasında hayat geçirmekten ibaret değildir. Onların görevi; bu işe baş koymak, bu büyük davaya özveri ile hizmet etmek, bu davanın neferi olmak, fitne ve fesada fırsat vermemek, evlerinde duydukları âyet ve hikmetleri insanlara anlatıp öğretmektir. Ayrıca, İslâm'ı hayatının her anında uygulayan bir insan olan Peygamberimizin gece yaşantısında bu uygulamaları nasıl yaptığının halka aktarılması da, geceleyin gelen vahiylerin yazılıp saklanmasında Peygamberimize yardımcı olmak da, yine onların görevlerindendir. Kısaca Peygamberimizin eşleri, günümüzün tabirleriyle hem sekreter, hem zabıt kâtibi, hem de basın sözcüsü olmak durumunda kalmışlardır. (Allah, onlardan razı olsun.)
PEYGAMBERİMİZİN EŞLERİ:
HATİCE
Huveylid kızı Hatice, ticaretle uğraştığından "tâcire", temiz ahlâklı olduğundan da "tâhire" diye anılan bir Mekkelidir. Daha önce başından iki evlilik geçen ve birinci evliliğinden bir oğlu, ikinci evliliğinden de bir kızı olan Hatice, Peygamberimizle, o henüz elçilikle görevlendirilmemiş iken evlenmiştir.
Peygamberimizin, kendisinden 15 yaş büyük olan bu itibarlı kadınla yaptığı evlilik, –Hatice 65 yaşında ölene kadar– 25 sene sürmüştür. Hatice'nin önceki evliliklerinden olan 2 çocuğuyla birlikte 7 çocuklu olan bu aile, dost ve düşmanların ortak kabulü ile karşılıklı sevgi ve saygının esas olduğu örnek bir ailedir. Peygamberimize iman eden ilk insan ve ilk kadın olan Hatice, büyük ve ağır görevinde o'na hep destek olmuş, her zaman o'nun yanında yer almıştır. Peygamberimizin Hatice ile evli kaldığı bu dönemle ilgili olarak olumsuz eleştiri hiç yapılmamış, yapılamamıştır. (Allah, ondan razı olsun.)
SEVDE
İlk Müslümanlardan olan Zem’a'nın kızı Sevde de Mekkelidir. Putperestlerin baskısı sonucu kocasıyla birlikte Habeşistan'a hicret etmiş, ama kocasının orada ölmesiyle, 50 yaşında dul kalmış ve himâyeye muhtaç hâle gelmiştir. Çünkü akrabaları henüz Müslüman olmamışlardı ve Müslüman olduğu için de ona düşmanlık besliyorlardı. Bu yüzden Sevde onların yanına dönemiyordu.
Sevde'nin bu durumunu bilen Müslümanlar onu, Hatice'nin ölümünden sonra yedi çocukla bir başına kalan Peygamberimize eş olarak önerdiler. Bazı kaynaklar Sevde'nin nikâh sırasında Peygamberimize şu sözleri söylediğini kaydetmektedir: "Ben seninle, erkeğe arzu duyduğum için değil, sırf Peygamber hanımları arasında Allah'ın huzuruna çıkabilmek için evlendim. Bana buna göre davran, ey Allah'ın Rasûlü!"
Peygamberimizin bu evliliği beş yıl devam etmiş ve Sevde'nin ölümü ile son bulmuştur. Bu târihte Peygamberimiz 55 yaşındadır.
ÂİŞE
Peygamberimizin evlilikleri içinde en çok irdelenen ve eleştiri konusu yapılan, Âişe ile olan evliliğidir. Bu konuda, Âişe'nin henüz küçük bir çocuk iken Peygamberimizle nikâhlandığı, büyümesi için üç yıl beklendiği ve ondan sonra gerdeğe sokulduğu hikâyesi bir hayli yaygındır.
Peygamberimizin küçük bir çocukla nikâh kıyması bakımından dikkat çeken bu hikâyenin aslının iyi araştırılması gerekir. Bu konu İbn İshâk'ın Sîyer'inde, İbn Hişâm'ın Sîret'inde, İbn Sa‘d'ın Tabakât'ında, Taberî'nin Târih'inde, Mevlânâ Şiblî'nin Asr-ı Saadet'inde ve Ali Himmet Berki ve Osman Keskioğlu tarafından hazırlanan Hatemu'l-Enbiyâ Hz. Muhammed ve Hayatı adlı eserde genişçe yer almaktadır. Bu kaynaklardan öğrendiğimiz târihî gerçek ise şudur:
Âişe, Peygamberimizle nişanlanmadan önce, Mut’im oğulları'ndan Cübeyr ile nişanlıdır. Yani, evlilik çağındadır ve Peygamberimizle evlendiğinde küçük bir çocuk değildir. Yukarıda adını verdiğimiz târihî eserlerden bazısı, Peygamberimizin, Cübeyr ile nişanlı olan Âişe'yi babası Ebû Bekr'den istediğini, Ebû Bekr'in de Peygamberimize, Mut’im oğulları'yla konuşacağını ve ancak onlar nişanı bozarlarsa o zaman Âişe'yi kendisine verebileceğini söylediğini, putperest olan Mut’im oğulları'nın ise, Müslüman olan Âişe'nin oğullarını da kendi dinine döndüreceğinden korkarak, bu nişanı bozmak arzusunda olduklarını yazmaktadırlar.
İlk olarak; Âişe'nin, Mut’im oğulları'ndan Cübeyr ile nişanlı olduğu tartışmasız bir gerçektir; çünkü eldeki tüm târih kitaplarında bu bilgi kayıtlıdır. İkinci olarak, bu nişanın İslâmiyet'ten sonra olması mümkün değildir. Çünkü, mü’min bir kadının, müşrik bir erkekle evlenmesini yasaklayan Bakara/221 âyeti, Ebû Bekr'in kendisi gibi Müslüman olan kızını bir müşriğe vermesini engellemektedir. Dolayısıyla Ebû Bekr, kızı Âişe'yi, Mut’im oğulları'na, kendisi Müslüman olmadan evvel nişanlamış olmalıdır. Demek ki Âişe, daha o zamanlarda bile evlilik çağında olan bir kızdır ve yörenin iklim şartlarına göre en az 12-14 yaşlarındadır. Diğer taraftan eldeki tüm târih kaynaklarının mutabık oldukları ve Ana Britannica'nın da yazdığı gibi Âişe, Peygamberimizle hicretten önce nişanlanmış, hicretten sonra nikâhlanmıştır. Bazı kaynaklar hicretten evvel nikâhlanıp, hicretten sonra gerdeğe girdiğini yazsalar da, yine tüm kaynaklarda yer alan aşağıdaki metin, bu iddia ile uyuşmamaktadır:
Medîne'nin havası Mekkeli Müslümanlara çok dokunmuştu. Mekkeli Müslümanlar hep hastalanmışlardı. Hasta olanların içinde Âişe de vardı. Hastalık geçince Ebû Bekr, Hz. Muhammed'in huzuruna gelip şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasûlü! Neden nişanlınÂişe'yi kendi evine almıyorsun?" Hz. Muhammed cevaben, "Mehir yüzündeney Ebû Bekr, şu anda Âişe'ye mehir ödeyecek durumda değilim" dedi. [İbn Sa‘d, Tabakâtu'l-Kübrâ; c. 8, s. 62-63.]
Görüldüğü gibi metinde açıkça nişandan söz edilmektedir. Ayrıca, nikâh anında tesbit edilip muaccel [peşin] veya müeccel [vadeli borç] olarak verilebilecek mehirin henüz tesbit edilmemiş olması da nikâhın hicretten hemen sonra kıyılmadığını gösterir.
Sonuç olarak kaynakların verdiği bilgilerden anlaşılıyor ki Âişe, Peygamberimiz ile evlendiğinde, çocuk yaşta olmayıp, nişanlısından ayrılmış genç bir kızdır.
Peygamberimizin bu evliliği, hem kızıyla evlenerek kendisini şereflendirdiği Ebû Bekr'in İslâm'a daha fazla maddî ve manevî yardımını sağlamış, hem de Âişe'nin herkes tarafından bilinen İslâm'ı anlama ve anlatma yönündeki dirâyeti sayesinde Peygamberimizin elçilik görevini yaparken duyduğu rahatlık için isâbetli bir karar olmuştur.
HAFSA
Ömer kızı Hafsa, okuma-yazma bilen ve Habeşistan'a göç eden cefakâr Müslümanlardandır. Kocası Hunays b. Huzâfa Bedir'de şehid olunca Hafsa dul kalmıştır. Onun bu durumuna çok üzülen babası Ömer, sahabenin ileri gelenleri arasından ona uygun bir eş aramıştır. Sonuçta Hafsa ile Peygamberimiz evlenmiş, böylece Ömer gibi güçlü bir kişi ileakrabalık bağları kuran Peygamberimiz, elçilik görevinde büyük bir destek daha sağlamıştır.
HUZEYME KIZI ZEYNEB
Kocası Bedir'de şehid olan ve 60 yaşında dul kalan Zeyneb'e evlilik teklifini bizzat Peygamberimiz yapmış ve bu evlilik iki yıl sonra Zeyneb'in ölümü ile son bulmuştur.
UMM SELEME
Habeşistan'a hicret eden Müslümanlardan olan ve okuma-yazma bilen Umm Seleme, kocasının Uhud'da yaralanıp, iki ay sonra o yara sebebiyle ölmesi sonucu 4 çocuk ile dul kalmıştır. Himayeye muhtaç olan Umm Seleme, sahabenin ileri gelenleri tarafından kendisine yapılan evlenme tekliflerini yaşlı oluşunu bahane edip reddetmiştir. Peygamberimizin elçi göndererek yaptığı aynı yöndeki teklifi de yaşlılığını, çocuklarını ve kıskanç bir yapıda oluşunu bahane ederek reddeden Umm Seleme, Peygamberimizin, "Yetimleri zaten yanıma alacağım. Kıskançlığının gitmesi için Allah'a dua edeceğim. İhtiyarlığın ise bir engel değil" sözleri üzerine nikâhlanmaya razı olmuştur.
CAHŞ KIZI ZEYNEB
Peygamberimizin Cahş kızı Zeyneb'le evliliği, her Müslüman tarafından inceden inceye bilinmelidir. Çünkü bu evliliğin her yönü hikmet ve ibretle dolu olup, önemine binâen de Kur’ân'da yer almıştır. Ayrıca bu evlilik, gerçekleri çarpıtarak Müslümanların zihinlerini bulandırmak isteyen İslâm düşmanları tarafından bu amaçlarına alet edilmek istendiğinden, Müslümanlarca iyi öğrenilmelidir.
Öncelikle şu husus bilinmelidir ki, bu uygulamanın tarafları saygı ve övgüye lâyık kişilerdir. Çünkü bu evlilik, İslâm devriminin teorik öğretilerinin pratik hayata geçirilen ilk uygulamasıdır. Bu evlilik ile Arap toplumundaki iki yanlış ortadan kaldırılmış ve iki tabu yıkılmıştır.
İlk olarak; Müslüman kadınların câhiliye bakış açısıyla, Müslüman da olsalar itibar etmedikleri, hor gördükleri, evlenmek istemedikleri azatlı köleler, toplum içinde hür kişilerle aynı seviyeye getirilmiştir. Yukarıda başka bir vesile ile zikrettiğimiz Bakara/221 âyeti, Müslümanlara şu tavsiyelerde bulunmakta idi:
Ve müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın. İman etmiş bir câriye –sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman etmiş bir erkek köle –sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise kendi bilgisi ile cennete ve mağfirete çağırır. O, öğüt alıp düşünürler diye insanlara âyetlerini ortaya koyar. (Bakara/221)
Ama bu âyetin önerisinin hayata geçirilmesi lâzımdı ki amaç gerçekleşsin. İşte Peygamberimiz bu amacı gerçekleştirmek için, halasının kızı olan Zeyneb'i, kölesi (evlâtlığı) Zeyd ile evlendirmek istedi. Ama Zeyneb toplumda yer etmiş tabulara göre gururuna dokunan bu işe pek sıcak bakmadı ve Peygamberimizin ısrarına rağmen bu evliliğe razı olmadı. Tam bu sırada Allah'ın emri geldi ve tartışmalar bitti:
36Ve Allah ve Elçisi bir işte hüküm verdiklerinde, hiçbir mü’min erkek ve mü’min kadın için kendi işlerinde serbestlik yoktur. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne isyan ederse o, açık bir sapıklıkla sapmıştır. [Ahzâb/36]
Emir büyük yerden gelince itaat şart oldu ve hür Zeyneb ile azatlı köle Zeyd evlendi. Böylece İslâm'ın insanları eşit kabul ettiği, İslâm toplumunda insanların hür ve köle diye ayrıma tâbi tutulamayacağı, hür bir Müslüman kadın ile Müslüman bir kölenin evlenebileceği, bu somut olayla tüm dünyaya gösterilmiş oldu.
İkinci olarak da; evlâtlıkların öz evlât olarak kabul edilmesi yanlışı ve bundan doğan neticeler ortadan kaldırıldı. Bu konuda da Yüce Allah'ın bir tavsiyesi mevcut idi:
4Allah, bir er kişinin göğüs boşluğu içinde iki kalp yapmadı; insan hem mü’min hem kâfir olmaz, mutlaka bundan biridir. Ve Zıhar’da bulunduğunuz; kendilerini annelerinize benzeterek yemin konusu yaptığınız eşlerinizi de sizin anneleriniz olarak kabul etmedi. Evlâtlıklarınızı da sizin öz çocuklarınız saymadı. Bu, sizin ağzınızla söylemenizdir. Allah ise hakkı söyler. Ve Yol'a kılavuzlar.
5Evlâtlıkları kendi babalarına nisbet ederek çağırın; bu, Allah katında daha hakkaniyetlidir. Artık, eğer babalarını bilmiyorsanız artık onlar, dinde sizin kardeşleriniz ve sözleşmeyle yakınlık kurduklarınızdır. Kalplerinizin kasıt göstererek yaptıkları; bilinçli, planlı- programlı yaptığınız şeyler dışında hata olarak yaptıklarınızda ise, sizin için bir vebal yoktur. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. [Ahzâb/4-5]
Evet, İslâm'a göre (Nisâ/23) de evlâdın eski karısının nikâhlanması caiz değildir. Ama evlâtlık, Kur’ân hükmüne göre öz evlât sayılamayacağından, evlâtlığın eski karısı, evlâdın eski karısı hükmünde değildir, dolayısıyla da bir kimsenin evlâtlığının eski karısı ile nikâhlanmasında bir sakınca yoktur. İşte Peygamberimizin Zeyneb'le evlenmesi, evlâtlıkların öz evlât gibi telâkki edilmemesi gerektiğini çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Toplumdaki bu yanlışı ortadan kaldıran ve bu tabuyu yıkan ilk uygulama Rabbimizin talimatı ile olmuştur:
37Hani sen, Allah'ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye: "Eşini yanında tut ve Allah'ın koruması altına gir!" diyordun da insanlardan çekinerek Allah'ın açığa vuracağı şeyi kendi içinde saklı tutuyordun. Oysa Allah, Kendisine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymana çok daha lâyıktı. Artık Zeyd, Zeyneb'ten ilişkisini kesince, Biz Zeyneb'i seninle evlendirdik. Ki böylelikle evlatlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zaman, evlatlıklardan ayrılan kadınla evlenme konusunda mü’minler üzerine bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir.
38,39Allah'ın kendisine farz kıldığı şeyde Peygamber üzerine, daha önce gelip geçen kimselerde; Allah'ın verdiği elçilik görevini tebliğ eden, O'na saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve Allah'tan başka kimseye saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymayan kimselerle ilgili Allah'ın uygulaması olarak bir güçlük yoktur. Allah'ın emri, ayarlanmış, belirlenmiş bir kaderdir. Hesap görücü olarak Allah yeter.
40Muhammed, sizin er kişilerinizden hiç birinin babası değildir. Ancak O, Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Ve Allah, her şeyi en iyi bilendir. [Ahzâb/37-40]
Görüldüğü gibi olaylar, tarafların iradeleri dışında gelişmiş olup, yaşananlar, takdir edilmiş bir kaderdir. Ama bir tabunun yıkılması ve bir yanlışın düzeltilmesi hususunda örnek olma şerefi de, Zeyd ile Zeyneb'e aittir. Ayrıca Zeyneb, Allah'ın talimatlarına itaat etmesinin ve gösterdiği özverinin dünyadaki karşılığını, Allah'ın Elçisi'ne eş ve Müslümanlara ana olmak şerefiyle almıştır.
UMM HABÎBE
Umm Habîbe, Mekke'nin amiri, bir dönem İslâm dininin ve Peygamberimizin düşmanı, Bedir ve Uhud'un baş aktörü Ebû Süfyân'ın kızıdır.
Habeşistan'a göç eden Müslümanlardan olan Umm Habîbe, kocasının Habeşistan'da Hristiyan olması sebebiyle onu terk etti. O zamanlar İslâm'ın en büyük düşmanı olan babasının yanına da dönemeyen ve Habeşistan'da yapayalnız kalan Umm Habîbe'yi Peygamberimiz Medîne'ye getirtti ve onunla evlendi. Böylece en büyük düşmanına damat oldu. Onun sayesinde kurulan akrabalık bağları, Müslümanlara gelebilecek zararları tam olarak ortadan kaldırmasa da önemli ölçüde azalttı. Mekke'nin fethinde de büyük rol oynayan bu evlilik de, İslâm'ı yayma ve destek sağlamaya yöneliktir. Aşağıdaki âyet, bu olaylardan sonra inmiştir:
7Belki Allah, sizlerle onlardan kendilerine karşı düşmanlık beslemekte olduğunuz kimseler arasında bir sevgi oluşturur. Allah, en iyi güç yetirendir. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. [Mümtehine/7]
HÂRİS KIZI MEYMÛNE
Daha önce iki kez evlenmiş olan ve ikinci kocasının ölümü sonrasında hayatını hizmetçi olarak Peygamberimize vakfetmek isteyen Meymûne, Peygamberimizin evlendiği son kadındır. Peygamberimiz, gösterdiği özveri karşılığında bu kimsesiz kadınla nikâhlanmış ve onu mü’minlere anne yaparak şereflendirmiştir.
CÜVEYRİYE
Benû Mustalık savaşı'nda kocası ölen ve ganimet taksiminde Peygamberimizin payına düşenCüveyriye, kabile reisinin kızıdır. Esirlik ona zor gelmiş, Peygamberimiz de onu hürriyetine kavuşturmuş ve ona evlenme teklif etmiştir. Bu teklifi memnuniyetle kabul eden Cüveyriye ile Peygamberimizin evliliği, şu sonuçları doğurmuştur:
• Müslüman mücâhidler Cüveyriye'nin kabilesinden aldıkları tüm esirleri serbest bırakmışlardır.
• Peygamberimizin bu hareketi ile esirleri küçük görme tabusu yıkılmıştır.
• Cüveyriye'nin kabilesinin tümü Müslüman olmuştur.
SAFİYE
Esas adı Zeyneb olup, Hayber'de bir Yahûdi kabilesinin reisi olan Huyey'in kızıdır. Hayber savaşı'nda kocası ölen Safiye de, Cüveyriye gibi esir düşmüş ve ganimet taksiminde Peygamberimize isâbet etmiştir. Peygamberimizin câriyesi olmuş ve kendisine "ganimet payı" anlamında "Safiye" denmiştir.
Peygamberimiz onu azat edip, isterse kavmine dönebileceğini söylemesine rağmen o Peygamberimizi tercih ederek Müslüman olmuş ve mü’minlerin annesi olma şerefine ermiştir.
Bu evlilik sayesinde de, çevredeki Yahûdilerin kin ve düşmanlıkları hafiflemiştir.
MARİYA
Peygamberimiz, elçiler göndererek çevredeki hükümdarları İslâm'a davet etmekteydi. Bu davetlerden biri de Mısır hükümdarına yapılmış ve o günkü Mısır hükümdarı Peygamberimize bir jest olarak iki kız kardeşi; Mariya ile Sirin'i hediye olarak göndermişti. Sirin, Peygamberimiz tarafından şair Hasan b. Sâbit ile evlendirilmiş, Mariya'yı da Peygamberimiz nikâhlamıştır. Bu evlilikten İbrâhîm doğmuş, ama küçük yaşta ölmüştür.
Bu evlilik, İslâm dininin yayılmasında çok büyük rol oynamıştır. Bizans sınırları içerisine yapılan tüm seferlerde Mısır hep Müslümanların tarafını tutmuş; ya doğrudan desteklemiş ya da tarafsız kalarak İslâm kuvvetlerine dolaylı yardımda bulunmuştur. Mısır'ın İslâm dini ile müşerref olmasında Peygamberimizin Mariya ile evlenmesinin rolü büyük olmuştur.
NETİCE
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere Peygamberimiz, bekârlığında da, evliliğinde de iffet örneği bir kişidir. Hayatının hiç bir döneminde, kadın düşkünü olarak nitelenmeyi gerektirecek bir davranışta bulunmamış, hele şehvet, hep uzak kaldığı bir özellik olmuştur. Bazı İslâm düşmanlarının, O'nun seks manyağı olduğu yolundaki iftiraları, ancak o'nun otuz erkek gücünde olduğu yalanını uyduran sözde Müslümanların hastalıklı beyinlerinde yarattıkları hayalî kişilik için söz konusudur. Eşlerinin kimlik ve kişilikleri de yakından incelendiğinde durumun böyle olduğu daha da açıklık kazanmaktadır.
Peygamberimizin çok eşliliği; maddî, manevî, siyasî, sosyal alanlarda yardım ve destek sağlaması ve elçilik görevinde zorluk çekmemesi için kendisine tanınmış bir ayrıcalık olup başkalarını ilgilendirmez; sünnet olarak başkaları tarafından tatbik ve taklit edilemez.
Tarihsel olarak da Halife, imam, padişah, sultan vs. devlet başkanı sıfatlarını taşıyan kimselerin ayetlerin hükmüyle amel etmedikleri; birden çok eşlerinin varlığı söyleniyor. Ve bu durum Teaddüd-ü zevcata huccet olarak ileri sürülüyor.
Burada iki ihtimal var; ya tarih yalan nakil yapıyor ya da bu konuda bir içtihad bir fetva üretilmiş olmalıdır. Eğer tarih doğru söylüyorsa (Ki biz de doğru söylediğini kabul ediyoruz), o zaman bu konuda bir içtihad ve fetva üretilmiş demektir. Bu fetva da şu olabilir: "Devlet başkanlığı makamını (Halife, imam, padişah, sultan vs) işgal edenler, peygamberlik makamını işgal etmiş konumdadırlar. O nedenle, çok eşlilik konusunda Peygambere tanınan ayrıcalıklar onlara da tanınır."
Kısacası bunlar da kendilerini Peygamber yerine koydurmuş olmalıdırlar.
Biz ise bunu kabullenemeyiz.*
358 Kur’ân'a göre mehir; kadının “geçim sigortası”dır. Bu kural, kadının zayıflığından değil, onun –sosyal ve kültürel yönden önemine binaen– korunması gerektiğindendir. Dul kalması durumunda “iddet” süresince geçinebileceği bir mal ya da paranın kadına verilmesi, onun geçimini sağlamak için uğraşmasına, yuvasından uzaklaşıp sıkıntılara katlanmasına gerek bırakmayacaktır. Böylece kadın, taciz, tecavüz ve sarkıntıya uğramak riskinden uzak olacaktır. Kısacası Allah, kadını onurlandırmak, korumak ve mağduriyetini engellemek için ona mehir verilmesini emretmiştir. Konunun ayrıntıları için bkz. Tebyîn.
*İşte Kuran, Ahzab Suresi