Hatalı Çevrilen Ayetler
113Tevbe Suresi 42-63
Hatalı Çeviri:
42. Eğer yakın bir dünya malı ve kolay bir yolculuk olsaydı (o münafıklar) mutlaka sana uyup peşinden gelirlerdi. Fakat meşakkatli yol onlara uzak geldi. Gerçi onlar, «Gücümüz yetseydi mutlaka sizinle beraber çıkardık» diye kendilerini helâk edercesine Allah'a yemin edecekler. Halbuki Allah onların mutlaka yalancı olduklarını biliyor.
43. Allah seni affetti. Fakat doğru söyleyenler sana iyice belli olup, sen yalancıları bilinceye kadar onlara niçin izin verdin?
44. Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla canlarıyla savaşmaktan (geri kalmak için) senden izin istemezler. Allah takvâ sahiplerini pek iyi bilir.
45. Ancak Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp, kuşkuları içinde bocalayanlar senden izin isterler.
46. Eğer onlar (savaşa) çıkmak isteselerdi elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah onların davranışlarını çirkin gördü ve onları geri koydu; onlara «Oturanlarla (kadın ve çocuklarla) beraber oturun!» denildi.
47. Eğer içinizde (onlar da savaşa) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı ve mutlaka fitne çıkarmak isteyerek aranızda koşarlardı. İçinizde, onlara iyice kulak verecekler de vardır. Allah zalimleri gayet iyi bilir.
48. Andolsun onlar önceden de fitne çıkarmak istemişler ve sana nice işler çevirmişlerdi. Nihayet hak geldi ve onlar istemedikleri halde Allah'ın emri yerini buldu.
49. Onlardan öylesi de var ki: «Bana izin ver, beni fitneye düşürme» der. Bilesiniz ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Cehennem, kâfirleri mutlaka kuşatacaktır.
50. Eğer sana bir iyilik erişirse, bu onları üzer. Ve eğer başına bir musibet gelirse, «İyi ki biz daha önce tedbirimizi almışız» derler ve böbürlenerek dönüp giderler.
51. De ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim mevlâmızdır. Onun için müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.
52. De ki: Siz bizim için ancak iki iyilikten birini beklemektesiniz. Biz de, Allah'ın, ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azap vermesini bekliyoruz. Haydi bekleyin; şüphesiz biz de sizinle beraber beklemekteyiz.
53. De ki: İster gönüllü verin ister gönülsüz, sizden (sadaka) asla kabul olunmayacaktır. Çünkü siz yoldan çıkan bir topluluk oldunuz.
54. Onların harcamalarının kabul edilmesini engelleyen, onların Allah ve Resûlünü inkâr etmeleri, namaza ancak üşenerek gelmeleri ve istemeyerek harcamalarından başka bir şey değildir.
55. (Ey Muhammed!) Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla, ancak dünya hayatında onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor.
56. (O münafıklar) mutlaka sizden olduklarına dair Allah'a yemin ederler. Halbuki onlar sizden değillerdir, fakat onlar (kılıçlarınızdan) korkan bir toplumdur.
57. Eğer sığınacak bir yer yahut (barınabilecek) mağaralar veya (sokulabilecek) bir delik bulsalardı, koşarak o tarafa yönelip giderlerdi.
58. Onlardan sadakaların (taksimi) hususunda seni ayıplayanlar da vardır. Sadakalardan onlara da (bir pay) verilirse razı olurlar, şayet onlara sadakalardan verilmezse hemen kızarlar.
59. Eğer onlar Allah ve Resûlünün kendilerine verdiğine razı olup, «Allah bize yeter, yakında bize Allah da lütfundan verecek, Resûlü de. Biz yalnız Allah'a rağbet edenleriz» deselerdi (daha iyi olurdu).
60. Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri (İslâm'a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda olana, yolda kalana mahsustur. Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir.
61. (Yine o münafıklardan:) O (Peygamber, her söyleneni dinleyen) bir kulaktır, diyerek peygamberi incitenler de vardır. De ki: O, sizin için bir hayır kulağıdır. Çünkü o Allah'a inanır, müminlere güvenir ve o, sizden iman edenler için de bir rahmettir. Allah'ın Resûlüne eziyet edenler için mutlaka elem verici bir azap vardır.
62. Rızanızı almak için size (gelip) Allah'a and içerler. Eğer mümin iseler Allah ve Resûlünü razı etmeleri daha doğrudur.
63. (Hâla) bilmediler mi ki, kim Allah ve Resûlüne karşı koyarsa elbette onun için, içinde ebedî kalacağı cehennem ateşi vardır. İşte bu büyük rüsvaylıktır.
Doğru Çeviri:
42Eğer sefer, yakın bir genişlik; kazanç ve sıradan bir sefer olsaydı, onlar kesinlikle seni izlerlerdi. Fakat o yapılması zor olan iş kendilerine uzak geldi. Bununla beraber, “Bizim de gücümüz yetseydi, kesinlikle sizinle beraber elbette çıkardık” diye Allah'a yemin edecekler –kendilerini yıkıma uğratıyorlar– ve Allah biliyor ki onlar, kesinlikle yalancı kimselerdir.
43Allah, seni affetti. Doğru kimseler, sana iyice belli oluncaya ve sen yalancıları bilinceye kadar, niçin onlara izin verdin?
44Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseler, mallarıyla ve canlarıyla çaba harcamaya senden izin istemezler. Ve Allah, o Kendi koruması altına girmiş kimseleri en iyi bilendir.
45Senden izin isteyenler, sadece Allah'a ve âhiret gününe inanmayan ve kalpleri şüpheye düşüp de şüphelerinin içinde bocalayıp duran kişilerdir.
46Ve eğer çıkışı isteselerdi, kesinlikle çıkış için birtakım hazırlık yaparlardı. Fakat Allah, onların gönderilmelerini hoş görmedi de onları yoldan alıkoydu. –Ve “Oturun oturanlarla beraber!” denildi.–
47Eğer sizin içinizde çıkmış olsalardı, sadece bozgunculuğu artıracaklardı ve kesinlikle aranıza sosyal yangın sokmak için koşacaklardı. İçinizde onlara kulak verecekler de vardı. Ve Allah, o yanlış davrananları; kendi zararlarına iş yapanları çok iyi bilendir.
48Andolsun ki onlar, bundan önce de insanları dinden çıkarmak istediler ve sana türlü işler çevirdiler. Sonunda hak geldi ve onlar istemedikleri hâlde Allah'ın emri açığa çıktı.
49Onlardan bazı kimseler, “Bana izin ver, beni sosyal yangına düşürme/başımı belaya sokma!” derler. Gözünüzü açın! Onlar sosyal yangının içine düştüler. Cehennem de kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseleri çepeçevre kuşatıcıdır.
50Eğer sana bir iyilik dokunursa fenalarına gider. Eğer sana bir musibet dokunursa, “Biz kesinlikle tedbirimizi önceden almıştık” derler. Ve onlar, sevinenler olarak yan çizip giderler.
51De ki: “Hiçbir zaman bize Allah'ın bizim için yazdığından başkası dokunmaz. O, bizim mevlamızdır. Onun için mü’minler, yalnızca Allah'a işin sonucunu havale etsinler.”
52De ki: “Siz, bize iki güzelliğin birinden başkasını mı gözetirsiniz? Biz ise size, Allah'ın Kendi katından veya bizim elimizle bir azap indirmesini gözetiyoruz. Haydi, siz gözetedurun, şüphesiz biz de sizinle beraber gözetenleriz.”
53De ki: “İsteyerek veya istemeyerek Allah yolunda harcama yapın; sizden hiçbir zaman kabul edilmeyecektir. Şüphesiz siz, hak yoldan çıkanların toplumu oldunuz.”
54Ve onların yaptıkları harcamaların kendilerinden kabul olunmasına, sadece, onların küfretmesi; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri, O'nun Elçisi'nin gerçek elçi oluşunu bilerek reddetmeleri ve salâta [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmaya; toplumu aydınlatmaya] sadece tembel tembel gitmeleri, Allah yolunda harcamalarını da ancak istemeyerek yapmaları engel oldu.
55Öyleyse onların malları ve evlatları seni imrendirmesin. Ancak Allah, bunlarla, onları basit dünya yaşamında cezalandırmak, onlar kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden birileri iken canlarını çıkarmak istiyor.
56Sizden olmadıkları hâlde, şüphesiz kendilerinin kesinlikle sizden olduğuna dair Allah'a yemin de ederler. Velâkin onlar, korkup duran bir topluluktur.
57Eğer onlar, sığınacak bir yer veya barınacak mağaralar veyahut girilecek bir delik bulsalardı, kesinlikle başlarını dikerek o tarafa doğru yönelirlerdi.
58Onlardan bazıları da, sadakalar hakkında sana dil uzatan kimselerdir. Ki, o sadakalardan kendilerine verilmişse hoşnut olurlar, verilmemişse hemen öfkeleniverirler.
59Ve keşke onlar, Allah ve Elçisi'nin kendilerine verdiğine razı olsalardı. Ve “Bize Allah yeter. Allah, yakında bize armağanlar verecektir, Elçisi de. Şüphesiz biz, sadece Allah'a rağbet edenleriz” deselerdi.
60Kesinlikle, Allah tarafından bir taksim/zorunlu görev olarak sadakalar/ kamunun gelirleri ancak fakirler, miskinler/ yoksullar, işsizler, o iş üzerine çalışan görevliler/ kamu görevlileri, kalpleri İslâm'a ısındırılacaklar, özgürlüğü olmayan köleler, ağır borç altındakiler, Allah yolundakiler [askerler, öğrenci ve öğretmenler], yolda kalmışlar içindir. Allah, her şeyi en iyi bilendir ve en iyi yasa koyandır.
61Yine onlardan bazıları, Peygamber'i inciten ve “O, kendisine söylenen her şeyi dinleyip tasdik eden biridir!” diyen kimselerdir. De ki: “Sizin için bir hayır kulağıdır; Allah'a inanır, mü’minlere inanır ve sizden iman edenlere de bir rahmettir.” Ve Allah'ın Elçisi'ni inciten kimseler, acıklı bir azap kendileri için olanlardır.
62Sizi hoşnut etmek için, sizin için Allah'a yemin ederler. Bunlar, eğer mü’min iseler Allah'ı ve Elçisi'ni razı etmeleri daha doğrudur.
63Şüphesiz kim Allah ve Elçisi'yle boy ölçüşmeye kalkarsa, şüphesiz onun için içinde sonsuza dek kalanlar olarak cehennem ateşi olduğunu bilmediler mi? İşte bu, en büyük rüsvalıktır.
42Eğer sefer, yakın bir genişlik; kazanç ve sıradan bir sefer olsaydı, onlar kesinlikle seni izlerlerdi. Fakat o yapılması zor olan iş kendilerine uzak geldi. Bununla beraber, “Bizim de gücümüz yetseydi, kesinlikle sizinle beraber elbette çıkardık” diye Allah'a yemin edecekler –kendilerini yıkıma uğratıyorlar– ve Allah biliyor ki onlar, kesinlikle yalancı kimselerdir.
43Allah, seni affetti. Doğru kimseler, sana iyice belli oluncaya ve sen yalancıları bilinceye kadar, niçin onlara izin verdin?
44Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseler, mallarıyla ve canlarıyla çaba harcamaya senden izin istemezler. Ve Allah, o Kendi koruması altına girmiş kimseleri en iyi bilendir.
45Senden izin isteyenler, sadece Allah'a ve âhiret gününe inanmayan ve kalpleri şüpheye düşüp de şüphelerinin içinde bocalayıp duran kişilerdir.
46Ve eğer çıkışı isteselerdi, kesinlikle çıkış için birtakım hazırlık yaparlardı. Fakat Allah, onların gönderilmelerini hoş görmedi de onları yoldan alıkoydu. –Ve “Oturun oturanlarla beraber!” denildi.–
47Eğer sizin içinizde çıkmış olsalardı, sadece bozgunculuğu artıracaklardı ve kesinlikle aranıza sosyal yangın sokmak için koşacaklardı. İçinizde onlara kulak verecekler de vardı. Ve Allah, o yanlış davrananları; kendi zararlarına iş yapanları çok iyi bilendir.
48Andolsun ki onlar, bundan önce de insanları dinden çıkarmak istediler ve sana türlü işler çevirdiler. Sonunda hak geldi ve onlar istemedikleri hâlde Allah'ın emri açığa çıktı.
49Onlardan bazı kimseler, “Bana izin ver, beni sosyal yangına düşürme/başımı belaya sokma!” derler. Gözünüzü açın! Onlar sosyal yangının içine düştüler. Cehennem de kâfirleri; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseleri çepeçevre kuşatıcıdır.
50Eğer sana bir iyilik dokunursa fenalarına gider. Eğer sana bir musibet dokunursa, “Biz kesinlikle tedbirimizi önceden almıştık” derler. Ve onlar, sevinenler olarak yan çizip giderler.
51De ki: “Hiçbir zaman bize Allah'ın bizim için yazdığından başkası dokunmaz. O, bizim mevlamızdır. Onun için mü’minler, yalnızca Allah'a işin sonucunu havale etsinler.”
52De ki: “Siz, bize iki güzelliğin birinden başkasını mı gözetirsiniz? Biz ise size, Allah'ın Kendi katından veya bizim elimizle bir azap indirmesini gözetiyoruz. Haydi, siz gözetedurun, şüphesiz biz de sizinle beraber gözetenleriz.”
53De ki: “İsteyerek veya istemeyerek Allah yolunda harcama yapın; sizden hiçbir zaman kabul edilmeyecektir. Şüphesiz siz, hak yoldan çıkanların toplumu oldunuz.”
54Ve onların yaptıkları harcamaların kendilerinden kabul olunmasına, sadece, onların küfretmesi; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmeleri, O'nun Elçisi'nin gerçek elçi oluşunu bilerek reddetmeleri ve salâta [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmaya; toplumu aydınlatmaya] sadece tembel tembel gitmeleri, Allah yolunda harcamalarını da ancak istemeyerek yapmaları engel oldu.
55Öyleyse onların malları ve evlatları seni imrendirmesin. Ancak Allah, bunlarla, onları basit dünya yaşamında cezalandırmak, onlar kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden birileri iken canlarını çıkarmak istiyor.
56Sizden olmadıkları hâlde, şüphesiz kendilerinin kesinlikle sizden olduğuna dair Allah'a yemin de ederler. Velâkin onlar, korkup duran bir topluluktur.
57Eğer onlar, sığınacak bir yer veya barınacak mağaralar veyahut girilecek bir delik bulsalardı, kesinlikle başlarını dikerek o tarafa doğru yönelirlerdi.
58Onlardan bazıları da, sadakalar hakkında sana dil uzatan kimselerdir. Ki, o sadakalardan kendilerine verilmişse hoşnut olurlar, verilmemişse hemen öfkeleniverirler.
59Ve keşke onlar, Allah ve Elçisi'nin kendilerine verdiğine razı olsalardı. Ve “Bize Allah yeter. Allah, yakında bize armağanlar verecektir, Elçisi de. Şüphesiz biz, sadece Allah'a rağbet edenleriz” deselerdi.
51. ayette konu edilen Allah’ın yazdığı şey, Allah’ın zafer va’dıdır.
MÜCADELE 21Allah: "Elbette, Ben ve elçilerim galip geleceğiz" diye yazmıştır. Şüphesiz Allah, her şeye gücü yetendir, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır.
21. âyette de, Allah, "Elbette Ben ve elçilerim gâlip geleceğiz" yazmıştır. Şüphesiz Allah kavî'dir, azîz'dir buyurulmuştur. Allah'ın dediğinin olacağı, dininin ve Elçisi'nin önünde kimsenin duramayacağı birçok âyette vurgulanmıştır:
21Ve o'nu satın alan Mısırlı kişi, karısına: "Bunun yerini şerefli tut. Bize yararlı olabilir ya da o'nu evlat ediniriz" dedi. Ve Biz, Yûsuf'u böylece yeryüzünde yerleştirdik ... ve kendisine olayların/sözlerin ilk anlamlarının ne olduğuna dair bilgileri öğretelim diye... Ve Allah, emrinde galiptir. Fakat insanların çoğu bilmezler. [Yûsuf/21]
171-173Ve andolsun ki gönderilen kullarımız/elçilerimiz hakkında bizim sözümüz geçmiştir: "Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip gelenlerin ta kendisidir." [Saffat/171-173]
51Şüphesiz Biz, elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit dünya yaşamında ve şâhitlerin kalktığı/şâhitlik edecekleri günde kesinlikle yardım ederiz.
52O gün şirk koşarak yanlış, kendi zararlarına iş yapan kimselere özür dilemeleri yarar sağlamaz. Ve onlara dışlanarak mahrum bırakılma vardır, yurdun en kötüsü de onlar içindir. [Mü’min/51-52]
52-53
Mezkur ayet-i kerime Ced bin Kays isimli bir münafık hakkında nazil olmuştur. Bu münafık savaşa katılmamak için Hz. Peygamber'den (s.a) izin isteyip, O'na «Ben sana malımı vereceğim, kendim gelmeyeceğim» deyince Allah Teâlâ onun aleyhine olmak üzere bu ayeti nazil etmiştir.
Yani Ey Muhammed! Bu münafığa ve benzerlerine de ki: «İster gönüllü ister gönülsüz malınızı harcayın. Bu harcadığınız malın hiçbiri sizden kabul edilmeyecek. Çünkü bu harcama Allah için yapılmamıştır.»
İkinci Mesele
İbn Abbas (r.a), bu ayetin, Ced b. Kays'in, Hz. Peygamber (s.as)'e, "Bana müsaade et, savaşa katılmayayım. Sana şu malımla yardım ederim" dediği zaman, onun hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Bil ki, ayetin nüzul sebebi hususî ise de, hükmü umumidir.
Cenâb-ı Hak daha sonra, "Sizden hiç bir şey kabul olunmayacak" buyurmuştur. Bu ifade ile, Hz. Peygamber (s.a.s)'in, onlardan infak edecekleri mallan kabul etmemesi kastedilmiş olabileceği gibi, infâk edilen o malların Allah katında makbul olmayacakları manası da kastedilmiş olabilir.
58-59. âyetlerde, Onlardan bazıları da, sadakalar hakkında sana dil uzatan kimselerdir. Ki, o sadakalardan kendilerine verilmişse hoşnut olurlar, verilmemişse hemen öfkeleniverirler buyurularak, Rasûlullah'ı eleştirmeye kalkışanlar konu edilmişlerdir. Bunların kimliğiyle ilgili şu bilgiler ulaşmıştır:
Ebû Sa‘îd (r.a) şöyle demiştir: Hz. Peygamber (s.a), mal taksim ediyordu. Derken o'nun yanına, Mikdâd ibn Zî'l-Huvaysıra, et-Temîmî denilen, Hurkûs ibn Züheyr –ki Hurkûs (daha sonra) Hâricîlerin reisi olmuştur– gelir, "Adil ol yâ Rasûlallah" der. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), "Yazıklar olsun sana, ben adalet yapmazsam kim yapar?" deyince, bu âyet nâzil olur. [Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.]
Bu kimselerle ilgili olarak, Ve keşke onlar, Allah ve Elçisi'nin kendilerine verdiğine razı olsalardı. Ve "Bize Allah yeter. Allah, yakında bize lütuf verecektir, Elçisi de. Şüphesiz biz, sadece Allah'a rağbet edenleriz" deselerdi buyurularak, bu kişilerin Allah ve Rasûlü'nü iyi tanıyamadıkları açıklanmıştır.
60Kesinlikle, Allah tarafından bir taksim/zorunlu görev olarak sadakalar/ kamunun gelirleri ancak fakirler, miskinler/ yoksullar, işsizler, o iş üzerine çalışan görevliler/ kamu görevlileri, kalpleri İslâm'a ısındırılacaklar, özgürlüğü olmayan köleler, ağır borç altındakiler, Allah yolundakiler [askerler, öğrenci ve öğretmenler], yolda kalmışlar içindir. Allah, her şeyi en iyi bilendir ve en iyi yasa koyandır.
Daha önce, sadakalar konusunda Rasûlullah'ı eleştiren saygısız, bencil kişiler konu edilip onlara tavsiyelerde bulunulmuştu. Burada ise bu vesileyle, sadakaların kimlere verilmesi gerektiği bildirilmektedir.
SADAKA
الصدقة Sadaka, kamu hizmeti karşılığı (İstifade teorisi) veya duruma göre el koyarak (İktidar teorisi) kamuya gelir olarak alınan değerlerdir; vergilerdir.
Sadakaya, müminlerin Allah'ın emirlerine uymadaki sadakatlerini gösterdiği için "sadaka" denilmiştir. Çoğulu الصدقات sadakât'tır.
Sadaka; mümin, Müslüman, münafık, Yahudi vs. tüm vatandaşlardan alınır. Zekâtı ise sadece müminler verirler. Zira müminlerin devletinin varlığına, ayakta tutulmasına dış destek gelirse iğfâl gerçekleşip o devlet yozlaşmaya mahkûm olur, devleti varlığı ve bekası, fertlerin özgürlüğü tehlikeye girer.
Sadakanın mahiyeti ve meşruiyeti aşağıdaki ayetlerde açıkça beyan edilmiştir.
103Onların mallarından sadaka al ki, sadaka ile kendilerini temizlersin ve arındırırsın. Bir de onlara destek ol. Şüphesiz senin desteğin onlar için bir huzurdur. Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir. (Tevbe/103)
12Ey iman etmiş kişiler! Elçi ile fısıldaşacağınız [baş başa konuşacağınız, özel hizmet alacağınız] zaman, bu fısıldaşmanızdan önce hemen bir sadaka veriniz. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Böyle olmasına rağmen eğer bir şey bulamazsanız, artık şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
13Başbaşa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten korktunuz mu? İşte, yapmadınız. Ve Allah, sizin bilinçle hatadan dönüşünüzü kabul etti. Artık salâtı ikame edin [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekâtı/verginizi verin, Allah'a ve elçisine itaat edin. Ve Allah, yaptıklarınıza en çok haberi olandır. (Mücadele/12, 13)
Sadaka, –sadaka ayetlerinde görüleceği gibi– kamu hizmetleri için harcanan aynî ve nakdî değerlerdir. Burada konu edilen, Rasûlullah'ın şahsına verilecek bir yardım değildir. Zira tüm peygamberler gibi peygamberimizin de ücret, sadaka alması yasaklanmıştır.
Bu ayetlerde, kamu görevlileri ile ilişkiler konusunda belirli ilkeler öngörülmektedir. Kamudan özel bir talebi olanlar sadaka vermelidirler (şimdiki devlet dairelerindeki hizmete karşılık alınan harç örneği). Böylece, özel meselelerinin çözüme kavuşturulması ile birlikte ihtiyaç sahiplerine verilmek ve umumi maslahatlar için kullanılmak üzere gelir sağlanacaktır.
• Ayetin son bölümündeki, Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet bulamazsanız artık şüphesiz Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir ifadesinden, sadaka vermenin bir zorunluluk olmayıp henüz hazmetme sürecindeki müminlerin alıştırılmasına, eğitilmesine yönelik bir tavsiye olduğu anlaşılıyor.
Devletin idamesi ve bekası için kamuya mali destek şarttır.
HAVAİCİ ASLİYE (Kişinin Zorunlu Gereksinimleri)
Modern vergide olduğu gibi, Îslâm’da da vergileri devlet alır. Müminlerin devleti, fazla vergi alarak mükellefi, noksan vergi alarak devleti tehlikeye sokmamalıdır.
Allah, mallardan belirli bir miktarı "kişiyi ayakta tutan" olarak nitelemiş ve bu miktarı istemediğini bildirmiştir:
5Ve Allah'ın, ayakta kalmanız için size vermiş olduğu mallarınızı bu aklı ermezlere/henüz reşit olmamış yetimlere vermeyiniz. Ve onları o mallarda rızıklandırın ve onları giyindirin. Ve onlara örfe uygun/herkesçe iyi olduğu kabul edilen söz söyleyin. (Nisa/5)
36Şüphesiz şu dünyadaki basit hayat, ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer iman eder ve Allah'ın koruması altına girerseniz, Allah size ödüllerinizi verir, sizden mallarınızı da istemez. (Muhammed/36)
Havaici asliye bu ayetler ışığında tespit edilecektir. Eskiden yapılan tespitlerin, bugün yeniden değerlendirilmesi bir zorunluluktur. Mesela mesken, nasıl bir mesken olacak? Gece kondu, apartman, vs. Ya da köydeki ev, kentteki ev. Bunların hiç birinin değeri diğeriyle denk değildir. Hatta kentteki evlerin değerleri sokağına caddesine, mahallesine göre birbirinden devamlı farklıdır. Binek hayvanı yerini otomobil tutacaksa, o otomobil nasıl bir şey olacak? Otomobillerde markasına ve modellerine göre hatta yaşına göre farklı farklı değerlerdedir. Ya kölenin cariyenin yerini ne alacak?
Ayrıca dikkat edilirse görülecek ki, bu tespit, o günkü bedevi/göçebe, hayvancılıkla geçinen kesim ve şehirde basit ticaret yapan kesim dikkate alınarak yapılmıştır. Bugünkü meslek guruplarının hiç biri yoktur.
Nisap/Zenginlik ölçüsü değişkendir. Bu sene zengin sayılan bir kişi belki seneye aynı servete sahip olmasına rağmen zengin sayılmayabilir. Bir ülkede zengin sayılan kişi, aynı mal varlığı ile başka bir ülkede zengin sayılmayabilir. Bir zamanlar Arabistan’da, zorunlu ihtiyaçlardan sonra iki yüz dirhem gümüş, ya da yaklaşık yüz gram altın, ya da beş deve veya kırk koyun zenginlik sayılırken bu gün bunların hiçbiri insanı zengin saydırmaz. Ayrıca o zamanlar yukarıda saydığımız maddelerin değerleri birbirine denk iken, bu gün onların arasında da hiç denklik söz konusu değildir. Yani yüz gram altın ne beş deve eder ne de kırk koyun. Gerisini siz kıyaslayın. Zenginlik izafi/göreceli bir kavramdır. Sürekli değişkendir.
Rasülüllah, yaşadığı dönemdeki ekonomik, sosyal, siyasal ve coğrafi koşulları dikkate alarak bir nisap/zenginlik ölçüsü belirlemiştir (fıkıh kitaplarında yeterli açıklamalar var. Bakıp öğrenebilinir) Ama o günkü zenginlik ölçüleri, bu gün hatta yüz yıllardır zenginlik değildir. O çağda, beş deve, kırk koyun, 200 dirhem=640 gram gümüş ya da 100 gram altına sahip olmak zenginlik sayılıyordu. Bugün ise zenginlik sayılmaz.
O nedenle bu çağda ve her çağda müminlerin yaşadığı bölgelere ve o bölgelerin kendi şartlarına göre nisap/zenginlik ölçüsü tespit etmeleri gerekir. Bu gün hâlâ bin beş yüz sene evvelki Arabistan’ın ekonomik, sosyal, siyasal ve coğrafi şartlarına göre yapılmış bir tespitle hareket etmek yanlıştır.
Sadaka KİMLERE VERİLİR?
İnfakın bir başka çeşidi de sadakadır. Sadakaların kimlere verilmesi gerektiği ise kulların içtihadına bırakılmayıp bizzat Allah tarafından Kur’ân’da açıklanmıştır.
271Sadakaları açıkça verirseniz, artık o, ne iyi olur; eğer onları gizlerseniz, fakirlere verirseniz de artık bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmını kapattırır. Ve Allah, işlemiş olduğunuz şeylere haberdardır. (Bakara/271)
37Onlar, şüphesiz Allah'ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir toplum için alâmetler/göstergeler vardır.
38Öyleyse, yakınlık sahibine;yurtlarından çıkarılan fakirlere, miskine ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah'ın rızasını dileyenler için daha hayırlıdır. Ve bunlar durumunu koruyan, zafer kazanan kimselerin takendileridir. (Rum/37,38)
60Kesinlikle, Allah tarafından bir taksim/zorunlu görev olarak sadakalar/kamunun gelirleri ancak fakirler, miskinler/yoksullar, işsizler, o iş üzerine çalışan görevliler/kamu görevlileri, kalpleri İslâm'a ısındırılacaklar, özgürlüğü olmayan köleler, ağır borç altındakiler, Allah yolundakiler [askerler, öğrenci veöğretmenler], yolda kalmışlar içindir. Allah, her şeyi en iyi bilendir ve en iyi yasa koyandır. (Tevbe/60):
Sadakaların verilmesi gereken yerlerin, İlm-i hal ve fıkıh kitaplarına bakıldığı zaman, fakirler, miskinler, borçlular, yolcular, sözleşmeli köleler, mücahidler, âmiller diye yedi sınıf olarak zikredildiğini görürüz. Hâlbuki Tevbe/60. ayette bir de müellefe-i kulup sınıfının varlığını görürüz. Peki, kimlerdir bunlar? Ve bu sınıf fıkıh kitaplarında niçin yer almaz?
Müellefe-i kulup:
Bunlar, henüz mümin olmamış, İslâm’ı anlamaya ve benimsemeye yatkınlık gösteren ve İslâm’a gelebilmesi yönünde dolaylı, dolaysız yollarla, çaba sarf edilecek insanlardır. Para verilerek, zararları defedilecek, kısacası İslâm sevdirilip mümin olmaları sağlanacak insanlardır.
İslam’ın ilk dönemlerinde zararlarından emin olmak için onlara, Allah’ın buyruğu olarak zekâttan pay verilirdi. Ama Halife Ömer, hilâfeti döneminde "Bunlara zekât müminlerin zayıf olduğu dönemlerde verilirdi. Şimdi güçlüyüz, bundan sonra bu guruba sadaka verilmeyecek." diye karar almış ve o günden sonra da bu guruba sadakalardan vermek kitaplardan çıkarılmıştır.
Hâlbuki bu müellefe-i kulup sınıfı sadece şerlerinden zararlarından güvende olunacak belalı insanlar demek değildir. Belki Ömer döneminde yalnız onlar vardı. Ama bu çağda, kalpleri İslâm’a ısındırılacak o kadar insan sınıfı ve o kadar ısındırma yolları, onlara ulaşma yolları var ki saymakla bitmez.
Sadakalar, "Mülk Allah’ındır ve müminler kardeştirler" esası üzerinden tasarruf edilir. Bu tasarrufta eşit dağıtım dikkate alınmayıp refahın dağılımı, yaygınlaştırılması; herkesin eşit ölçüde müreffeh olması için hakkaniyet ölçüleri dikkate alınır.
7,8Allah'ın, o kent halkından, elçisine verdiği feyler [savaşmadan zahmetsizce elde edilen gelirler], içinizden yalnız zenginler arasında devlet; gücün getirdiği refah olmasın diye Allah'a, elçiye, yakınlık sahiplerine; göç eden fakirlere –ki onlar, Allah'ın armağan ve rızasını ararken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır, Allah'a ve elçisine yardım ederler. İşte onlar, doğruların ta kendileridir–, yetimlere, miskinlere, yolcuya aittir. Elçi, size ne verdiyse onu hemen alın. Sizi neden alıkoyduysa ondan geri durun. Allah'ın koruması altına da girin. Şüphesiz Allah, kovuşturması/azabı çok çetin olandır. (Haşr /7,8)
Buna göre sadakalar; fakirler, miskinler [yoksullar, işsizler], o iş üzerine çalışan görevliler [kamu görevlileri], müellefe-i kulûb [kalpleri İslâm'a ısındırılacaklar], boyunduruktakiler [özgürlüğü olmayan köleler], ağır borç altındakiler, Allah yolundakiler [askerler, öğrenci ve öğretmenler], yolda kalmışlar için harcanmalıdır.
FAKİR
Fakir, "ailesine yetecek kadar malı olmayan, hayatî ihtiyaçları için başkalarına bağımlı olan kimse"dir.
MİSKİN
Miskin, "hareket kabiliyetini kaybetmiş, iş yapma imkân ve fırsatları kalmamış kimse"dir.
Zekâttan köleleri özgürlüğe kavuşturmak için de harcama yapılmalıdır. Bu da, özgürlük sözleşmesi yapan köleye malî destek vermek ya da onu sahibinden satın alıp azat etmek sûretiyle olur.
Borçları nedeniyle kendisi ve ailesi sıkıntıya düşmüş kimselere de zekât fonundan yardım yapılır.
Âyetteki, Allah yolu ifadesi, –Allah yolunda askerliğin, eğitim-öğretimin, tebyîn için yayının önceliği olsa da– "Allah'ı hoşnut eden tüm iyi ameller"i kapsayan genel bir ifadedir.
ÂMİLÎN
Âmilîn, "zekâtı toplamakla görevli kimseler"dir. Bunlar, bugün için "kamu personeli" olarak değerlendirilebilir.
MÜELLEFE-İ KULUB
Müellefe-i kulûb, "İslâm'a ısındırılmak için –zengin dahi olsalar– kendilerine zekât verilecek kimseler"dir. Rasûlullah, zengin kabile reislerine bu amaçla zekâttan para aktarmıştır.
İBNÜ'S-SEBÎL [YOLCU]
İbnü's-sebîl, "elindeki tükenen, memleketinde zengin olsa bile bulunduğu yerde yardıma muhtaç olan yolcu"dur. Bu gibilere de zekât fonundan destek verilir.
61Yine onlardan bazıları, Peygamber'i inciten ve “O, kendisine söylenen her şeyi dinleyip tasdik eden biridir!” diyen kimselerdir. De ki: “Sizin için bir hayır kulağıdır; Allah'a inanır, mü’minlere inanır ve sizden iman edenlere de bir rahmettir.” Ve Allah'ın Elçisi'ni inciten kimseler, acıklı bir azap kendileri için olanlardır.
62Sizi hoşnut etmek için, sizin için Allah'a yemin ederler. Bunlar, eğer mü’min iseler Allah'ı ve Elçisi'ni razı etmeleri daha doğrudur.
63Şüphesiz kim Allah ve Elçisi'yle boy ölçüşmeye kalkarsa, şüphesiz onun için içinde sonsuza dek kalanlar olarak cehennem ateşi olduğunu bilmediler mi? İşte bu, en büyük rüsvalıktır.
Bu âyetlerde de münâfıkların portreleri çizilmektedir: Onlardan bazıları, Peygamber'i inciten ve "O, bir kulaktır [kendisine söylenen her şeyi dinleyip tasdik eden biridir]" diyen kimselerdir. Rasûlullah, herkesi dinlediği ve herkesin istediği şeyi söylemesine izin verdiği için onlar bunu bir hata olarak görür ve bu şekilde itham ederlerdi.
Bunlara, Sizin için bir hayır kulağıdır; Allah'a inanır, mü’minlere inanır ve sizden iman edenlere de bir rahmettir açıklaması yapılarak, Rasûlullah'ın kıymetini bilmeleri istenmekte, sonra da, Ve Allah'ın Elçisi'ni inciten kimseler, acıklı bir azap kendileri için olanlardır buyurularak uyarılmaktadırlar.
Rasûlullah'ın onlara rahmet olması, başta Rasûlullah içlerinde iken Allah'ın kendilerine azap etmeyeceği ilkesidir:
* Hâlbuki sen içlerinde iken Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma diledikleri sürece de Allah onlara azap edici değildir. [Enfâl/33]
Sonra da Rasûlullah'ın, onların dünya ve âhiret hayatlarını kurtarmak için çalışmasıdır:
* Biz, seni de ancak, âlemler için bir rahmet olarak/rahmet için gönderdik. [Enbiyâ/107]
Bundan sonra da, Sizi hoşnut etmek için, sizin için Allah'a yemin ederler buyurularak, başka bir kesim tanıtılmakta ve onlar da, Bunlar eğer mü’min iseler Allah'ı ve Elçisi'ni razı etmeleri daha doğrudur denilerek uyarılmaktadırlar.
Bunların ardından da Allah ve Rasûlü'ne karşı tavır alanların tümü, Şüphesiz kim Allah ve Elçisi'yle boy ölçüşmeye kalkarsa, şüphesiz onun için içinde ebedî kalanlar olarak cehennem ateşi olduğunu bilmediler mi? İşte bu, en büyük rüsvaylıktır diye tehdit edilmektedir.*
*İşte Kuran, Tevbe Suresi