Hatalı Çevrilen Ayetler
90Ahzab Suresi 59
Hatalı Çeviri:
59. Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
Doğru Çeviri:
59Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle, üzerlerine dış giysilerinden örtsünler. Tanınıp da eziyet edilmemeleri için, bu daha uygundur. Allah çok bağışlayandır ve çok merhamet edendir.
57-58. âyetlerde, Elçi'ye ve mü’minlere eziyet edenler tehdit edilmişlerdi. Bu âyette ise Peygamber'in eşlerinden, kızlarından ve mü’minlerin kadınlarından, giyimleri nedeniyle incitilecekleri bir açık vermemeleri istenmektedir:
• Üzerlerine dış giysilerinden alsınlar.
• Tanınıp da eziyet edilmemeleri için bu daha uygundur.
Yukarıda, Rasûlullah'ın eşleri ile ilgili bilgi verilmişti. Burada ise Rasûlullah'ın kızları da konu edilmiştir. Rasûlullah'ın kızları ile ilgili bilgiyi Kurtubî ve Mevdûdî'den naklediyoıruz:
PEYGAMBER EFENDİMİZ'İN KIZ ÇOCUKLARI
1) Fâtımatu'z-Zehra:
Annesi Hatice'dir. Kureyşliler Ka‘be'yi (yeniden) bina ettikleri sırada Peygamber Efendimiz'e, peygamberliğin verilişinden beş yıl önce dünyaya gelmiştir. Peygamber Efendimiz'in kızlarının en küçüğüdür. Ali (r.a) onunla hicretin 2. yılında Ramazan ayında evlenmiş, Zilhicce ayında da gerdeğe girmiştir.
Onunla Receb ayında evlendiği de söylenmiştir. Rasûlullah'tan (s.a) kısa bir süre sonra vefat etmiştir. Peygamber Efendimiz'e aile halkından ilk kavuşan o olmuştur. Allah, ondan razı olsun.
2) Zeyneb:
Annesi Hatice'dir (r.anha). Teyzesinin oğlu Ebu'l-Asî b. er-Rabî ile evlenmiştir. Annesi Huveylid kızı Hâle, Hatice'nin kız kardeşi idi. Ebu'l-Asî'nin adı Lakît'tir. Hâşim olduğu da söylenmiştir. Huşeym'dir, denildiği gibi Miksem olduğu da söylenmiştir.
Zeyneb, Rasûlullah'ın (s.a) en büyük kızıdır. Hicretin 8. yılında vefat etmiştir. Rasûlullah (s.a), (kabrine koymak üzere) onun kabrine inmiştir.
3) Rukayye:
Annesi Hatice'dir. Peygamberlikten önce Ebû Leheb'in oğlu Utbe ile nikâhlanmıştır. Rasûlullah (s.a) peygamber olarak gönderilip üzerine de, Ebû Leheb'in iki eli kurusun (Tebbet/1) âyeti nâzil olunca, Ebû Leheb oğluna şöyle demişti: "Eğer sen O'nun kızını boşamayacak olursan, benimle senin aranda hiç bir ilişki kalmayacaktır." Bunun üzerine Ebû Leheb'in oğlu ondan ayrıldı. Henüz onunla gerdeğe girmemişti. Annesi Hatice Müslüman olunca, o da Müslüman olmuştu. Kadınlar, Peygamber Efendimiz'e biat ettikleri sırada diğer kız kardeşleriyle birlikte Rasûlullah'a (s.a) biat etmişti. Onunla Osman b. Affan evlenmiştir. Osman (r.a) onunla evlendiği sırada Kureyş hanımları şöyle diyorlardı:"Bir insanın (ya da gözbebeğinin) gördüğü en güzel iki şahıs, Rukayye ile onun kocası Osman'dır."Rukayye, Osman ile birlikte Habeşistan'a iki defa hicrette bulunmuştur. Osman'dan bir düşük yapmış, ondan sonra da Abdullah adındaki oğlunu doğurmuştu. Osman (r.a) da İslâm'dan sonra onun adı ile künyelenmişti. 6 yaşında iken bir horoz onun yüzünü gagalamış ve bu sebepten ölmüştü. Rukayye'nin bundan sonra bir çocuğu olmamıştı. Medîne'ye hicret etmiş, Rasûlullah (s.a) Bedir'e gitmek üzere hazırlandığı sırada hastalanmıştı. Peygamber de ona bakmak üzere Osman'ı (r.a) bırakmıştı. Rasûlullah (s.a) Bedir'de iken hicretin 17. ayında vefat etmişti. Zeyd b. el-Hârise, zaferi müjdelemek üzere Bedir'den gelip Medîne'ye girdiğinde Rukayye'nin üzeri toprakla örtülüyordu. Rasûlullah (s.a) defnedilişinde hazır bulunamadı.
4) Umm Gülsüm:
Annesi Hatice'dir. Peygamberlikten önce Utbe'nin kardeşi, Ebû Leheb'in diğer oğlu Uteybe ile nikâhlanmıştı. Daha önce Rukayye hakkında belirtilen sebep dolayısı ile babası ondan boşanmasını emretmişti. Uteybe, Umm Gülsüm ile henüz gerdeğe girmemişti. Umm Gülsüm, Rasûlullah (s.a) ile birlikte Mekke'de kalmaya devam etti. Annesi Müslüman olunca o da İslâm'a girdi ve hanımlar Peygamber Efendimiz'e biat ettikleri sırada diğer kız kardeşleriyle birlikte o da Rasûlullah'a (s.a) biat etmişti. Rasûlullah (s.a) Medîne'ye hicret edince, o da Medîne'ye hicret etti. Rukayye vefat ettikten sonra Osman (r.a) onunla evlendi, böylelikle ona "Zunnûreyn" [iki nûr sahibi] adı verilmişti. Peygamber (s.a) hayatta iken hicretin 9. yılı Şa‘ban ayında vefat etti. Rasûlullah (s.a) kabri başında oturmuş, kabrine indirmek üzere Ali, el-Fadl ve Usâme inmişti. ez-Zübeyr b. Bekkar'ın naklettiğine göre; Peygamber'in (s.a) çocuklarının yaşça en büyükleri el-Kâsım'dı. Sonra Zeyneb, sonra Abdullah'tır. Ona Tayyib ve Tâhir de denilirdi. Peygamberlikten sonra dünyaya gelmiş ve küçük yaşta ölmüştü. Daha sonra Umm Gülsüm, sonra Fâtıma, sonra da Rukayye gelir. el-Kâsım Mekke'de iken vefat etmişti, ondan sonra da Abdullah ölmüştü. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
Bu âyetle ortaya çıkan başka bir nokta da, Hz. Peygamber'in (s.a) birçok kızının olduğu gerçeğidir. Çünkü Allah bizzat, Ey Peygamber! Eşlerine ve kızlarına emret buyurmuştur. Bu sözler, Allah'tan hiç korkmadan Hz. Peygamber'in (s.a) sadece bir kızı olduğunu iddia eden kimselerin iddiasını boşa çıkarmaktadır. Onlara göre, sadece Fâtıma Hz. Peygamber'in (s.a) asıl kızıdır. Diğerleri ise eşlerinin önceki kocalarındandır. Bu kimseler önyargıları nedeniyle öyle körleşmişlerdir ki, Hz. Peygamber'in (s.a) çocuklarını başkalarına nisbet ederek ne kadar büyük bir günah işlediklerinin ve âhirette kendilerini şiddetli bir azabın beklediğinin farkında değillerdir. Bütün sahih hadislere göre, Hz. Hatice (r.a), Hz. Peygamber'den (s.a) sadece Fâtıma'yı değil, 3 kız çocuğu daha dünyaya getirmiştir. İlk siyer yazarlarından Muhammed b. İshâk, o'nun Hz. Hatice ile evliliğine değindikten sonra şöyle der: "İbrâhîm dışında, Hz. Peygamber'in (s.a) bütün çocuklarının (Kâsım, Tâhir, Tayyib, Zeyneb, Rukiyye, Umm Gülsüm, Fâtıma) annesi Hatice'ydi." (İbn Hişâm; c. 1, s. 202)
Ünlü neseb bilgini Hâşim b. Muhammed b. es-Sâib el-Kelbî şöyle der: "Allah'ın Rasûlü'nün kendisine peygamberlik gelmeden önce ilk doğan çocuğu Kâsım'dı, sonra Zeyneb, sonra Rukiye, daha sonra da Umm Gülsüm dünyaya geldi." (Tabakât-ı İbn Sa‘d; c. 1, s. 133). İbn Hazm ise Cevâmi es-Siret (s. 38-39) adlı kitabında Hz. Peygamber'in (s.a), Hz. Hatice'den en büyüğü Zeyneb olmak üzere, sırasıyla Rukiye, Fâtıma ve Umm Gülsüm adlarında 4 kızının olduğunu yazar. Taberî, İbn Sa‘d, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Habib (Kitâbu'l-Muhabber adlı kitabın yazarı) ve İbn Abdi'l-Berr (Kitâbu'l-İsti‘âb yazarı) sahih rivâyetlere dayanarak, Hz. Hatice'nin Rasûlullah'la (s.a) evlenmeden önce iki kez evlendiğini, Ebû Hâle Temimî'den Hind b. Ebû Hâle adında oğlu, Atik b. Ayis Mahzumî'den Hind adında bir kızı olduğunu söylerler.
Hz. Hatice daha sonra Hz. Peygamber ile evlenmiştir ve bütün neseb bilginleri onun Peygamberimizden yukarıda adları geçen 4 kızı dünyaya getirdiğinde ittifak etmişlerdir (bkz. Taberî c. II, s. 411; Tabakât-ı İbn Sa‘d, c. VIII, s. 14-16; Kitâbu'l-Muhabber, s. 78-79, 452; el-İsti‘âb, c. 11, s. 718). Bütün bu rivâyetler, Kur’ân'da Peygamber'in (s.a) bir değil, birden fazla kızı olduğunu bildiren ifade ile desteklenmektedir. [Mevdûdî, Tefhîmü'l-Kur’ân]
Konumuz olan âyetin iniş sebebi hakkında şu bilgiler verilmiştir:
Arap kadınlarının açılıp saçılmak adetleri vardı. Câriyelerin yaptığı gibi yüzlerini örtmezlerdi. Bu ise, erkeklerin onlara bakmalarına ve onlar hakkında çeşitli düşüncelere kapılmalarına sebep oluyordu. Yüce Allah, Rasûlü'ne, hanımlara ihtiyaçlarını görmek üzere dışarıya çıkmak istediklerinde üzerlerine cilbablarını alarak çıkmalarını söylemesini emretti. (Evlerde) tuvaletler yapılmadan önce ihtiyaçları için meskûn olmayan yerlere giderlerdi. Verilen bu emir ile hür kadınlar ile câriyeler arasındaki fark ortaya çıkacak, hür kadınlar tesettürleriyle tanınacaklardı. Böylelikle gençler ya da yaşlılar onlara söz söylemekten uzak kalacaklardı.
Bu âyetin nüzûlünden önce, mü’min kadınlar ihtiyacını görmek için dışarı çıktıklarında bazı günahkârlar câriye olduklarını zannederek onlara laf atarlardı. Kadın sesini yükseltince, o da çeker giderdi. Mü’min erkekler durumdan Peygamber'e (s.a) şikâyette bulundular. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
Âyetteki, Tanınıp da eziyet edilmemeleri için bu daha uygundur ifadesiyle kastedilen, kadınların kimliklerinin; Âişe, Fatma, vs. olduklarının bilinmesi değildir. Burada kastedilen, hür kadın olup olmadıklarının bilinmesi ve böyle tanınarak taciz ve tecavüz riskinden kurtulmalarıdır.
Bu konunun iyi anlaşılabilmesi için, o günün toplum düzeninin bilinmesi gerekir.
Burada amaç, dinin henüz tamamlanmadığı o toplumda, ahlâksız kimselerin mü’min kadınları hafif meşrep kadınlarla karıştırarak taciz ve tecavüze yeltenmelerini engellemektir. Çünkü hür kadınlar olarak tanındıkları takdirde hürlük sebebiyle kötü bir davranışla karşılaşmazlar ve kimse onlara umutlanarak bakmaz. Burada maksat, kadının kim olduğunun bilinmesi değildir. Ömer (r.a) başını örten bir câriye gördüğü takdirde, elindeki asa ile ona vururdu. Böylelikle o, hür kadınların kıyafetinin gereği gibi korunmasına çalışırdı. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
Âyette açık ve net olarak, "cilbab"larını/ev dışı elbiselerini giyen kadınların tanınacağı, bilineceği, dolayısıyla da incitilmeyeceği söylenmektedir, ki bu durumda kadınların örtünmelerinin gerekçesi, incinmemelerini temin etmektir, yoksa daha dindar, daha namuslu ve daha takvâlı olmalarını değil.
Bu âyetin doğru anlaşılması için öncelikle "cilbab"ın ne olduğunun bilinmesi ve sonra da "cilbab" giymenin gerekçesinin, Kur’ân'da bildirilenin dışına çıkarılmaması gerekir.
Bazıları cilbab'ı, Arapların bugün "abâye" dedikleri; baştan aşağı salınan, dış giysiyi önden ve arkadan kapatan bir örtü olarak, bazıları da sadece gözleri açık bırakmak sûretiyle yüzü ve bütün vücudu tepeden tırnağa kapatan bir örtü olarak tanımlarlar. Bunlar, örtünme konusunda ifrata kaçan kesimler tarafından ortaya atılmış olup, Kur’ân ile bağdaşmayan tanımlardır. Çünkü aşağıda görüleceği gibi kılık-kıyâfet konusunu belirleyen diğer âyette (Nûr/31), örtülerini/başörtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar/salsınlar denilmektedir. Eğer cilbab, bazılarının dediği gibi baştan aşağı vücudu örten bir elbise olsaydı, o elbise göğüslerdeki yırtmaçları da kapatır ve Nûr/31'deki emre gerek kalmazdı. Soğuk, sıcak ve diğer hâricî etkilerden korunmak amacı dışında iffet gerekçesiyle üst üste iki örtünün giyilmesi anlamsız olacağına göre, "cilbab", Kur’ân tarafından da vücudu baştan aşağı örten bir elbise olarak kabul edilmemektedir.
Cilbab, Râgıb'ın ifadesiyle, "gömlek ve örtünün adı"; İkrime'nin tarifine göre ise, "boyundan aşağı salınan, dış giysileri kapatan örtü"dür.
Bu durumda cilbab, o günün hür Arap kadınları tarafından câriyelerden ayırt edilmek için giyilen ve boyunlardan-omuzlardan aşağıyı örten, bugünkü ceket, pardösü, manto gibi bir elbise çeşididir.
Âyetten anlaşıldığına göre, cilbab [muhsanlık üniforması; pardösü, ceket] giyenler, göğüs yırtmaçlarını açabilirler ve bu açıklardan da göğüsleri, gerdanları gözükebilir. Yani "cilbab"ın, mutlaka tulum gibi göğüsleri örtecek şekilde olması gerekmez. Zaten o günün Arap kadınlarının bir kısmının gerdanları açıkta dolaştığı bilinmektedir. Hatta İslâm'ın hâkimiyetinden önce putperestlerin Ka‘be'yi çırılçıplak tavaf ettikleri, hem Kur’ân'da hem de târih kayıtlarında yer almaktadır. [Geniş bilgi için bkz. Kurtubî, el-Cami lil-Ahkâm-il-Kur’ân, 7/189.]
Nûr/31 âyetinin, Ahzâb/59. âyeti ile neshedildiğini iddia etmek ve buna dayanarak "cilbab"ın, başı da örten bir elbise olduğunu savunmak, âyetin ahkâmını göz ardı etmektir. Hele bu iddia, âyetleri birtakım yanlış inançlara uydurmaya çalışmak için yapılıyorsa korkunç bir cinâyet olur.
Sonuç olarak Ahzâb/59'un amacı, mü’min kadınların câriyelere veya fâhişelere benzetilmesini ve incitilmesini önlemek, hiç değilse tacizleri asgariye indirmektir.*
*İşte Kuran, Ahzab Suresi