Mushafta Bozuntu Yapılan Ayetler
37Kamer Suresi 10-14
Hatalı Çeviri:
10. Bunun üzerine, Rabbine: Ben yenik düştüm, bana yardım et! diyerek yalvardı.
11. Biz de derhal nehir gibi devamlı akan bir su ile göğün kapılarını açtık.
12. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. (Her iki) su, takdir edilmiş bir işin olması için birleşmişti.
13. Nuh'u da tahtalardan yapılmış, çivilerle çakılmış gemiye bindirdik.
14. İnkâr edilmiş olana (Nuh'a) bir mükâfat olmak üzere gemi, gözlerimizin önünde akıp gidiyordu.
Doğru Çeviri:
10Bunun üzerine Nûh Rabbine yalvardı: “Ben gerçekten yenik düşürüldüm, bana düşmanlarıma karşı yardım et!”
11Nuh toplumunun üst tabakanın (mele’ler) kapılarını, alt tabakanın üzerine her şeyi yıkan, harap eden, önündekileri silip süpüren bir su ile açıverdik; üst tabakayı (mele’leri) alt tabakaya (erazil’e) saldırttık.
12Toplumun alt tabakasını (erazil) soy soy harekete geçirdik. “Yıkan, harap eden, önündekileri silip süpüren o su; iki düşman gurubu (Mele’ ve Erazil)” birbirine kavuşturuldu. Ve olması gereken; kaçınılmaz olan alt ve üst tabakanın çarpışması, birbirlerini kırp geçirmesi olayı gerçekleşti.
13,14Nuh'a da iyilikbilmezdik edilen kişiye bir ödül olmak üzere, korumamız/ gözetimimiz altında AKIP GİDEN LEVHALARI; vahiy kitaplarını, sert uyarıları yükledik: Onu peygamber yaptık.
10Bunun üzerine Nûh Rabbine yalvardı: “Ben gerçekten yenik düşürüldüm, bana düşmanlarıma karşı yardım et!”
Bu âyette kendi toplumu tarafından etkisiz bırakılarak tebliğ görevini yerine getiremez hâle getirilen Nûh peygamberin çaresizlik içinde kendisini peygamber olarak görevlendiren Allah’a dönerek gücünün tükendiğini ve yenik düştüğünü bildiren yakarışı dile getirilmiştir. Bu yakarıştan sonra Nûh peygamber kendisine verilen işi bizzat işin sahibine [Allah’a] teslim etti. Teslim eder etmez, o güçlü ve karşı durulmaz Rabb da gerekeni hemen yaptı:
11Nuh toplumunun üst tabakanın (mele’ler) kapılarını, alt tabakanın üzerine her şeyi yıkan, harap eden, önündekileri silip süpüren bir su ile açıverdik; üst tabakayı (mele’leri) alt tabakaya (erazil’e) saldırttık.
Âyette geçen sel gibi boşalan bir su ile göğün kapılarını açıverdik ifadesi, bir “istiare-i temsiliyye”dir. Bulutlardan yağan yağmurun ne kadar fazla olduğu, gök kubbenin yarılıp kuvvetli bir selin yeryüzüne akmasına benzetilerek anlatılmıştır. Şiddetli yağmuru ifade etmek için Arapça’da kullanılan, “Gökyüzünün olukları aktı, kırbalarının ağızları açıldı” deyimleri ile Türkçe’de kullanılan “sanki gök delindi” deyimi aynı türden ifadelerdir.
On birinci ayette Nuh peygamberin niyazının kabul edildiği ve Allah’ın kendisine yardım ettiği bilgisi verilmektedir.
Ayet genellikle “Biz de hemen sel gibi boşalan bir su ile GÖĞÜN KAPILARINI açıverdik.” şeklinde çevrilir. Ayette geçen “sema” sözcüğü gelenekte “gökyüzü” olarak ele alınıp, gökten aşırı yağmur yağdırılıp sel; tufan oluşturulduğu kabul edilmiştir.
Aslında ayette Allah’ın semanın kapılarını hemen “مَاء مُّنْهَمِرٍ ma-i münhemir” ile açıverdiği bildiriliyor. Ayeti iyi anlamamız için ayetteki “مَاء مُّنْهَمِرٍ ma-i münhemir” ve “sema” sözcüklerini açmamız lazım.
Not:
Nuh peygamber pasajlarından Nuh peygamberin Astronomi ile ilgilenen bir toplum içinden olduğunu unutmayalım. Onun içindir ki tüm anlatımlar astronomiyle ilgili kelimelerle, metaforik olarak ifade edilmiştir. Futboldan anlayan birsinin herhangi olayı futbol terimleriyle anlatması gibi.
Semanın kapılarının Allah tarafından açılması yaratma ve helake izin verme açısındandır.
Kur’an’ı iniş sırasına göre tahlil edenler bilirler ki Kur’an’ın birçok ayetinde sema sözcüğü, toplumun ÜST TABAKASI, bilgili saygın insanlar anlamındadır.
SEMA
“Sema” sözcüğü, ‘yükseklik, yücelik’ anlamındaki ‘السّموّ es-sümüvv’ sözcüğünün türevlerindendir. Her yüksek ve yüce şeye ‘es-sema’ denilir. Gökyüzüne sema denilmesinin sebebi, yeryüzünden yukarıda olmasındandır. Her bir şeyin üstüne ve üstününe de sema denilir.” [10]
Ayette ki “sema” sözcüğü, üst tabaka, Nuh toplumunun ileri gelen adamları yani Kur’an’daki tabirle mele’lerdir.
Konuyu iyi öğrenmemiz gerektiğinden önce ayetler ışığında Nuh’un toplumuna bir göz atalım:
Hûd/ 27, 38 ve A’raf/ 60’da yer aldığına göre Nuh toplumu da Ad, Semud, ve Medyen toplumu gibi üst tabakadan zenginler (mele) ve alt tabakadan fakirler, garibanlar (erazil)’den oluşmaktadır. Nuh ve toplumu ile ilgili pasajları incelersek onların da Ad, Semud ve Medyen toplumları gibi üst tabaka ile alt tabakadan kendi aralarında sürtüşme, çatışma içerisinde olduklarını görüyoruz.
همر
مَٓاءٍ مُنْهَمِر
On birinci ayette semanın kapılarının “ مَٓاءٍ مُنْهَمِر ma-i münhemir” ile açılıverdiği açıklanmıştır. “ مُنْهَمِر Münhemir” sözcüğü “ ح م رHMR” kökünden türeyen (fail isim) olup, Mutavaat (baş eğme, itaat etme) anlamı içerir. (Tüm lügatler) Sözcüğün kök anlamı “yıkmak, önündekileri silip süpürmek” anlamındadır. “ مُنْهَمِر Münhemir” kalıbı ise “birilerinin etkisiyle yıkan, harap eden önündekileri silip süpüren” anlamındadır. Su sözcüğüyle sıfat tamlaması yaparsak “birilerinin etkisiyle yıkan, harap eden, önündekileri silip süpüren su” demek olur.
مَٓاءٍ مُنْهَمِر MA-i münhemir, “sel” demek değildir. Arapça’da sel, “ سَيْلَ seyl” demektir. Nitekim Sebe/16’da seyl-el arımi (فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ) diye yer alır.
Buradan ve diğer surelerdeki ayetlerden anlayacağımız ise Nuh toplumunun üst tabakasının alt tabaka üzerine saldırdığı, her türlü belayı yağdırdığıdır.
Olayın gökten yağan yağmurla alakası yoktur.
Not:
Nuh pasajlarındaki “ مَٓاءٍ ma’ (su)” sözcüklerinin hepsi bu sıfatla “birilerinin etkisiyle yıkan, harap eden, önündekileri silip süpüren su” olarak değerlendirilmelidir.
12Toplumun alt tabakasını (erazil) soy soy harekete geçirdik. “Yıkan, harap eden, önündekileri silip süpüren o su; iki düşman gurubu (Mele’ ve Erazil)” birbirine kavuşturuldu. Ve olması gereken; kaçınılmaz olan alt ve üst tabakanın çarpışması, birbirlerini kırp geçirmesi olayı gerçekleşti.
وَفَجَّرْنَا الْاَرْضَ عُيُوناً فَالْتَقَى الْمَٓاءُ عَلٰٓى اَمْرٍ قَدْ قُدِرَۚ
Ayet genellikle “Yeri de kaynaklar hâlinde fışkırttık; derken sular ayarlanmış bir iş üzerine birbirine kavuştu.” şeklinde çevrilir.
On ikinci ayette geçen Arz kelimesi burada üzerinde yürüdüğümüz yeryüzü anlamında olmayıp semanın karşıtı olan alt tabakadır.
الْاَرْضَ ARZ
“ الْاَرْضَ Arz” kelimesi, mana olarak “semâ”nın karşısında yer alan kütledir. Kimi zaman bir şeyin üst tarafına sema denildiği gibi alt kısmı da arz diye ifade edilir.. (Tüm lügatlea)
Şems/6’da arz sözcüğü, mecaz olarak kara cahiller diye yer almıştır.
Bu ayetteki arz sözcüğü ilerideki ayetlerde (Hûd/ 27) ve Şuarâ/111’de “اَرَاذِل ” “sığ görüşlü aşağı tabakalarımızdan/ ayak takımı) olarak geçmektedir.
عُيُونًا UYUN;
Sözcüğü de genelde pınar, su kaynağı olarak ele alındı. Halbuki bu sözcüğün boy, soy, gurup, nesil anlamları da var. Nitekim Kamer/ 37’de Lût kavminin helâki “ طمست اعىنهم tamiset a’yünehüm (nesilleri kurutuldu) ” şeklinde yer alır. Bakara/ 60 ve A’raf/ 160. ayetlerde Musa’nın da İsrail oğullarını 12 oymağa (عَيْنًاۜ ) ayırdığı bildirilir.
Nuh toplumunun helâki “ma-i münhemir (birilerinin etkisiyle yıkan, harap eden, önündekileri silip süpüren su ) metaforuyla açıklandığından toplumun üst tabakaya karşı hareketi ”FIŞKIRTMA” metaforuyla ifade edilmektedir.
فَالْتَقَى الْمَٓاءُ عَلٰٓى اَمْرٍ قَدْ قُدِرَۚ
Burada yıkan, harap eden, önündekileri silip süpüren suyun kavuşması sözcükleriyle, kaçınılmaz olarak alt tabaka ve üst tabakanın buluşması: çarpışması birbirlerini kırıp geçirmeleri ifade edilmektedir. Ad, Semûd, Medyen toplumlarında gerçekleşen bu halk hareketi için رجفة RECFE/ halk ayaklanmasıyla gerçekleşen sarsıntı sözcükleri kullanılmıştır. Nuh toplumunun iç savaşı Ankebut/ 14 ve Şuarâ/ 111’de “TUFAN” olarak ifade edilmiştir.
Not:
Burada da gelişmelerin (fiillerin) Allah’a izafesi, yaratma ve izin verme açısındandır.
Toplumlarda gelir dağılımının eşitsizliği er geç iç çatışmayı meydana getirir. Kur’an’da bize örnek verilen toplumların helâki da hep bu nedenle ve bu şekilde olmuştur.
Çoklukla eğlenmek, çoklukla mutlu olmak, her türlü çokluğu amaç edinmek yanlış bir davranıştır. Tekasür ile eğlenmek sosyal ortamı cehenneme çevirir. Tekasür psikolojisiyle işlenen davranışların yol açacağı sosyolojik ortam bilimsel olarak araştırılırsa; bu ortamın cehennemî bir huzursuzluğa benzer karışıklıklar doğuracağı; önceden görülebilir. Konu araştırılmaz ve bu konudaki yanlışta ısrar edilirse; ortaya çıkacak cehennem inkâr edilemeyecek şekilde gözlerle görülür; yaşanır.
195Ve Allah yolunda malınızı harcayın/ başta yakınlarınız olmak üzere başkalarının nafakalarını sağlayın, kendinizi ellerinizle tehlikeye bırakmayın ve iyileştirin-güzelleştirin. Şüphesiz Allah, iyileştirenleri-güzelleştirenleri sever. (Bakara/ 195)
Bu ayetin tüm zaman ve şartlara yönelik mesajı: İnfaktan kaçınanlar, kendi elleriyle kendi sonlarını hazırlarlar. Zira zengin-fakir arasındaki uçurum, toplumda sosyal patlama ve kargaşaya sebep olur.
13,14Nuh’a da iyilikbilmezdik edilen kişiye bir ödül olmak üzere, korumamız/ gözetimimiz altında AKIP GİDEN LEVHALARI; vahiy kitaplarını, sert uyarıları yükledik: Onu peygamber yaptık.
On üç ve on dördüncü ayetler genellikle “Nuh’u da, iyilikbilmezdik edilen kişiye bir ödül olmak üzere, korumamız/ gözetimimiz altında akıp giden levhaları; tahtaları ve çivileri/urganları olan filikalar/ küçük gemiler üzerinde taşıdık.” diye çevrilir.
Bu ayetleri de doğru anlayabilmemiz, ayetteki “اَلْوَاحٍ elvah” ve “دُسُرٍ düsür” sözcüklerinin anlamlarını tespit etmemize bağlıdır.
Bu ayette dikkat edeceğimiz noktalar:
Taşınan kişinin (وَحَمَلْنَاهُ ona yükledik) sadece ve sadece bir kişi olmasıdır. Bu ayette Nuh’un ve toplumunun, ailesinin ve inananlarının hepsinin taşınmasından bahsedilmez.
اَلْوَاحٍ ELVAH
Ayette geçen “ اَلْوَاحٍ Elvah” sözcüğü “لوح levh /tahta) ” sözcüğünün çoğuludur. Esas anlamı “tahtalar” demektir.[11]
Bu sözcük daha sonraları üzerine yazı yazılan her türlü yassı nesne için de kullanılır olmuştur. Dolayısıyla tabletler ve yongalar gibi ilkel olanlarından başlayarak papirüs, parşömen, kâğıt, teyp bandı, bilgisayar diski ve CD gibi daha gelişmiş olanlarına kadar, üzerine yazı yazılabilen, kayıt yapılabilen bütün malzemeler de “( لوح levh” kapsamında anlaşılmalıdır.
Bu ayette ki “ اَلْوَاحٍ elvah”, ( لوح levh’in çoğuludur) sıradan bir yazı malzemesini değil A’RAF/ 145, 150, 154. ayetlerde yer alan Musa’nın levhaları (Musa’ya vahyedilenlerin yer aldığı levhalar) gibi Allah’ın Nuh peygambere vahyettiği ayetlerin; İslam Dinin hükümlerinin yazılı olduğu kitaptır. Burûç suresinde “لوح levh” sözcüğü ile ilgili ayrıntılı bilgi vermiştik.
دُسُرٍ
DÜSÜR
Ayette Nuh Peygamber’e levhalar ile birlikte bir de “ دُسُر düsür” verildiği açıklanıyor. “ دُسُر Düsür” genellikle tahtaların çakıldığı, birbirine bağlandığı çivi ve halat olarak öz anlamı dışında ele alınıp Nuh Peygamber’in kalasları tahtaları birbirine bağlayarak, çivileri çakarak gemi yaptığı yönünde anlaşılmıştır. Halbuki “düsür” sözcüğünün öz anlamı ÇİVİ demek değildir. Sözcüğün anlamı, “Mızrağın ucuyla; uçtaki sivri nokta ile dürtmek demektir.” Yani uyarıyı şiddetli yapmak demektir. (Tüm lügatler)
“ دُسُر Düsür” sözcüğü, Nuh peygambere gönderilen vahiylerin uyarıcı özelliğini ifade etmektedir. Uyarıcı çiviler yani sert bir şekilde İNZAR eden; uyaran ayetler demektir.
Bu, Anadolu’da öküzleri uyarmak, harekete geçirmek için kullanılan ucu nodüllü uzun değnek ve övendire ile yapılan uyarıya benzemektedir.
Açıkça bu iki ayette Nuh’un elçi olarak görevlendirildiği bildiriliyor. Nuh’un gemide (filikada) taşınması değil; tıpkı Rasülüllah’ın vahy almak için Mescid-i Aksa’ya yürütülüşü; Musa peygamberin الطور لأيمنTavr-ı Eymen’e terfi ettirilişi gibi bir olaydan; elçi olarak görevlendirilmesinden söz ediliyor.
13,14Nûh’u da, iyilikbilmezlik edilen kişiye bir ödül olmak üzere, korumamız/ gözetimimiz altında akıp giden levhaları; tahtaları ve çivileri/urganları olan filikalar/ küçük gemiler üzerinde taşıdık.
Âyette geçen الواح [elvâh] sözcüğü, لوح [levh] sözcüğünün çoğuludur. Levh ise, –Müddessir ve Burûc sûrelerinde açıkladığımız gibi– “her ne maddeden olursa olsun, tahta gibi yassı olan şeyler”dir.[12]
دسر [düsür] sözcüğü دسار [disâr] sözcüğünün çoğuludur. Disâr ise, “gemi tahtalarını birbirine bağlayan bağ, kenet, perçin [çivi] veya halat”a denir.[13]
ALA EDATI SÜREKLİ KENDİ ZATIMIZIN VAHYLERİ LEVHA VAHYİN YAZILDIĞI LEVHALAR MUSANIN LEVHALARI GİBİ
DÜSÜR
ÇİVİ DEMEK DEĞİL.Mızragın ucuyla dürtmek demek.
ÖEVENDİRE; ÖKÜZLERİ UYARMAK, HAREKETE GEÇİRMEK İÇİN KULLANILAN UCU NODULLU UZUN DEĞNEK.
NODUL
SİVRİ DEMİR… ÇİVİ
HABLÜLLAH
UYARICI ÇİVİLER İNZAR
Bir geminin kalaylandığı kordon; için kullanılan çivilertahtaları sabitlemek.
دسر
الــدَّسْرُ: الطعْنُ والدَّفْعُ الشَّدِيْدُ، دَسَره بالرُّمْحِ. وهو الجِمَاعُ أيضاً. والدسَارُ: خَيْط من لِيْفٍ تُشَد به ألْوَاحُ السفُنِ، والجَمِيعُ الــدسُرُ، ودَسَرْــتُ السفِيْنَةَ، والمَسَامِيْرُ تُسَس دُسُراً، لأنها تَــدْسُرُ الماءَ بجُؤْجُؤِها.[القمر/ 13] ، أي: مسامير، الواحد دِسَار، وأصل الــدَّسْرِ: الدّفع الشّديد بقهر، يقال:
دَسَرَــهُ بالرّمح، ورجل مِــدْسَر، كقولك: مطعن، وروي: «ليس في العنبر زكاة، إنّما هو شيء دسره البحر
SAVMAK
Buna göre âyette geçen ذات الواح و دسر [zât-ı elvâh ve düsur] ifadesi ile, “gemi” kasdedilmiş olmaktadır. Yani, söylenmek istenen nesnenin adı verilmeyip nitelikleri açıklanmıştır. Nitekim Hûd/37-38’de bu nesne için فلك [fülk=gemi] sözcüğü kullanılmıştır. “Gemilerde bulundurulan sandal” demek olan filika sözcüğünün de Latince’ye buradan geçmiş olması muhtemeldir. Verilen bilgilere göre Nûh peygamberin gemisi, tahtaları bir takım bağ, perçin veya halat ile birbirine bağlanmış bir saldan ibarettir.
Âyette geçen “الواح elvah” sözcüğü, Cem’i Kıllet kalıbında olup üst sayı on ile sınırlıdır. Bu demektir ki Nuh’un sallarının her biri en çok on tahtadan yapılmıştır. فلك Fülk sözcüğünün de çoğul olduğu dikkate alınırsa Nuh onar tahtadan oluşan üçten çok sal yapmıştır.
GÖZETİMDE AKIŞ: Nûh peygamberin salının Rabbimizin gözetiminde akışı, salın ve salda bulunanların Allah tarafından korunduğunu, gözetildiğini, tehlikelerden uzak tutulduğunu ifade etmektedir. Çünkü tufanın boyutu onların gözetilmelerini gerektirmektedir:
42Ve gemi onlarla, dağlar gibi dalgalar içinde akıp gidiyordu. Ve Nûh ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna seslendi: “Yavrucuğum! Bizimle beraber bin, kâfirlerle; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler ile beraber olma!”(Hûd/42)
nankörlük edilen kişiye bir mükâfaat olmak üzere
Âyette, toplumu tarafından alaya alınan, görevden alıkonan, aşağılanan ve eziyet gören Nûh peygamberin, bütün bunlara karşı sabrederek direnmesinin mükâfaatı olarak Allah tarafından gözetildiği bildirilmektedir. Yani, Nûh peygamber tufandan kurtarılarak toplumunun kendisine yaptıklarına karşı onurlandırılmış olmaktadır. Onun Allah’a şükredişinin âhiretteki mükâfaatı ise burada açıklanmamıştır.
BUGÜNE MESAJ: Bu âyette aynı zamanda şu mesaj da verilmektedir: Allah yolunda tüm gücünü harcamasına rağmen çaresizlik içinde yenik düşen dava adamı, davayı bu davanın asıl sahibine teslim edip O’na sığınması durumunda, Allah’ın yardımı ile tekrar güç kazanır. Böyle durumlarda her şeyin yaratıcısı ve hâkimi olan Allah, dinine hizmet eden kişiyi zâlimler karşısında onurlandırır ve emrinde olan evren güçlerini o dava adamının hizmetine vererek ona yardım eder.*
*İşte Kuran, Kamer Suresi