Hatalı Çevrilen Ayetler
94Hadid Suresi 25-27
Hatalı Çeviri:
25. Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah'ın, dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.
26. Andolsun ki biz, Nuh'u ve İbrahim'i gönderdik, peygamberliği de kitabı da onların soyuna verdik. Onlardan (insanlardan) kimi doğru yoldadır; içlerinden birçoğu da yoldan çıkmışlardır.
27. Sonra bunların izinden ardarda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik, ona İncil'i verdik; ona uyanların kalplerine şefkat ve merhamet vermiştik. Uydurdukları ruhbanlığa gelince, onu biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.
Doğru Çeviri:
25Andolsun ki Biz, elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların hakkaniyeti ayakta tutmaları ve Allah'ın, dinine ve elçilerine, kimse kendilerini görmediği ve tanımadığı yerlerde yardım edenleri belirlemesi/ işaretleyip göstermesi için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz, kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlar için yararlar bulunan demiri de indirdik. Şüphesiz Allah, çok kuvvetlidir, mutlak üstündür.
26Ve andolsun Nûh'u ve İbrâhîm'i elçi gönderdik, peygamberliği ve kitabı bu ikisinin soyları içinde devam ettirdik. Sonra da onlardan bir kısım doğru yolu bulan, onlardan birçoğu da hak yoldan çıkmış kimselerdir.
27Sonra, bunların izinden ardarda elçilerimizi gönderdik. Meryem oğlu Îsâ'yı da arkalarından gönderdik; kendisine İncîl'i verdik ve o'na uyan kimselerin kalplerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlık; (malı- mülkü, eşi evladı terk edip zahit bir hayat yaşama” ilkesi); onu, onların üzerine Biz yazmadık. Sadece Allah rızasını kazanmak için ortaya çıkardılar. Sonra da buna gereği gibi riâyet etmediler. Sonra da Biz, onlardan iman eden kimselere karşılıklarını verdik. Onlardan pek çoğu da hak yoldan çıkmış olanlardır.
Bu âyetlerde, Allah'ın rahmeti gereği insanlar için yaptıklarının bir bölümü; yukarıda konu edilen, musibetlerin kitapta yer alışı beyân edilmektedir. Buna göre Allah, insanların dünya ve âhirette kendilerini musibetlerden koruyabilmeleri için onlara iyiyi-doğruyu, yararlıyı-zararlıyı öğretecek apaçık kitabı, kitabın içinde de insanları dünya ve âhirette tüm musibetlerden kurtaracak ilkeleri indirdiğini ve elçi gönderdiğini bildirmektedir. Burada, elçiliğin misyonu da ortaya konulmuştur.
Âyetten açıkça anlaşıldığına göre elçilerin görevi, sadece tebliğ edip kenara çekilmek değil; ilâhî ilkeleri yaşatmak için organize olmak, Allah'tan gelen ilkeleri hayata geçirerek insanları zulümden, kargaşadan, kan dökmekten kurtarmak, mutlu ve huzurlu yaşamalarını sağlamaktır.
25. âyetteki, Allah'ın, Kendisine [dinine] ve elçilerine görmeden yardım edenleri bildirmesi/işaretleyip göstermesi için ifadesiyle, inananların Allah'ın dininin yayılmasında görev almaları gerektiğine işaret edilmiştir. Öyleyse her mü’min, Allah'ın dininin yayılması için yardımcı olmak durumundadır, ki böylece Allah da onlara yardım eder:
7Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz, Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar. 8İnkâr eden kişiler ise, artık yıkım onlara! Ve Allah, onların işlerini saptırtmıştır. 9Bu, şüphesiz onların, Allah'ın indirdiklerini beğenmediklerinden dolayıdır. Artık Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır. [Muhammed/7]
52,53Sonra Îsâ, onlardan küfrü: Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmeyi sezince: "Allah yolunda benim yardımcılarım kimlerdir?" dedi. Havariler: "Allah'ın yardımcıları biziz, biz Allah'a iman ettik, bizim şüphesiz müslimler olduğumuza tanık ol. –Rabbimiz! Biz, senin indirdiğine iman ettik, elçiye de uyduk. Artık bizi şâhitlerle beraber yaz"– dediler. [Âl-i İmrân/52-53]
14Ey iman etmiş kişiler! Allah'ın yardımcıları olun; nitekim Meryem oğlu Îsâ, havarilere: "Allah'a benim yardımcılarım kimdir?" demişti. Havariler: "Allah'ın yardımcıları biziz" dediler. Sonra İsrâîloğulları'ndan bir zümre inandı, bir zümre inanmadı. Sonra da Biz, inanmış kimseleri, düşmanlarına karşı güçlendirdik de onlar üstün geldiler. [Saff/14]
Yirmi beşinci ayetteki "ya’leme" ifadesinin tahlili ile ilgili ayrıntılı bilgi Sebe/21. ayetin tahlilinde verilmiştir. [Tebyinulkuran]
DEMİR
Biz, kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar bulunan demiri de indirdik buyruğunda zikri geçen demirin indirilmesi, üç şekilde anlaşılabilir:
A) Demirin indirilmesi, –Zümer/6'daki gibi– "demirin yaratılması" anlamına alınabilir:
6O, sizi tek bir nefisten oluşturdu, sonra ondan eşini yaptı ve sizin için hayvanlardan sekiz eş indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, oluşturluştan sonra bir oluşturuluşla oluşturuyor. İşte bu, sahiplik, yönetim yalnız Kendisinin olan Rabbiniz Allah'tır. O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Öyleyse, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz? [Zümer/6]
B) Demirin indirilmesi, "demirin gerçekten indirilmesi" anlamına alınabilir.
Zira dünyadaki mevcut demirin yer küreye sonradan; uzaydaki diğer gök cisimlerinden indirildiği biliniyor. Bu durumda Kur’ân'ın evrensel bir mucizesi daha ortaya çıkmış olur.
Kur’ân'da geçen inzâl fiili, genellikle dünya dışından yapılan indirme ve gelişleri ifade eder. İnzâl fiili, dünyadaki bir yaratılışın dünya dışındaki oluşumlar sayesinde meydana geldiğini anlatır. Dünyanın ilk sıcaklığı demirin oluşumuna uygun değildir. Hatta güneş tipi orta büyüklükte yıldızlar bile demirin üretimi için yeterli ısıya sahip değildir. Bu yüzden demir, sırf dünyaya değil, güneş sistemine bile indirilmiştir [inzâl edilmiştir]. Şu anda dünyada var olan demir, güneş sistemine yüksek ısılı yıldızlardan gelmiştir. Kur’ân'ın demirin oluşumunu anlatırken inzâl fiiliyle "indirilme" olayına dikkat çekmesi mucizevî niteliktedir. [Kur’ân Araştırmaları Grubu, Kur’ân Hiç Tükenmeyen Mucize.]
Demir dünya üzerindeki üçüncü en yaygın elementtir ve yer kabuğunun % 5'ini oluşturur. Demir elementi, dünyada bu kadar fazla miktarda bulunmasına karşın, demirin oluşumu dünya dışında gerçekleşmiştir. Modern astronomik bulgular, dünyadaki demir madeninin dış uzaydaki dev yıldızlardan geldiğini ortaya koymuştur. [Ansiklopediler.]
Âyette demir, "kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar bulunan" diye nitelenmiştir. Gerçekten demir, insanın iğneden otomobile, ondan devasa yapılara her türlü kişisel, ziraî, sınaî, askerî gereksinimin temel maddesidir. Kükürt ve oksijen gibi metallerle kolayca birleşir. Başka herhangi bir metalden çok daha büyük miktarlarda, alaşımlarda kullanılır. En yararlı ve ucuz metallerden biri olan çelik de demire küçük bir miktar karbon katılmasıyla elde edilir. Tüm bitkilerin, hayvanların ve insanların, yaşamak için demire ihtiyaçları vardır. İnsanlarda en büyük demir yüzdesi, kırmızı kan hücrelerinde bulunur. Hemoglobinin temel bölümlerinden birini oluşturur. Kaslarda ve dokularda, küçük miktarlar hâlinde bulunur. Demirin tıptaki en önemli kullanım yeri, hipokromik kansızlıkların tedavisindedir. Demir eksikliği durumu, hemoglobin oluşumunu engeller ve kırmızı kan hücrelerinin öteki işlevlerini yerine getirmesini de güçleştirir. Çok sayıdaki demir bileşiklerinden herhangi biri tedavide kullanılabilir. Dünyada altının yokluğu, kimseye bir zorluk çıkarmaz, ama demirin yokluğu insanın belini büker.
C) HADİD:
"Hdd" kökünden türemiş "mübalağa ismi fail" kalıbında bir sözcüktür. Sözcüğün gerçek anlamını tespit edebilmek için önce kök anlamının bilinmesi gerekir. Temel lügatlere göre:
"Hadd", "birisi diğerine karışmasın ya da biri ötekine tecavüz etmesin diye iki şey arasındaki ara" demektir.
"Hadd", "herhangi bir şeyin son noktası" demektir.
"Hadd", ""defetmek, savmak, engel olmak" demektir.
"Hadd", "suçluyu edeplendirmek" demektir.
"Hadd", "insana bulaşan öfke, yeğnilik [hiddet]" demektir.
"Hadd", "bir şeyi başka bir şeyden ayırabilme" demektir.
"Hadid", bilinen "demir cevheri" demektir.
"Haddad", "demirci, kapıcı, "hapishane gardiyanı" demektir. [Lisanü’l-Arab, c: 2, s: 353-356; Tacu’l-Arus, c: 4, s: 410-413, "hdd" mad.]
Görüldüğü üzere, sözcüğün birçok anlamı vardır. Demir cevherine "Hadid" denilmesi de onun sertliğinden, bir şeylere engel oluşundandır.
Biz burada sözcüğü "bir şeyi başka bir şeyden ayırma" anlamıyla ele alacağız. Bu durumda sözcüğün ayetteki anlamı "bir şeyi bir diğerinden iyice ayırabilen; keskin görüşlü, ince zekâlı" demek olur. Nitekim daha evvel Kaf suresinde de bu anlamıyla sunulmuştu.
22kesinlikle sen bundan duyarsızlık, bilgisizlik içinde idin. Şimdi senden perdeni kaldırdık. Artık bugün gözün keskindir; Kur’an sayesinde kurmay birisi oldun. [Kaf/22]
MİZÂN
Âyette geçen mizan, "adalet ilkeleri"dir. Bu hususa şu âyette işaret edilmiştir:
17Allah, bu kitabı ve teraziyi/ölçüyü hakla indiren Zat'tır. Ve sana ne bildirir ki, belki de o kıyâmetin kopuş zamanı çok yakındır! [Şûrâ/17]
Bu paragrafta, Uydurdukları ruhbânlık; onu, onların üzerine Biz yazmadık. Sadece Allah rızasını kazanmak için (ortaya çıkardılar) ifadeleriyle dikkat çekilen ruhbânlık üzerinde biraz durmak istiyoruz.
RUHBÂNLIK
الرّهبان Maalesef lügatlerde ve dini kitaplarda aslı astarı araştırılmadan " رهبrehb" sözcüğü, "korkmak", "إرهابirhab" sözcüğü de "korkutmak" olarak yer almıştır. Bu sözcük, bazı ayetlerde anlamsız düştüğünden bunun " rehbaniyet الرهبانية " kalıbı da dikkate alınarak "ibadet etme" anlamı da yüklenilmeye çalışılmıştır.
"رهبRehb" sözcüğünü kadim, muteber lügatlardan incelediğimizde öz anlamıyla ilgili şu dört maddeyi görüyoruz:
1 الرهبRehb, "okun ucundaki ince, sivri demir" demektir
2 الرهبRehb, "Ceket, gömleğin yeni (kolunun ucu)" demektir (Himyer lügatine göre).
3 الرهبRehb, رهبىrehba, "uzun yolculukta zayıflamış, incelmiş deve" demektir.
4 Bu sözcüğün " الرهبانيةrehbaniyet" kalıbı, dünyayı (malı- mülkü, eşi, evladı) terk edip zahit bir hayat yaşamak" demektir. Böyle yaşayanlara " راهبrâhip" denir. Çoğulu, " رهبانruhban’dır. راهبRahip sözcüğü, kiliselerde bu tip hayat yaşayan kesimin adı olarak kullanılır. [Tac, Lisan, Kamus, Sıhah]
Bedevi Arabın dilinde sözcüğün öz anlamı işte budur. Görüldüğü üzere sözcüğün öz anlamında "korku" anlamı kesinlikle bulunmamaktadır.
Bu sözcüğün, toplumsal hayattaki anlamı, "kaba nesnelerin yontulmuş, incelmiş, işe yarar hale gelmiş, narinleşmiş hali" demektir. Bu sözcüğü insana uyarladığımızda "kaba- saba; dinsiz- imansız, ahlaksız, vicdansız insanların incelmiş, yontulmuş; adam olmuş hali" demek olur.
Sözcüğün Kur’an’da da yer alan إفعالİf’âl babından " إرهابirhâb" kalıbı, "inceltmek, narinleştirmek, işe yarar hale getirmek; kişi üzerindeki din dışı hasletleri gidermek, kısacası "kişiyi adam etmek" demektir.
KAVRAM OLARAK RUHBÂNLIK
Ruhbânlık, "daha fazla ibâdet, daha fazla zühd hayatını seçmek" demektir. Genel anlamda, "dünyadan el-etek çekmek, ibâdet ile meşgul olmak"tır. Ruhbânlar bu anlayışla, evlenmeyi hoş görmez ve dünya işlerine önem vermezler, akıllarınca rûhu yüceltmeyi ön planda tutarlar.
Kur’ân-ı Kerîm, dinde ruhbânlığı, yani dini daha iyi yaşamak için bir tarafa çekilmeyi, nefsi en doğal ihtiyaçlardan bile mahrum etmeyi icat edenleri ve bunu sürdürenleri tenkit eder:
27Sonra, bunların izinden ardarda elçilerimizi gönderdik. Meryem oğlu Îsâ'yı da arkalarından gönderdik; kendisine İncîl'i verdik ve o'na uyan kimselerin kalplerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlık; onu, onların üzerine Biz yazmadık. Sadece Allah rızasını kazanmak için ortaya çıkardılar. Sonra da buna gereği gibi riâyet etmediler. Sonra da Biz, onlardan iman eden kimselere karşılıklarını verdik. Onlardan pek çoğu da hak yoldan çıkmış olanlardır. [Hadîd/27]
34Ey iman etmiş kişiler! Şüphesiz, hahamlardan, rahiplerden birçoğu kesinlikle insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Ve altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayan kimseler, hemen onlara acıklı bir azabı müjdele! [Tevbe/34]
Ruhbânlık, târihî akış içerisinde Hristiyan din adamlarının daha iyi teşkilatlanmalarını ve daha etkin çalışmalarını sağlayan bir kurum hâline gelmiştir. Hristiyan geleneğinde özel bir sınıf olan, din konusunda özel yetkileri bulunan Ruhbânlar, dini temsil eder ve din adına karar verirler. Kur’ân'ın ifadesiyle onlar kendilerini ilâhlık ve rabblık makamına çıkartan kimselerdir. Kendilerine de, "Rûhânîler" de denilen bu kimseler, Allah ile kullar arasında aracı durumundadırlar.
Câhil zümreler, rûhbânlara hakk etmedikleri nitelikleri yakıştırdılar ve onların din adına söylediklerini itirazsız kabul ettiler. Kur’ân, bu hususa şöyle işaret eder:
31Onlar, Allah'ın astlarından bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Îsâ'yı kendilerine rabler edindiler. Oysa onlar sadece bir tek olan ilâha kulluk etmekle emrolunmuşlardı. Allah'tan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, ortak koşanların ortak koştuğu şeylerden de arınıktır. [Tevbe/31]
Ruhbânlar, halka bir şeyi emrettikleri, haram ya da helâl kıldıkları zaman, insanlar bunu kabul eder ve Allah'ın o konudaki hükmünü düşünmezler. Bu gibi insanlar, Allah'ın dinine ve hükümlerine değil, kişilere tâbi olurlar; Allah'a rağmen onların peşine düşerler. Bu ise, İslâm'ın şirk saydığı sapık bir inançtır.
İslâm'ın ilk yıllarında Müslümanlara karşı iyi davranan rahibler Kur’ân'da övülmüştür:
82Sen, kesinlikle iman eden kişilere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak, o Yahudileri ve o ortak koşan kimseleri bulursun. Ve kesinlikle iman eden kimselere sevgi bakımından en yakın olarak da, "Şüphesiz biz, Nasraniyiz/Hristiyanlarız" diyen kimseleri bulursun. Bu, kendi içlerinde keşişler ve rahipler olduğundan ve onlar büyüklük taslamadıklarından dolayıdır. [Mâide/82]
İslâm'da ruhbânlık ve ruhbanlığa ihtiyaç yoktur. Müslümanlar daha iyi ibâdet edebilmek için bir köşeye çekilmek durumunda olmadıkları gibi, mübah olan şeyleri kendilerine haram da kılamazlar. Bilakis, dinlerini hayatın akışı içerisinde toplumla beraber doğal bir şekilde yaşarlar.
İslâm'da ruhbân sınıfı da yoktur. Bütün Müslümanlar din önünde eşittir. Hiç kimsenin din adına bir ayrıcalığı olmadığı gibi, hiç kimsenin başkalarını İslâm'a kabul etme, İslâm'dan çıkarma veya günahını bağışlama yetkisi de yoktur.
Kimi Müslümanların, hocasını, üstadını, şeyhini veya liderini dinin temsilcisi sayması, onların her dediğini dini bir emir gibi algılaması ve onların masum ve lâyüs’el olduklarına inanması ise, Hristiyanlardaki sapıklığın Müslümanlardaki yansımasıdır.
Takvâ, İslâmî ölçüler içerisinde yaşanmalıdır. İfrat ve tefrit, telafisi mümkün olmayan zararlar getirir, kişiyi şirke bulaştırır.
Âyetteki, Uydurdukları ruhbânlık; onu, onların üzerine Biz yazmadık ifadesiyle, kendi kendine din uyduranlar kınanmaktadır. Rabbimiz din adına her ne ilke koyduysa, hepsi insan fıtratı çerçevesindedir; aşırılıklar ilâhî ilke olmaktan uzaktır:
174Ey insanlar! Kesinlikle Rabbinizden size apaçık bir kanıt geldi. Ve Biz size apaçık/açıklayan bir ışık indirdik. [Nisâ/171]
77De ki: "Ey Kitap Ehli! Dininizde hakkın dışında aşırılığa gitmeyin. Daha evvel sapmış, birçoklarını saptırmış ve hak yolun ortasından sapmış bir toplumun tutkularına da uymayın." [Mâide/77]*
*İşte Kuran, Hadid Suresi