Hatalı Çevrilen Ayetler
92Nisa Suresi 19-28
Hatalı Çeviri:
19. Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir. Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça, onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmeniz için de kadınları sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah'ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz.
20. Eğer bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın. Siz iftira ederek ve apaçık günah işleyerek onu geri alır mısınız?
21. Vaktiyle siz birbirinizle haşir-neşir olduğunuz ve onlar sizden sağlam bir teminat almış olduğu halde onu nasıl geri alırsınız!
22. Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin; çünkü bu bir hayasızlıktır, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur.
23. Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kızkardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla (nikâhlanıp da) henüz birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
24. (Harp esiri olarak) sahip olduğunuz cariyeler müstesna, evli kadınlar da size haram kılındı. Allah'ın size emri budur. Bunlardan başkasını, namuslu olmak ve zina etmemek üzere mallarınızla (mehirlerini vererek) istemeniz size helâl kılındı. Onlardan faydalanmanıza karşılık kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Mehir kesiminden sonra (bir miktar indirim için) karşılıklı anlaşmanızda size günah yoktur. Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.
25. İçinizden, imanlı hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan imanlı genç kızlarınız (sayılan) cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilmektedir. Hep aynı köktensiniz (insanlık bakımından aranızda fark yoktur). Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartı ve sahiplerinin izni ile onları (cariyeleri) nikâhlayıp alın, mehirlerini de normal miktarda verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı (uygulanır). Bu (cariye ile evlenme izni), içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
26. Allah size (bilmediklerinizi) açıklamak ve sizi, sizden önceki (iyi) lerin yollarına iletmek ve sizin günahlarınızı bağışlamak istiyor. Allah hakkıyle bilicidir, yegâne hikmet sahibidir.
27. Allah sizin tevbenizi kabul etmek ister; şehvetlerine uyanlar (kötü arzuların esiri olanlar) ise büsbütün yoldan çıkmanızı isterler.
28. Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır.
Doğru Çeviri:
19Ey iman etmiş kişiler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız/ mallarından istifade etmek amacıyla onların sizden ayrılmasını engellemeniz size helal olmaz. Ve onlara verdiğinizin bir kısmını götürmeniz için, açık bir fahişe [çirkin bir hayâsızlık/zina] getirmedikleri sürece onları sıkıştırmayınız. Ve onlarla örfe uygun/herkesçe iyi olduğu kabul edilen yollarla ilişkide bulununuz. Ve eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa, siz bir şeyden hoşlanmasanız da Allah, sizin hoşlanmadığınız şeyde birçok hayır oluşturacak olabilir.
20Ve eğer bir eşin yerine bir eş değiştirmek istediyseniz, onlardan birine yüklerle vermiş de bulunsanız, artık ondan bir şey geri almayınız. Onu bir iftira ve açık bir zaman kaybına uğrama/ hayırda ağırdan alma/ zarar verme/ kusur oluşturma olarak alır mısınız?
21Ve birbirinizle kaynaşıp başbaşa kalmışken ve onlar sizden kuvvetli bir söz almışken verdiğinizi nasıl alırsınız?
22Ve kadınlardan babalarınızın nikâhladıklarını nikâhlamayın. Ancak geçen geçmiştir. Şüphesiz bu, çirkin bir hayâsızlıktır ve öfke duyulan bir iğrençliktir. Ne kötü bir yoldu o!
23,24Size, öz anneleriniz ve sizi büyüten kadınlar, öz kızlarınız ve büyüttüğünüz kızlar, kız kardeşleriniz, teyzeleriniz, halalarınız, erkek kardeşinizin öz kızları ve büyüttükleri kızlar, kız kardeşinizin öz kızları ve büyüttükleri kızlar, sizi emzirmiş olan anneleriniz, sütten kız kardeşleriniz, kadınlarınızın öz anneleri ve onları büyüten kadınlar, birleşme yaptığınız kadınlarınızın eski kocalarından doğup evinizde bulunan üvey kızlarınız –birleşme yapmadıysanız size bir sakınca yoktur–, kendi sulbünüzden olan oğullarınızın hanımları ve iki kız kardeşin arasını birleştirmeniz –eski yapılıp geçenler hariç–, yeminlerinizin sahip oldukları hariç, muhsan/nikâhlı kadınlar da haram kılındı. Allah çok affedici, çok merhametlidir. Bunlar, Allah'ın üzerinize yazdığıdır.
Bunların dışında, iffetlerinizi koruyup fuhuşta bulunmamak üzere mallarınızla, muhsınlaşacak/evlenecek kadın aramanız size helal kılındı. Öyleyse nikahladığınız kadınlardan ne ile yararlandıysanız, zorunlu bir görev olarak mehirlerini ödeyiniz. Zorunlu ödemenizden sonra, rızalaştığınız şeyde size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah, en iyi bilen ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler koyandır.
25Ve sizden her kim hür mü’min kadınları nikâh edecek bir zenginliğe gücü yetmiyorsa, ona da, yasal çerçevede himayenize verilen, mü’min genç kızlarınızdan/hizmetçilerinizden nikâhlamak var. Ve Allah, sizin imanınızı daha iyi bilir. Sizin bazınız, bazınızdandır. O hâlde fuhuşta bulunmayan, gizli dost edinmeyen sahiplenilmiş kadınlar olmak üzere yakınlarının izniyle/ bilgileri ile yasal çerçevede himayenize verilen kadınları nikâhlayın ve örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekilde mehirlerini verin. Sahiplenildiklerinde fahişe işlerlerse, o zaman onlara hür kadınlara verilen azabın yarısı verilir. –İşte bu sizden günah işlemekten ürperen kimseleredir.– Ve eğer sabrederseniz sizin için daha hayırlıdır. Ve Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.
26Allah, sizin için açığa koymak, sizi, sizden öncekilerin uygulamalarına kılavuzlamak ve hatalardan dönüşünüzü kabul etmek istiyor. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
27Ve Allah, sizin tevbenizi kabul etmek istiyor. Şehvetlerine uyan kimseler de, sizin doğru yoldan büyük bir meyil ile eğilmenizi istiyorlar.
28Allah, sizden hafifletmek istiyor. Ve şüphesiz insan çok zayıf oluşturulmuştur.
19Ey iman etmiş kişiler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız/ mallarından istifade etmek amacıyla onların sizden ayrılmasını engellemeniz size helal olmaz. Ve onlara verdiğinizin bir kısmını götürmeniz için, açık bir fahişe [çirkin bir hayâsızlık/zina] getirmedikleri sürece onları sıkıştırmayınız. Ve onlarla örfe uygun/herkesçe iyi olduğu kabul edilen yollarla ilişkide bulununuz. Ve eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa, siz bir şeyden hoşlanmasanız da Allah, sizin hoşlanmadığınız şeyde birçok hayır oluşturacak olabilir.
Bu âyetlerde de aile hukukuna değinilerek bazı câhiliye gelenekleri ortadan kaldırılmaktadır. Buna göre:
• Kadınlara zorla mirasçı olunmamalıdır. Kimse kadına zorla velî olamaz. Kadın kendi geleceğini kendisi belirler ya da kamu tarafından gözetilir.
• Fuhşa yönelmedikleri sürece kadına baskı yapılmamalıdır.
• Kadınlarla ma‘rûf üzere muaşerette bulunulmalıdır.
• Ortada hoşlanılmayan bir durum varsa sabredilmelidir. Çünkü bu hayırlı olabilir.
Bu âyetin nüzûl sebebi ile ilgili yapılan rivâyetler ve müfessirlerin görüşleri farklı farklıdır. Buhârî,Kadınlara zorla mirasçı olmanız/mallarından istifade etmek amacıyla onların sizden ayrılmasını engellemeniz size helal olmaz. Ve onlara verdiğinizin bir kısmını götürmeniz için, açık bir fahişe [çirkin bir hayâsızlık/zina] getirmedikleri sürece onları sıkıştırmayınızbuyruğu hakkında İbn Abbâs'ın şöyle dediğini nakletmektedir: Adam öldüğü vakit onun velîleri, hanımı üzerinde hakk sahibi olurlardı. Onlardan biri istediği takdirde, kadınla evlenebilirdi. İsterlerse onu başkasıyla evlendirirler, istemezlerse evlenmesine engel olurlardı. Onlar, (kadın üzerinde) akrabalarından daha fazla hakk sahibi idiler. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Bu hadisi ayrıca Ebû Dâvûd bu manada rivâyet etmiştir.
ez-Zührî ve Ebû Miclez der ki: Ölen erkeğin başka anneden olma oğlu yahut asabeleri arasında en yakın olan kişi, elbisesini kadının üzerine atar, böylece o kadın üzerinde kadından ve onun velîsinden daha fazla hakk sahibi olurdu. İstediği takdirde ölenin verdiği mehir dışında ona mehir vermeksizin onunla evlenirdi. İsterse de başkası ile evlendirir, mehirini kendisi alır, ona mehirden bir şey vermezdi. Dilediği takdirde ise ölenden aldığı mirası kendisine fidye olarak vermesi için onun evlenmesine engel olur yahut mirasını almak için ölmesini beklerdi. Bunun üzerine yüce Allah, Ey iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl olmadığı gibi... buyruğunu indirdi. Buna göre âyet-i kerîmenin anlamı şöyle olur: O kadınları kocalarından miras olarak almanız ve onlarla evlenmeniz helâl değildir. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
Âyetin nüzûl sebebiyle ilgili olarak şu iki görüş beyân edilmiştir: Birinci görüş: Câhiliyye döneminde bir adam ölüp geride hanımı kaldığı zaman, o adamın o kadından olmayan oğlu veya adamın akrabalarından bazıları gelir, kadının üzerine elbisesini atar ve "O adamın malına vâris olduğum gibi, karısına da vâris oldum" der, böylece o kimse, o kadın üzerinde, hem kadının kendisinden hem de diğer insanlardan daha fazla hakk sahibi olurdu. Bu sebeple de isterse o kadınla, ölen kimsenin vermiş olduğu mehir üzere herhangi bir mehir vermeden evlenir; isterse kadını başka birisiyle evlendirir, kadının mehrini alır, mehirden kadına hiç bir şey vermezdi. İşte bunun üzerine Allah Teâlâ bu âyeti indirip, herhangi bir kimsenin ölen kişinin hanımına bu yolla vâris olmasının haram olduğunu beyân buyurmuştur. Bu görüşe göre Cenâb-ı Hakk'ın, Kadınlara mirasçı olmanız... ifadesiyle kastedilen, kadınların bizzat kendileri ve kocalarının ölümünden ötürü onların kendilerine vâris olunamayacağı hususudur.
İkinci görüş: Bu verâsetin, kadının malıyla ilgili olmasıdır. Bu böyledir, zira ölünün vârislerinin, kadın ölünceye ve onlar onun malına vâris oluncaya kadar, o kadını evlenmekten men etme hakkları vardı. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hakk, Onlar istemedikleri hâlde, sizin onların mallarına vâris olmanız helâl olmaz buyurdu. [Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.]
Bu nakillerden anlaşıldığına göre câhiliyye Arapları, kocası ölen kadını, ölünün mirası olarak kabul ederlerdi.
Âyetteki, Ve eğer kendilerinden hoşlanmadınızsa; siz bir şeyden hoşlanmasanız da Allah onda [sizin hoşlanmadığınız şeyde] birçok hayır kılacak olabilir ifadesiyle, hemen yuvanın yıkılmaması ve işin zamana bırakılması gerektiği, böyle bir durumda Allah'ın birtakım hayırlar (örneğin, kadının beğenilmeyen yönlerinin değişmesi gibi) ihsan edebileceği bildirilmektedir.
20Ve eğer bir eşin yerine bir eş değiştirmek istediyseniz, onlardan birine yüklerle vermiş de bulunsanız, artık ondan bir şey geri almayınız. Onu bir iftira ve açık bir zaman kaybına uğrama/ hayırda ağırdan alma/ zarar verme/ kusur oluşturma olarak alır mısınız?
21Ve birbirinizle kaynaşıp başbaşa kalmışken ve onlar sizden kuvvetli bir söz almışken verdiğinizi nasıl alırsınız?
19. âyette, Ve onlara verdiğinizin bir kısmını götürmeniz için, açık bir fâhişe [çirkin bir hayâsızlık; zina] getirmedikleri sürece onları sıkıştırmayınız buyurularak, kadına verilen mehirin, kadının fuhşa gitmesi hâlinde istenebileceğine işaret edilmişti. Bu âyetlerde ise, kadın fuhuşta bulunmadığı hâlde, onun rızası dışında tek taraflı olarak erkeğin boşaması durumundaki mehir konusu ele alınmakta, boşanmak istenen kadına verilen mehirin geri alınmaması hükme bağlanmakta ve böylece kadın, hem boşanma hem de mehrini kaybetme haksızlığına uğramaktan kurtarılmaktadır. Ayrıca bu hükme göre, verdiği mehiri geri alma hakkını kaybettiği için büyük bir ihtimalle erkek, kadını boşamaktan vazgeçecek, böylece yuvanın dağılması önlenmiş olacaktır.
Bu âyetin iniş sebebi hakkında nakledilen şudur:
Rivâyet olunduğuna göre, câhiliyyede bir kimse başka bir kadınla evlenmeyi arzu ettiğinde, hanımına fuhuş iftirası atar, böylece kadını, mehir olarak verdiği şeyi fidye olarak geri vermeye ["hull" yapmaya] zorlardı. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hakk, Eğer bir zevceyi bırakıp da yerine başka bir zevce almak isterseniz... buyurmuştur. [Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.]
Burada konu edilen kuvvetli söz, "nikâh akdi"dir. Bu sözle kadın, kendini eşine vakfetmeyi taahhüt etmiştir.
22Ve kadınlardan babalarınızın nikâhladıklarını nikâhlamayın. Ancak geçen geçmiştir. Şüphesiz bu, çirkin bir hayâsızlıktır ve öfke duyulan bir iğrençliktir. Ne kötü bir yoldu o!
23,24Size, öz anneleriniz ve sizi büyüten kadınlar, öz kızlarınız ve büyüttüğünüz kızlar, kız kardeşleriniz, teyzeleriniz, halalarınız, erkek kardeşinizin öz kızları ve büyüttükleri kızlar, kız kardeşinizin öz kızları ve büyüttükleri kızlar, sizi emzirmiş olan anneleriniz, sütten kız kardeşleriniz, kadınlarınızın öz anneleri ve onları büyüten kadınlar, birleşme yaptığınız kadınlarınızın eski kocalarından doğup evinizde bulunan üvey kızlarınız –birleşme yapmadıysanız size bir sakınca yoktur–, kendi sulbünüzden olan oğullarınızın hanımları ve iki kız kardeşin arasını birleştirmeniz –eski yapılıp geçenler hariç–, yeminlerinizin sahip oldukları hariç, muhsan/nikâhlı kadınlar da haram kılındı. Allah çok affedici, çok merhametlidir. Bunlar, Allah'ın üzerinize yazdığıdır.
Bunların dışında, iffetlerinizi koruyup fuhuşta bulunmamak üzere mallarınızla, muhsınlaşacak/evlenecek kadın aramanız size helal kılındı. Öyleyse nikahladığınız kadınlardan ne ile yararlandıysanız, zorunlu bir görev olarak mehirlerini ödeyiniz. Zorunlu ödemenizden sonra, rızalaştığınız şeyde size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah, en iyi bilen ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler koyandır.
25Ve sizden her kim hür mü’min kadınları nikâh edecek bir zenginliğe gücü yetmiyorsa, ona da, yasal çerçevede himayenize verilen, mü’min genç kızlarınızdan/hizmetçilerinizden nikâhlamak var. Ve Allah, sizin imanınızı daha iyi bilir. Sizin bazınız, bazınızdandır. O hâlde fuhuşta bulunmayan, gizli dost edinmeyen sahiplenilmiş kadınlar olmak üzere yakınlarının izniyle/ bilgileri ile yasal çerçevede himayenize verilen kadınları nikâhlayın ve örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekilde mehirlerini verin. Sahiplenildiklerinde fahişe işlerlerse, o zaman onlara hür kadınlara verilen azabın yarısı verilir. –İşte bu sizden günah işlemekten ürperen kimseleredir.– Ve eğer sabrederseniz sizin için daha hayırlıdır. Ve Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.
Bu âyet grubunda, Arap câhiliyye geleneğindeki uygulamalar kaldırılarak, nikâhı haram olan kadınlar ile evliliğin nasıl olması gerektiği ortaya konulmaktadır. Şöyle ki:
• Üvey anne ile evlenilmez. (Üvey anne ile evlenmek, çirkin bir hayâsızlıktır ve öfke duyulan bir iğrençliktir, davranışların en kötüsüdür.)
• Anneler, kızlar, kız kardeşler, teyzeler, halalar, erkek kardeşin kızları, kız kardeşinizin kızları, süt anneler, sütten kız kardeşler, kayın vâlideler, cinsel ilişkiye girilen eşin üvey kızları (cinsel ilişkiye girilmediyse bir sakınca yok), kişinin kendi sulbünden olan oğullarının hanımları [gelinler], muhsan [nikâhlı] kadınlar ile evlenilemez.
• Yeminlerinizin sahip olduğu evli kadınlar ile evlenilebilir. (Bunların Müslümanlara iltica etmeden evvelki evlilikleri hükümsüzdür.)
• İki kız kardeşin arası birleştirilemez. (Eş ölünce hemen baldızla evlenilemez. Eşi ölen veya eşini boşayan erkek, ancak başka bir kadın ile evlendikten ve onunla ayrıldıktan veya o öldükten sonra eski baldızı ile evlenebilir.)
• Kendisiyle cinsel ilişkiye girilen eşin mehiri kesinlikle ödenmelidir. (Zorunlu ödemeden sonra, rızalaştıkları şeyde bir sorumluluk yoktur.)
• Hür mü’min kadınları nikâh etmeye gücü yetmeyenler, yeminlerinin mâlik olduğu mü’min kızlar ile evlendirilmelidir. Yeminlerin mâlik olduğu [himâyeye verilmiş] kadınlarla velîlerinin izni ile evlenilmelidir.
• Himâye altındaki kadınlara da örfe göre mehirleri verilmelidir.
• Suç işlemeleri hâlinde, yeminlerin sahip olduğu [himâye altındaki] kadınlara hür kadınlara verilen cezanın yarısı verilir. Çünkü, onlar, o günkü statülerine göre eğitimsiz, bilgisiz ve yoksul konumdadırlar. Bu durum, onları bu suçu işlemeye hür kimselere nazaran daha müsait hale getirir. Ahzab/30’da Peygamberin kadınlarına işledikleri suçlarda başkasına verilecek cezanın iki katı verileceği beyan edilir. Bu ilahi hükümler, suç ve cezada statünün ve suça iten sebeplerin dikkate alınması gerektiğine dikkat çekmektedir.
Evlilik hükümleri şu âyetlerde de konu edilmiştir:
221Ve ortak koşan kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın. İman etmiş, kâfirlerin himayesindeki bir köle kadın, –sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– ortak koşan bir kadından daha hayırlıdır. Ortak koşan erkekleri de iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman etmiş bir erkek köle, –sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– ortak koşan bir erkekten daha hayırlıdır. Ortak koşanlar ateşe çağırırlar, Allah ise Kendi bilgisi ile cennete ve bağışlanmaya çağırır. O, öğüt alıp düşünürler diye insanlara âyetlerini ortaya koyar. [Bakara/221]
5Bugün size iyi ve temiz şeyler helal kılındı. Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin de yemeğiniz onlara helaldir. Mü’minlerden özgür kadınlar ile sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden özgür kadınları da, nikâhlayarak koruma altına alınmış biri yapmak, –zina etmemek ve gizlice dostlar edinmemek şartıyla– kendilerine mehirlerini ödediğiniz durumlarda size helal kılındı. Kim imanı tanımayıp küfrederse; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederse, artık kesinlikle onun yaptığı boşa gitmiştir ve o, âhirette kayba/zarara uğrayıp acı çeken kimselerdendir. [Mâide/5]
230Eğer o, kadını boşarsa, artık bundan sonra o kadın, ondan başka bir koca ile nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz. Sonra eğer ikinci koca onu boşarsa, Allah'ın sınırlarını yapabileceklerini zannettilerse, birbirlerine dönmelerinde her ikisine de vebal yoktur. Allah'ın, bilip duran bir toplum için ortaya koyduğu sınırlar, işte bunlardır. [Bakara/230]
Âyetlerin ifadesi gâyet net ve açık olmakla birlikte biz birkaç nokta üzerinde durmakta yarar görüyoruz.
Yukarıda geçen, Kadınlardan babalarınızın nikâhladıklarını nikâhlamayın. Ancak geçen geçmiştir ifadesinden anlaşıldığına göre, câhilî Arap toplumunda, baba ölünce üvey anne ile evlenilebiliyormuş. Bu âyetle, üvey anne ile evlenme âdeti kaldırılmıştır.
Bu konuya dair klâsik kaynaklarda şu bilgiler verilmiştir:
Yüce Allah'ın, Babalarınızın nikâhladığı kadınları nikâhlamayın buyruğu ile ilgili olarak denildiğine göre, insanlar yüce Allah'ın, Ey iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl olmadığı gibi... (Nisâ/19) âyetinin nüzûlünden sonra da babalarının hanımlarıyla, onların rızasını alarak evlenmeye devam ettiler. Ve bu durum, Babalarınızın nikâhladığı kadınları nikâhlamayın âyeti nâzil oluncaya kadar devam etti. Bu âyet nâzil olunca, böyle bir evlilik her durumda haram kılındı. Çünkü nikâh kelimesi hem cima, hem evlenmek hakkında kullanılır.
Bazı Arap kabilelerinde, oğulun, babasının ölümünden sonra üvey annesini nikâhlaması gelenek hâlini almıştı. Bu, Ensâr arasında da yaygın bir uygulamaydı. Kureyşliler arasında ise, karşılıklı rıza ile mübahtı. Nitekim Amr b. Umeyye'nin, babasının ölümünden sonra üvey annesiyle evlendiğini biliyoruz. Bu kadından Musâfir ve Ebû Muayt adındaki çocukları olmuştur. Umeyye'den de Ebu'l-‘İs ve diğer çocukları vardı. Umeyye'nin oğulları, Musâfir ile Ebû Muayt'ın hem kardeşleri hem amcaları idiler. Bu şekilde evlenenlerden biri de Saffan b. Umeyye b. Halef idi. O, babasından sonra üvey annesi el-Esved b. el-Muttalib b. Esed kızı Fahite ile evlenmişti. Umeyye ise, henüz karısı hayatta iken öldürülmüştü. Yine bu tür evlilik yapanlardan biri de Manzur b. Zebban'dı. O da üvey annesi Hârice'nin kızı Müleyke ile evlenmişti. Bu kadın, önceden Manzur'un babası Zebban b. Seyyar'ın nikâhı altında idi. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
MUHSANÂT-MUHSINÎN
Konumuz olan pasajda yer alan muhsanât-muhsınîn sözcüklerindeki anlam farklılığı dikkat çekmektedir. Sözcüğün doğru anlaşılabilmesi için asıl anlamının tesbit edilmesi gerekir: Sözcüğün türediği ح ص ن [h-s-n] kökünün anlamı, "engel olma, koruma altına alma" demektir. Şehri koruyan sûr'a ve kaleye, حصن [hısn] denir. [Lisânu'l-Arab; c. 2, s. 478-81, "Hsn" mad.] Konumuz olan المحصنات [muhsanât] sözcüğünün anlamı ise, "koruma altına alınmış kadın" demektir. Arap toplumunda kadın, iki yolla koruma altında olurdu:
A) Hürriyet.
O günkü toplumda hür kadınlar zinayı kendilerine yakıştırmazlardı. Mümtehine sûresi'nde biatle ilgili âyetin tahlilinde, Ebû Süfyân'ın karısının biat ederken, "Hür kadın zina mı edermiş?" dediğini aktarmıştık.
B) Evlilik akdi.
Buna göre muhsanât kelimesinin anlamı, "kocası tarafından korunan kadın" demek olur. O günkü toplumda evli kadın da zina etmez ve zina etmeyi çok büyük bir vebal sayardı. O nedenle zina ve fâhişelik, genellikle câriyeler tarafından yapılırdı.
Öyleyse, 24. âyetteki المحصنات [el-muhsanât] ile, "evli kadınlar" 25. âyetteki el-muhsanât ile de "hür kadınlar" kastedilmiştir.
24. âyette, Yeminlerinizin sahip oldukları hariç, muhsan kadınlar [nikâhlı/evli kadınlar] da haram kılındı buyurulmuştur. Müslümanlara iltica edip de himâyeye verilmiş kadınların diyar-ı küfürdeki kocalarının varlığı önemli değildir. İltica ile iş bitmiştir. Mümtehine sûresi'ndeki, Ey iman etmiş kimseler! Mü’min kadınlar göçmenler olarak size geldiği zaman, hemen onları imtihan edin. –Allah onların imanlarını daha iyi bilir.– Artık, eğer siz de onların inanmış kadınlar olduğunu öğrenirseniz artık onları kâfirlere geri döndürmeyin. Bunlar [göç eden mü’min kadınlar], onlara helâl değildir, onlar da bunlara helâl olmazlar. Onlara [kâfir kocalarına] sarfettiklerini verin. Ücretlerini [mehirlerini] kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarfettiğinizi isteyin. Onlar da sarfettiklerini istesinler. İşte bu, Allah'ın hükmüdür, ki aranızda O hükmeder. Allah çok bilendir, çok iyi yasa koyandır ifadesine dikkat edilmelidir.
MÂ MELEKET'İN MEHİRİ
Burada üzerinde durulması gereken bir husus da, Ve sizden her kim hür mü’min kadınları nikâh edecek bir zenginliğe gücü yetmiyorsa, ona da, yeminlerinizin mâlik olduğu mü’min genç kızlarınızdan nikâhlamak var. (...) Ve örfe uygun bir şekilde ücretlerini [mehirlerini] verin buyruğudur. Bundan anlaşıldığına göre, yasalar çerçevesinde himâye altında bulunan kadınlarla evlenmek, hür kadınlarla evlenmekten daha kolay ve daha masrafsızdır. Zira sosyal konumları gereği bunların mehiri, günlük ihtiyaçları ve hayat standartları hür kadınlara göre daha az ve düşüktür. Çünkü bunlar sosyal konum itibariyle düşük, ahlâkî değer ve soy-sop itibariyle de meçhuldür. Bu nedenle de evlilik tercihinde ikinci planda kalmaktadırlar.
Âyetteki, O hâlde fuhuşta bulunmayan, gizli dost edinmeyen sahiplenilmiş kadınlar olmak üzere yakınlarının izniyle onları [yeminlerinizin mâlik olduklarını] nikâhlayın ifadesinden de açıkça anlaşılacağı üzere, himâyeye tevdi edilmiş kadınlarla da ancak nikâhlanmak sûretiyle cinsel ilişki kurulabilir. Onlarla da nikâhsız ilişki kurmak, zinadır ve haramdır.
EVLİLİK ve EVLİLİĞİN AMACI
İnsanlar, mesleklerine, alışkanlıklarına ve dünya görüşlerine göre evlilik yaparlar. O nedenle evlilik, amaçları açısından şöyle gruplandırılabilir:
• Tabii ihtiyaçlar nedeniyle yapılan evlilikler/geleneksel evlilik.
Şartlar elverince âilenin uygun gördüğü ya da adayın beğendiği biri seçilir ve görüşmelerin neticesinde iş evlilikle sonuçlanır.
• Sevgi/aşk evliliği.
Fiziksel beğeniyle oluşmuş aşktan doğan evlilik. Evlendikten birkaç ay sonra söner, yakından tanımayla oluşan aşklar ise ciddi pürüzler çıkmazsa uzun bir süre devam edebilir.
• Meslek ya da branş evliliği.
Aynı işi yapanların, aynı iş yerinde çalışanların gerçekleştirdiği evlilikler.
• Çıkar amaçlı evlilik.
Zengin iki âilenin evlilik yoluyla güçlerini birleştirmek ya da fakirin zenginle evlenerek maddî güce ulaşmak amacıyla yaptığı evlilikler. Arazinin ele gitmemesi, mirasın parçalanmaması amacıyla daha çok kırsal kesimlerde görülen akraba evlilikleri ve geçmişte birçok örneği bulunan siyasî amaçlı evlilikler de bu gruba girer.
• Kültürel temelli evlilikler.
Genellikle kapalı toplumlarda aynı soy, inanç ve kültür bağları olan kimseler arasında yapılan evlilikler. Aynı dünya görüşünü ve yaşam tarzını benimseyenlerin ilke bazında anlaşarak yaptıkları evlilikler.
İSLÂM DİNİ'NE GÖRE EVLİLİĞİN AMACI
Bilim bugün, Kur’ân'ın onbeş asır evvel ortaya koyduklarının ancak bir kısmına ulaşabilmiştir. Kur’ân, getirdiği yeni bakış açısıyla evliliği, Allah'ın varlığını isbat eden kevnî ve insanî delillerden biri olarak niteler ve akılları buradaki hikmetli nizamın ihtiva ettiği sır ve gayeleri düşünmeye sevk eder.
Allah'ın sosyal sisteme ilişkin koyduğu bir kanun olan evlilikte, fert ve toplum için sayısız fayda ve hikmetler vardır; ki bunlar, dünya hayatının mutluluğu ile ebedî hayatı kazanmaya vesile olan fayda ve nimetlerdir. Evlenmek, insanı haramdan uzaklaştırır; nesli çoğaltıp korur; vatana, millete ve devlete güç kazandırır. İslâm dini, âilenin temel taşı olan evliliği sevgi, merhamet, huzur ve hoş görü üzerine bina etmiştir. Nitekim Allah şöyle buyurmaktadır:
21Yine O'nun alâmetlerinden/göstergelerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler oluşturmuş, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda iyiden iyiye düşünecek bir toplum için nice alâmetler/göstergeler vardır. [Rûm/21]
54Ve O, sudan, bir beşer oluşturup sonra ona bir soy ve evlilik sebebiyle akrabalık oluşturandır. Ve senin Rabbin her şeye güç yetirendir. [Furkân/54]
187 Karşılıklı, beraberce oruç tutma gecesinde kadınlarınıza cinsellikle ilgili sözler, cinsel ilişki, size helâl kılındı. Onlar, sizin için bir giysidir, siz de onlar için bir giysisiniz. Allah, sizin kendinize hâinlik ettiğinizi bildi de tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık kadınlarınıza yaklaşın ve Allah'ın sizler için yazdığı şeylerden arayın. Ve fecrden, beyaz iplik siyah iplikten iyiden iyiye sizin için açığa çıkıncaya kadar yiyin-için. Ve geceye kadar orucu tamamlayın. Ve siz ilâhiyat eğitim merkezlerinde programlı ibâdet hâlinde iken onlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, artık Allah'ın sınırlarına yaklaşmayın. Allah, Kendisinin koruması altına girsinler diye âyetlerini insanlara işte böyle açıkça ortaya koyar. [Bakara/187]
189O, sizi bir candan oluşturan ve ondan da, kendisine ısınsın diye eşini yapandır. Ne zaman ki o, onu örtüp bürüdü, o zaman o hafif bir yük yüklendi. Ve bununla gidip geldi. Ne zamanki hanım ağırlaştı, hemen o ikisi Rablerine dua ettiler: "Eğer bize sağlıklı bir çocuk verirsen, andolsun ki kesinlikle karşılığını ödeyenlerden olacağız." [A‘râf/189]
Sunulan bu âyetler şu hususlara dikkat çekmektedir:
1) Eşlerin aynı nefisten yaratılmış olması.
2) Eşlerle kaynaşma.
3) Allah'ın eşler arasında sevgi oluşturması.
4) Allah'ın eşler arasında merhamet oluşturması.
5) Bunlardaki ibret ve âyetler.
Bu maddeleri teker teker ele alalım:
1) Eşlerin aynı nefisten yaratılmış olması:
Bu, kadının erkekten, erkeğin de kadından olduğunu gösterir. Nitekim Yüce Allah, Şüphesiz Ben, sizden erkek olsun, kadın olsun –ki bazınız bazınızdandır [hepiniz aynısınızdır]– çalışanın amelini zayi etmem (Âl-i İmrân/195)buyurur. Erkek de kadın da aynı nefisten/cinsten olup aynı karakteri; insanlık karakterini taşırlar. Allah, aynı cinsten hem kadının eşini, hem de erkeğin eşini yaratmıştır, ki erkek kadınla, kadın da erkekle kaynaşsın. Kadın ve erkek aynı madenden olduklarına göre, özellikleri ve unsurları; insan oluşlarını sağlayan temel özellikleri aynıdır. Erkek, kadın sayesinde erkektir, kadın da erkek sayesinde kadındır. Kadın ve erkekten her birini diğerine bağlayan cazibenin sırrı işte budur. Onları birbirine bağlayan ne kuvvettir, ne güzelliktir, ne şöhrettir, ne de maldır.
2) Eşlerle kaynaşma:
Evliliğin ibret alınacak yönlerinden biri de, bedenin yatışmasından çok rûhun yatışmasıdır. Zira rûhî yatışma, insandaki manevî yönü, bedenî yatışma ise maddî yönü doyurur. Bu da, iffet ve ahlâkın korunmasına, şehevî taşkınlık ve huzursuzluğun fıtrata uygun bir şekilde düzenlenmesine yardımcı olur.
İyi bir evlilikte eşler, birbirlerinin en iyi yardımcısı ve en iyi arkadaşıdır. Birbirinden ayrı kaldıklarında birbirine güvenmeleri, gözlerinin arkada kalmaması onların güçlerine güç katar.
Evliliğin en önemli işlevi, zorlukları kolaylaştırması, kederleri dağıtması, çalışma şevkini yenilemesi, ümitsizlik, stres ve umutsuzluğa engel olan dinlenme ortamını sağlamasıdır. Evliliğin verdiği huzur ile kişi, ahlâkî yönden olgunlaşır ve bu sayede de karşılaştığı sorunları hâlleder.
Mutlu âileler, Allah'ın tattırdığı bu hazzın âhirette de devam etmesini isterler, bu sebeple de daha muhteşem nimetleri hak etmek ve onlara kavuşmak için Allah'ın gösterdiği yolda daha fazla çaba harcarlar.
3) Allah'ın eşler arasında sevgi oluşturması:
Evliliğin bir gayesi de, "Allah'ın eşler arasında sevgi oluşturması"dır. Bu sevgi, eşleri kapsadığı gibi, âilelerini de kapsar. Koca, sadece karısına değil, karısının akrabalarına da sevgi besler. Aralarında sevgi ve merhamete dayalı bağlar kurulur ya da öyle olması gerekir. Kadın da aynı şekilde sadece kocasına değil, kocasının akrabalarına da yakınlık duyar. Birinin babası ötekine kayınbaba; annesi kayınvalide; kardeşleri de kardeş olur. Bu ilişkiler, doğan çocukları da etkiler. Kimisi dayı, kimisi amca, kimisi hala, kimisi teyze, kimisi yeğen, kimisi kuzen... olur. Böylece birbirini sevip sayanların halkası genişler.
4) Allah'ın eşler arasında merhamet oluşturması:
Evlilik meyvesini verip çocuklar doğunca bu şefkat ve merhamet daha da artar. Ana-babanın çocuklara karşı duyduğu sevgi ve şefkat, yavaş yavaş hem kocanın, hem de kadının akrabalarına kadar uzanır, genişledikçe genişler. Nihâyet âile çevresinde gelişen bu şefkat halkası, topluma kadar uzanır.
Âile içinde merhamet ve şefkati geliştiremeyen insanlar bu tür duygular besleyemez ve toplumun iyi ferdi olamazlar. Böylelerinin oluşturduğu toplum da bunalımlı bir toplum olur.
5) Bunlardaki ibret ve âyetler:
Gayr-i meşru ilişkiler ve onların neticesinde ortaya çıkan korkunç tablo ile, İslâm'ın hedeflediği evlilik ve onun neticesinde ortaya çıkan tablo karşılaştırıldığında, aralarındaki fark anlaşılır, yeter ki düşünce yetisi kaybolmamış olsun. Zira Allah bunu ancak düşünebilenlerin fark edebileceğini, Şüphesiz ki bunda tefekkür edecek bir kavim için nice alâmetler; göstergeler vardır diyerek bildiriyor.
Bu gayeler göz önüne alınınca, şehvetin tatmini arka planda kalır. Zira şehvetin tatmini, evliliğin amacı değil, aracıdır. Nitekim hastalık veya yaşlılık nedeniyle şehvet duygularını yitirmiş kimselerin evliliği bitmiyor, hatta eşler arasındaki dayanışma, sevgi ve saygı daha da artıyor.
YAKIN AKRABA EVLİLİKLERİNİN YASAK OLMA NEDENİ
Birbiriyle evlenmeleri ebediyen yasak olanlar arasında yaratılıştan sevgi, saygı ve gözetmeye dayalı bağlar vardır. Evlilik bu alanda yeni sevgi ilişkileri ortaya çıkarmadığı, yeni sevgi kapıları açmadığı gibi, birçok zararlara da sebep olur. Şöyle ki:
Bu güçlü ilişkiler, evlilik sebebiyle doğabilecek arızalara maruz kalabilir ve nefrete dönüşebilir. Bu durumda akrabalık bağları da kopar. Oysa Allah, bunların devam ettirilmesini emretmektedir.
Ayrıca, yakın akraba evliliği nesli cılızlaştırır. Nitekim bilim, yakın akraba evliliklerinin sakat, zayıf ve cılız nesillerin ortaya çıkmasına sebep olduğunu tesbit etmiştir.
26Allah, sizin için açığa koymak, sizi, sizden öncekilerin uygulamalarına kılavuzlamak ve hatalardan dönüşünüzü kabul etmek istiyor. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
27Ve Allah, sizin tevbenizi kabul etmek istiyor. Şehvetlerine uyan kimseler de, sizin doğru yoldan büyük bir meyil ile eğilmenizi istiyorlar.
28Allah, sizden hafifletmek istiyor. Ve şüphesiz insan çok zayıf oluşturulmuştur.
Bu âyetlerde, rahmeti gereği Allah insanların hayatlarını kolaylaştırarak, onlara mutluluk yollarını göstermekte ve onları çevrelerindeki kötü niyetlilere karşı uyanık olmaya davet etmektedir.
Paragraftaki, Allah, sizin için açığa koymak, sizi, sizden öncekilerin sünnetlerine [yasalarına, yollarına] kılavuzlamak ve tevbenizi kabul etmek istiyor. Ve Allah alîm'dir, hakîm'dir. Ve Allah sizin tevbenizi kabul etmek istiyor ifadesi, geçmiş ümmetlere de aynı hükümlerin öngörüldüğünü bildirmektedir.
27. âyetteki, Şehvetlerine uyan kimseler de, sizin doğru yoldan büyük bir meyl ile eğilmenizi istiyorlar ifadesindeki şehvetlerine uyan kimseler, genellikle "zinakârlar" olarak yorumlanır. Âl-i İmrân/14-15'in delâletiyle bunların, "dünya-perestler; mala-mülke tapanlar, âhirete inanmayanlar" olduğu anlaşılmaktadır, ki bunlar da, mü’minleri doğru yoldan döndürüp sapıklığa yöneltmek isteyen münâfıklar, müşrikler ve Medîne'nin hemen dışında yaşayan Yahûdilerdir. Bunlar, yetim hukuku, miras hukuku ve aile/evlilik hukuku hakkındaki Allah'ın hükümlerine tahammül edemiyorlar, çıkarları doğrultusundaki şeraitin devam edip gitmesini istiyorlardı.
28. âyetteki, Ve şüphesiz insan çok zayıf yaratılmıştır ifadesi, insanın fiziksel zayıflığını değil, zihinsel zayıflığını [sabırsızlığını, aceleciliğini, şehvet düşkünlüğünü, mal-perestliğini] ifade etmektedir. Bunlar şu âyetlerde de görülebilir:
9-11Ve eğer, sabreden ve düzeltmeye yönelik işleri yapan kişilerin –işte bunlar, bağışlanma ve büyük ödül kendileri için olanlardır– dışındaki insanlara, tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra da onu kendisinden çekip alsak, kuşkusuz o umutsuzdur, çok nankördür. Ve eğer, kendisine dokunan mutsuzluktan sonra, ona mutluluğu tattırsak, elbette, "Kötülükler benden gitti" der. Ve kuşkusuz o, şımarıktır, böbürlenen biridir. [Hûd/9-11]
67Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, o yalvardığınız kişiler kaybolup giderler, O, kaybolmaz. Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca, yüz dönersiniz. Ve insan, çok iyilik bilmeyen biridir! [İsrâ/67]
Ve Âl-i İmrân/14, İsrâ/100, Nahl/4, Fussilet/49, Me‘âric/19-21, Âdiyât/6, Enbiyâ/37, Kıyâmet/20, İnsan/27.
Denildiğine göre Mecûsîler; kız kardeş, yeğenler [kız ve erkek kardeşin kızları] ile evlenmeyi helâl görüyorlardı. Cenâb-ı Hakk bunların nikâhlanmasını haram kılınca, onlar şöyle dediler: "Sizler, hala ve teyze kızlarının nikâhını helâl kabul ediyorsunuz. Hala ve teyzelerin nikâhı ise size haramdır. Binâenaleyh, yeğenleri [erkek ve kız kardeşlerin kızlarını] de nikâhlayın..." İşte bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. [Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.]
Paragraftaki, Allah, sizin için açığa koymak, sizi, sizden öncekilerin sünnetlerine [yasalarına, yollarına] kılavuzlamak ve tevbenizi kabul etmek istiyor. Ve Allah, alîm'dir, hakîm'dir. Ve Allah sizin tevbenizi kabul etmek istiyor. Şehvetlerine uyan kimseler de, sizin doğru yoldan büyük bir meyl ile eğilmenizi istiyorlar. Allah, sizden hafifletmek istiyor. Ve şüphesiz insan çok zayıf yaratılmıştır mesajı, bir devletin yurttaşlarına yapması gereken ödevleri de bildirmektedir. Buna göre devlet, yurttaşlarının eğitim ve öğretimini sağlayacak, onlara yardımcı olacak, yük olmayacak ve kusurlarını örtecektir.*
*İşte Kuran, Nisa Suresi