• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

96Ra'd Suresi 8-15




Hatalı Çevrilen Ayetler


96Ra'd Suresi 8-15


Hatalı Çeviri:
8. Her dişinin neye gebe kalacağını, rahimlerin neyi eksik, neyi ziyade edeceğini Allah bilir. Onun katında her şey ölçü iledir.

9. O, görüleni de görülmeyeni de bilir; çok büyüktür, yücedir.

10. Sizden, sözü gizleyenle onu açığa vuran, geceleyin gizlenenle gündüzün yürüyen (onun ilminde) eşittir.

11. Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır. Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur.

12. O, size korku ve ümit içinde şimşeği gösteren ve (yağmur dolu) ağır bulutları meydana getirendir.

13. Gök gürültüsü Allah'ı hamd ile tesbih eder. Melekler de O'nun heybetinden dolayı tesbih ederler. Onlar, Allah hakkında mücâdele edip dururken O, yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpar. Ve O, azabı pek şiddetli olandır.

14. El açıp yalvarmaya lâyık olan ancak O'dur. O'nun dışında el açıp dua ettikleri onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki (suyu ağzına götürmedikçe) su onun ağzına girecek değildir. Kâfirlerin duası kuşkusuz hedefini şaşırmıştır.

15. Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sadece Allah'a secde ederler.



Doğru Çeviri:
8Allah, “Her dişinin neyi taşıdığını ve rahimler neyi eksiltir ve neyi artırır” bilir. Ve her şey, O'nun katında bir ölçü iledir.

9Allah, görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği ve açıkta olanı bilendir, pek büyüktür, yüceler yücesidir.

10Sizden, sözü gizleyen kimse ve onu açığa vuran kimse, gece gizlenenle gündüz açığa çıkan kimse eşittir.

11Her kişi için, iki elinin arasından ve arkasından –Allah'ın işinden olarak–, onu gözetip koruyan izleyiciler vardır. Gerçekte, bir halk, kendi benliklerinde olanı değiştirmedikçe, Allah hiçbir şeyi değiştirmez. Ve Allah, bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onun geri çevrilmesi söz konusu değildir. Onlar için O'nun astlarından bir yardım eden, koruyan, yol gösteren bir yakın da yoktur.

12O, size korku ve ümit içinde şimşeği gösteren ve o yağmur yüklü bulutları ortaya çıkarandır.

13Gök gürültüsü, O'nun övgüsüyle birlikte, doğal güçler/ zorba yöneticiler de O'nun korkusundan dolayı O'nu noksan sıfatlardan arındırırlar. Ve O, akılları baştan alan korkunç ses gönderir de onunla dilediğini çarpar. Onlar ise Allah hakkında mücâdele edip duruyorlar. Oysa Allah, çarpması pek çetin olandır.

14Gerçeğin yakarışı yalnızca O'nadır. Ortak koşanların, O'nun astlarından yalvarıp durdukları kimseler; onlar, kendilerine hiçbir şeyle cevap veremezler. Onlar, ancak ağzına gelmemesine rağmen ağzına su gelsin diye iki avucunu açan gibidir. Ve kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin duası sadece bir sapıklık içindedir.

15Ve yerde ve göklerde olan kimseler ve gölgeleri, ister istemez her zaman yalnızca Allah'a boyun eğip teslimiyet gösterirler.



8Allah, “Her dişinin neyi taşıdığını ve rahimler neyi eksiltir ve neyi artırır” bilir. Ve her şey, O'nun katında bir ölçü iledir.

9Allah, görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği ve açıkta olanı bilendir, pek büyüktür, yüceler yücesidir.

10Sizden, sözü gizleyen kimse ve onu açığa vuran kimse, gece gizlenenle gündüz açığa çıkan kimse eşittir.

11Her kişi için, iki elinin arasından ve arkasından –Allah'ın işinden olarak–, onu gözetip koruyan izleyiciler vardır. Gerçekte, bir halk, kendi benliklerinde olanı değiştirmedikçe, Allah hiçbir şeyi değiştirmez. Ve Allah, bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onun geri çevrilmesi söz konusu değildir. Onlar için O'nun astlarından bir yardım eden, koruyan, yol gösteren bir yakın da yoktur.


Bu âyet grubunda ilk önce Allah Kendisini ilim sıfatı açısından tanıtmıştır:Allah, "Her dişinin neyi taşıdığını ve rahimler neyi eksiltir ve neyi artırır" bilir. Ve her şey, O'nun katında bir ölçü iledir. (Allah) ğaybı ve açıkta olanı bilendir, pek büyüktür, yüceler yücesidir. Sizden, sözü gizleyen kimse ve onu açığa vuran kimse, gece gizlenenle gündüz açığa çıkan kimse eşittir. Onun [her kişi] için, iki elinin arasından ve arkasından –Allah'ın işinden olarak– onu gözetip koruyan izleyiciler vardır.

Allah'ın ilminin kapsayıcılığı birçok âyette (Necm/32, Nisâ/108, Yûnus/61, Mü’min/19, Lokmân/34, Zümer/6, Mü’min/12-14, Tâ-Hâ/7, Neml/22-26) zikredilmişti.

8. âyette, Ve her şey, O'nun katında bir ölçü iledir buyurularak, her şeyin Allah'ın ilminde takdir edilmiş bir kader [ölçü] çerçevesinde meydana geldiğini bildirmektedir. Evrendeki hiçbir şey boşuna, amaçsız, plânsız, rastgele meydana gelmemiş, her şey belirli bir amaca yönelik olarak önceden yapılmış bir plân dâhilinde yaratılmıştır.

Kamer sûresi'nde (49. ayet) merhum Seyyid Kutub’un bir incelemesini sunmuştuk. Onun okunmasını öneririz.

8. âyetteki, Ve rahimler neyi eksiltir ve neyi artırır bilir ifadesiyle, Allah'ın, ana rahmine yerleşmiş olan nutfenin aşama aşama tüm gelişimini, oluşan organ ve fonksiyonlarda neyin artıp eksildiğini bildiği beyân buyurulmaktadır.

11. âyette ilk önce, Onun [her kişi] için, iki elinin arasından ve arkasından –Allah'ın işinden olarak– onu gözetip koruyan izleyiciler vardır buyurularak, Allah'ın insanların tüm davranışlarını bildiği, kaydettiği uyarısı yapılmıştır.

16Ve andolsun insanı Biz oluşturduk. Nefsinin kendisine neler fısıldadığını da biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakınız. 17,18Onun sağından ve solundan (her yanından) yerleşik iki tesbitçi onun her işini tesbit edip dururken, insan hiçbir söz söylemez ki yanında hazır gözetleyen bulunmasın. [Kaf/17-18]

Daha sonra da, Gerçekte, bir halk, kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe, Allah hiçbir şeyi değiştirmez. Ve Allah, bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onun geri çevrilmesi söz konusu değildir. Onlar için O'nun astlarından bir velî [yardım eden, koruyan, yol gösteren] de yoktur buyurularak sosyal bir olguya dikkat çekilmiştir:

53Bu, şüphesiz bir toplum, kendinde olanı değiştirinceye kadar, Allah'ın, o topluma nimet olarak bağışladığını değiştirici olmayışı ve şüphesiz Allah'ın en iyi işiten, en iyi bilen olması nedeniyledir. [Enfâl/53]

Âyetteki, Bu, şüphesiz bir kavim [toplum], kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah'ın, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici olmayışı, şüphesiz Allah'ın en iyi işiten, en iyi bilen olması nedeniyledir ifadesinden anlaşılıyor ki, siyasî, iktisadî ve ahlâkî bozulmaların neticesinde toplumların cezalandırılmasının nedeni, toplumun fertleridir. Zira sünnetullah, beşerî değişimin ilâhî değiştirmeye sebep olacağı şeklinde câri olmaktadır.

Âyetlerden açıkça anlaşıldığına göre, insanların zaman zaman maruz kaldıkları cezalandırma amaçlı musibetler, felaketler, zâlim yöneticiler durduk yerde ortaya çıkmıyor. Bilakis bunlar, insanların kendi yanlış tutum ve davranışları neticesinde meydana geliyor. Yaşanan zillet, esaret, mustaz‘aflık, yoksulluk, o toplumun hayat biçiminin sapıklığa, boş vermişliğe ve bozgunculuğa dönüşmüş olması sebebiyledir. Bu, her zaman ve mekânda siyasî, iktisadî, ictimaî ve askerî açıdan olabilir.

Bunu salâtın ikâmesi ve salâtın zayiini konu alan âyetler ile somut olarak gösterebiliriz:

45Sen, sana kitaptan vahyedileni oku/izle ve salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumu oluştur-ayakta tut]. Kesinlikle salât [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumu], aşırılıktan, kötülükten alıkoyar. Ve Allah'ın anılması, elbette daha büyüktür. Ve Allah, yapıp ürettiğiniz şeyleri bilir. [Ankebût/45]

59-61Sonra onların ardından kötü bir nesil geldi ki, salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmaya çalışmayı] kaybettiler/hayatlarından çıkarıp attılar. Ve şehvetlerine uydular. Bundan dolayı tevbe eden ve iman eden ve sâlihi işleyenler hariç onlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır. İşte tevbe eden, iman eden ve sâlihi işleyenler cennete; Rahmân'ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] kullarına –görmedikleri hâlde– vaat ettiği Adn cennetlerine girecekler ve hiçbir şekilde haksızlığa uğratılmayacaklardır. Şüphesiz O'nun vaadi kesinlikle yerini bulacaktır. [Meryem/59-61]

11Semûd azgınlığı sebebiyle yalanladı; 12âhirette en mutsuz olacak olanları/liderleri görevi kabul edip gittiği zaman, 13Allah'ın elçisi onlara demişti ki: "14Allah'ın devesine önem verin!" ve "Onun su içmesini, yaşamasını sağlayın!"

15,16Fakat onlar, onu yalanladılar, bunun sonucundan korkmayarak da Allah'ın devesini, inciklerini kesip öldürdüler.

Rableri de günahları dolayısıyla onları yerlebir ediverdi. [Şems/11-15]

71Ve eğer hak onların tutkularına uysaydı; kesinlikle gökler, yeryüzü ve bunlarda bulunan kimseler bozulup giderdi. Aslında, Biz onların şanını/öğütlerini getirdik; sonra da onlar, kendi şanlarından/öğütlerinden yüz çevirenlerdir. [Mü’minûn/71]

Toplumun değişimi iyi yönde oluşacak, hakktan yana değişim gösterecek olursa, Allah da iyilik-güzellik halk edecektir:

96Ve eğer o kentlerin halkı inansalardı ve Allah'ın koruması altına girselerdi, elbette üzerlerine gökten ve yerden olan bollukları açardık. Velâkin onlar yalanladılar. Biz de onları yapıp durmakta olduklarına karşılık yakalayıverdik. [A‘râf/96]

65Ve eğer Kitap Ehli iman etmiş ve Allah'ın koruması altına girmiş olsalardı, kesinlikle onların kötülüklerini örter ve kesinlikle nimeti bol olan cennetlere koyardık.

66Ve hiç kuşkusuz eğer onlar Tevrât'ı, İncîl'i ve kendilerine Rablerinden indirilen Kur’ân'ı ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından [her yönden] besleneceklerdi. Onlardan bir kısmı orta yol tutan; bazısına inanıp bazısına inanmayan, inanmadığı hâlde inanmış gözüken önderli bir toplumdur. Ve onlardan çoğunun yapmakta oldukları ne kötüdür! [Mâide/65-66]

103Ve onlar eğer inansalardı ve Allah'ın koruması altına girselerdi, kesinlikle Allah'tan bir ödül, daha iyi olacaktı. Keşke biliyor olsalardı! [Bakara/103]



12O, size korku ve ümit içinde şimşeği gösteren ve o yağmur yüklü bulutları ortaya çıkarandır.

13Gök gürültüsü, O'nun övgüsüyle birlikte, doğal güçler/ zorba yöneticiler de O'nun korkusundan dolayı O'nu noksan sıfatlardan arındırırlar. Ve O, akılları baştan alan korkunç ses gönderir de onunla dilediğini çarpar. Onlar ise Allah hakkında mücâdele edip duruyorlar. Oysa Allah, çarpması pek çetin olandır.


Bu âyetlerde de insanoğlunun yakından tanıdığı, ilgiyle izlediği gökyüzü olaylarına değinilerek onların Allah ile olan ilişkileri, özellikle de gök gürültüsü ve yıldırımın Allah'ı tesbih ettiğine dikkat çekilmiştir. "Allah'ın her türlü noksanlıklardan arınık ve tüm kemal sıfatlarıyla donanmış olduğunun haykırılışı" demek olan tesbih ile burada, gök gürültüsü ve yıldırımın tesadüfler sonucu olan bilinçsiz olgular olmayıp, bir plân ve programa dayalı olarak meydana geldiği ve bu programın sahibinin de Allah olduğuna işaret edilmiştir. Doğadaki bu olay; buharlaşan suların bulutları oluşturması, bulutların rüzgârlar vasıtasıyla belirli yerlere taşınması, yağmur yağması, gök gürültüsü ve yıldırımın oluşması, ancak Allah'ın eseridir. Allah'tan başka bunu yapabilecek bir güç, söz konusu bile olamaz.

Hangimiz şimşek çaktığında ürpermeyiz ki?

Aslında ışık değil de arkasından gelen sestir bizi ürperten.

Ancak şimşeğe ne mucizevî vazifeler yüklendiğini bilseydik ondan ürpermez, ona ibretle bakardık.

Her şimşek çaktığında, havadaki oksijen molekülündeki oksijen atomları (O2) birbirinden ayrılır. Ancak birbirinden ayrılan oksijenler tek başlarına kalamazlar. Hemen diğer oksijen molekülleriyle (O2) birleşerek O3’ü, yani namı diğer ozonu meydana getirirler.

Ozona yüklenen vazifeyi herhalde bilmeyeniniz yoktur.

Dünyaya gelen zararlı ışınları kırarak canlıların zarar görmesini engelleme vazifesi ozona verilmiştir.

Eğer ozon tabakası olmasaydı insanların ve diğer canlıların büyük çoğunluğu kanser gibi hastalıklara yakalanır ve kısa bir süre içerisinde dünyada hayat sona ererdi.

Her şimşek çaktığında havada meydana gelen ısıyla beraber, havadaki azot (N2) oksijen molekülüyle (O2) birleşerek azot oksitleri meydana getirir.

Azot oksitleri ise yağmur damlacıklarında çözünerek nitröz ve nitrik asit meydana getirir. "Nitröz ve nitrik asitler de neyin nesi?" diyebilirsiniz. Bunlar toprağı gübreleyen ve bitkiler için çok önemli olan azot kaynağıdırlar...

Sadece gök gürültüsü değil, evrendeki her varlık Allah'ı tesbih eder:

44Tüm gökler/uzay, yeryüzü ve bunların içinde bulunanlar, Allah'ı noksan sıfatlardan arındırırlar. O'nun övgüsü ile birlikte noksan sıfatlardan arındırmayan hiçbir şey yoktur. Fakat siz, onların Allah'ı noksan sıfatlardan arındırmalarını iyi kavramıyorsunuz. Şüphesiz ki O, yumuşak davranandır, çok bağışlayandır. [İsrâ/44]

41Göklerde ve yeryüzünde bulunanların, dizi dizi uçanların [kuşların, arıların, bulutların, boranların] Allah'ı her türlü noksanlıktan arındırdıklarını görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Hepsi kendi arındırmasını ve desteğini/doğaya yapacağı katkıyı kesinlikle bilmektedir. Allah da, onların işlemekte olduklarını en iyi bilendir. [Nûr/41]

Ve ayrıca Hadîd/2; Haşr/1, 24; Saff/1; Cuma/1; Teğâbün/1; Zümer/75; Mü’min/7; Fussilet/39 ve Şûrâ/5. âyetlere de bakılabilir.

13. ayette konu edilen melekler, doğadaki güçler olabileceği gibi toplumdaki güçlü kimseler, zorba iktidarlar da olabilir. Ki onlar da dara düştükleri, ölümle burun buruna geldikleri zaman Firavun gibi hemen Allah’a yönelirler. "Konuyu İman-ı yeis ve İman-ı beis" olarak Kıyamet suresinde (7- 10. ayetler) açıklamıştık. Ayrıca İsrâ7 67, Yunus/22, 23, Lokman/31, 33, Rum/33, Nahl/53,54 ve Ankebut/65’e bakılmalıdır.


14Gerçeğin yakarışı yalnızca O'nadır. Ortak koşanların, O'nun astlarından yalvarıp durdukları kimseler; onlar, kendilerine hiçbir şeyle cevap veremezler. Onlar, ancak ağzına gelmemesine rağmen ağzına su gelsin diye iki avucunu açan gibidir. Ve kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin duası sadece bir sapıklık içindedir.

15Ve yerde ve göklerde olan kimseler ve gölgeleri, ister istemez her zaman yalnızca Allah'a boyun eğip teslimiyet gösterirler.


Bu âyetlerde de müşrikler uyarılmaya devam edilmekte, kâfirlerin yanlış ve çarpık durumları değerlendirilmektedir. Öncelikle gerçek anlamda yakarışın; cidden, gerçekten istenecek şeylerin istenmesinin sadece O’na yapılması gerektiği vurgulanmaktadır.

Yukarıda varlıkların tesbihi konu edilmişti, şimdi ise varlıkların secdesi, ilâhî sisteme teslimiyetleri konu edilmektedir. Gölgelerin secde etmesi de, onların ilâhî sisteme boyun eğmeleridir. Bu hususa başka âyetlerde de dikkat çekilmişti:

* Sonra duman hâlinde bulunan göğe yerleşti/egemenlik kurdu da ona ve yeryüzüne, "İsteyerek veya istemeyerek gelin!" dedi. İkisi de, "Biz isteyerek geldik" dediler. [Fussilet/11]

* Onlar, gölgeleri Allah'a boyun eğerek, küçülenlerin ta kendisi olarak sağdan sola dönen, Allah'ın oluşturduğu birtakım şeyleri görmediler mi/bunları hiç mi düşünmediler? [Nahl/48]

* Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, o yalvardığınız kişiler kaybolup giderler, O, kaybolmaz. Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca, yüz dönersiniz. Ve insan, çok iyilik bilmeyen biridir! [İsrâ/67]*




*İşte Kuran, Ra'd Suresi




Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim