Hatalı Çevrilen Ayetler
113Tevbe Suresi 107-110
Hatalı Çeviri:
107. (Münafıklar arasında) bir de (müminlere) zarar vermek, (hakkı) inkâr etmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resûlüne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir mescid kuranlar ve: (Bununla) iyilikten başka birşey istemedik, diye mutlaka yemin edecek olanlar da vardır. Halbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder.
108. Onun içinde asla namaz kılma! İlk günden takvâ üzerine kurulan mescit (Kuba Mescidi) içinde namaz kılman elbette daha doğrudur. Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever.
109. Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa yapısını yıkılacak bir yarın kenarına kurup, onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.
110. Yaptıkları bina, (ölüp de) kalpleri parçalanıncaya kadar yüreklerine devamlı olarak bir kuşku (sebebi) olacaktır. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.
Doğru Çeviri:
107Ve zarar vermek, küfür; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmek, Mü’minlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Elçisi'ne karşı savaş açmış; bozum yapmaya teşebbüs etmiş olanlara gözcülük etmek için mescit yapan şu kimseler, “Biz, en güzelden başka bir şey istemedik” diye yemin de ederler. Allah da tanıklık eder ki şüphesiz bunlar, kesinlikle yalancılardır.
108Sen, o mescidin içinde sonsuza dek dikilme/görev yapma! İlk gününde Allah'ın koruması altına girme üzerine kurulan mescit, elbette içinde görev yapmana daha layıktır. Onun içinde arınmayı seven er kişiler vardır. Allah da arınan kimseleri sever.
109Peki, temelini Allah'ın koruması altına girme ve hoşnutluk üzerine kurmuş olan kimse mi hayırlıdır, yoksa temelini yıkılmak üzere olan bir uçurumun kenarına kurup da onunla birlikte cehennemin ateşine yuvarlanan mı? Ve Allah, şirk koşarak, küfrederek yanlış davrananlar; kendi zararlarına iş yapanlar toplumuna kılavuz olmaz.
110Onların kalpleri parça parça olmadıkça, o kurdukları temelleri, kalplerinde bir kuşku olarak kalıp kaybolmayacaktır. Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.
Bu paragrafta da münâfıklar, onların faaliyetleri ve onlara karşı nasıl tavır alınması gerektiği açıklanmıştır. Buna göre, münâfıklardan bir grup, zarar vermek, kâfirlik etmek, Müslümanların arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Elçisi'ne karşı savaş açmış olanlara gözcülük etmek için mescit yapmışlar; bu amaçla sürdürdükleri faaliyetlerini de, "Biz en güzelden başka bir şey istemedik" diye yeminler ederek örtmeye yeltenmişlerdir. Bunlar, yalancı kimselerdir, Allah bunun şâhididir. Onların kalpleri parça parça olmadıkça, o kurdukları temelleri, kalplerinde bir kuşku olarak kalıp kaybolmayacaktır. Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.
Bu ifşadan sonra Rasûlullah, onların oyununa gelmemesi hususunda uyarılıyor: Sen onun içinde ebediyen dikilme [görev yapma]! İlk gününde takvâ üzerine kurulan mescit, elbette içinde dikilmene [görev yapmana] daha layıktır. Onun içinde arınmayı seven er kişiler vardır. Allah da arınıcıları sever. Peki, temelini Allah'tan takvâ ve hoşnutluk üzerine kurmuş olan kimse mi hayırlıdır, yoksa temelini yıkılmak üzere olan bir uçurumun kenarına kurup da onunla birlikte cehennemin ateşine yuvarlanan mı? Ve Allah, zâlimler toplumuna kılavuz olmaz.
Âyet-i kerîme, rivâyet edildiğine göre, Ebû Âmir er-Râhip hakkında inmiştir. Çünkü sözü geçen bu kişi, Bizans Kayserinin yanına gitmiş, orada Hristiyanlığı kabul etmiş, Kayser de, kendilerine pek yakında yanlarına geleceğine dair söz vermişti. Bunun üzerine onlar da orada Kayser'in gelişini gözetleyip beklemek üzere Mescid-i Dırar'ı inşa ettiler. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân]
Tefsir âlimleri derler ki: Amr b. Avfoğulları Kubâ mescidi'ni inşa ettiler ve Hz. Peygamber'den yanlarına gelmesi ricasında bulundular. O da onlara gelip Kuba'da namaz kıldı. Kardeşleri Ğunm b. Avfoğulları onları kıskanarak, "Biz de bir mescit yapacağız ve Peygamber'e (s.a) haber gönderip, kardeşlerimizin mescidinde namaz kıldığı gibi bizim de mescidimizde namaz kılmak üzere gelmesini rica edeceğiz. Daha sonra da Ebû Âmir, Şam'dan geldiği takdirde bu mescitte namaz kıldırır" diyerek Peygamber'e (s.a) gittiler. O sırada Hz. Peygamber Tebük'e çıkmak üzere hazırlık yapıyordu. Hz. Peygamber'e, "Ey Allah'ın Rasûlü!" dediler, "Biz, ihtiyacı olan hastalar ve yağmurlu geceler için bir mescit inşa ettik. Bizim için gelip orada namaz kılmanı ve mübarek olması için dua etmeni arzuluyoruz." Bunun üzerine Peygamber (s.a) şöyle buyurdu: "Şimdi ben yola çıkmak üzereyim ve meşgul bir hâldeyim. Dönecek olursak, size gelir ve sizin için orada namaz kılarız."
Peygamber (s.a) Tebuk'ten döndüğünde yanına geldiler. Kendileri de mescidi bitirmiş bulunuyorlardı. Orada Cuma, Cumartesi ve Pazar günü de namaz kılmışlardı. Hz. Peygamber yanlarına gitmek maksadıyla giymek üzere gömleğinin getirilmesini istedi. Bu sefer Mescid-i Dırar'ın durumunu bildiren Kur’ânî buyruklar nâzil oldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Mâlik b. ed-Duhşum, Ma’n b. Adiy, Âmir b. es-Seken ile Hz. Hamza'yı öldürmüş olan Vahşi'yi çağırarak şöyle dedi: "Halkı zâlim olan şu mescide gidin; onu yıkın ve yakın." Onlar da hemen yola koyuldular. Mâlik b. ed-Duhşum evinden bir miktar alevli ateş aldı. Hep birlikte gidip mescidi yaktılar, yıktılar. Bu mescidi inşa edenler 12 kişi idiler: Amr b. Avfoğulları'ndan birisi olan Ubeyd b. Zeydoğulları'ndan Hizam b. Hâlid –ki, Dırar Mescidi onun evine ait arsada yapılmıştı–, Muattib b. Kuşeyr, Ebû Hubeybe b. el-Ezar, Amr b. Avfoğulları'ndan Sehl b. Huneyf'in kardeşi Abbâd b. Huneyf, Câriye b. Âmir, onun iki oğlu Mucemmi ve Zeyd, Nebtel b. el-Hâris, Bahzec, Becâd b. Osman ve Vedia b. Sâbit. Salebe b. Hâtıb da aralarında zikrolunmaktadır. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
Bu pasajda, târihe "Mescid-i Dırar" diye geçen hâdise nakledilmiştir. Bu konuya dair İbn Kesîr ve Mevdûdî'nin derlemelerini naklediyoruz:
...Allah ve Rasûlü ile savaşmış olan... Medîne'de Hazrec kabilesine mensup Ebû Âmir'dir. O Hz. Peygamber'in (s.a) hicretinden önce câhiliye döneminde Hristiyan bir râhip olmuştu. Kutsal metinler hakkındaki bilgisinden dolayı meşhur bir âlim ve dindar bir râhip olarak çok saygı görüyordu. Fakat âlim olması ve zâhitliği onu gerçeğe götüreceği yerde bilakis buna engel olmaktaydı. Bundan dolayı, İslâm'ı inkâr etmekle kalmayıp aynı zamanda Hz. Peygamber (s.a) ve o'nun davetinin de amansız düşmanı olmuştu. Zira o, Hz. Peygamber'i (s.a) papazlığın "mukaddes vazifesi"ne rakip olarak görüyordu. Kureyş'in gücünün Hz. Peygamber (s.a) ve davetini ezip yok etmeye kafi geleceği ümidi ile Ebû Âmir önceleri Hz. Peygamber'i önemsemedi. Fakat Kureyş ordusunun Bedir harbi'nde tam bir hezimete uğradığını gördüğü zaman artık daha fazla bu hareketi görmezlikten gelemezdi. Bundan dolayı da İslâmî harekete karşı şiddetli bir fesat kampanyası başlattı.
Böylece Medîne'den ayrılarak, İslâm'a karşı teşvik ve tahriklerde bulunmak üzere çeşitli kabileleri ziyaret etti. Uhud savaşı'nın meydana gelmesine sebep olan kişilerden birisi de bu Ebû Âmir'dir. Uhud savaşı'nın yapıldığı yerde bazı çukurlar kazdırdığı ve Hz. Peygamber'in (s.a) bu çukurlardan birinin içine düşüp yaralandığı da rivâyet edilir. Daha sonra Ahzâb savaşı'nda Medîne'yi işgal etmeye gelen orduların teşkilatlandırılmasında da önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca, bu Hristiyan râhip Huneyn harbi'ne kadar meydana gelen bütün savaşlarda, İslâm'a karşı müşriklere destek sağlamada aktif olarak faaliyette bulunmuştu. En sonunda Arabistan'da, İslâm'ın hamlesini durdurulabilecek hiçbir güç kalmadığını anlayınca Arabistan Yarımadası'nı terk etti ve Medîne'den yükselmekte olan "tehlike" konusunda Roma Kayserini uyarmaya gitti. Roma Kayserinin, Hz. Peygamber'in (s.a) Tebük seferine mukabil Arabistan'ı istila etmek için hazırlıklara başlaması, Ebû Âmir'in gösterdiği çabaların bir sonucudur.
Şimdi, Hakk Davet'e zarar vermek üzere inşa edilmiş olan "caminin" yapılmasının gerisinde yatan gerçeği bir düşünelim: Medîne'de bulunan münâfıkların bir bölümü İslâm'a karşı çirkin faaliyetlerin hepsinde Ebû Âmir'le yakından işbirliği yapmışlardı. Ayrıca, Roma Kayseri ve diğer Kuzey Arabistan Hristiyan devletlerinden askerî yardım koparılması için "manevî" nüfuzunu kullanması hususunda da onunla anlaşmışlardı. Binaenaleyh Ebû Âmir, Arabistan'a saldırması konusunda Kayser'i ikna etmek için gitmeye hazırlandığı sırada, onlar da kendilerini ayrı bir hizip olarak örgütleyebilmeleri için emin bir toplanma yeri olarak işlev görecek bir "cami" yapma plânı tasarladılar. Çünkü bu sayede, din maskesi altında şeytânca faaliyetler yürüttüklerini kimse fark etmeyecekti. Ayrıca, bu mescit Ebû Âmir'in ajanlarının yolcu ve dilenci gibi gözükerek hiçbir şüphe uyandırmadan kalabilecekleri bir karargâh olarak da hizmet görecekti.
Aslında, biri Kuba'daki Kuba Mescidi ve diğeri Mescid-i Nebevî olmak üzere Medîne'de hâlen iki mescit zaten bulunmaktaydı. Şehirde üçüncü bir mescide ihtiyaç olmadığı gün gibi aşikârdı. Bunu münâfıkların kendileri de biliyorlardı, bundan dolayı üçüncü bir mescide ihtiyaç olduğunu göstermek üzere birtakım nedenler uydurmaya başladılar. Bu maksada binaen, Hz. Peygamber'e (s.a) gittiler ve "Bu bölgenin halkı ve bilhassa yaşlı, hasta, sakat olanlarımız için, kış mevsimi ve yağmurlu havalarda bu iki mescitten birisine, günde beş defa gidip gelmelerinin çok zor olduğu için bir başka mescide ihtiyacımız vardır. Bundan dolayı, Kuba Mescidi ve Mescid-i Nebevî'den uzak bir mahallede oturan ve namazlarını cemaatle kılmak isteyen bu kimselere yeni bir mescit yapmayı arzu ediyoruz" dediler.
Böylece bu fitne-fesat odakları, güya temiz niyetlerinden kaynaklanan söz konusu istekleri neticesinde yeni bir cami yaptılar. Daha sonra Hz. Peygamber'e (s.a) gelerek, "Efendimiz! Yeni mescidimize gelmenizi ve açılış merasimi olarak ilk cemaatle namazı sizin kıldırmanızı rica ediyoruz" dediler. Fakat Rasûlullah (s.a), "Şu an, Tebük'e yapılacak sefer hazırlıklarıyla meşgulüm. Konuyu sefer dönüşünde düşünürüm" diyerek teklifin yerine getirilmesini bir süre erteledi. Daha sonra Hz. Peygamber (s.a) Tebük'e sefere çıkınca bu münâfıklar da, haince seri faaliyetlerine başladılar. Bu yeni mescitle kendilerini teşkilatlandırmaya ve İslâm'a karşı komplolar düzenlemeye devam ettiler. Hararetle bekledikleri Müslümanların yenildiği ve Romalıların onları bütünüyle imha ettikleri haberini alır-almaz Abdullah b. Ubey'i kendilerine kral yapmayı kararlaştırdılar. Fakat Tebük'te olanlar ise bunların bütün umutlarını boşa çıkarmıştı. Daha sonra seferden dönüş esnasında, Medîne'ye yakın Zi-Evan denilen yerde bu âyetin inmesiyle Hz. Peygamber (s.a) şehre girmeden önce bu "mescidi" yerle bir etmek üzere birkaç kişiyi bulunduğu mahalle gönderdi. [Mevdûdî, Tefhîmu'l Kur’ân.]
Dırâr Mescidi Bu âyetlerin nüzûl sebebi şöyledir: Allah Rasûlü'nün (s.a) Medîne'ye gelmesinden önce orada Hazrec kabilesinden Ebû Âmir er-Râhip isminde birisi vardı. Câhiliye devrinde Hristiyan olmuş, Kitab Ehlinin ilmini okumuş ve câhiliye devrinde ibâdet etmiş olup Hazrec kabilesi içinde büyük bir yer sahibiydi. Allah Rasûlü (s.a) Medîne'ye muhâcir olarak gelip Müslümanlar o'nun etrafında toplanınca, îslâm kelimesi en yüce olunca, Allah Teâlâ Bedir günü onları üstün kılınca, lanetli Ebû Âmir hiddetinden dilini gösterdi ve düşmanlığını ızhâr etti, düşmanlara yardımcı oldu ve Kureyşli müşriklere, Mekke kâfirlerine kaçıp gitti. Onları Allah Rasûlü'ne (s.a) karşı harbe teşvik etti. Arap kabilelerinden onlara muvafakat edenler toplanıp da Uhud senesinde Müslümanlara karşı çıktıkları zaman Müslümanların başına gelenler gelmiş, Allah onları imtihan etmiş ve sonuçta güzel âkıbet muttakilerin olmuştu. Bu fâsık, her iki saf arasına çukurlar kazmıştı. Allah Rasûlü (s.a) o gün bunlardan birine düşmüş ve yaralanmıştı. Yüzü yaralanmış, sağ alt çenesinin ön dişi kırılmış, başı yarılmıştı. Bu Ebû Âmir savaşın başlangıcında kendi kavmi olan Ensâr'a doğru ilerlemiş, onlara hitap ederek onları kendine yardıma ve muvâfakata meylettirmek istemişti. Onun sözünü [sesini] tanıdıklarında, "Ey fâsık, ey Allah'ın düşmanı! Allah senin gözünü aydın etmesin" demişler, üzerine yürüyüp dövmeye kalkışmışlardı. O, "Benden sonra andolsun kavmime bir kötülük isabet etmiş" diyerek dönmüştü. Mekke'ye firarından önce Allah Rasûlü (s.a) onu Allah yoluna çağırıp, ona Kur’ân okurdu. O ise Müslüman olmamakta diretir inat ederdi. (Firarından sonra) Hz. Peygamber, (onun imandan) uzak, kovulmuş olarak ölmesi için ona beddua etti de bedduası tuttu. Uhud'da iş bitip de Allah Rasûlü'nün (s.a) durumunun devamlı bir yükselme içinde olduğunu görünce; Ebû Âmir, Hz. Peygamber'e karşı yardım istemek üzere Rûm kralı Hirakl'e gitti. Hirakl, ona vaatte bulunup ümit verdi. O da Hirakl'in yanında (bir süre) ikâmet etti. Orada iken kavmi olan Ensâr içinde nifak ve şüphe içinde bulunan bir gruba yazıp onlara vaatlerde bulundu. Allah Rasûlü (s.a) ile savaşacak bir ordu ile birlikte onların yanına geleceği, ona gâlip geleceğini bildirdi ve durumu tersine çevireceği konusunda ümit verdi. Mektuplarını iletmek üzere kendisinin yanından gelecek kimselerin sığınabilmesi için bir yer yapmalarını emretti. Burası daha sonra onların yanına geldiğinde onun için bir gözetleme yeri olacaktı. Kuba mescidi civarında bir mescit inşâsına başladılar. Yapılarını kurup tahkim ettiler. Bu işi Hz. Peygamber'in (s.a) Tebük'e çıkışından önce bitirdiler ve Allah Rasûlü'nün gelerek mescitlerinde kılacağı namazla bu mescidi makbul saydığına delil olarak kullanmak üzere gelmesini ve mescitlerinde namaz kılmasını istediler. Bu mescidi sadece içlerindeki zayıf ve hastalıklıların soğuk ve yağmurlu gecelerde namaz kılmaları için yaptıklarım söylediler. Allah Teâlâ Peygamberini orada namaz kılmaktan korudu da, "Şimdi biz sefere çıkmak üzereyiz. Fakat Allah dilerse döndüğümüzde" buyurdu. Allah Rasûlü (s.a) Tebük'den Medîne'ye dönmek üzere yola çıktığında, onlarla arasında bir gün ya da bir günün bir bölümü kadar zaman kalmışken Mescid-i Dırâr'la ilgili vahiy geldi ve bu mescidi bina edenlerin, bu mescitleriyle ilk günden takvâ üzerine kurulmuş olan Kuba mescidindeki mü’minler cemaatini bölme ve küfür maksadı taşıdıkları bildirildi. Allah Rasûlü Medîne'ye gelişinden önce bu mescidi yıkmak üzere adam gönderdi. İbn Abbâs'tan rivâyetle, Zarar vermek, küfretmek... üzere bir mescit edinenler... âyeti hakkında Ali ibn Ebî Talha der ki: Bunlar Ensâr'dan bir gruptur. Bir mescit kurmak istediler. Ebû Âmir onlara, "Bir mescit bina edin. Gücünüz yettiğince kuvvet ve silâh hazırlayın. Ben Rûm kralı Kayser'e gidiyorum. Rûm diyarından bir ordu getireceğim, Muhammed ve ashâbını (Medîne'den) çıkaracağım" dedi. Mescitlerini bitirdiklerinde Hz. Peygamber'e gelip "Mescidimizin inşâsını bitirdik, senin orada namaz kılmanı ve bize bereketle dua etmeni isteriz" dediler. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Orada asla (namaza) durma. İlk gününden takvâ üzerine kurulmuş olan mescit, içinde namaza durmana daha uygundur... Allah zâlimler güruhunu hidâyete erdirmez âyetlerini indirdi. Sa‘îd ibn Cübeyr, Mücâhid, Urve ibn Zübeyr, Katâde ve âlimlerden bir çoğundan bu şekilde rivâyet edilmiştir. Muhammed ibn İshâk ibn Ye’sâr'ın Zührî kanalıyla... Âsım ibn Ömer ibn Katâde ve başkalarından rivâyetine göre; onlar, şöyle demiştir: Allah Rasûlü Tebük'ten gelişinde Medîne'ye bir günden az bir mesafede bulunan Zû Evân'da konakladı. Daha önce o, Tebük için hazırlanırken Mescid-i Dırâr'ın sahipleri o'na gelmişler ve, "Ey Allah'ın Elçisi! Biz hastalıklı ve ihtiyaçlı kimseler için yağmurlu ve soğuk gecelerde (namaz kılmaları için) bir mescit inşâ ettik. Gelip orada bize namaz kıldırmanı isterdik" dediler. Hz. Peygamber, "Ben şimdi yola çıkmak üzereyim ve meşgulüm –veya buna benzer bir söz söyledi– Allah diler de gelirsek [dönersek] size gelir ve orada size namaz kıldırırım" buyurdu. (Dönüşünde) Zû Evân'da konakladığında bu mescidin haberi [Mescid-i Dırâr olduğu] nâzil olunca Allah Rasûlü (s.a) Sâlim ibn Avf oğulları'ndan Mâlik ibn ed-Duhşum ve Ma’n ibn Adiyy'i –veya Bil’aclân kabilesinden olan kardeşi Âmir ibn Adiyy'i– çağırdı ve, "Gidin, halkı zâlim olan şu mescidi yıkın ve yakın" buyurdu. Süratle çıkıp Mâlik ibn ed-Duhşum'un topluluğu olan Sâlim ibn Avfoğulları'na geldiler. Mâlik, Ma’n'a, "Beni bekle, ailemden sana ateş getireyim" dedi. Ailesinin yanına girip yapraklı bir hurma dalı aldı, onu yaktı, sonra çıkıp hızla gittiler ve mescide girdiler. Mescit halkı mescidin içindeydi. Mescidi yaktılar, yıktılar. İçindekiler kaçıp dağıldı. İşte onlar hakkında Kur’ân'dan, Zarar vermek, küfretmek üzere bir mescit edinenler... âyetleri nâzil oldu. Ve râvî kıssanın devamını sonuna kadar zikretti. Bu mescidi inşâ edenler 12 kişidir: Ubeyd ibn Zeyd oğulları'ndan Hazam ibn Hâlid, Amr ibn Avf oğulları'ndan birisi, –bu, şekavet mescidi fikri onun evinde çıkarılmıştı–. Ubeyd oğulları'ndan ve Ümeyye ibn Zeyd oğulları'nın dostu Sa‘lebe ibn Hâtib. Dubey’a İbn Zeyd'den Muattib ibn Kuşeyr. Dubey’a ibn Zeyd oğulları'ndan Ebû Habîbe ibn Ez’ar, Amr ibn Avf oğulları'ndan ve Sehl ibn Huneyf'in kardeşi Abbâd ibn Huneyf, Câriye ibn Âmir ve iki oğlu Mücemmi ibn Câriye ve Zeyd ibn Câriye, Nebtel el-Hâris –bunlar Dubey’a oğulları'ndandır– Dubey’a oğulları'ndan Bahzec, Dubey’a oğulları'ndan Bicâd ibn Osman, Ümeyye oğulları'nın dostu olan Vedîa ibn Sâbit. Bunlar Ebû Lübâbe ibn Abdulmünzir'in topluluğudur. [İbn Kesîr.]
Âyette, Mescid-i Dırâr'ın karşıtı olarak zikredilen takvâ üzerine kurulan mescit ile, "Kuba mescidi" veya Medîne'deki "Rasûlullah'ın mescidi" kastedilmiş olabileceği gibi, "dünyanın neresinde olursa olsun iyi niyetle temeli atılan her mescit" de kastedilmiş olabilir.
Yüz onuncu ayetteki "Onların kalpleri parça parça olmadıkça, o kurdukları temelleri, kalplerinde bir kuşku olarak kalıp kaybolmayacaktır." ifadesi, münafıkların inanç ve eylemlerinin kendilerini sürekli rahatsız edeceği; ölünceye kadar beyinlerini kemireceğinin açıklamasıdır. Bilindiği gibi küfrün her türlüsü sahibini rahat bırakmaz. Hele Kur’an onların kalplerine hançer gibi saplanmışsa!
* Böylece onu günahkârların kalplerine soktuk. Onlar acıklı azabı görünceye kadar ona iman etmezler. İşte bu onlara, kendileri farkında olmadan, ansızın geliverecektir. Sonra da onlar, "Biz süre tanınanlardan mıyız?" diyeceklerdir. Onlar, Bizim azabımızı oldukça çabuklaştırmak mı istiyorlar? Gördün mü/hiç düşündün mü, onlara senelerce kazanç sağlatsak, sonra kendilerine vaat edilen gelip çatıverse, o kazandıkları şeylerin kendilerine hiçbir yararı olmayacaktır. Ve Biz, sadece kendileri için uyarıcılar olan kenti değişime/yıkıma uğrattık. Öğüt! Ve Biz, haksızlık edenler değiliz. [Şuara/200–209]
* Elif/1, Lâm/20, Râ/200. Bunlar, Kitab'ın ve apaçık/açıklayıcı bir Kur’ân'ın âyetleridir. Zaman zaman kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kişiler, ‘Keşke Müslüman olsaydık!’ temennisinde bulunacaklar. Böylece Biz Kur’ân'ı, suçluların kalplerine sokarız. [Hıcr/1,2,12]*
*İşte Kuran, Tevbe Suresi