Hatalı Çevrilen Ayetler
103Hacc Suresi 39-41
Hatalı Çeviri:
39. Kendileriyle savaşılanlara (müminlere), zulme uğramış olmaları sebebiyle, (savaş konusunda) izin verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma mutlak surette kadirdir.
40. Onlar, başka değil, sırf «Rabbimiz Allah'tır» dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi. Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.
41. Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah'a varır.
Doğru Çeviri:
39-41Kendilerine savaş açılan kimselere, kendileri haksızlığa uğramaları; onlar, başka değil sırf “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle savaşmalarına izin verildi.
Ve şüphesiz ki Allah, onları zafere ulaştırmaya en iyi gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri; çarşı-pazar, tüm salat; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan mescitler yerle bir edilirdi.
Allah, Kendisine yardım edenlere –kendilerini yurtlandırıp güçlendirirsek salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan], zekat'ı; Allah’ın dininin yayılması, ayakta tutulması, salâtın ikame edilebilmesi için müminlerin iman borcu; kulluk görevi olarak içtenlikle verdiği vergiyi veren, örfe uygun/herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden ve vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeylerden uzak tutan kimselere– kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, çok güçlüdür, mutlak galiptir. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir.
Bu âyet grubunda Allah, mü’minleri koruyacağını, mağdur etmeyeceğini bildirdikten sonra, buna örnek olarak da kendilerini, yurtlarını ve dinlerini koruyabilmeleri için savaşa izin verdiğini beyân etmiştir. Sonra da sulh ortamında yapılması gerekenleri; mü’minlerin Allah'ın yardımcıları, Kendisinin de mü’minlerin yardımcısı olduğunu; kâfirleri-nankörleri sevmediğini ve onları mutlu etmeyeceğini bildirmiştir:
• Şüphesiz Allah, inananları savunur, aşırı hâin ve son derece nankörlerin hiç birini sevmez.
• Kendilerine savaş açılan kimselere, zulme uğramaları, sırf "Rabbimiz Allah'tır" dedikleri için hakksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle izin verildi.
• O nedenle zulme uğrayan, saldırıya maruz kalan, özgürlüğü ve insan hakkları elinden alınan Müslümanların, zulüm ortadan kalkıp hakklarını, özgürlüklerini ve onurlu hayat hakklarını garantiye alana kadar kendilerini savunma, zulme başkaldırma hakları vardır. Özgürlüğün, insan hakklarının, adaletin ve güvenliğin garanti altına alınması için savaştan başka seçenek yoktur.
Bundan sonra da, Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri; çarşı-pazar, tüm Salat; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan mescitler yerle bir edilirdi" diye savaşın gerekçesi açıklanmış ve mü’minlere de, "Allah, Kendisine yardım edenlere –kendilerini yurtlandırıp güçlendirirsek salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan], zekâtı/vergilerini veren, örfe uygun/herkesçe kabul gören iyi şeyleri emreden ve vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeylerden alıkoyan kimselere– kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, çok güçlüdür, mutlak galiptir. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir" buyurularak güvence verilmiştir.
صوامع SAVAMİU
Ayette geçen " صوامع savamiu" kelimesi klasik kabulle "manastırlar", " بيع biyeu" kelimesi de "kiliseler" şeklinde tercüme edilmiştir. Sözcüklerin "lam-ı tarifsiz nekre olarak gelişi ve صلوات salavâtü sözcüğünün klasik anlayışta İbraniceden Arapçalaştırılmış olduğunun kabul edilişi, bizi de herkes gibi gaflete düşürdü. Bu nedenle صوامع savâmiu, بيع biyeu, ifadeleri üzerinde araştırma yapmamıştık.
Bu durum karşısında da Allah’ın, kilise ve havralara onay verdiği anlaşılmaktadır. Bu günkü ve Kur’an indiği dönemdeki havralar ve kiliselerin Allah ve Müminler tarafından tasvib edilecek bir yanı olmadığından bu durumu, ilk halleri, yani Musa’nın dönemindeki havralar; İsa’nın dönemindeki kiliseler olarak zorlama bir anlam benimsemiştik.
Ne var ki dostlarımızın uyarması nedeniyle yaptığımız araştırmalar sonucu söz konusu kelimeler ile ilgili bazı bulgular elde edip sözcüğün Arapça olduğunu tespit edip ayetteki sözcüklerin de gerçek anlamlarına ulaştık.
" صوامع Savâmiu" sözcüğünün kökü, " صمع samea"dır. Yani kök harfler " ص sad مmim ve ع ayndır. Bu sözcük, "küçük kulak", "küçük topuk", "keskin zekâ" anlamlarındadır. Bu sözcüğün türevlerinden olan " صماء samâe" ve صومة savmenin şu anlamları vardır:
Dikenli bitki (kediotu),
Bitkilerin filizi,
Olgunlaşmış, toplanmış, saklanmış bakla (baklagiller),
Ağacın en tepesindeki meyve, açılmamış tomurcuk, gonca (Ebu Hanifeye göre),
Heybe (yolculukta, özellikle de hayvan üzerinde yapılan yolculukta içine öteberi konulan iki gözlü torba).
" صs مm عa" kökünün türevlerinden olan ismi tafdili ( أصمعesma’u" kalıbı) şöyle kullanılmaktadır:
الكعب لأصمعEl ka’bül esma, Güzel düzgün topuk
النبت الأصمعEl nebtül essma’, meyve veren, sökülmeyen bitki, meyvesi olgunlaşan, toplanıp saklanan bitki
الريش الأصمعEr Riyşü esma’, yeni, güzel, açılmış uzunca yatak
القلب الأصمعEl kalbül esama’, zeki, uyanık kalp.
صومةSavma, Hıristiyanların evi, rahiplerin fener kulesi.
صومة Birbirine yapışık olan her türlü bina.
İbn-i Ali, "Savamiu" papazların külahı" demiştir. [LİSAN, TAC ve MÜFREDAT صs مm عa mad]
Görülüyor ki Araplar, bu sözcüğün türevlerini farklı şeylere ad yapmışlardır. Bu anlamların alakası; ana ekseni, "küçük bir şeyin büyük bir şeye yapışıklığıdır. Başa kulak, kulağa küpe; binaya kule, baca; başa külah, şapka, ağaca tomurcuk, meyve, toprağa bitki; ... gibi.
صوامع Savâmiu sözcüğünü, صماء samâe ve صومة savmenin çoğulu olarak ele aldığımızda, nekreliği de dikkate alarak sözcüğün anlamını "filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi" diye ifade edebiliriz.
بيع Biyeu
Bu sözcük de klasik anlayışta, " بيعةbiyatın çoğulu olarak ele alınmış ve Hıristiyanların kiliseleri olarak kabul görmüştür. Hatta bazılarına göre de Yahudilerinin kiliseleridir. [Tac ve Lisan]
Haddizatında yine kadim lügatlerde " بيعbiyeun" sözcüğünün tekili olan " بيعة biat" sözcüğünün " هيئة البيع hey’tül bey’ı (alış- verişin şekli)" olduğu da yer alır. [Lisan ve TAC).] Sözcüğün Arapça kökenli olduğu kesin olduğuna göre "kilise" ile "alış- veriş" ifadesinin arasında bir alaka da bulunmamaktadır.
" بيع Biyeu" sözcüğü, ezdattan (karşıt anlamın ikisini de ifade eden sözcüklerden) olan, "satın alma ve satma; alış-veriş" anlamındaki " بb ىy عa"nın türevlerinden olup, halliyet (bir mekân içinde bulunan şeyi zikredip mekânını kastetme) mecazı mürseliyle ve sözcüğün nekreliğiyle "tüm alış veriş yerleri; çarşı-pazar" demektir.
صلوات Salâvat
Kılasik kaynaklar ayetteki "Salâvat" sözcünü Arapçadaki "salât" sözcüğünün çoğulu olan "salâvat" olmayıp İbraniceden gelme "Saluta" sözcüğünden Arapçalaşmış bir sözcük olduğunu yazdılar. Birçok yerde açıkladığımız gibi "salâvat", "salât"ın çoğuludur. Burada da Halliyet mecazi mürseliyle "tüm Salât; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) demektir.
Durum bu olunca bir de Rabbimizin Bakara/251’deki savaşın gerekçelerinde beyan buyurduğu "Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü kesinlikle bozulur giderdi. " ifadesi dikkate alındığında ayetteki sözcüklerin gerçek Arapça anlamlarının dikkate alınması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Böylece Rabbimizin Bakara/251’deki "yeryüzü kesinlikle bozulur giderdi" ifadesi Hacc/40 ta " ... Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, filiz, tomurcuk, ağaçtaki meyve, toplanmış tahıl, bakliyat, kıraç arazide diken, yapılı bina ne varsa hepsi, tüm alış-veriş yerleri; çarşı-pazar, tüm Salât; destek yerleri (iş; istihdam ve istihsal yerleri, eğitim öğretim kurumları ve güvenlik merkezleri) ve içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan mescitler yerle bir edilirdi." şekliyle bizzat Allah tarafından açıkça tefsir edilmiş bulunmaktadır.
Bu açıklamalardan sonra kesin olarak diye biliriz ki konumuz olan ayetteki " يذكر فيها yüzkerü... "cümlesi, sadece ayetteki " مساجد Mesacidü" sözcüğünün sıfatı olup " فيها fiha" zamiri de مساجد mesacid sözcüğüne râci olup sıfat cümlenin anlamı "içinde Allah’ın zikredildiği mescitler" şeklindedir. Açıkça birleri, mevcut kiliseleri, havraları ve manastırları meşrulaştırmak için epey vakit harcamış, zemin hazırlamış.
Savaşa izin verildiği ilk kez Bakara sûresi'nde zikredilmişti:
216Ve savaş sizin için hoş olmayan bir şey olmasına rağmen, size zorunlu görev olarak verildi. Olabilir ki siz, sizin için hayırlı olan bir şeyden hoşlanmazsınız. Yine olabilir ki, siz, sizin için kötü, zararlı olan bir şeyi seversiniz. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz. [Bakara/216]
244Ve Allah yolunda savaşın. Şüphesiz Allah'ın en iyi işiten ve en iyi bilen olduğunu da bilin. [Bakara/244]
190Ve sizinle savaşan kimselerle Allah yolunda savaşın; ölün, öldürün. Ve sınırı aşmayın. Şüphesiz Allah, sınırı aşanları sevmez.
191Ve onları nerede yakalarsanız öldürün, çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Ve insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemek, öldürmeden daha şiddetlidir. Mescid-i Harâm; dokunulmaz ilâhiyat eğitim merkezi yanında onlar, orada sizinle savaşmadıkça da onlarla savaşmayın. Buna rağmen onlar, sizinle savaşırlarsa, hemen onları öldürün. kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedenlerin cezası işte böyledir.
192Bununla beraber, eğer vazgeçerlerse, biliniz ki şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
193Ve de insanları dinden çıkarmak; ortak koşmaya, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeye sürüklemek faaliyeti kalmayıp din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık eğer vazgeçerlerse, düşmanlık, kendi benliklerine haksızlık edenlerden başkasına yoktur. [Bakara/190-193]
251Sonra da, Allah'ın izniyle/bilgisiyle Câlût ve ordusunu bozguna uğrattılar. Dâvûd da Câlût'u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri verdi. Ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü kesinlikle bozulur giderdi. Fakat Allah, âlemler üzerinde büyük bir armağan sahibidir. [Bakara/251]
Bu âyetin iniş sebebi hakkında şu nakledilmiştir:
Rivâyete göre bu âyet-i kerîme mü’minler dolayısıyla nâzil olmuştur. Şöyle ki: Mü’minler Mekke'de sayıca çoğalıp kâfirler onlara eziyet ve işkenceler yapınca, onların bir bölümü Habeşistan'a hicret etti. Mekke'de kalan birtakım mü’minler de imkân bulduğu kâfirleri öldürmek, suikast tertiplemek, emanetlerine hâinlik etmek ve hile yapmak istediler. Bunun üzerine bu âyeti kerîme, ...nankörlük edenlerin hiç birisini sevmez buyruğuna kadar nâzil oldu. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
Şüphesiz Allah, inanan kullarını, savaşmaksızın da gâlip kılmaya kâdir'dir. Ancak O, kullarının Kendine ne derece itaat edeceklerini denemek için savaşmalarını emretmiştir:
4-6Artık Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimselerle karşılaştığınız/savaştığınız zaman, hemen boyunları vuruş .../ölümüne savaşın. Sonra onlara üstün geldiğiniz zaman, hemen bağı sıkı bağlayın/sağlam kararlar alın. Sonra harp; bozum yapma işi ağırlıklarını atıp savaş bitince de onları ya karşılıksız olarak, ya da kurtulmalık karşılığı salıverin. İşte! Eğer Allah dileseydi elbette onları cezalandırıp adaleti sağlardı. Fakat böyle olması, sizi birbirinizle denemek içindir. Allah yolunda öldürülen/öldüren/savaşan kimselere gelince; artık Allah, onların amellerini asla boşa çıkarmaz. Allah onları kılavuzlayacak, durumlarını düzeltecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete girdirecektir. [Muhammed/4-6]
14,15Onlarla savaşın ki, Allah, sizin ellerinizle onları cezalandırsın ve onları rezil-rüsva etsin. Sizi de, onlara karşı muzaffer kılsın ve mü’min bir toplumun göğüslerine şifa versin, göğüslerinin kinini gidersin. Allah, dilediğinin tevbesini de kabul eder. Ve Allah, çok iyi bilendir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
16Sizden çaba harcayanları, Allah'ın Elçisi'nden ve inananların astlarından sırdaş/can dostu edinmeyenleri Allah ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Ve Allah, yaptıklarınızdan çok iyi haberi olandır. [Tevbe/14-16]
142Yoksa Allah, içinizden çaba harcayanları bildirmeden, sabredenleri de bildirmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? [Âl-i İmrân/142]
31Ve kesinlikle Biz, içinizden çaba gösterenleri ve sabredenleri bildirmemiz/ortaya çıkarmamız için sizi yıprandıracağız/denemeye tâbi tutacağız. Haberlerinizi de yıprandıracağız/denemeye tâbi tutacağız. [Muhammed/31]
Âyetin son bölümünde de, Allah, Kendisine yardım edenlere; eğer kendilerine yeryüzünde bir güç verilirse salâtı ikâme eden, zekâtı veren, ma‘rûfu emreden ve münkerden alıkoyan kimselere kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, kavî'dir [çok güçlüdür], azîz'dir [mutlak gâliptir].İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir buyurularak, gerçek mü’minlere yardım edileceği taahhüt ediliyor:
7Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz, Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar. 8İnkâr eden kişiler ise, artık yıkım onlara! Ve Allah, onların işlerini saptırtmıştır. 9Bu, şüphesiz onların, Allah'ın indirdiklerini beğenmediklerinden dolayıdır. Artık Allah da onların amellerini boşa çıkarmıştır. [Muhammed/7-9]
171-173Ve andolsun ki gönderilen kullarımız/elçilerimiz hakkında bizim sözümüz geçmiştir: "Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip gelenlerin ta kendisidir." [Sâffât/171-173]
21Allah: "Elbette, Ben ve elçilerim galip geleceğiz" diye yazmıştır. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır. [Mücâdele/21]
Kur’ân'da, Allah'ın birçok yardımı somut olarak gösterilmiştir:
61İki topluluk birbirini görünce, Mûsâ'nın ashâbı "Şüphesiz biz, kesinlikle kıstırıldık" dediler.
62Mûsâ: "Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Şüphesiz Rabbim benimledir, bana yol gösterecektir" dedi.
64Ötekilerini de oraya yaklaştırdık.
65,66Ve Mûsâ ve beraberindekilerin hepsini kurtardık, sonra da ötekileri suda boğduk. [Şu‘arâ/61-66]
40Eğer siz, Elçi'ye yardım etmezseniz, bilin ki Allah O'na kesinlikle yardım etmiştir. Hani o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kişiler, o'nu ikinin ikincisi olarak çıkarmışlardı. Hani ikisi mağarada idiler. Hani O, arkadaşına "Üzülme, şüphesiz Allah bizimle beraberdir" diyordu. Bunun üzerine Allah, O'nun üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygularını/morallerini içlerine koymuş, O'nu sizin görmediğiniz askerlerle güçlendirmiş ve kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişilerin sözünü en alçak yapmıştı. Allah'ın kelimesi de en yücenin ta kendisidir. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. [Tevbe/40]
123-127Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye size Bedir'de yardım etti: Hani sen inananlara, "Rabbinizin, indirilen/hulûl ettirilen üç bin haberci âyetle size yardım etmesi size yetmez mi?" diyordun. Eğersabrederve Allah'ın koruması altına girerseniz, evet sizi Rabbiniz destekler. Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size işaretlenmiş /eğiten/gönderilmiş beş bin haberci âyetle yardım eder. Ve Allah, bu yardımı size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu yardım, sırf Allah, kâfirlerden;Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmişolan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olan veen iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapanAllah katındandır. Öyleyse Allah'ın koruması altına girin. [Âl-i İmrân/123-127]
25Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani çokluğunuz size güven vermişti de onun size bir yararı olmamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra da arkanızı dönüp kaçmıştınız. [Tevbe/25]
114,115Ve andolsun ki Biz, Mûsâ ile Hârûn'a da nimetler verdik. Ve o ikisini ve toplumlarını o büyük sıkıntıdan kurtardık.
116Ve Biz, onlara yardım ettik de onlar galip gelenlerin ta kendileri oldular. [Saffat/114-116]
51Şüphesiz Biz, elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit dünya yaşamında ve şâhitlerin kalktığı/şâhitlik edecekleri günde kesinlikle yardım ederiz. [Mü’min/51]
139Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan sizsiniz. [Âl-i İmrân/139]
38. âyette, Şüphesiz Allah, inanan kimseleri savunur. Şüphesiz Allah, aşırı hâin ve son derece nankörlerin tümünü sevmez buyurularak, Allah'ın hâinleri sevmediği vurgulanmıştır:
27,28Ey iman etmiş kimseler! Allah'a ve Elçi'ye ihânet etmeyin. Bile bile kendi emanetlerinize de ihânet etmeyin. Şüphesiz mallarınızın ve evlatlarınızın, kesinlikle imtihan aracı; sizi dinden çıkaracak birer varlık olduğunu ve kesinlikle de Allah katında çok büyük ecir olduğunu bilin. [Enfâl/27-28]
58Eğer bir toplumdan; hâinlik yapmasından korkarsan, aynı şekilde antlaşmayı bozduğunu kendilerine bildir. Şüphesiz Allah, hâin kimseleri sevmez. [Enfâl/58]*
*İşte Kuran, Hacc Suresi