Hatalı Çevrilen Ayetler
92Nisa Suresi 1-10
Hatalı Çeviri:
1. Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.
2. Yetimlere mallarını verin, temizi pis olanla değişmeyin, onların mallarını kendi mallarınıza katarak (kendi malınızmış gibi) yemeyin; çünkü bu, büyük bir günahtır.
3. Eğer yetimlerle evlendiğinizde, onlara karşı adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman size helal olan ve hoşunuza giden diğer kadınlardan ikisiyle, üçüyle ve dördüyle evlenin. O kadınlar arasında adalet yapamayacağınızdan korkarsanız, o zaman sadece bir tane ile veya elinizin altındaki cariyelerle yetinin. Bu doğru yoldan sapmamanız için daha uygundur.
4. Kadınlara mehirlerini gönül rızası ile (cömertçe) verin; eğer gönül hoşluğu ile o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa onu da afiyetle yeyin.
5. Allah'ın geçiminize dayanak kıldığı mallarınızı aklı ermezlere (reşit olmayanlara) vermeyin; o mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.
6. Evlilik çağına gelinceye kadar yetimleri (gözetip) deneyin, eğer onlarda akılca bir olgunlaşma görürseniz hemen mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (de geri alacaklar) diye o malları israf ile ve tez elden yemeyin. Zengin olan (veli) iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da (ihtiyaç ve emeğine) uygun olarak yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman yanlarında şahit bulundurun. Hesap sorucu olarak da Allah yeter.
7. Ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır; ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır. Gerek azından, gerek çoğundan belli bir hisse ayrılmıştır.
8. (Mirastan payı olmayan) yakınlar, yetimler ve yoksullar miras taksiminde hazır bulunursa bundan, onları da rızıklandırın ve onlara güzel söz söyleyin.
9. Geriye eli ermez, gücü yetmez çocuklar bıraktıkları takdirde (halleri ne olur) diye korkacak olanlar (yetimlere haksızlık etmekten) korkup titresinler; Allah'tan sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.
10. Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.
Doğru Çeviri:
1Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten oluşturan, ondan eşini oluşturan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip yayan Rabbinizin koruması altına girin. Ve Kendisiyle birbirinizle dilekleştiğiniz Allah'ın ve akrabalığın koruması altına girin. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözeticidir.
2Ve yetimlerinize mallarını verin. Temizi pise değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Bunu yapmak kesinlikle büyük bir suçtur.
3Ve eğer ki yetimleriniz konusunda hakkaniyetsizlikten korktuysanız; o takdirde yetimlerin kadınlarından/ yetimlere bakmak zorunda kalmış kadınlardan, sizin için hoş olanlarından ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâhlayın. Şâyet o takdirde de adaleti gözetemeyeceğinizden korktuysanız, bir tanesini ya da yasalar çerçevesinde himayenizde bulunan kadını nikâhlayın. Bu, haksızlığa sapmamanız için en uygunudur.
4Ve yetimlerin kadınlarına mehirlerini seve seve veriniz. Artık kendileri alacaklarından bir kısmını size hoş ederlerse/ikramda bulunurlarsa da onu afiyetle, çekinmeden yiyiniz.
5Ve Allah'ın, ayakta kalmanız için size vermiş olduğu mallarınızı (Ki yetim malı, kamu malı sayılır) bu aklı ermezlere/ henüz reşit olmamış yetimlere vermeyiniz. Ve onları o mallarda rızıklandırın ve onları giydirin. Ve onlara örfe uygun/herkesçe iyi olduğu kabul edilen söz söyleyin.
6Ve bu yetimlerinizi nikâha ulaşıncaya kadar sıkı bir eğitim vererek olgunlaştırınız. Sonra da eğer kendilerinde rüşt/erginlik çağına ulaşmışlık hissederseniz, mallarını kendilerine hemen teslim ediniz. Onlar büyüyecekler diye onların mallarını eksilterek; çalarak ve alel acele yemeyin de. Ve kim zengin ise artık o iffetli; nezih, sabırlı davransın; herhangi bir ücret almasın. Kim de fakir ise artık o da örfe uygun/ herkesçe kabul gören bir şekilde yesin. Sonra da yetimlerin mallarını kendilerine teslim ettiğiniz zaman onlar üzerine şâhit tutunuz. Hesap sorucu olarak da Allah yeter.
7Ana-baba ve akrabaların ölüp de geride bıraktıkları şeylerde erkek yetimlere bir pay vardır. Ana-baba ve akrabaların ölüp de geriye bıraktıklarından az olsa da çok olsa da farz kılınmış bir nasip olarak kız yetimlere de bir pay vardır.
8Miras bölüşülmesine yakınlar, yetimler ve miskinler hazır bulunduğu zaman da onları ondan rızıklandırın ve onlara örfe uygun/ herkesçe iyi olduğu kabul edilen söz söyleyin.
9Ve kendileri arkalarında zayıf soy bıraktıkları takdirde endişe edecek olanlar, ürpersinler! Ve de Allah'ın koruması altına girsinler ve belgelenmiş söz söylesinler.
10Kesinlikle, yetimlerin mallarını haksız yere yiyen kimseler, kesinlikle karınlarının içinde ateş yerler. Ve yakında ateşi alevli cehenneme yaslanacaklardır.
1Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten oluşturan, ondan eşini oluşturan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip yayan Rabbinizin koruması altına girin. Ve Kendisiyle birbirinizle dilekleştiğiniz Allah'ın ve akrabalığın koruması altına girin. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözeticidir.
1. âyet, evrensel bir beyanname niteliğinde olup, insanlar arasında yaratılış açısından bir fark bulunmadığını beyân etmekte, yaratan Rabbe ve akrabalık hukukuna takvâlı davranmayı emretmektedir.
Âyetin birinci kısmında, Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip yayan ifadesiyle, insanların yaratılış mucizesine dikkat çekilmiştir. Bu âyet, İsrâîliyatın etkisiyle yanlış değerlendirilerek; Allah'ın ilk önce Âdem'i bedenî ve zihnî donanımlarının tümüyle bir anda yoktan varettiği, sonra da Âdem'den Havva'yı yarattığı iddia edilmiştir. İşte bu husustaki görüşler:
Buradaki ez-zevcu kelimesinden murad, Havva'dır. Havva'nın Âdem'den yaratıldığı hususunda iki görüş bulunmaktadır:
Birinci görüş: Bu, ekseri âlimlerin kabul ettiği görüştür. Buna göre, Allah Teâlâ Hz. Âdem'i yaratınca, o'nu bir süre uyuttu. Sonra da, o'nun sol kaburgalarının birinden Hz. Havva'yı yarattı. Hz. Âdem uyandığında onu gördü, ona meyledip, onunla ünsiyyet kurdu. Çünkü o, Hz. Âdem'in bedeninin bir parçasından yaratılmıştı. Âlimler bu görüşlerine Hz. Peygamber'in, "Kadın eğri bir kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Eğer onu düzeltmeye kalkışırsan onu kırarsın. Onu eğri olarak bırakırsan ondan istifade edersin" hadisini delil göstermişlerdir.
İbn Abbâs (r.a) şöyle demektedir: Hz. Âdem'e, "Âdem" ismi verilmiştir; zira Allah Teâlâ o'nu, yeryüzünün kızıl, siyah, güzel ve çirkin topraklarından yaratmıştır. İşte bu sebepten ötürü, o'nun çocukları arasında kızıl derili, siyah derili, güzel ve çirkin olanlar vardır. Onun hanımı da "Havva" diye adlandırılmıştır. Çünkü o, Hz. Âdem'in kaburgalarının birinden yaratılmıştır. Demek ki o, canlı [hayy] olan bir şeyden yaratılmış ve ona nisbetle de "Havva" diye adlandırılmıştır. [Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.]
Her ikisinden ifadesinden kasıt, "Hz. Âdem ile Hz. Havva"dır. Mücâhid der ki: "Hz. Havva Hz. Âdem'in en alttaki kaburga kemiğinden yaratılmıştır." [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân]
Bu anlayışın kaynağı Kitab-ı Mukaddes'tir:
Rabb Tanrı Âdem'e derin bir uyku verdi. Âdem uyurken, Rabb Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. Âdem'den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Âdem'e getirdi. Âdem, "İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, etimden alınmış ettir" dedi, "ona ‘kadın’ denilecek, Çünkü o adamdan alındı." [Tekvin, 11:21-23.]
Bu âyete göre bütün insanlık, ilk çiftten çoğalarak yeryüzüne serpilmiştir. Şu anda dünyada yaşayan insanlardan başlayarak geriye doğru gittiğimizde ilk çifte, oradan tek cevhere varacak ve o tek cevheri Allah'ın cansız varlıktan yarattığını bulacağız.
Âyetteki, Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ifadesiyle, açıkça insanın ilk yaratılış aşamasına; tek bir hücreye ve o hücrenin eşeysiz olarak üremesine, eşeyli üremenin ise daha sonraki aşamalarda olduğu gerçeği ifade edilmektedir. Benzeri ifadeler şu âyetlerde de görülür.
189O, sizi bir candan oluşturan ve ondan da, kendisine ısınsın diye eşini yapandır. Ne zaman ki o, onu örtüp bürüdü, o zaman o hafif bir yük yüklendi. Ve bununla gidip geldi. Ne zamanki hanım ağırlaştı, hemen o ikisi Rablerine dua ettiler: "Eğer bize sağlıklı bir çocuk verirsen, andolsun ki kesinlikle karşılığını ödeyenlerden olacağız." [A‘râf/189]
6O, sizi tek bir nefisten oluşturdu, sonra ondan eşini yaptı ve sizin için hayvanlardan sekiz eş indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, oluşturluştan sonra bir oluşturuluşla oluşturuyor. İşte bu, sahiplik, yönetim yalnız Kendisinin olan Rabbiniz Allah'tır. O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Öyleyse, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz? [Zümer/6]
Kur’ân'dan, yaratılış serüveninin ilk olarak maddeden tek hücre şeklinde başladığını, ardından bitkisel aşama, sonra duyuların-duyguların oluşumu, sonra bilgi-bilinç... aşamalarıyla devam edip geldiği anlaşılıyor. Bu konu hakkında Sâd Sûresi'nde detaylı açıklama yapılmıştı. [Tebyînu'l-Kur’ân]
Âyetteki, Ve Kendisiyle, birbirinizle dilekleştiğiniz Allah'a ve akrabalığa takvâlı davranın ifadesi, insanlar arasındaki iki temel bağa: Allah ve akrabalık bağına dikkat çekmektedir. İnsanlar, özellikle de bu hitaba ilk muhatap olan Araplar, bu iki bağı çok önemser, ilişkilerini bu bağlarla sağlama alırlardı. Onlar, ciddi taleplerini ve yardım isteklerini, "Allah aşkına", "Allah hakkı için", "Akrabalık adına", "Akrabalık hakkı için" ifadeleriyle iletirlerdi.
Allah, Arap örfünde de çok önemli olan akrabalık hukukunun korunmasını, akrabalık bağlarının sıkı tutulmasını, akrabaların yardımlaşmasını emretmiş, akrabalık bağlarının koparılmasını da yasaklamıştır.
Miras, vasiyet, sadaka ve iyilik yapma konularında ana-babadan başlayarak ilk önce akrabaların gözetilmesini hükme bağlamıştır. Bu konuyla ilgili şu âyetler dikkatlice incelenmelidir:
23,24Ve senin Rabbin kesin olarak, Kendisinden başkasına kul olmamanızı, anne ve babayı iyileştirmeyi- güzelleştirmeyi karar altına aldı. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererse, sakın onlara "Öf" deme, onları azarlama; onlara çok duyarlı davran. Ve ikisine de onurlu, tatlı ve güzel söz söyle. Ve merhametinden dolayı onlar için alçak gönüllülük kanatlarını indir. Ve de ki: "Rabbim! Onların beni küçükten eğitip görgülü biri olarak yetiştirdikleri gibi, onlara rahmet et." [İsrâ/23-24]
36-38Ve Allah'a kulluk edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ve de anaya-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, akraba olan komşulara, uzaktan komşulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, yasalar çerçevesinde himayenize verilmiş kimselere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen; cimrilik eden, insanlara cimriliği emreden ve Allah'ın kendilerine armağanlarından verdiklerini gizleyen kimseleri ve Allah'a ve âhiret gününe iman etmedikleri hâlde mallarını, insanlara gösteriş yapmak için harcayan kimseleri sevmez. Ve Biz, kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere alçaltıcı bir azabı hazırladık. Ve şeytan kimin için akran/yakın arkadaş olursa, o ne kötü bir arkadaştır! [Nisâ/36-38]
75Ve bundan sonra, inanan ve yurtlarından göç eden ve var gücüyle gayret eden kimseler; artık onlar da sizdendirler. Akraba olanlar da, Allah'ın kitabına göre, birbirlerine daha yakındırlar. Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir. [Enfâl/75]
Ve Lokmân/14-15, Ahzâb/6, Muhammed/22, Ra‘d/19-24, Bakara/26-27.
2Ve yetimlerinize mallarını verin. Temizi pise değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Bunu yapmak kesinlikle büyük bir suçtur.
3Ve eğer ki yetimleriniz konusunda hakkaniyetsizlikten korktuysanız; o takdirde yetimlerin kadınlarından/ yetimlere bakmak zorunda kalmış kadınlardan, sizin için hoş olanlarından ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâhlayın. Şâyet o takdirde de adaleti gözetemeyeceğinizden korktuysanız, bir tanesini ya da yasalar çerçevesinde himayenizde bulunan kadını nikâhlayın. Bu, haksızlığa sapmamanız için en uygunudur.
4Ve yetimlerin kadınlarına mehirlerini seve seve veriniz. Artık kendileri alacaklarından bir kısmını size hoş ederlerse/ikramda bulunurlarsa da onu afiyetle, çekinmeden yiyiniz.
5Ve Allah'ın, ayakta kalmanız için size vermiş olduğu mallarınızı (Ki yetim malı, kamu malı sayılır) bu aklı ermezlere/ henüz reşit olmamış yetimlere vermeyiniz. Ve onları o mallarda rızıklandırın ve onları giydirin. Ve onlara örfe uygun/herkesçe iyi olduğu kabul edilen söz söyleyin.
6Ve bu yetimlerinizi nikâha ulaşıncaya kadar sıkı bir eğitim vererek olgunlaştırınız. Sonra da eğer kendilerinde rüşt/erginlik çağına ulaşmışlık hissederseniz, mallarını kendilerine hemen teslim ediniz. Onlar büyüyecekler diye onların mallarını eksilterek; çalarak ve alel acele yemeyin de. Ve kim zengin ise artık o iffetli; nezih, sabırlı davransın; herhangi bir ücret almasın. Kim de fakir ise artık o da örfe uygun/ herkesçe kabul gören bir şekilde yesin. Sonra da yetimlerin mallarını kendilerine teslim ettiğiniz zaman onlar üzerine şâhit tutunuz. Hesap sorucu olarak da Allah yeter.
7Ana-baba ve akrabaların ölüp de geride bıraktıkları şeylerde erkek yetimlere bir pay vardır. Ana-baba ve akrabaların ölüp de geriye bıraktıklarından az olsa da çok olsa da farz kılınmış bir nasip olarak kız yetimlere de bir pay vardır.
8Miras bölüşülmesine yakınlar, yetimler ve miskinler hazır bulunduğu zaman da onları ondan rızıklandırın ve onlara örfe uygun/ herkesçe iyi olduğu kabul edilen söz söyleyin.
9Ve kendileri arkalarında zayıf soy bıraktıkları takdirde endişe edecek olanlar, ürpersinler! Ve de Allah'ın koruması altına girsinler ve belgelenmiş söz söylesinler.
10Kesinlikle, yetimlerin mallarını haksız yere yiyen kimseler, kesinlikle karınlarının içinde ateş yerler. Ve yakında ateşi alevli cehenneme yaslanacaklardır.
Bu âyetlerde de tüm insanlığa seslenilmeye devam edilmekte, yukarıda "akrabalığa takvâlı davranın" şeklinde verilen genel direktif özelleştirilerek, toplumun yetimlerine kendi öz çocukları gibi ilgi göstermeleri, onları kendi öz çocukları gibi yetiştirmeleri istenmektedir. Bu âyet grubundaki ilkeler şöyle sıralanabilir:
• Yetimlerin malları verilmelidir.
• Vasîler, yetimlerin mallarını kendi mallarına katarak yememelideler.(Bunu yapmak temizi pise değişmektir, kesinlikle büyük bir suçtur.)
• Yetimlerin mağdur olacağından korkulduğunda, uygun olan yetimlerin kadınlarından ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâhlamak sûretiyle yetimler üvey evlât konumuna getirilmelidir. (Yetimler, akraba-evlât muamelesi görerek iyi şartlarda yetiştirilmelidir.)
• Bu sosyal kampanya neticesinde yetimlerin kadınlarından alınan eşler arasında adaletin gözetilememesi korkusu varsa, yetimlerin kadınlarından bir tanesi nikâhlanmalı; bu da mümkün olmazsa, sosyal kampanyaya, "yeminlerle sahip olunan bir kadın" nikâhlayarak dahil olunmalıdır.
• Bu sosyal kampanyada nikâhlanan yetimlerin kadınlarına mehirleri seve seve verilmelidir. (Kendilerinin bağışlaması sorun teşkil etmez.)
• Yetimlerin malları, reşit oluncaya kadar yetimlerin tasarrufuna verilmemelidir. Malı olan kimse, yetimlerin yeme-içme ve giyinme masraflarını kendi malından yapmalıdır.
• Yetimlere ma‘rûf söz söylenmelidir.
• Yetimler evleninceye kadar gözetim altında tutulmalı, reşit oldukları vakit malları kendilerine teslim edilmeli, malların teslimi şâhitler huzurunda yapılmalıdır.
• Büyüyecek ve mallarını alacaklar düşüncesiyle yetimlerin malları saçılıp savurulmamalı; zengin vasî iffetli davranmalı, fakir vasî ma‘rûf ölçüde yemelidir.
• Yetimler, ana-baba ve akrabaların terekesinden erkek, kız ayırımı yapılmadan eşit pay almalıdır.
• Miras taksimi esnasında yetimlerin geçinmesi için de pay (yetim payı olarak veraset vergisi) alınmalıdır. (İnsanlar, kendi çocuklarının yetim kaldığını düşünerek bu konuya yaklaşmalıdır.)
• Yetimlerin mallarını hakksız yere yiyen kimseler, muhakkak ki karınlarının içinde ateş yerler. Ve böyleleri yakında ateşi alevli cehenneme yaslanacaklardır.
YETİM
Yetim, aslında, "tek, yalnız kalmış" demektir. Bu cihetle babaları ölüp de yalnız kalmış kimselere, "yetim" denir. İnsanlarda yetimliğin baba tarafından; hayvanlarda yetimliğin ise, ana tarafından olduğu söylenir. Esasen yetim, "babadan ayrı olan büyük ve küçük" için kullanılırken; örfte, henüz "büluğa ermemiş kimseler" için kullanılır.
Yetim hukukunu esas alan bu pasajdaki 2. âyetin iniş sebebi hakkında şu olay nakledilir:
Mukâtil ve el-Kelbî'nin açıklamalarına göre bu âyet-i kerîme, çokça malı bulunan ve yetim olan bir kardeşinin oğlu bulunan Gatafanlı bir kişi hakkında nâzil olmuştur. Yetim, ergenlik çağına varınca, amcasından malını kendisine vermesini istedi, fakat amcası malını ona vermedi. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Bunun üzerine amcası, "Çok büyük bir günah işlemiş olmaktan Allah'a sığınırım" diyerek malı yeğenine iade etti. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
3. âyet, maalesef rivâyetlerin etkisiyle çarpıtılmıştır. Şöyle ki:
Lafız, Müslim'in olmak üzere hadis imamlarının rivâyetine göre Urve b. ez-Zübeyr, Hz. Âişe'den yüce Allah'ın, Eğer yetim kızlara adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız size helâl olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın buyruğu hakkında şöyle dediğini nakletmektedir: "Bu velîsinin himâyesinde bulunan yetim kız hakkındadır. Bu kızın malı velîsinin malı ile bir arada bulunmaktadır. Malı ve güzelliği ile velîsinin hoşuna gittiğinden, o da onunla evlenmek ister. Fakat ona vereceği mehirde adaletli davranarak, başkasının ona verdiği kadar mehir vermek istemez, İşte bu gibi yetim kızlara adaletli bir şekilde davranmadıkça ve böylelerine onlara ödenebilen mehirin azamî miktarını ödemedikçe nikâhlamaları yasaklandı. Bunların dışında kalan ve kendileri için helâl olan kadınları nikâhlamakla emrolundular." [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
ÂYETİNİN NÛZÜL SEBEBİ
Urve'den rivâyet edildiğine göre o şöyle demiştir: Aişe'ye (r.anha), Eğer yetimler hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız... âyetinin manası nedir? diye sorunca, o şöyle dedi: "Yeğenim! Bu yetim kızdır. O, velîsinin evinde bulunur, velîsi onun malına ve güzelliğine kapılır. Ancak ne var ki, en düşük bir mehirle onu kendine nikâhlamak ister. Sonra onu kendine nikâhlayınca, onu kendisine karşı müdafaa edecek ve kötülüğünü ondan savuşturacak bir kimsenin bulunmadığını bildiği için, ona adi bir şekilde davranır. İşte bunun için Cenâb-ı Hakk, Eğer, nikâhladığınız zaman yetimlere zulmetmekten korkarsanız, onların dışında size helâl olan kadınlardan nikâhlayınız buyurmuştur." Hz. Aişe sözüne devamla şöyle demiştir: "Sonra insanlar, bu âyetin peşinden, yetimler hakkında Hz. Peygamber'den fetva istediler. Bunun üzerine de Cenâb-ı Hakk, Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: "Onlara dair fetvayı Allah veriyor: Kitapta yetim kadınlar hakkında size okunan..." (Nisâ/127) âyetini inzâl buyurmuştur. Buradaki, kitapta, yetim kadınlar hakkında size okunan... ifadesinden murad, bu âyetteki, Eğer yetimler hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız (Nisa/3) ifadesidir." [Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb. (Merhum Kurtubî ve Râzî'nin konu ettikleri hadis: Buhârî; "Tefsir Kitabı", Bab: 73, No: 96. [H.Y.]]
İkrime'den rivâyet edildiğine göre o şöyle demiştir: Bir adamın yanında hem hanımları, hem de yetimler bulunurdu. Kendi malını hanımlarına harcayıp, hiç malı kalmayarak muhtaç duruma düşünce, bu sefer hanımlarına yetimlerin mallarını harcamaya başlar. İşte bundan dolayı Cenâb-ı Hakk, Zevceler çok olduğu zaman, eğer yetimler hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, biliniz ki bu korkunun yok olması için, dörtten fazla kadın nikâhlamanız size haram kılınmıştır. Dört kadının hukukuna riâyet edememekten de korkarsanız o zaman bir kadın kâfidir" buyurmuştur. Allah Teâlâ burada fazla tarafı, yani dördü; eksik tarafı, yani biri zikretmiştir. Böylece de, bu iki sayı arasındaki sayılara dikkati çekmiş ve adeta, "Eğer dörtten korkarsanız üç; üçten korkarsanız iki; ikiden korkarsanız bir hanım size yeter" demiştir. Bu, en uygun görüştür. Buna göre Allah Teâlâ, çok kadınla evlenmesi hâlinde daha fazla harcamada bulunmak zorunda kalacağından, bu sebeple de yetimin malına el uzatması muhtemel olacağından, velîyi çok kadınla evlenmekten sakındırmıştır. [Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb]
Bu âyet, evlilik veya teaddüd-i zevcât hukukunu değil, yetim hukukunu düzenlemektedir. Oysa rivâyetler ve onlara dayanarak görüş beyân edenler âyeti, yetim hukuku konusundan uzaklaştırıp çok eşlilik müessesesinin icadına malzeme yapmışlardır.
Toplumda din adına yapılan yanlışların en önemlilerinden biri de, erkeklerin birden fazla kadınla evlenmesidir.
Çok uzun zamandan beri kendini Kur’ân'ı anlamaya hasretmiş bir kişi olarak amacımız; yanlışlarını Kur’ân'a-İslâm'a fatura etmeye çalışanların karşılarına Kur’ân ile dikilmek ve bu gibi yanlışların Allah'ın arı-duru dininden temizlenmesine hizmet etmektir. Yoksa, kadın hakları savunucusu olmak, kadınların avukatlığını yapmak gibi bir niyetimiz yoktur. Şam ve Ezher ulemasından bazıları, –Mustafa es-Sıbâî'nin Kadının Adı isimli eserinde ifade ettiği gibi– burada tahlilini yapacağımız âyetleri, sahabe, tâbiîn ve tebe-i tâbiîn dönemlerinden bu yana anlayanın olmadığını ileri sürmüşlerdir. Bize göre bu âyetlerin anlaşılamaması veya yanlış anlaşılması, âyetlerin orijinalindeki bir kusurdan değil, âyetlerin rivâyetten hareketle anlaşılmaya çalışılmasından kaynaklanmaktadır. Hadis kitaplarında yer alan ve "Urve Hadisi" diye meşhur olan rivâyeti esas alan ulema, âyetleri, parantezli veya parantezsiz birçok eklentiler yaparak veya bazı sözcükleri yok sayarak ya da gerçek anlamları dışında kullanarak, rivâyete uygun şekilde anlamaya ve anlatmaya çalışmışlardır. Şimdi "teaddüd-i zevcât"ın meşruiyetinin kaynağı olarak gösterilen Nisâ/1-3 âyetlerini tahlil edelim:
Ve eğer ki yetimleriniz konusunda
اليتامى [el-yetâmâ/yetimleriniz] sözcüğü, piyasadaki meal ve tefsirlerin bazılarında, 2. âyette "yetimler", 3. âyette "kız yetimler" şeklinde çevrilmiş ve cümleye, "evlendiğinizde" diye –alâkasız– bir sözcük eklenmiştir.
hakkaniyetsizlikten korktuysanız;
2. âyette insanlara, "yetimlerin haklarına saygılı olmaları, onların mallarını yememeleri ve mallarını kendilerine iade etmeleri" emredilmişti. Ancak, konunun bu kadarla kapanmadığı, Ve eğer ki yetimleriniz konusunda hakkaniyetsizlikten korktuysanız ifadesiyle bildirilmektedir. Bu ifade, 2. âyetteki, "yetimlerin mallarını yememek, mallarını onlara iade etmek" yükümlülüğü dışında, insanlara bir de "yetimler hakkında hakkaniyeti korumak" görevi yüklemektedir. Bu ilâve görev ise; yetimlere, öz evlâtlara davranıldığı gibi davranılmasından başka bir şey değildir. Âyette, "geçmiş zaman kipi" kullanılmış olması, bunun bir görev, bir mecburiyet olduğunu göstermektedir. Eğer âyette, "hakkaniyetsizlikten korkuyorsanız" denseydi, insanlara bir tercih imkânı verilmiş olur ve baştan hakkaniyeti koruyamayacağını düşünen insanlar, hakkaniyeti korumakla ilgili bir çaba sarf etmeden, kendilerine bir sonraki cümlede gösterilen yolu tercih edebilirlerdi. Ama âyette, hakkaniyetsizlikten korktuysanız denmek sûretiyle, insanların önce hakkaniyeti yerine getirmekle görevli oldukları bildirilmiş olmaktadır. Eğer hakkaniyeti sağlayamadıkları ortaya çıkmış ve insanlar bundan korkuyor iseler, bir sonraki cümlede kendilerine gösterilen diğer seçeneği uygulayacaklardır. Dolayısıyla, buradaki fiilin geçmiş zaman kipinde olması insanlara, yetimlerin topluma iyi birer fert olarak kazandırılması görevini yüklemekte ve bu görevi yerine getirmek için bir çaba sarf etmeden kendilerine gösterilen diğer seçeneği tercih etmelerine engel olmaktadır.
o takdirde sizin için hoş olan,
Yani, "öncelikle helâl, evlenilmesinde sakınca olmayan, yaşı yaşınıza denk, ihtiyaçlarını karşılayabileceğiniz, varsa sorunlarını giderebileceğiniz, yeni bir probleme sebep olmayacak ve hoşlandığınız uygun kadınlar..."
o kadınlardan [yetimlerin kadınlarından]
Arapça'da, nekre [belirsiz] olan sözcükler, "lâm-ı tarif" veya "izâfet" [belirtili isim tamlaması] ile belirli/özel hâle getirilirler. "Lâm-ı tarif" ile özelleştirilmiş sözcüklerin ifade ettiği anlamın daha iyi anlaşılmasını sağlamak için "izafet-i maneviyye" ile sağlamasını yapmak en uygun yoldur. Bazı hâllerde de izafet'te muzafun ileyh hazfedilip bundan bedel olarak "lam-ı tarif" getirilir. Burada da النّساء [en-nisâ’/o kadınlar] sözcüğünün önünde marife takısı olan ال [el] bulunmakta ve "o kadınlar" sözcüğü, belirli/özelliği olan kadınları ifade etmektedir. Yani, buradaki "lâm-ı tarif", hazfedilmiş olan el-yetâmâ kelimesinden bedel olup tamlamanın takdiri, من نساء اليتامى [min nisâe'n-yetâmâ/o yetimlerin kadınlarından] şeklindedir.
Bunun böyle olduğunun kanıtı ise, bu sûrenin 127. âyetidir: Senden o kadınlar [yetimlerin kadınları] hakkında fetva istiyorlar. De ki: "Onlar hakkında fetvayı Allah ve ‘kendilerine farz kılınmış olanı vermediğiniz ve kendilerini nikâhlamaya rağbet etmediğiniz kadınların yetimleri hakkındaki ve ezilmek istenen çocuklar hakkındaki ve yetimler için hakkaniyeti ayakta tutmanız hakkındaki Kitap'ta size okunanlar’ verir. Ve hayırdan ne işlerseniz, biliniz ki, şüphesiz Allah onu en iyi bilendir."
Fetva; "problemli, anlaşılmayan zor bir konuda, meseleyi açıklığa kavuşturmak, doğru olanı açıklamak" demektir. Yani, bu âyetten, insanların Peygamberimize, "Bu yetimlerin kadınlarının hâli ne olacak, bu problem nasıl çözülecek?" diye sordukları ve soruna çözüm bulmasını istedikleri anlaşılmaktadır.
İnsanlar, konuyu Peygamberimize olumsuz yönüyle götürüp çözmesini istemişlerdir. Çünkü bu âyet, Nisâ/1-10 âyetlerinin beyânıdır ve ilk 10 âyetten anlaşılıyor ki, insanlar yetimlerin kadınlarını isteyerek nikâhlamamakta, Allah tarafından bir görev olarak nikâhlamaya zorlanmaktadırlar. Yukarıda belirttiğimiz gibi buradaki النّساء [en-nisâ’/o kadınlar] ifadesi de, "yetimlerin kadınları" demektir ve bunlar, hakklarında fetva istenen kadınlar olup, aynı zamanda 3. âyetteki النّساء [en-nisâ’/o kadınlar] sözcüğü ile kastedilenlerdir; yani, yetimlerin anneleri, teyzeleri, nineleri gibi, yetimlere bakmakla yükümlü olan ve tabiî ki nikâhlanmaya uygun olan kadınlardır.
Âyetteki, يتامى النّساء [yetâmâ'n-nisâ’] tamlaması ise, "o kadınların yetimleri" demektir. Dikkat edilirse bu âyette ifade, 3. âyettekinin tersinden ifade edilmektedir. Zira 3. âyette, "yetimlerin kadınları" denilirken, 127. âyette "kadınların yetimleri" denilmektedir.
النّساء يتامى [yetâmâ'n-nisâ’/o kadınların yetimleri] ifadesi, belirtili isim tamlaması olmasına rağmen piyasadaki meal ve tefsirlerin bazılarında sıfat tamlaması olarak manalandırılmış ve Arapça dilbilgisinin çok basit kurallarını bilenler tarafından bile hemen fark edilebilecek bir hata ile "yetim kadınlar" şeklinde Türkçe'ye çevrilmiştir. İşte bu Nisâ/127'deki النّساء يتامى [yetâmâ'n-nisâ’/o kadınların yetimleri] tamlaması, 3. âyetteki النّساء [en-nisâ’/o kadınlar] sözcüğünün hangi anlamla özelleşmesi gerektiğinin ipucudur. Âyetteki, okunan âyetler ifadesiyle, Nisâ/1-10 âyetleri kastedilmektedir.
İlim adamlarının 3. âyeti yanlış anlamaları, Urve rivâyetini esas almaları, rivâyeti Kur’ân'a takdim etmeleri sebebiyledir. İlmini, dirâyet ve cesaretini takdir ettiğimiz nice bilginler de maalesef geleneğin baskısıyla 3. âyete ekleme ve çıkarmalar yapmak, sözcükleri yanlış anlamlara çekmek ve izafeti, sıfat tamlaması olarak manalandırmak sûretiyle hatalarını sürdürmüşlerdir.
Piyasadaki meal ve tefsirlerin bazılarında, النّساء [en-nisâ’/o kadınlar] ifadesinin marife oluşu hiç dikkate alınmamış; ayrıca, cümleyi anlayamayan bu eser sahipleri, kelimenin başına bir de tam belgisizlik ifade eden "diğer" sözcüğü eklemişlerdir.
İkişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâhlayın.
Âyetteki مثنى [mesnâ], ثلاث [sülâse] ve رباع [rubâ‘] sözcükleri, üleştirme sayı sıfatları olup, "ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder" demektir. Dolayısıyla bu ifadeyle; "yetimlerin kadınlarından ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâhlayın" denmek istenmiş; kesinlikle "ikinci kadını nikâhlayabilirsiniz, üçüncü kadını nikâhlayabilirsiniz, dördüncü kadını nikâhlayabilirsiniz" denmek istenmemiştir.
Buradaki anlamı aşağıdaki şekilde açıklamak mümkündür: Ey insanlar! (Sûrenin başındaki hitap sadece Müslümanlara değil, tüm insanlara; yani topluma, kamuya, kamu yönetiminedir) Toplumdaki yetimlere karşı adalet sağlanamamışsa, yetimler mağdur durumda ise; toplanacaksınız ve yetimlere bakmakla mükellef olan kadınları ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâhlamak üzere bir kampanya düzenleyeceksiniz. Böylece yetimler, üvey çocuklarınız, yetimlere bakmakla mükellef kadınlar da eşleriniz olacak. Bu durumda, yetimler ile onlara bakmakla mükellef kadınlar, akrabalarınız olacak, siz de onlara akrabalık hak ve hukukunu uygulayacaksınız.
Piyasadaki meal ve tefsirlerde, yapılan eklemelere rağmen ifadelerde görülen anlam bozuklukları ve cümle düşüklükleri, bu eser sahiplerinin âyeti anlayamadıklarını göstermektedir. Yine, bu meal ve tefsir sahiplerinin, âyeti kavrayamadıklarını gösteren bir diğer husus da, âyetteki nikâhlayın emrinin vücub değil nedb ifade ettiğini ileri sürmeleridir. Yani, onlara göre âyet, Müslümanlara iki, üç, dört kadınla evlenmeyi mecbur kılmıyormuş, "ister evlenin ister evlenmeyin, serbestsiniz" anlamında bir keyfîlik ifade ediyormuş. Bu nedenle de isteyen, ikinci, üçüncü ve dördüncü kadını nikâhlayabilirmiş. Hâlbuki, yukarıda gösterdiğimiz gibi, âyetin dörde kadar evlenebilmekle hiç ilgisi yoktur. Âyet, olağanüstü hâllerde (yetimlerin mağduriyetleri söz konusu olduğunda) başvurulması gereken bir kampanyadan bahsetmekte ve insanları (evli olsun, bekâr olsun) bu kampanyaya katılmaya mecbur kılmaktadır.
Şâyet o takdirde de adaleti gözetemeyeceğinizden korktuysanız, bir tanesini ya da yeminlerinizin sahip olduğunu nikâhlayın.
Yani, yetimlerin kadınlarının ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder paylaşılması sonucunda, eşler arasında yeme-içme, barınma ve evlilik ilişkileri bakımından adaletli davranamayacaksanız, yetim kadınlardan bir tanesini nikâhlayın ya da "yeminlerinizin mâlik olduğunu; himâyenizde olan kadını nikâhlayın.
Görüldüğü gibi, bu sosyal kampanyadan kaçış yoktur. Olağanüstü hâllerde yapılacak olan bu kampanyaya herkes katılmak ve toplumdaki sorunun çözümüne katkıda bulunmak zorundadır.
Genellikle, "Bir tane ile yetinin" denilerek, âyette bulunmayan bir kelime ("yetinin" kelimesi) uydurulmaktadır. Oysa âyette, "yetinin" diye bir yüklem yoktur, âyetteki yüklem, "nikâhlayın"dır.
Konuyla ilgili Kur’ân âyetleri gâyet açık ve net iken, âyetin anlamı, Nisâ/3 hakkında Âişe'ye isnad edilen rivâyete göre ayarlanmıştır. Urve hadisi denilen bu rivâyet, bazı farklılıklarla bir kaç yoldan nakledilmiştir. Bunların en detaylısı ise Sahîh-i Buhârî'deki metindir:
İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Urve ibn Zübeyr haber verdi ki, kendisi Âişe'den, Allah Teâlâ'nın, Eğer yetimleriniz hakkında adaleti koruyamayacağınızdan korktuysanız... (Nisâ/3) sözünün ne anlama geldiğini sormuş. Âişe de şöyle demiştir:
— Ey kız kardeşimin oğlu! Bu âyetteki yetim kız, [Hâlbuki âyette, yetime [yetim kız] diye bir ifade yoktur.] velîsinin velâyet ve vesâyeti altında bulunup malında erkeğe ortak yapar. Kızın malı ve güzelliği, velîsi olan erkeğin hoşuna gider. Bu sebeple velîsi onunla evlenmek ister. Fakat kızın mehrinde adalet etmek ve başkasının vereceği kadar mehir vermek istemez. İşte bu âyette o çeşit velîlerin velâyeti altındaki yetim kızları –hakklarında adalet ve onların mehirlerini en yüksek miktarına yükseltmedikçe– nikâh etmeleri nehyolunup, bunlardan başka kendilerine helâl olan kadınlardan nikâh etmeleri emrolunmuştur.
Âişe devamla dedi ki:
— Bu âyet indikten sonra insanlar Rasûlullah'a sorup fetva istediler. Bunun üzerine Allah, Senden yetimlerin kadınları hakkında fetva isterler... (Nisâ/127) âyetini indirdi.
Âişe dedi ki:
— Yüce Allah'ın bu diğer âyetteki, ve terğabûne en tenkihûhünne (Nisâ/127) kavli de, herhangi birinizin himâyesinde bulunan yetim kıza, mal ve güzelliği az olduğu zaman onunla evlenmeye rağbet göstermemesidir.
Âişe dedi ki:
— Bu mal ve güzelliği az olan yetim kızlara rağbet etmediklerinden dolayı malına ve güzelliğine rağbet ettikleri yetim kızları –adalete riâyet etmedikçe– nikâh etmekten yetim velîleri nehyolundular. [Buhârî, "Kitâbu't-Tefsîr", Bab: 73, No: 96.]
Peygamberimizin özellikleri hakkında yöneltilen sorulara Kur’ân ile cevap veren Âişe'nin, Kur’ân'ı anlama hususundaki dirâyeti herkes tarafından bilinmektedir. Dolayısıyla, açık ve net ifadesiyle herkesin anlayabileceği bu âyetin, Âişe tarafından –rivâyette ona isnad edildiği gibi– metne aykırı olarak yorumlanmış olması hiç de inandırıcı değildir.
Ama ne yazık ki, Âişe'ye atfedilen bu açıklamalar sebebiyle bu âyetler yanlış anlaşılmış, âyetin metnini Âişe'nin anlatımına uydurabilmek için kelimelerin önüne ve arkasına kural dışı eklemeler yapılmış ve ortaya –âyetlere aykırı olarak– teaddüd-i zevcât [çok evlilik] kurumu çıkarılarak, zorlama yorum ve uydurma gerekçelerle Müslümanlara kabul ettirilmek istenmiştir. Bu zorlama yorum ve uydurma gerekçelerden bazıları şunlardır:
• Çok evlilik, İslâm tarafından vaz‘ edilmemiş, eski toplumların tümünde, Hristiyanlık ve Yahûdilik'te de bu uygulama varmış. Tevrât'a göre Süleymân peygamberin 700'ü hür, 300'ü câriye olan 1.000 hanımı varmış.
• Savaş ve umumî felâket gibi bazı hâllerde kadın sayısı erkek sayısından çok olurmuş. O zaman çok eşlilik, sosyal zaruret hâlini alırmış. (Ya tersi olursa?)
• Kadın kısır olup erkek de çocuk istediğinde, teaddüd-i zevcâttan başka çare yokmuş. (Ya erkek kısır olursa?)
• Kadın müzmin bir hastalığa müptelâ olduğunda, yine teaddüd-i zevcâttan başka çare yokmuş. (Ya erkek müzmin bir hastalığa müptelâ olursa?)
• Erkek cinsel istek yönünden güçlü olur, eşi de yaşlı, aybaşılı, lohusa ya da hamile vs. olursa, teaddüd-i zevcâttan başka çare yokmuş. (Peki kadının canı, duygusu, hazzı yok mu? Erkeğe tanınan haklar, kadın için söz konusu olmuyor mu? Kadın, erkeği tatmin için mi yaratıldı ya da görevlendirildi?)
Meal, tefsir ve fıkıh kitaplarında, Nisâ/3'ün anlamı Urve rivâyetiyle örtülmüş, kelimelerin evvel ve âhirine alâkasız eklemeler yapılmış ve çok evliliğe izin çıkartılmaya gayret edilmiştir. Ardından da, akl-ı evveller tarafından bunun sosyal ve bireysel zorunluluk olduğu iddia edilmiştir.
Ama işin aslının öyle olmadığı, yukarıda görüldüğü üzere aşikârdır. Yani İslâm'da, normal şartlarda çok evlilik yoktur. Çok evlilik, ancak olağanüstü durumlarda; yetimlerin himayesi için uygulanan sosyal bir kampanyadır. İslâm'a göre çok evlilik, kamusal kararla topluca uygulanır, kişisel olarak uygulanamaz. Peygamberimizin çok evliliği ise, özel durumlardan kaynaklanmış olup sadece o'na özgü bir uygulamadır.
Beşinci ayette "Ve Allah'ın, ayakta kalmanız için size vermiş olduğu mallarınızı bu aklı ermezlere/henüz reşit olmamış yetimlere vermeyiniz" buyurulmuştur" da "kendi mallarını" denilmemiştir. Buradaki muhatap kamu otoritesi/yetimlerin velileridir. Yetim malları, kamu malı mesabesindedir. Ve sadece yetimi ayakta tutmaz; tüm insanları ayakta tutar. Bu tarz ifade örneklerini "Ma meleket eymanüküm" âyetlerinde de görürüz.
Sûrenin, yetim hukukunu ön plana çıkaran bu pasajının 4. âyetinde, Ve o kadınlara [yetimlerin kadınlarına] mehirlerini seve seve veriniz buyurularak, olağanüstü şartlarda gerçekleştirilen yetim kadınlarıyla evlilikte de mehirin ihmal edilmemesi ihtar edilmektedir. Mehir konusu ileride nikâhla ilgili pasajda gelecek olmakla birlikte biz, mehirin mahiyetini burada sunuyoruz:
MEHİR
المَهر [mehr] sözcüğüyle aynı kökten gelen مهارة [mahâret/beceriklilik] ve ماهر [mâhir/becerikli-uzman] sözcükleri yaygın olarak kullanılmaktadır.
المهر [mehr] sözcüğünün esas anlamı, "yüzmek"tir. [Lisân, "Mhr" mad.] Buradan hareketle ve sözcüğün yaygın olan "beceriklilik" anlamı da dikkate alındığında mehr sözcüğünün, "işini yüzdürmek, her işi becerebilmek" veya "işi garantiye almak" anlamına geldiği söylenebilir.
Asıl anlamı bu olmakla birlikte mehr sözcüğü, "evlilik esnasında kocası tarafından kadına ödenen para ya da mal" anlamında kullanılır olmuştur. Fakat, sözcük Kur’ân'da bu anlamıyla kullanılmaz, "evlilik esnasında koca tarafından kadına ödenen mal veya para" için Kur’ân, الصّدقة [saduqa], فريضة [farîza], اوجور [ucûr], sözcüklerini kullanır.
الصدقة [saduqa] sözcüğü, ص د ق [sdq/doğru söylemek] kökünden gelir. Dolayısıyla sözcüğün, "doğru söylemek" anlamı esas alınırsa, "evlilik esnasında koca tarafından kadına ödenen mal veya para"yı ifade eden saduqa sözcüğünün Kur’ân'da, "geçimin sağlanacağına sadakat/doğru söz ile verilen güvence" anlamında kullanıldığı anlaşılır.
"Evlilik esnasında koca tarafından kadına ödenen mal veya para" –ki "mehir" ismiyle yaygınlık kazanmıştır– için bazı âyetlerde, أجر [ecr/ücret; bir şeyin karşılığı] kelimesi kullanılır. Bunun da, "kadının onurundan feda ettiklerinin karşılığı" olarak anlaşılması mümkündür.
Aslında, evlenecek erkeğin kıza-kız tarafına para veya mal vermesi geleneği, değişik din ve kültürlerde bilinmekte ve bu uygulamanın geçmişi çok eskilere dayanmaktadır. Bu, değişik kültürlerde "başlık parası", "mohar", "drahoma", "kalın", "ağırlık", "namzetlik akçesi" gibi isimlerle anılmıştır. Bunun Kur’ân'daki örneği, Mûsâ peygamberin Medyen'deki evliliğidir:
27Kızların babası dedi ki: "Sekiz yıl bana çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan artık o kendinden; sana ağırlık vermek de istemem. İnşallah beni sâlihlerden bulacaksın."
28Mûsâ, "Bu, seninle benim aramdadır; bu iki süreden hangisinin sonunu gerçekleştirirsem demek ki, bana karşı düşmanlık/sorumluluk yok. Ve söylediklerimize Allah vekildir [koruyarak, destekleyerek uygulayandır]" dedi. [Kasas/27-28]
Mûsâ Reuel'in yanında kalmayı kabul etti. Reuel de kızı Sippora'yı o'nunla evlendirdi. [Kitab-ı Mukaddes, Çıkış, 2:21.]
Bu geleneğin İslâm'a kadarki uygulamalarında dikkat çeken husus, yapılan ödemelerin daima kızın ailesine yapılmasıdır. Nitekim İslâm öncesi Araplarda da mevcut olan uygulamada da mehir, kıza değil, kızın ailesine verilirdi. İslâm'da ise mehir, evlenecek kadının bizzat kendisine verilir; verilen mal ya da para bizzat kadına ait olur.
KUR’ÂN'DA MEHİR
Kur’ân'da mehirin konu edildiği âyetler:
236Eğer kadınları, kendilerine dokunmadan veya onlara bir mehir ayarlamadan/belirlemeden boşarsanız size bir vebal yoktur. Ve onları kazançlandırın. Geniş olan hâline göre, eli dar olan da hâline göredir. Örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekle göre kazanç, iyilik-güzellik üretenler üzerine bir borçtur.
237Ve eğer onları, kendilerine dokunmadan önce boşar ve mehri de kesmiş bulunursanız, o zaman borç, o kestiğiniz miktarın yarısıdır. Ancak kadınlar veya nikâh akdini elinde bulunduran kimse/velisi bağışlarsa başka. Ve bağışlamanız, Allah'ın koruması altına girmeye daha yakındır. Aranızdaki fazlalığı da unutmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir. [Bakara/236-237]
4Ve yetimlerin kadınlarına mehirlerini seve seve veriniz. Artık kendileri alacaklarından bir kısmını size hoş ederlerse/ikramda bulunurlarsa da onu afiyetle, çekinmeden yiyiniz. [Nisâ/4]
23,24Size, anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, teyzeleriniz, halalarınız, erkek kardeşinizin kızları, kız kardeşinizin kızları, sizi emzirmiş olan anneleriniz, sütten kız kardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri, birleşme yaptığınız kadınlarınızın eski kocalarından doğup evinizde bulunan üvey kızlarınız –birleşme yapmadıysanız size bir sakınca yoktur–, kendi sulbünüzden olan oğullarınızın hanımları ve iki kız kardeşin arasını birleştirmeniz –eski yapılıp geçenler hariç–, yeminlerinizin sahip oldukları hariç, muhsan/nikâhlı kadınlar da haram kılındı. Allah çok affedici, çok merhametlidir. Bunlar, Allah'ın üzerinize yazdığıdır.
Bunların dışında, iffetlerinizi koruyup fuhuşta bulunmamak üzere mallarınızla, muhsınlaşacak/evlenecek kadın aramanız size helal kılındı. Öyleyse onlardan ne ile yararlandıysanız, zorunlu bir görev olarak mehirlerini ödeyiniz. Zorunlu ödemenizden sonra, rızalaştığınız şeyde size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah, en iyi bilen ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler koyandır.
25Ve sizden her kim hür mü’min kadınları nikâh edecek bir zenginliğe gücü yetmiyorsa, ona da, yasal çerçevede himayenize verilen, mü’min genç kızlarınızdan/hizmetçilerinizden nikâhlamak var. Ve Allah, sizin imanınızı daha iyi bilir. Sizin bazınız, bazınızdandır. O hâlde fuhuşta bulunmayan, gizli dost edinmeyen sahiplenilmiş kadınlar olmak üzere yakınlarının izniyle/bilgileri ile yasal çerçevede himayenize verilen kadınları nikâhlayın ve örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekilde mehirlerini verin. Sahiplenildiklerinde fahişe işlerlerse, o zaman onlara hür kadınlara verilen azabın yarısı verilir. –İşte bu sizden günah işlemekten ürperen kimseleredir.– Ve eğer sabrederseniz sizin için daha hayırlıdır. Ve Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir. [Nisâ/23-25]
5Bugün size iyi ve temiz şeyler helal kılındı. Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin de yemeğiniz onlara helaldir. Mü’minlerden özgür kadınlar ile sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden özgür kadınları da, nikâhlayarak koruma altına alınmış biri yapmak, –zina etmemek ve gizlice dostlar edinmemek şartıyla– kendilerine mehirlerini ödediğiniz durumlarda size helal kılındı. Kim imanı tanımayıp küfrederse; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederse, artık kesinlikle onun yaptığı boşa gitmiştir ve o, âhirette kayba/zarara uğrayıp acı çeken kimselerdendir. [Mâide/5]
50Ey Peygamber! Şüphesiz Biz, mehirlerini verdiğin eşlerini,
Allah'ın ganimet olarak sana verdiklerinden, sözleşme ile malik olduğunu/savaş esirlerinden himayene verilmiş bayanları,
amcanın, halanın, dayının ve teyzenin kızlarından seninle birlikte hicret etmiş olanları
ve kendisini Peygamber'e hibe eden Peygamber'in de nikâhlamak istediği Müslüman kadını –mü’minlerin seviyesinden aşağı olmak üzere ve sadece sana özgü olarak– sana helal kıldık. Biz kendi eşleri ve sözleşmelerinin malik oldukları şeyler konusunda senin dışındaki mü’minlere neyi farz kıldığımızı kesinlikle bildik, daha önce açıkladık. Bu durum; sana özgü olarak getirilen çok eşlilik ve diğer özel maddeler, senin için bir güçlük olmasın diyedir. Ve Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir. [Ahzâb/50]
Yukarıdaki âyetlerden açıkça anlaşılacağı üzere Kur’ân'da konu edilen mehir, diğer din ve kültürdeki "başlık", "mahor", "drahoma"ya benzememektedir.
Mehir konusunun doğru anlaşılabilmesi için, İslâm dininin kadına bakışının iyi bilinmesi gerekir:
• Kadın, beden ve cesaret yönünden erkeğe göre zayıf, cinsel organ yönünden savunmasız (Nisâ/34) olmakla birlikte, öz benlik olarak erkekten farklı değildir. Çünkü öz benliğin cinsiyeti yoktur. Herkesin öz benliğinin iyi ve kötü tarafları, kişilerin özgür iradeleri ile oluşmuş inanç ve amelleri sonucu ortaya çıkar. Diğer taraftan ise kadın, şefkat, merhamet, eğiticilik, öğreticilik gibi hissî konularda erkekten daha güçlüdür.
• Kadın tarladır, kültürdür (Bakara/223). Toplumların, maddî ve manevî varlıklarını sürdürmeleri kadına bağlıdır.
• Kadınların geçimleri, erkekler üzerine yüklenmiştir. Böylece kadınların dağ-taş geçim temini peşinde koşmaları ve tek başlarına seyahate çıkmaları neticesinde taciz ve tecavüze uğrama riski ve istismar edilme olasılığı ortadan kaldırılmıştır.
34Allah'ın, bazı şeyleri bazısına fazla kılması ve erkeklerin mallarından harcamaları nedeniyle erkekler, kadınlar üzerine iyi koruyup iyi gözeticidirler. Hâl böyle olunca, sâlih kadınlar, Allah'a itaat edicidirler; Allah'ın koyduğu kurala uyanlardır, Allah'ın koruduğu şey nedeniyle henüz gelmediği hâlde başlarına gelebilecek felaketler için koruyucudurlar. Dik kafalılık yaparak kendisini taciz ve tecavüz riskine atmasından korktuğunuz kadınlara da, öğüt verin ve yan gelip yattıkları yerlerde; kendi ülkeniz sınırları içerisinde göç ettirin ve de baskı yapın. Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa, artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah, çok yücedir, çok büyüktür. [Nisâ/34]
• Kadının dul kalması hâlinde hemen evlenmesine izin verilmemiş, "iddet" kuralı getirilmiştir. (Bakara/228, Ahzâb/49, Talâk/4)
Bütün bu hususlar dikkate alındığında, İslâm dinindeki mehirin mahiyeti daha iyi anlaşılır. Kur’ân'a göre mehir; kadının "geçim sigortası"dır. Bu kural, kadının zayıflığından değil, –kadının sosyal ve kültürel yönden önemine binaen– korunması gerektiğindendir. Dul kalması durumunda "iddet" süresince geçinebileceği bir mal ya da paranın kadına verilmesi, onun geçimini sağlamak için uğraşmasına, yuvasından uzaklaşıp sıkıntılara katlanmasına gerek bırakmayacaktır. Böylece kadın, taciz ve tecavüz riskinden uzak olacaktır. Kısacası Allah, kadını onurlandırmak, korumak ve mağduriyetini engellemek için ona mehir verilmesini emretmiştir.
Kur’ân'da mehirin miktarı belirlenmemiş; özüne uygun olarak her çağda, o çağın şartlarına uygun olarak belirlenmesi için toplumlara bırakılmıştır.
Mehirin amacı kadını himâye etmek olduğuna göre, ideal olanın; ekonomik açıdan kadının kocasına muhtaç olmayacak ölçüde ve sosyal açıdan özgüvene sahip nitelikte yetiştirilmesinin gerektiği ortaya çıkar. Nitekim Allah kocalara, Ve o kadınlara [yetimlerin kadınlarına] mehirlerini seve seve veriniz. Artık kendileri ondan [alacaklarından] bir kısmını size hoş ederlerse [ikramda bulunurlarsa] de onu afiyetle,çekinmeden yiyiniz (Nisâ/4) ve Zorunlu ödemenizden sonra, rızalaştığınız şeyde size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah en iyi bilen ve hikmet sahibi olandır (Nisâ/25) buyurmuş ve ancak mehire muhtaç olmayan kadınların mehiri kocalarına bağışlamalarına izin vermiştir.
Yetim hukukunun konu edildiği pasajın 7. âyetinde, yetimlere erkek-kız ayırımı yapılmadan mirasta eşit pay verilmesi emredilmektedir. (Yetimlik çağını geçen erkek ve kız çocuklarının hükmü ayrı olup, 11. âyette yer almaktadır.) Bu âyetin iniş sebebi hakkında şu olay nakledilir:
Âyet-i kerîme Ensâr'dan Evs b. Sâbit hakkında nâzil olmuştur. Evs vefat etmiş ve geriye Umm Kucce adında bir hanım ile yine ondan doğma üç kız bırakmıştı. Ölenin amcaoğullarından ve vâsilerinden Süveyd ile Arfece adındaki iki kişi kalkıp onun malını aldılar, hanımına ve kız çocuklarına hiç bir şey vermediler. Câhiliyye döneminde Araplar, kadınlara ve erkek çocuklara miras vermezler ve "Atların sırtında savaşan, mızraklarla vuruşan, kılıçla dövüşen ve ganimet elde edenden başkasına bir şey verilmez" derlerdi.
Umm Kucce bu hususu Rasûlullah'a (s.a) anlatınca, ölenin amca çocuklarını çağırdı. Kendisine, "Ey Allah'ın Rasûlü!" dediler, "Bu kadının çocukları ne ata biner, ne zayıf düşmüş birisine yardım edebilir, ne de düşmana bir zararı dokunabilir." Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Şimdi gidiniz, Allah'ın bu hususta bana neler emredeceğine bir bakayım" dedi.
Bunun üzerine yüce Allah, onları reddetmek, sözlerini ve câhilce tasarruflarını iptal etmek üzere bu âyet-i kerîmeyi indirdi. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
Yetim hukukunu konu alan pasajın 5. âyetine, Allah'ın, ayakta kalmanız için size vermiş olduğu mallarınızı buyurularak, malın insan hayatındaki önemine dikkat çekilmektedir. Malum olduğu üzere Allah, savurganlığı yasaklamış, malın korunması için şâhitler huzurunda senetleşmeyi ve rehin almayı emretmiştir. Zira mal, akıllı insanların dünya ve âhiret mutluluğunu sağlar:
78-82Âlim ve rahmete mazhar kul: "İşte bu, aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o, üzerine sabretmeye güç yetiremediğin şeylerin birinci anlamlarını haber vereyim:
"Gemi olayına gelince; o, denizde çalışan birtakım miskinlerindi. İşte o nedenle ben onu kusurlu hâle getirmek istedim. Ötelerinde de bütün gemileri gasp edip alan bir kral vardı.
Delikanlıya da gelince; onun anne-babası mü’min kimselerdi. İşte o nedenle biz, onun, anne-babasını azdırmasından ve küfre; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemesinden korktuk. Sonra da ‘Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhamet bakımından daha yakınını versin’ istedik.
Duvara da gelince; o, şehirdeki iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için, –Rabbinden bir rahmet olmak üzere–Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım. İşte senin, üzerine sabretmeye takat getiremediğin şeylerin ilk plândaki anlamı!" [Kehf/82]
152Yetimin malına da yaklaşmamanızı, -Yalnız erginlik çağına erişinceye kadar en güzel biçimde yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz.-
ölçüyü, tartıyı hakkaniyetle tastamam yapmanızı, -Biz kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile; kapasitesi dışındaki bir şeyle yükümlü tutmayız.-
söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa adil olmanızı
ve Allah'a verdiğiniz sözü tastamam tutmanızı.’ -İşte bunlar öğüt alıp düşünesiniz diye Allah’ın size yükümlülük olarak ulaştırdıklarıdır.-" [En‘âm/152]
17-20Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Doğrusu siz, yetimi, üstün-saygın bir şekilde yetiştirmiyorsunuz. Yoksulun yiyeceği üzerine birbirinizi özendirmiyorsunuz. Oysa mirası yağmalarcasına öyle bir yiyişle yiyorsunuz ki! Malı öyle bir sevişle seviyorsunuz ki, yığmacasına! [Fecr/17-20]
Ayrıca Nisâ/127; Bakara/83, 177, 215; Enfâl/41; Haşr/7; İnsan/8 ve Beled/15, Duhâ/8-9, Mâûn/1-3, İsrâ/34, Bakara/219-220, Bakara/188'te de bu konuya değinilmiştir.*
*İşte Kuran, Nisa Suresi