101Haşr Suresi 1-5
Hatalı Çevrilen Ayetler
101Haşr Suresi 1-5
Hatalı Çeviri:
1. Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ı tesbih etmektedir. O, üstündür, hikmet sahibidir.
2. Ehl-i kitaptan inkâr edenleri, ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah (O'nun azabı), onlara beklemedikleri yerden geliverdi. O, yüreklerine korku düşürdü; öyle ki evlerini hem kendi elleriyle, hem de müminlerin elleriyle harap ediyorlardı. Ey akıl sahipleri! İbret alın.
3. Eğer Allah onlara sürgünü yazmamış olsaydı, elbette onları dünyada (başka şekilde) cezalandıracaktı. Ahirette de onlar için cehennem azabı vardır.
4. Bu, onların Allah'a ve Peygamberine karşı gelmelerinden dolayıdır. Kim Allah'a karşı gelirse bilsin ki Allah'ın cezalandırması çetindir.
5. Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya olduğu gibi bırakmanız hep Allah'ın izniyledir ve O'nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir.
Doğru Çeviri:
1Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler, Allah'ı her türlü noksanlıktan arındırdılar. Ve O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
2Allah, Kitap Ehli’nden Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimseleri, toplanmanın ilki için yurtlarından çıkarandır. Siz, onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da, şüphesiz kalelerinin, kendilerini Allah'tan koruyacağına kesinkes inanıyorlardı da Allah'ın azabı, onlara hesaba katmadıkları yerden geliverdi. Ve Allah, onların yüreklerine, evlerini kendi elleriyle ve mü’minlerin elleriyle harap edileceği korkusunu düşürdü. Ey sağduyu sahipleri! Artık ibret alın!
3Ve eğer Allah, onların hakkında sürgünü yazmamış olsaydı, kesinlikle, onları dünyada azaplandırırdı. Âhirette de onlar için Ateş'in azabı vardır.
4İşte dünyada sürgün, âhirette ateş cezası, onların Allah'a ve Elçisi'ne karşı çıkıp sırt dönmeleri nedeniyledir. Ve kim Allah'a karşı çıkıp sırt dönerse, bilsin ki, şüphesiz Allah, azabı/kovuşturması pek çetin olandır.
5Hurma ağaçlarından herhangi bir şey kesmeniz veya onları kökleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyle/ bilgisiyle ve O'nun, hak yoldan çıkan kimseleri rezil-rüsva etmesi içindir.
1Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler, Allah'ı her türlü noksanlıktan arındırdılar. Ve O, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
Sûre, evrendeki her varlığın Allah'ı tesbih ettiğini, Allah'ın yenilmez ve en iyi yasa koyan olduğunu bildiren bir âyetle başlamaktadır. Bu âyet, aslında insanlara akıllarını başlarına almaları, aksi hâlde Allah'ı yenemeyecekleri, bunu evrendeki her varlığa bakarak anlayabilecekleri gerçeğini ihtar etmektedir.
Birçok kez ifade ettiğimiz gibi tesbih, "Allah'ı, Kendisine yakışmayan niteliklerden uzak tutmak, yüceltmek, O'nun her türlü kemal sıfatlarla donanmış olduğunu kavramak ve bunu dışa yansıtmak" demektir, ki bu en geniş çerçevede İsrâ sûresi'nde yer almıştı:
* Tüm gökler/uzay, yeryüzü ve bunların içinde bulunanlar, Allah'ı noksan sıfatlardan arındırırlar. O'nun övgüsü ile birlikte noksan sıfatlardan arındırmayan hiçbir şey yoktur. Fakat siz, onların Allah'ı noksan sıfatlardan arındırmalarını iyi kavramıyorsunuz. Şüphesiz ki O, yumuşak davranandır, çok bağışlayandır. [İsrâ/44]
Aynı mesaj, Haşr sûresi'nden başka birçok sûrenin [Hadîd, Saff, Cum‘a ve Teğâbün] başında da yer almıştır.
2Allah, Kitap Ehli’nden Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimseleri, toplanmanın ilki için yurtlarından çıkarandır. Siz, onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da, şüphesiz kalelerinin, kendilerini Allah'tan koruyacağına kesinkes inanıyorlardı da Allah'ın azabı, onlara hesaba katmadıkları yerden geliverdi. Ve Allah, onların yüreklerine, evlerini kendi elleriyle ve mü’minlerin elleriyle harap edileceği korkusunu düşürdü. Ey sağduyu sahipleri! Artık ibret alın!
3Ve eğer Allah, onların hakkında sürgünü yazmamış olsaydı, kesinlikle, onları dünyada azaplandırırdı. Âhirette de onlar için Ateş'in azabı vardır.
4İşte dünyada sürgün, âhirette ateş cezası, onların Allah'a ve Elçisi'ne karşı çıkıp sırt dönmeleri nedeniyledir. Ve kim Allah'a karşı çıkıp sırt dönerse, bilsin ki, şüphesiz Allah, azabı/kovuşturması pek çetin olandır.
5Hurma ağaçlarından herhangi bir şey kesmeniz veya onları kökleri üzerinde bırakmanız hep Allah'ın izniyle/ bilgisiyle ve O'nun, hak yoldan çıkan kimseleri rezil-rüsva etmesi içindir.
Bu âyetlerde târihî olaylara değinilmekte, yaşanan olayların Allah'ın izni/bilgisi çerçevesinde gerçekleştiği ve bundan ibret alınması gerektiği bildirilmektedir. Bu târihî olayın detayı sûrenin girişinde sunulmuştu. Burada o hâdiselerin özüne değinilmektedir. Şöyle ki:
Çok zengin ve varlıklı olan Nadîroğulları, anlaşmaya ihanet edip, Mekke müşriklerinin destek ve birtakım vaatlerine kanarak Rasûlullah'ı ortadan kaldırma plânları yapıyorlardı. Bu plân ortaya çıkınca Rasûlullah, Medîne'yi on gün içinde terk etmeleri için onlara ültimatom gönderdi. Ültimatomda menkul mallarını alıp arazi ve bostanlarına vekil tayin etmelerini bildirdi. Münâfıkların elebaşısı olan Abdullah b. Ubey, onlara Medîne'den çıkmamaları ve kendilerine yardım edeceği yönünde telkinlerde bulundu. Buna kanan Nadîroğulları, Medîne'den çıkma emrine karşı gelerek savaş hazırlığına giriştiler. Rasûlullah da onları kuşattı. Münâfıklar onlara verdikleri sözü tutmadılar ve Yahûdiler daha ağır koşullarda Medîne'yi terk etmek zorunda kaldılar. Nadîroğulları'nı büyük bir korku sarmıştı. Silahlarını, ekinlerini, bostanlarını bırakıp sadece menkul mallarını götürebildiler. Ayak diretmeleri ve inatları sebebiyle, ilkine göre daha ağır koşullar altında Medîne'den sürüldüler.
Âyette dikkat çeken nokta, sürgün olayını, Allah'ın Kendisine izafe etmesidir. Bu inceliğin anlaşılması için Enfâl/17-18 âyetlerine ve onlarla ilgili şu pasaja göz atılması gerekir:
17Artık, onları siz öldürmediniz, lâkin onları Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı. Ve mü’minleri bundan güzel bir bela ile belâlandırmak/güzelce sınamak içindi. Şüphesiz Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.
18İşte! Şüphesiz Allah, kâfirlerin; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin tuzağını zayıflatandır. [Enfâl/17-18]
Bu âyetlerde, savaşın anlamı anlatılmaktadır: Savaşta insan kâtil olmaz.
Kaynaklarda bu âyetin iniş sebebine ilişkin şu bilgiler verilmiştir:
Rivâyete göre Rasûlullah'ın (s.a) ashâbı, Bedir'den geri döndüklerinde her biri kendisinin yaptıklarını söz konusu etmeye başlayarak, "Ben şu kadar kişi öldürdüm, şunu yaptım, bunu yaptım" demeye koyuldu. İşte onların bu ifadelerinden karşılıklı övünme ve benzeri hâller ortaya çıktı. Bunun üzerine, öldürenin de, her şeyi takdir edenin de Yüce Allah olduğunu, kulun ise, bu işe yalnızca kesbi ve kastı ile katıldığını bildirmek için bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Bu âyet-i kerîme, aynı zamanda, "Kulların fiilleri kullar tarafından yaratılmaktadır" diyenlerin görüşlerini de reddetmektedir. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'ân.]
Mücâhid şöyle demektedir: "Bedir günü'nde ashâb ihtilâf ederek, biri "Ben öldürdüm!"; diğeri, "Hayır, ben öldürdüm!" deyince, Allah bu âyeti inzâl buyurdu. Yani, "bu büyük bozgun ve kırma işi, bu hasar, sizin tarafınızdan olmadı. Bu, ancak Allah'ın yardımıyla gerçekleşti" demektir. Rivâyet olunduğuna göre, Kureyş ordusu gözükünce, Allah'ın Rasûlü, "İşte, Kureyş! Bütün kibri ve fahriyle, Senin Rasûlü'nü yalanlamaya geliyorlar. Allahım! Senden, bana vaat ettiğini istiyorum!" dedi. Bunun üzerine Cebrâîl gelerek, "Bir avuç toprak al ve onu onlara at!" dedi. İki ordu karşı karşıya gelince, Hz. Peygamber (s.a), Hz. Ali'ye, "Bana, bu vâdinin çakıl taşlarından bir avuç ver!" dedi. (Taşı aldığında) Hz. Peygamber bunu Kureyşlilerin yüzüne atarak, "Yüzleriniz, suratlarınız değişsin, bozulsun!" dedi. Böylece, bütün müşrikler gözleriyle meşgul oldular, akabinde de bozguna uğradılar. [Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.]
Süddî der ki: Allah Rasûlü (s.a) Bedir günü Hz. Ali'ye (r.a), "Yerden bana çakıl ver" buyurdu. Hz. Ali, üzerinde toprak olan çakılları o'na verdi de Hz. Peygamber bunu müşriklerin yüzlerine attı. Gözlerine bu topraktan bir parça girmedik hiç bir müşrik kalmadı. Sonra mü’minler peşlerine düştüler, onları ya öldürdüler ya da esir ettiler. Allah Teâlâ, Siz öldürmediniz onları, fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, ancak Allah attı âyetini indirdi.
Ebû Ma‘şer Medenî'nin Muhammed ibn Kays ve Muhammed ibn Ka‘b el-Kurâzî'den rivâyetine göre; onlar şöyle demişlerdir: "Kavim birbirlerine yaklaştığında, Allah Rasûlü (s.a) bir avuç toprak alıp bunu kavmin [müşriklerin] yüzlerine attı ve, ‘Yüzleri çirkinleşsin’ buyurdu. Onların hepsinin gözlerine girdi ve Allah Rasûlü'nün (s.a) ashâbı ilerleyip onların kimini öldürdü, kimini de esir etti. Onların hezimete uğramaları, Allah Rasûlü'nün (s.a) onlara bu şekilde toprak atması sebebiyle olmuştur. Allah Teâlâ da, Attığın zaman da sen atmadın, ancak Allah attı âyetini indirdi."
Abdurrahmân ibn Zeyd ibn Eslem, Attığın zaman da sen atmadın, ancak Allah attı âyeti hakkında der ki: Bu, Bedir günü'dür. Allah Rasûlü (s.a) üç avuç (toprak, çakıl taşı) aldı ve bir avucunu müşriklerin sağ cenahına, bir avucunu sol cenahına, bir avucunu da ortalarına attı ve, "Yüzleri çirkinleşsin" buyurdu da hezimete uğradılar. Her ne kadar bu, Huneyn günü'nde vâki olmuşsa bile Urve ibn Zübeyr, Mücâhid, İkrime, Katâde ve imamlardan bir çoğundan rivâyete göre bu, Hz. Peygamber'in (s.a) Bedir günü (müşriklerin yüzlerine toprak) atması hakkında nâzil olmuştur. [İbn Kesîr.]
Âyetteki, Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı ifadesiyle ilgili klasik eserlerde birtakım yakıştırmalar mevcuttur:
1) Müfessirlerin ekserisinin görüşüne göre, bu âyet-i kerîme Bedir günü nâzil olmuştur. Bununla kastedilen şudur: Hz. Peygamber (s.a) bir avuç toprak aldı ve onu müşriklerin yüzüne doğru serperek, "Yüzleriniz, suratlarınız değişsin, bozulsun" dedi. Bu toprak, istisnâsız olarak her bir müşriğin gözüne ve burnuna dolmuştu. Dolayısıyla bu, müşriklerin bozulmasına sebep oldu. İşte âyet-i kerîme, bu hususta nâzil olmuştur.
2) Bu âyet-i kerîme Hayber günü nâzil olmuştur. Hz. Peygamber (s.a), Hayber kalesi'nin kapısının önünde, eline yayı alıp bir ok attı. Hz. Peygamber'in bu oku, hedefini buldu ve atı üzerinde duran (kâfir) İbn Ebi'l-Hakîk'i öldürdü. İşte bunun üzerine bu âyet nâzil oldu.
3) Bu âyet, Uhud günü, Ubey b. Halef'in öldürülmesi hakkında nâzil olmuştur. Çünkü Ubey, Hz. Peygamber'e (s.a) çürümüş bir kemik getirerek, "Ey Muhammed! Şu çürüyüp un-ufak olmuş kemiği kim diriltebilir?" demişti. Hz. Peygamber (s.a) de, "Allah diriltir! Nitekim seni de öldürecek, sonra seni yeniden diriltip cehennemine sokacaktır!" buyurdu. Ubey b. Halef, Bedir günü esir alındı. Fidye verip kurtulunca, Hz. Peygamber'e (s.a) "Bir atım var. Onu, bir gün onun üzerinde seni öldürebilmek için her gün biraz mısır ile besleyeceğim" dedi. Hz. Peygamber (s.a) de, "Hayır, inşallah ben seni öldüreceğim" dedi. Uhud günü, Ubey, işte o atı üzerinde koşuşturuyordu. Derken Hz. Peygamber'e (s.a) yakın bir yere geldi. Bazı Müslümanlar, onu öldürmek için önüne dikiliverdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), "Geri durun" dedi ve ona doğru kargısını atarak onun bir kaburgasını kırdı. Onu müşrikler atına yükleyip götürürlerken yolda öldü. İşte bu âyet bu hususta nâzil olmuştur. [Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.]
Aslında, Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı ifadesi, bir deyimdir. Nitekim Araplar, "Allah senin için atsın" ifadesini kullanırlar ve bununla "Allah sana yardımcı olsun, sana zafer versin, senin lehine olacak işleri yapsın" anlamını kastederler. Buradaki ifade de, "sana yardım eden, sana zafer veren Allah'tır" demektir. [Kurtubî, Ebû Ubeyde, Mecâzu'l-Kur'ân'dan naklen.]
Bu âyet, Bedir'de zafer kazanan Rasûlullah ve mü’minlere bir ihtardır. Müslümanlar, bu zaferle şımarmamalıdırlar. Savaşı, birçok olağanüstü yardımlar yaratarak Allah kazanmıştır. Mü’minler, elde edilen başarıyı kendilerine mal etmemeli; onun Allah'ın lütfu olduğunu bilmelidirler.
Allah, Artık, onları siz öldürmediniz, lâkin onları Allah öldürdü buyurmak sûretiyle, öldürmeyi de Kendisine izafe ederek Müslüman askerlerin "kâtil" olarak isimlendirilemeyeceğine işaret etmiştir. Zira, kamu otoritesinin emir ve izniyle yapılan meşru savaşlarda adam öldürmek, öldüreni suçlu-katil yapmaz. [Tebyînu'l-Kur’ân]
5. âyetteki, bu kuşatma esnasında Nadîroğulları'nın bahçelerindeki hurma ağaçlarının kesilmesi, insanlar arasında öteden beri tartışma konusu edilmiştir. Bu konu hakkında şu görüşler ileri sürülmüştür:
Eğer, kesilme ile ilgili olarak, "Niçin özellikle hurma ağacı zikredilmiştir?" denilirse, biz deriz ki: Eğer onların, orta halli-normal hurma ağaçları var idiyse, Müslümanlar iyi cins ve bernî [has] hurma ağaçlarını kendilerine bırakmak için böyle yapmışlardır. Eğer kesilenler, son derece değerli cins hurma ağacı idiyse, bu, Yahûdileri daha çok kızdırmak ve üzmek için olmuştur.
Rivâyet olunduğuna göre, iki Müslümandan birisi o ağaçlardan iyi cins hurma ağaçlarını, diğeri ise orta hâlli hurma ağaçlarını kesiyordu. Hz. Peygamber (s.a) onlara bunun sebebini sorunca, birisi, "O iyi cins hurma ağacını Allah'ın Rasûlü'ne bıraktım" dedi. Öteki de, "İyi cins hurma ağaçlarını, o kâfir Yahûdileri iyice öfkelendirmek için kesiyorum" dedi. [Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.]
Bu buyruğun iniş sebebine gelince; Nadîroğulları Uhud günü Kureyş'in yardımı ile antlaşmayı bozmaları üzerine Peygamber (s.a), Nadîroğulları'nın el-Buveyre diye bilinen hisarlarının önünde konakladı. Onların hurma ağaçlarının kesilip yakılmasını emretti.
Bunun sebebi ya bu yolla onları zayıflatmaktı, yahut da bu hurma ağaçlarını kesmek sûretiyle yerin genişlemesini sağlamaktı. Bu Yahûdilere ağır geldi. O bakımdan Kitab Ehli ve Yahûdi olan Nadîrliler şöyle dedi: "Ey Muhammed! Sen ıslahı isteyen bir peygamber olduğunu ileri sürmüyor musun? Peki, hurma ağaçlarını kesip ağaçları yakmak ıslahın bir gereği midir? Allah'ın sana indirdiği buyruklar arasında yeryüzünde fesat çıkarmanın mübah olduğunu mu görüyorsun yoksa?"
Bu Peygamber'e (s.a) ağır geldi, mü’minler de içten içe bundan rahatsız oldular. Hatta aralarında anlaşmazlıklar çıktı. Kimileri, "Allah'ın bize ganimet olarak verdiği şeyleri kesmeyin" derken, kimileri de, "Onları bu yolla daha da öfkelendirelim diye kesin" dedi.
Bunun üzerine âyet-i kerîme, ağacın kesilmesini yasaklayanları doğrulamak ve kesenlerin de günah kazanmadıklarını belirtmek üzere indi ve böylece ağacın kesilmesinin de, kesilmemesinin de Allah'ın izni ile olduğunu haber verdi. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân]
Bize göre ise ağaçların kesiliş nedeni, âyetten de açıkça anlaşıldığına göre mü’minlerin ganimet peşinde olmayıp, sulh ve sükun peşinde olduklarını göstermek, işin ciddiyetini bildirmektir. Mü’minler, Allah rızasının dışında bir şey peşinde olsalardı, ilk koruyacakları ve sahiplenecekleri ganimet o hurma ağaçları olacaktı. Bu manzarayı gören Nadîroğulları meseleyi anlamış, daha fazla belâ çıkarmadan Medîne'den çıkıp gitmişlerdir.
Âyette sürgün toplantısı, "toplantının ilki" diye nitelenmiştir. Bu ifade birkaç şekilde anlaşılabilir:
• Birinci toplanma bu sürgün toplanması; ikincisi de âhiretteki hesap için toplanmadır.
• Sürgün için toplanma birinci toplanma; daha sonra halife Ömer döneminde bulundukları Hayber'den de Necid ve Ezriât'e sürgün edilmeleri de ikinci toplanma olabilir. Buma göre Kur’ân, gelecekten haber vermiş ve bu haber aynıyla gerçekleşmiştir. Bu da Allah'ın bir mucizesidir.*
*İşte Kuran, Haşr Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz