Evrenin Altı Evrede Yaratılışı
EVRENİN ALTI EVREDE YARATILIŞI
‘OL’ DEDİ OLDU, AMA NASIL OLDU?
"Gökleri, yeri ve bunların arasındakileri altı günde (devirde) yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Ondan başka ne bir dost ne de bir şefaatçınız vardır. Artık düşünüp öğüt almaz mısınız?” (Secde: 4)
Big Bang konusunda uzmanlaşan kozmoloji bilimcileri, ilk saniyelerinden itibaren, yaratılış sürecinin devre devre, dönem dönem, aşamalı bir şekilde nasıl gerçekleştiğini bize teknik ayrıntılarına varıncaya kadar öğretmişlerdir. Doğal olarak bu konuda bazı terimlerin, belki de hiç duyulmamış sözcük ve kavramların dile getirilmesi kaçınılmaz olacaktır. Çünkü ‘Yaratılış', öylesine azametli, öylesine derinlikli ve öylesine karmaşık bir konudur ki, ‘benim’ bir uzman dahi işin altından kalkamaz.
Bununla beraber, yaratılışın dönem dönem gerçekleştiği, ve enerji yumağının ilk halden nasıl bugünkü muhteşem duruma geldiği, zaman ve mekân boyutlarında ortaya konulmuş, zihinler açılmış; ferah ve aydınlık bir yolda ilerlemek isteyenlerin imanlı kalplerine feyizli bir huzur akmıştır.
Her şeyden önce şu husus kesin olarak belirtilmelidir ki, yaratılış sürecinde kutsal âyette belirtilen 'gün', bugünkü dünyamızın 24 saatlik dönüşünden elde edilen 'bir gün' değildir! Kur'an'da bu husus 'eyyâm', yani devirler, aşamalar olarak belirtilmiştir.
Zira o süreçte, henüz dünyalar, güneşler ve gezegenler oluşmamıştır ki, 'günden' söz edilebilsin. Gün kavramından murad edilen, herhalde, birbiri ardınca gelen minicik saniye dilimlerinde, aşama aşama atom altı parçacıkların yaratılma süreci olsa gerektir.
Biz de, mevcut bilgilerimizin ışığı altında bu altı aşamalı süreci mümkün olduğunca sade bir dille anlatmaya çalışacağız. Hiç kuşkusuz, ancak ve ancak yüce Allah'ın her şeyi kaplayan ilminin tasarrufu altında cereyan etmiştir. Yardım Allah'tandır!
Daha önce yaratılışın ilk saniyesinin, 10-43 saniyede gerçekleştiğini belirtmiştik. Bu ilk döneme bütün kozmoloji bilimcileri, 'Planck Dönemi' derler. O halde biz de o ilk döneme dönelim, yani o ilk 'gün'ü, ilk aşamayı görelim.
İLK AŞAMA (PLANCK DÖNEMİ):
"Üstlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl bina edip süsledik de, hiçbir gediği yoktur.” (Kaf: 6)
Bu dönemi tam olarak tanımlamaktan aciziz. Neye benzediği, nasıl olduğu, ne şekilde gerçekleştiği konusunda fazla bilgimiz de yok. Ancak matematiksel olarak teorinin bize anlattığı kadarı ile yetineceğiz. 'Tekillik' adını verdiğimiz (singularity) müthiş küçük bir ortamda, korkunç bir çekim kuvveti altında, 10-43 saniyede her şey önceden 'plânlandığı' şekliyle gerçekleşti. Planck Dönemi'nde, içinde bulunduğumuz şu koskoca kâinat; sıkışık, yoğun ve sonsuz denecek kadar küçük bir mekâna sığmıştı. Bu mekânın boyutları tam 10-33 santimetredir.
Kozmolojistler, işte bu noktasal büyüklüğün, 10-32 ile 10-35 cm'lik mekânına 'Planck Uzunluğu' adını vermişlerdir. Bu uzunluk 'noktası' içinde, şu an içinde bulunduğumuz evrendeki dört adet kuvvet birleşik haldeydi. Bu şu demektir. Çekim Kuvveti, Elektromanyetik Kuvvet, Zayıf Kuvvet, Çekirdek Kuvveti olarak evrende bu gün ayrı ayrı beliren kuvvetler, o dönemde tek bir kuvvet halinde birbirlerinden ayrılmaz bir şekilde sıkıca kenetlenmiş halde bulunuyorlardı. Evren tam anlamıyla simetrikti.
'Planck Uzunluğu' içinde evrenimizin yoğunluk değeri de hesaplanabilmiştir. Bu yoğunluğunun 1 olduğunu düşünürsek, ilk evren yoğunluğu, su yoğunluğunun tam 1094 katıydı. Bu müthiş büyüklük, kuantum fiziğinin müsaade edeceği bir mutlak yoğunluk limiti içindedir.
Burada hemen aklımıza şu soru takılabilir: Peki, acaba Planck Dönemi'nden 'önce' ne vardı?
Bu 'öncesizlik' âlemini bilimin tanımlaması asla mümkün değildir, ileride de mümkün olamayacaktır! Çünkü bilim, ancak Planck Dönemi'nden 'sonra' başlamıştır. Bu dönemden önce ne vardı, nasıldı, neydi, neredeydi, ne zamandı gibi soruların bilim dışı olduğu için mantık açısından hiçbir değeri yoktur. Ancak...
Ancak, İslâm'ın parlak güneşinin aydınlığında evren yaratılmadan önce, ruhlar (ervah) âleminde(???), yüce Yaratıcı'nın, 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' (A'râf: 172) sorusunu sorduğunu ve tüm ruhların da 'Evet!' cevabını verdiğini biliyoruz. Kutsal âyette
bildirilen zaman ve mekân üstü (zamandan ve mekândan münezzeh olma hali) o âlem; fizik ötesi, soyut ve mânâ ortamı olduğundan, oraya somut matematik ve katı fizik kuralları gibi bilim sonuçları erişemez, ulaşamaz! İşte bu nedenle, yaratılıştan ‘önce’ bildiğimiz anlamda zaman ve mekân olmadığından, o âleme ait tüm bilgiler Ulûhiyet, Rubûbiyet ve Hz. Muhammed'in Nûraniyetinin(???) tasarrufu altında kalmıştır!
Oraya erişebilmek mümkün olabilir mi?
Yabancı bir literatürden aldığımız bu diyagram, evrenin yaratılışı sırasında kuvvetlerin nasıl bir 'birlik (Tevhid) içinde bulunduğunu açıklıyor. 10-43 saniyede sıcaklık değeri 1032 derecedir. Daha sonra evrenin doğumundan 10-35 saniye geçmiştir ki, çekim kuvveti (gravity) belirmiş, evren bir saniyenin on milyarda biri (10-10) saniyelik ömre sahip iken, bu kez güçlü çekirdek kuvveti (nuclear force) ortaya çıkmış; evrenin yaşı onbinde bir saniyeyken (10-4) elektromanyetik kuvvet ile zayıf etkileşim kuvveti meydana gelmiştir. O andan bugüne 14 milyar yıl (1017sn) zaman geçti. Bu kuvvetler ilk ortaya çıktıkları andan itibaren geçerliliğini korumuşlardır.
İKİNCİ AŞAMA (KOZMİK ÇORBA):
'Kozmik çorba' deyimi, bütün kozmoloji kitaplarında ve bilimsel makalelerde sık sık kullanılır. Kozmik Çorba denildiği zaman, atom altı parçacıklardan oluşan sadelik ve bütünlük anlaşılmalıdır. Bu aşamada radyasyon (ışın enerjisi) bu çorbanın en önemli bileşenidir. 'Einstein'ın ünlü denklemi olan E=mc2 ifadesi, bu dönem için de geçerli olmakta ve son derecede etkili bir işlev yüklenmektedir. Bu denklemde (E) enerjiyi, (m) maddenin kütlesini ve (c2) de ışık hızının karesini temsil etmektedir.
ilk bakışta basit gibi görünen bu formül, madde ile enerji arasında hiçbir farkın olmadığını ifade eder. Ne demek madde ile enerji arasında farkın olmaması? Cevap basit, fakat derinliği olan bir yorumu beraberinde getiriyor. Enerjinin maddeye, maddenin de enerjiye dönüştüğünü anlıyoruz. Buna en çarpıcı örnek, atom bombasıdır. Korkunç bir enerjinin açığa çıkmasıyla, dehşet verici bir harabiyet oluşmakta ve kısa bir anda yüz binlerce hayat yok olmaktadır. 1945 yazında Japonya'ya atılan bu bombanın etkileri hâlâ gündemdedir.
O halde enerjinin maddeye, maddenin de enerjiye dönüşümünün gerçekleştiği, kozmik çorba olarak adlandırılan bu sıcak ortamda 'enerji' kavramının ne anlama geldiğini de belirtmek gerekebilir. Burada sözü edilen enerji, en küçük enerji paketi olan 'foton' ile temsil edilir. Foton ışık enerjisinin en küçük birimidir. Fotonun maddeye dönüşümünde, 'hangi' madde sorusu gündeme gelecektir.
İşte bu noktada akıllar karışıyor; zihinler bulanık, kavramlar altüst olacak gibi görünüyor. Ama ne yapalım ki, Big Bang'i anlamaya, mevcut aşamaları algılamaya, olayları kavramaya çalışıyoruz. Böylesine muazzam bir konuyu 150 kelimeyi geçmeyen günlük konuşmalarımızdaki basit kavramlarla nasıl izah edebiliriz?
Elektron (madde) ile pozitron (negatif proton: karşıt madde) birleştikleri zaman birbirlerini yok ediyorlar ve bir enerji açığa çıkıyor. Gamma ışını şeklinde ortaya çıkan bu enerji; madde-antimadde ikilisinin hayret verici beraberliği sayesinde sağlanıyor. Öte yandan enerji de, madde ve karşıt maddeye dönüşebiliyor. Evrenin yaratılışı aşamasında, bu etki ve tepkimelerin rolü çok önemli. Enerji-madde ikilisi böylece hem birbirlerini yok ederken, hem de yeniden oluşma sürecine giriyor. Ama sorun şu: Maddeyi çevremizde görüyor ve algılıyoruz. Antimadde nereye gitti?
Bu ikinci aşamada, 'madde' ve 'karşıt madde' kavramları ortaya çıkıyor.
Madde (matter) ve karşıt madde (anti matter) son 50 yıldan beri fizikçilerin başım ağrıtan bir konu. Çevremizdeki her çeşit maddenin atomlardan kurulu olduğunu biliyoruz. Laboratuvar ortamında sürdürülen çok çetin uğraşılar ve araştırmalar sonucunda garip, olağandışı, acayip atom altı parçacıklar keşfedildi. İşte bunlara karşıt madde adını verdiler. Karşıt madde, bildiğimiz maddenin tüm özelliklerini taşıyor ve her yönden aynıdır. Ancak, bir tek, tek bir fark vardır. Karşıt maddenin elektrik yükleri, bildiğimiz maddenin elektrik yüklerinin tamamen zıddıdır. Başka bir anlatımla, madde atomundaki elektronun yükü negatifti. Karşıt maddenin atomundaki elektronun yükü ise pozitif!
Bildiğimiz maddenin atom çekirdeği içindeki proton artı yüke sahipti. Karşıt maddenin protonu ise eksi! Özetle maddenin elektrik yükü nasılsa, karşıt madenin elektrik yükü bunun tam zıddı Ama kütlede, yoğunlukta, hacimde, kimyasal ve fiziksel özelliklerin hepsi eşit! Bir tek yükler farklı.
Gel de şaşırma!
İkinci aşama, tekillik (singularity) dediğimiz yaratılışın başlangıç ânı olan 10-43 saniyeden sonra gelen 10-32 saniyede başlar. Bu andaki sıcaklık değeri 1015 derecedir! Yani 1.000.000.000.000.000 derece!
Bazı bilim adamları bu ikinci döneme 'quark-lepton' adını vermişlerdir. Doğal olarak henüz madde şekillenmemiştir. Buradaki 'madde' kavramından murad edilen, atomların oluşumudur. Ortam o kadar sıcak, o kadar sıcaktır ki, bu dehşet verici cehennemde, sadece atom altı olarak nitelendirilen minicik parçacıklar vardır. Kuark bunlardan biridir. Kuarkların atom çekirdeği içindeki proton ve nötronların içinde bulunan ve 40 yıl öncesinde keşfedilen —henüz yeni bir keşif sayılır- parçacıklar olduğunu bir kez daha hatırlatalım.
işte tam bu aşamada şimdiki evrenimizde görülen 4 temel kuvvet birbirinden ayrılmışlardır. Daha önceki aşamada, yani birinci 'günde' kuvvetler bir bütünlük halindeydiler. Ayrılma, parçalanma ve çözülme yoktu. Bu nedenle 'kuvvetler birliği' kavramı, sadece birinci aşama için kullanılır. İkinci aşama olan 'kuark' aşamasında artık kuvvetler ayrılmışlar ve 'Çekim Kuvveti' (gravitasyon), 'Güçlü Çekirdek Kuvveti', 'Zayıf Çekirdek Kuvveti' ve 'Elektromanyetik Kuvvet' birbirinden ayrılarak her biri kendilerine 'verilen' görevleri ifa etmek üzere hazırlanmışlardır.
Kuvvetler birliğini gösteren anlamlı bir şema. Güçlü çekirdek kuvveti, elektromanyetik kuvvet, zayıf çekirdek kuvveti ile gravitasyon dediğimiz çekim kuvveti, evrenin ilk bebeklik döneminde ‘tek’ bir kuvvet halinde bulunuyordu. Sanki bu durum aklımıza TEVHİD’i getiriyor gibi...
İkinci aşamanın en önemli özelliği madde ile karşıt madde arasında süregelen etkileşim. Madde ile karşıt madde bir araya geldiklerinde neler oluyordu? Olan şey, fizikçilerin başını döndürecek kadar esrarlıydı. Ne zamanki madde ile karşıt madde karşılaşıyorlardı, işte o zaman her ikisi de yok oluyor; onların yerine bir ışıma (radyasyon) ortaya çıkıyordu. Bunun anlamı şuydu. Eğer bir kuark bir karşıt kuarkla karşılaşırsa, her ikisi de yok olur, yerlerine bir foton meydana gelir. Yani en küçük enerji!
Akıl karıştıracak, nefes kesecek kadar garip ama gerçek!
Ama öte yandan Einstein'ın o ünlü denklemine göre enerji ile madde arasında E=mc2 bağıntısı vardı. Demek oluyordu ki, madde ile karşıt madde birbirlerini yok ederken, enerji açığa çıkıyor, öte yandan aynı anda o enerji tekrar maddeye dönüşüyordu.
İşte bu aşamaya 'Kozmik Çorba' denilmesinin bir sebebi de budur! Karışık ama sıcak, hem içinde yağ var (enerji), hem de mercimek (madde)!
İkinci aşamada yavru evrenimiz hızla büyümeye ve genişlemeye başlamıştır. Bu genişleme sürecinde tabiî olarak sıcaklıkta da ani düşüşler görülecektir. İkinci dönemin başlangıç ânı, yaratılıştan sonra gelen 10-32 saniyeydi. Bu süreçte, yaratılıştan bu yana, saniyenin milyonda biri kadar bir zaman geçmiş, sıcaklık da bir trilyon dereceye ulaşmıştır. (1.000.000.000.000)!
Bu sıcaklık değeri her ne kadar yine de cehennemî bir ortamı hatırlatıyorsa da, artık kuarkla karşıt kuarkların bir araya gelip birbirlerini yok etmeleri için bir trilyon derece bir hayli 'soğuk' sayılır. Peki ya ne olur? Bir kuark bir diğer kuarkla birleşerek, proton veya nötronun temelini hazırlar. Peki karşıt kuarklar (anti quark) nereye gitti?
İşte kozmolojinin en önemli sorusu budur!
Bilimciler bu konuda sadece dudakları bükerek anlamsız bir yüzle birbirlerine bakışıyorlar! Cevap yok!
Ortamdaki enerji (ısı ve ışık) azaldıkça, 'baryon' adı verilen çekirdekteki 'ağır' parçacıklar oluşmaya başlar. Diğer alt birimlere oranla 'ağır' diyoruz. Ağır parçacıklar atom çekirdeği içindeki proton ve nötronlardır. Bilindiği gibi proton artı yüklü, nötron ise yüksüz parçacıktır. Ancak bu aşamada bile öylesine yüksek bir sıcaklık vardır ki, yine de atomlar bir türlü oluşamamış, protonlarla nötronlar çekirdek içine sığamamıştır. Bir dizi hesaptan anlaşıldığına göre, proton-nötron, bu kez karşıt proton ve karşıt nötronla birleşerek birbirlerini yok etmekte; böylece ortaya foton dediğimiz ışık enerjisi çıkmaktadır. Yapılan son derecede karmaşık hesaplamalar ve formüllerden açığa çıkan sonuçlar şaşırtıcı ve düşündürücüdür. Çünkü bu birbirlerini yok ediş sırasında her bir adet proton için, tam bir milyar adet foton enerjisinin meydana geldiği bulunmuştur.
Bu sonuç, son derecede önemlidir. Önemlidir çünkü bir milyar bir adet (1.000.000.001) proton-nötron ile bir milyar (1.000.000.000) karşıt proton- karşıt nötronun karşılaşması sırasında tam 1 adet proton 'sağ kalmakta' ve tam bir milyar foton da açığa çıkmaktadır. Bu neden böyledir? Yani protonun bu tek adet fazlalığı, —inanması belki güç gelecek ama gerçek— öyle anlaşılıyor ki, evrenimizin yapıtaşını oluşturmaktadır. Başka bir ifadeyle, bir yandan madde ve karşıt madde birbirlerini yok ederken, enerji açığa çıkmakta ve geriye evrenin çimentosu sayılan proton (karşıt degil!) meydana gelmektedir. Bu, öylesine hassas, öylesine muhteşem bir dengedir ki, aksi olsaydı; yani karşıt madde biraz daha bildiğimiz maddeden fazla olsaydı, şimdi içinde bulunduğumuz evren meydana gelmez, yani yaratılmazdı! Yani bizler olmazdık!
ÜÇÜNCÜ AŞAMA: ELEKTRON SAHNEDE
Bu aşamaya bilimciler, 'elektron dönemi' adını verirler. Üçüncü safhada elektron sahnededir. Bildiğimiz gibi, atomda çekirdek etrafında dönen eksi yüklü bir parçacıktır ve protondan çok daha hafiftir. Ne kadar hafiftir denirse, 1/1.840 oranını verebiliriz. Zaman hızla ilerlemekte ve zaman geçtikçe de evren alabildiğine genişlemektedir. Bir yandan sıcaklık düşüşü, bir yandan da genişleme süreci devam ettikçe, artık saniyelerin ufak kesirleri değil, tam saniye aralığı dilim dilim kendini göstermektedir. Sıcaklık değeri 1.200.000.000 değerine inmiştir. Big Bang'ten tamı tamına bir saniye geçtikten sonra, âni enflasyonun etkisiyle ortamda 'elektron çifti' yaratılır. Elektron çifti demek, elektron-pozitron ikizi demektir. Elektronla, pozitif elektron bir araya gelince birbirlerini yok ediyorlar; bu arada enerji açığa çıkıyor. Ama bu enerjiden aynı zamanda elektron çifti ile nötrino oluşuyor. Bu öylesine düzgün bir denge oluşturuyor ki, aynı sayıdaki foton (enerji) ile aynı sayıdaki elektron (hem artı hem eksi) ve nötrino birbirleriyle etkileşim halinde bulunuyorlar.
Bu işin derinliği o kadar fazla ki, ne kadar dibe inersek inelim, yine de olayı tam olarak anlatamamanın aczi içindeyiz. Örneğin şu nötrinoya yakından bir bakalım. Dört çeşit nötrino mevcut. Elektron nötrino ile anti nötrino; muon nötrino ile anti muon nötrino. Nötrinolar bugün de mevcut; tüm uzayı dolduran nötrinoların, saniyede bir milyon kere trilyon adedi bedenimizi delip geçerek yeryüzünü bombardıman etmekte ve dünyanın öbür ucundan çıkarak tekrar uzaya dönmektedir.
Şaşmamak elde değil! Veya şaşkınlığınızı gidermek için sadece 'Allahü Ekber' demek yeterli!
Şimdi 4 ışık yılı uzaklığında bir cesamete kavuşmuştur. Unutmayalım ki, bugünkü evrenin ebadı karşısında bu değer miniciktir. 4 ışık yılı uzaklık, ışığın saniyede 300.000 kilometre yol aldığı dikkate alınırsa, bu değerin 86.400 katı, ışığın bir günde gideceği uzaklık; bu değerin de 365 katı, ışığın bir yılda ulaşacağı mesafe olarak düşünülebilir. İşte bu boyutun da 4 misli olan uzaklık, evrenin bir saniyelik yaşı için, hiç de fana sayılmaz!
3. günde bir diğer önemli olay, 'nötrino' denilen parçacığın sahne almasıdır. Nötrino bilimcilerin kafalarını karıştırmaya hâlâ ediyor. son derecede garip, acayip parçacıklar bu nötrinolar! Bunlara hayalet parçacık demekle uzmanlar çok haklı. Çünkü daha hâlâ bir bilmece gibi; kütleleri var mıdır, yok mudur anlaşılamadı! Bir kütleye sahip olsalar bile, son derece küçük değerde olması gerekiyor. Bu aşamada, nötrino parçacıkları, arı kovanından fırlayan yüz binlerce arı gibi etrafta vızır vızır dolaşıyor. Aynen bugünkü gibi!
DÖRDÜNCÜ AŞAMA: RADYASYON DÖNEMİ
Radyasyon (ışıma) denilince, sadece Çernobil kazasından sonra ortaya çıkan radyoaktif radyasyon akla gelmemelidir. Radyasyon, ışık ve ısı halinde havalı veya havasız ortamda yayılabilen bir enerjidir. Hemen aklımızda bulunsun ki, bu aşamada güneş, ay, dünyamız vb. henüz şekillenmediğinden, yani bildiğimiz madde de tam olarak oluşmadığından, ortaya çıkan enerji tamamen foton enerjisi olarak düşünülmelidir. Bu aşama bir hayli uzun sürmüştür. Bir-iki dakikadan 300.000 seneye kadar uzanan geniş bir zaman diliminde olacak olan her şeyin, bu aşamada noktası virgülüne kadar plânlandığı anlaşılıyor. Çünkü artık ilk maddenin kırıntı halindeki ufacık parçacıkları bir araya gelip atom dediğimiz kararlı ve yerli yerine oturmuş temel parçayı oluşturacaktır. 'Nucleosynthesis' (çekirdek birleşmesi) adı verilen etkileşim, maddenin yapıtaşını oluşturacak sürecin başlangıcı kabul ediliyor.
Hemen sıcaklık değerini belirtmek gerekebilir. Tam bir milyar derece! Bu 1.000.000.000 derecelik sıcaklıkta, maddenin dördüncü hali olarak bilinen 'plazma' durumu söz konusudur. Bilindiği gibi madde; katı, sıvı ve gaz halinde bulunuyor. Bir dördüncü hal ise, sadece çekirdek veya sadece elektronların hüküm sürdüğü bir plazma ortamdır. Buna ortam demek de ne dereceye kadar doğru olur bilemiyorum. Belki bu durumu en iyi tasvir edecek isim 'deniz' olabilir, buhar olabilir, hatta duman olabilir. En iyisi ‘duman’!
“Sonra duman halinde göğe yöneldi de ona ve yere şöyle seslendi: ’İsteyerek veya istemeyerek bir araya gelin'. İkisi de ‘isteyerek geldik’ dediler” (Fussilet 11)
Bu akılları zorlayan âyetten neler anlıyoruz. onu görelim:
1. Her şeyden önce yüce Allah, yarattıkları ile 'konuşuyor’.
Bu Allah'ın 'Kelâm’ sûbutî sıfatının bir örneğidir.
2. Kelam kavramı içinde ‘iletişi’ vardır. O halde iletişim tek taraflı, tek yönlü değil; çok yönlüdür. Nitekim gökler 'duman' halindeyken (yani henüz madde oluşmamış, sadece plazma halinde iken), ona ve onunla birleşecek olan tarafa, yani elektrona 'bir araya gelin!' emri veriliyor. Her ikisi de 'isteyerek geldik' diye cevap veriyorlar. Bundan iyi iletişim olur mu?
3. Her ikisi de bu emre karşı durmak şöyle dursun; teslim olarak itaat ediyor. (Madde bile itaat ediyor, ya bizler?)
4. ...
Serbest olarak oluşan proton, elektron ve nötronlar etrafta fırıldak gibi döne döne dolaşmakta ve sıcaklığın biraz daha düşmesini beklemekten başka çareleri olmadığının 'bilincinde', sabırla sıralarının gelmesini gözlemektedirler. Çünkü sıcaklık yine yüksek değerdedir ve elektronların, proton-nötron karışımı olan çekirdeğe bağlanıp onun etrafında dönmeleri için ortamın biraz daha soğuması gerekmektedir. En ufak bir bağlantı isteği, sıcaklık değeri tarafından, yani fotonlar tarafından derhal geri püskürtülmekte ve iyon (atomun elektrik yükü bakımından nötr —yüksüz— durumunu kaybetmiş hali) denizi kararlılığını muhafaza etmektedir.
Bu esnada, iki proton birleşerek, ismine 'döteryum' (deuteron) denilen ağır bir hidrojen çekirdeği oluşturur. Döteryum, serbest halde orada burada dolaşmakta olan iki nötronu daha kendine bağlayarak helyum elementinin ilk çekirdeğini meydana getirir. Bu çekirdekte artık 2 adet proton ve 2 adet nötron yer almaktadır. Yine belirtmek gerekir ki, serbest elektronların bu çekirdeğe bağlanmaları mümkün değildir; zira foton enerjisinin fazlalığı bu bağlantıya engel olmaktadır.
Evrenimiz artık bebeklikten çıkmaya ve yeni yeni kendine gelmeye başlamaktadır. Daha önceleri anlatmaya çalıştığımız kozmik fon radyasyonu bu aşamada henüz açığa çıkmamıştır.
BEŞİNCİ AŞAMA (MADDENİN YARATILIŞI):
İşte geldik sondan bir önceki aşamaya. Bu aşama, 300.000 ilâ 500.000'inci yıllar arasında geçen bir toparlanma ve şekillenme dönemidir.
Sıcaklık değeri 3.000 dereceye düşmüştür. Hatırlamak gerekir ki, bu değer, güneşin yüzey sıcaklığı olan 6.000 dereceden bile daha düşüktür. İlk akla gelen soru evrenin bu delikanlılık dönemine ait büyüklük değeri olabilir. Beşinci dönemde evrenimiz eskiye oranla bir hayli büyümüş, serpilmiş görünüyor. Bir uçtan öbür uca olan boyutu 1,5 milyon Işık yılıdır! Işık, evreni bir baştan bir başa geçmek için 1,5 milyon ışık yılı zamana ihtiyaç duyacaktır. Bu değer bizim şimdi içinde yaşadığımız o koskocaman Samanyolu gökadasından daha büyük, daha geniştir. Samanyolu'nun uzunluğu, 100.000 ışık yılı, eni de 30.000 ışık yılıdır.
3.000 derecelik sıcaklıkta, artık elektronların istediği olmuş, yumuşamış, sakinleşmiş ve elektronlar maddeyi oluşturmak üzere atom çekirdeklerinin yörüngelerine bağlanmışlardır. Artık evren, ilk meyvesini vermiş, hidrojen atomu şekillenmiştir; çekirdekte bir artı yüklü proton, çekirdek etrafında saniyede bir milyon metre hızla dolanan eksi yüklü bir adet elektron yerlerini almıştır. Evrenin bu ilk ürünü ne güzel bir üründür!
Hidrojen atomlarının bir kısmı, ayrışarak serbest protonlara ve elektronlara dönüşmüştür. Serbest elektronlar ışık ışınları ile, yani fotonlarla etkileşime girmişler ve fotonların serbestçe yayılması önlemişlerdir. Eğer önlememiş olsalardı, kozmik radyasyonu daha da geri zaman dilimlerinde görebilecek ve neler olup bittiğini daha da iyi anlayabilecektik. Bu konu kozmolojistlerin başını ağrıtan bir sorundur. Kozmik radyasyonun elektronlara bir duvar gibi 'toslayıp' bölgeden kaçamadıklarını biliyoruz; ne yazık ki, o dönem hakkında bundan daha fazla bir bilgiye sahip değiliz.
Bu aşamada, maddenin yoğunluk değeri ile radyasyonun (enerjinin) yoğunluk değeri önem kazanmıştır. Öyle ki, şimdiki uzayda her m3 başına bir hidrojen atomu düşerken, o zamanda her cm3 başına 1.000 hidrojen atomu isabet etmekteydi. Enerji de öyle. Bugünkü radyasyon enerjisinin yoğunluğu, o zamanki radyasyon enerjisinin yoğunluğundan trilyon kadar daha küçüktür.
Şu radyasyon konusunu biraz daha açsak iyi olacak. Birçok kez ifade etmeye çalıştığımız gibi, 'radyasyon' denilince aklımıza 'enerji' gelmelidir. İlk saniyeden 1 milyon yaşına gelinceye kadar tüm uzayı işte bu enerji doldurmuştur. Bu dönem içinde enerji (ışık Işınları, fotonlar) maddeden daha fazla miktardadır. Sıcaklık değeri 10 milyar derecedir. Bu sıcaklığa denk düşen enerji yoğunluğu 100.000 gram/cm3 değerindedir. Madde yoğunluğu ise, cm3 başına bir gramın ancak onda biri kadardır. Enerji yoğunluğunun maddeden daha yoğun olmasının nedeni şudur: Madde sıcaklığı (hacim açısından) T3 kadar artarken; enerji T4 mertebesinde artar (T sıcaklıktır).
Bu aşamada, hidrojenden sonra helyum atomunun yaratılması gelir. Helyum, hidrojenden oluşmuştur. Şimdiki zamanımızda da gökyüzünde gördüğümüz bütün yıldızların (güneşler) yakıtı, hidrojenin helyuma dönüşmesinden açığa çıkan yüksek derecedeki ışık ve ısı enerjisidir. Sürdürülen hesaplardan anlaşılıyor ki, Biğ Bang'ten 200 saniye sonra hidrojen bombası gibi bir enerji açığa çıkıyor ve bu reaksiyondan helyum atomları meydana geliyor. Bu işlemin prensibi de şöyle:
Bu dönemde her 10 protona karşılık olmak üzere, 2 nötron parçacığı vardır. Serbest halde oradan buraya çorba halinde hareket eden nötronlarla protonlar birleşirler ve böylece döteryum denilen 'ağır hidrojen' oluşur. Ortaya çıkan döteryum tekrar protonla nötrona dönüşür ama bu kez açığa yine enerji çıkar.
İşte 2 adet ağır hidrojen denilen döteryum bir araya gelerek helyum atomunu yaratırlar.
O andan başlayarak oluşan hidrojenler, tüm kâinatı bir baştan bir başa doldurmuşlardır. Evrendeki tüm maddelerin %75'ini oluşturan hidrojen, en temel madde olarak, bu oranını bugün de aynen muhafaza etmektedir.
Evrende çekim kuvveti şimdi devrededir artık. Hidrojen atomları birleşip bütünleşerek ilk yıldız maddelerini hazırlamaya hazırdır. Bundan sonraki aşama, son dönem olan altıncı safhadır. Elementlerin oluşumu!
ALTINCI AŞAMA:
YILDIZLAR VE GALAKSİLER DONEMİ
"Doğrusu Rabbiniz Allah, gökleri ve yeri altı aşamada yarattı. Sonra arşın üzerinden her şeyi yönetir. Onun izni olmadan kimse kendiliğinden aracılık edemez. Rabbiniz Allah işte budur. ona kulluk edin, hâlâ düşünüp öğüt almayacak mısınız?” (Yunus 3)
Bu aşamada elementler meydana gelecek, madde ve enerji evrene hâkim olacaktır. Bu periyot, Big Bang'in başlangıcından 100 milyon yıl sonra başlayacak ve ikimilyar yıl sonra da tamamlanacaktır. Maddenin oluşması demek, yıldızların, güneşlerin, dünyaların ve ayların oluşumu anlamına gelecek; ama henüz evrende en küçük bir canlı izine rastlanmayacaktır! Canlılığın oluşması için kozmik fon radyasyonunun sıcaklık değerinin düşe düşe şimdiki -270 dereceye inişini beklemek gerekecektir! Çünkü ve çünkü evrendeki daha yüksek bir sıcaklık değeri, canlıların yaşamına uygun değildir!
Dengeyi gördünüz mü?
Beklemenin ne anlama geldiğini fark edebildik mi?
Altıncı devrenin, yaratılıştan itibaren 2 milyar yıl sürdüğü bugünkü bilimin ışığı altında açıklanabiliyorsa, ne mutlu bize!
14 milyar yıldan beri uzay giderek şişiyor, süpernova patlamaları ile yeni elementler onay çıkıyor, nihayet evrenin bir köşesinde ufak, minicik bir yerinde bir galaksi doğuyor, 5-6 milyar yıl yaşında bir galaksi! İçinde 200 milyar yıldız barındıran bir küme!
Bu galaksiye 'Samanyolu' adını veriyoruz.
İşte semayı bir baştan bir başa, buğulu ve titrek bir kuşak gibi sarıp sarmalayan Samanyolu'nun sarmal kollarından birinde, merkezden bir hayli uzak bir noktada, bizim güneş sistemimiz yer alır. Bu ucu bucağı anlaşılamayan, akıl almayacak kadar geniş Samanyolu'nun boyu 100.000 ışık yılı, genişliği ise 30.000 ışık yılı uzaklıktadır. Başka bir deyişle evrenimizdeki en yüksek hıza sahip olan ışık, Samanyolu galaksisini bir uçtan bir uca ancak 100.000 yılda katedebilir.
Güneş sistemi bize göre ne kadar büyük boyutlara sahip olsa da Samanyolu içinde ufacık, minicik bir zerre gibi kalır. Bu 'zerre' de aslında o kadar geniş bir hacim içindedir ki, zihin bu ölçeği kavramakta zorluk çeker.
Bir misalle açıklamaya çalışalım: Öyle ki, saatte 1.000 km hızla yol alabilen bir jet uçağı ile dünyadan bize en yakın olan doğal uydumuz aya gitmek 16,5 gün sürecektir. Aynı uçakla güneşe en yakın olan gezegen olan Merkür'e 10 yıl, Venüs'e 5 yıl, Mars'a 6 yıl ve güneş sisteminin en büyük gezegeni olan Jüpiter'e de 76 yıl sürecek bir yolculuk yapabilirdik. Sistemin en son durağı olarak bilinen uzak gezegen Plüton'a yolculuğumuz ise tam 700 yıl sürecekti.
Aynı uçakla dünyaya en yakın yıldız (güneş) olan Alfa Centauri’ye olan yolculuğumuz ise 16 milyon yıl sürer. Rigel yıldızına olan yolculuk ise 20 milyar yıl. Bu değerin, evrenin yaşından bile daha büyük olduğunu artık söylemeye bile gerek yok.
Ote yandan güneş etrafında devir süreleri de sistem içinde farklı değerler taşıyor. Merkür, güneş etrafındaki devrini 80 günde tamamlarken, Venüs 225 günde, dünya 365 günde, Jüpiter 12 yılda uzak komşumuz Plüton ise 248 yılda tamamlıyor. Başka bir deyişle, Plüton'un bir yılı, bize göre 248 yıl sürüyor. Güneşten uzaklaştıkça dolanım süreleri de giderek artıyor.
Samanyolu’na en çok benzeyen galaksi. İsmi Andremodea! Bizden 2,5 milyon ışık yılı uzaklıkta.
Güneş yüzeyindeki granür denilen kabarcıkların her biri bir atom bombası gibi çevreye enerji salıyor. Alt sağ köşede görünen fışkırmalara 'solar flarc' adı veriliyor. Bu fışkırmaların şimdiye dek çekilen en azametli görüntüsü bu fotoğrafta yer alıyor. Fışkırmalar güneş yüzeyinden 588.000 km'ye kadar hızla yayılıyor. Bu mesafe, dünya ile ay arasındaki uzaklığın 2 katına yakındır. Güneş yüzeyi 6.000 derece, iç katmanlardaki sıcaklık ise 20 milyon dereceyi buluyor. Güneşte en bol bulunan element, tüm evrende de en bol element olan hidrojendir. %92 oranına sahiptir. İkinci derecede helyum gelir: %7. Diğer elementlerin bulunma oranları çok düşüktür.
Bu değerler anlaşılabilir ölçektedir, çünkü saatte 1.000 km'lik bir hız, sıradan bir büyüklük sayılır. Ancak güneş sisteminin dışına çıktığımızda artık ne uçakların hızı, ne roketlerin ve ne de uyduların hızı bize anlamlı bir fikir verebilir. O zaman ışık hızı dediğimiz, saniyede 300.000 km'lik hız değerini kullanırız. Yıl cinsinden ifade etmek istersek; saniyedeki hız değerini dakika, saat, gün ve yıl üzerinden hesapladığımızda, ortaya çıkan sonuç 9,5 trilyon kilometre olarak belirecektir. Başka bir deyişle ışık hızıyla hareket eden bir cisim, bir yıllık süre sonunda 9,5 trilyon kilometre yol almış olacaktır. Bir ışık yılı uzaklık bu kadarlık bir değere tekabül ediyorsa, ayla dünya arasındaki mesafe 1 ışık saniyesidir; güneşle dünya arasındaki uzaklık 8 ışık dakikasına eşittir. Buradan, güneş ışığının dünyaya 8 dakikada geldiği yorumunu yapabiliriz. Işık, güneş sistemi çevresini 11 saatte tamamlar. Alfa Centauri adını verdiğimiz bize en yakın olan yıldıza olan uzaklık ise 4,5 ışık yılıdır. Yine bize en yakın olan galaksinin uzaklığı ise, 2,5 milyon ışık yılıdır.
Satürn gezegeni belki de Allah'ın Cemâliyyet (güzellik) sıfatına en fazla yakışan güneşe yakınlık bakımından altıncı sırada yer alan muhteşem ve müstesna bir gezegendir. Güneşten 1,4 milyar, dünyadan da 1,1 milyar km uzaklıktadır. Güneş sisteminin ikinci büyük gezegenidir. En önemli özeliği çok zarif ve estetik bir halkaya sahip olmasıdır. Soğuk bir gezegendir. Güneşe bakan yüzünün aydınlığı kolayca fark ediliyor. Uzakta parıldayan noktasal yıldızlar, bize uzayın o harikulâde azametini haykırıyor.
Doğrusu kolay değil, çünkü uzayın ve içindekilerin büyüklük ve uzaklık değerleri ancak böylece bir anlam kazanıyor veya daha da açıkçası, anlam kazandığı varsayılıyor. Einstein'in dediği gibi, 'Aklımın almadığı tek şey, bu evrenin aklımıza nasıl sığabilmiş olmasıdır.
Güneş sisteminin sınırları ne kadar geniş olursa olsun, düşünce ufukları ve hayal gücü yanında sadece bir zerre gibi kalır. Tüm evreni anlamaya ve algılamaya çalışan bir insan beyni, kuşkusuz daha uzaklara, daha bilinmeyenlere doğru yol almak ve oralarda neler olup bittiğini öğrenmek kabiliyetine sahiptir.
Güneş Sisteminin son durağı olan Plüton'dan sonra sonsuz ufuklara kadar uzanan muazzam bir kozmos okyanusu başlar. Bu uçsuz bucaksız uzay denizine yelken açan ilk vasıta Pioneer 10’dur. Araç, 2 Mayıs 1972 tarihinde, yerden 14,5 km/sn'lik müthiş bir hızla ateşlendi. Saniyede 14,5 kilometrelik bir maksimum hız, ilk defa deneniyordu. Araç, başarı ile yörüngeye oturduktan sonra uzmanlar rahat bir nefes aldı. Pioneer 10, dünya etrafında fırıl fırıl dönen bir yapay uydu değildir, dönüşü olmayan bir uzay yolculuğuna çıkmıştır.
Araç, fırlatıldıktan 1,5 yıl sonra Jüpiter'in 135,000 km yakınından geçerken tarihler, Aralık 1973'ü gösteriyordu. Pioneer 10 aracının, roket ve uydu tarihinde çok özel bir yeri ve önemi vardır. Araç içine 15 x 22 cm boyutlarında altın kaplama bir plaket yerleştirilmişti. Bu plaket üzerinde bazı şekiller ve yazılar vardı. Bunlar 9 gezegenin temsili resimleri ile bir erkek ve bir kadın figürüydü. Ayrıca Samanyolu galaksisi içinde güneşin yer aldığı koordinatlar işaretlenmişti.
Bütün bu şekil ve şemaların asıl amacı, başka dünyalarda eğer hayat var ve zeki uzay yaratıkları mevcut ise, onlara 'Biz buradayız işte' demek içindi.
Böyle bir mesaj 'onlara' ne kadar sürede ulaşabilir?
Aslında güneş sistemi uzayda o kadar büyük bir hacim kaplar ki, dünya için kullandığımız bütün ölçü birimleri bu mekânda anlamsız kalır. Bunun için, 1:1.000.000.000 ölçeğini alıp, güneş sistemi çerçevesi içinde 1.000 km'lik bir uzaklığı, 1 mm ile gösterelim. Böyle bir ölçekte güneş, 1,5 metre çapında dev bir balon büyüklüğünde olacaktır. Güneş sistemi içinde en büyük gezegen olan Jüpiter, bu dev balondan 777 metre ileride, 14 cm çapında küçük bir kavun gibidir. Dünyamıza gelince; dünyamız. Bu balondan sadece 150 metre uzaklıktaki bir noktada küçücük bir kiraz tanesi kadardır. Ay ise bu kiraz tanesinden, 40 cm ötede minicik bir susam taneciği ile temsil edilir. Bu ölçekte güneşe en yakın olan gezegen Merkür, her 20 saniyede 1 mm yol alır. Güneşten en uzak gezegen Plüton ise, 200 saniyede 1 milimetre yol kat ederek güneş etrafındaki yörüngesinde yavaşça yol alır.
Bir balonla temsil edilen güneş, aslında uzayda o kadar yalnızdır ki, kendisine en yakın yıldız, bu ölçeğe göre tam 40.000 km uzaktadır. Buna göre dünyamız, güneşten 150 metre uzakta iken. En yakın yıldız, bizden 40.000 kilometre ötede yer alıyor. Bu uzaklığın ekvator uzunluğuna eşit olduğunu biliyoruz. Samanyolu'nun büyüklüğünü ise. bu ölçekte tam olarak algılamak zor görünüyor. Tam 1.000.000.000 kilometre.
Görülüyor ki, 1:1.000.000.000 ölçeği güneş sistemi dışında yetersiz kalıyor. Ölçeği biraz daha değişik bir model üzerine oturtmaya çalışalım:
Bu defa galaktik sistemde 1 milyar kilometreyi 1 milimetre ile temsil ettiğimizi düşünelim. Bu ölçekte, tüm yakın ve uzak gezegenler, dünyamız ve güneşimiz sadece bir susam taneciği kadar olsun. İçinde bulunduğumuz Samanyolu galaksisi ise, 1.000 kilometre uzunluğunda, 160 kilometre kalınlığında, 200 milyar güneşi barındıran muhteşem bir âlemdir. Bu susam taneciğine en yakın bir başka susam taneciği daha var. Onun da adı Proxima Centauri. Bu sistem, bizden 40 metre uzakta yer alıyor. Her 60 metre uzaklıkta yeni yeni güneşler, yeni yeni sistemlerle karşılaşıyoruz. Bu yıldızlardan sonra araya sessiz bir bölge giriyor. Ondan sonra bir diğer galaksi başlıyor. İşte bu 'diğer' galaksilerden biri, bize en yakın olanı, 'Andromedea', aynı ölçeğe göre, bizim galaksimizden 16.000 kilometre ötede eşsiz bir mücevher parçası gibi parlıyor.
Artık kilometre gibi 'küçük' birimlerin uzaklıkları temsil edemediğini anlıyoruz. Uzay boyutlarında kullanılan en uygun uzunluk birimi ışık yılı uzaklığıdır. Işığın bir hızı olduğunu ve bu hızın saniyede 299.729 kilometreye yaklaştığını ve yuvarlak bir hesapla 300.000 km/sn olarak kabul ettiğimiz bu değişmez hızın evrenin en önemli sabitesi olarak tanımlandığını biliyoruz.
Gökyüzünde güneş gibi irili ufaklı milyonlarca yıldız, bizden çok çeşitli ışık yılı uzaklıkları ile yerlerini almışlardır. Dünyaya en yakın yıldız Alpha Centauri güneşidir ve bizden 4,3 ışık yılı ötededir. Bu yıldızdan 'şimdi' yola çıkan ışınlar, bize 4 yıl 4 ay sonra ulaşacaktır. Bu ifadenin bir diğer anlamı da şudur: Bu yıldıza ‘şimdi' bakarsak, onun 4 yıl 4 ay 'önceki' durumunu görürüz. Bu yıldız 'şimdi' sönse, biz onu daha 4 yıl 4 ay boyunca göreceğiz demektir.
Alpha Centauri'den daha uzak yıldızlar da vardır. Güneşten 23 kez daha parlak bir yıldız olan Sirrus, 8,2 ışık yılı ötededir. 61 Cygni, dünyadan 11,2 ışık yılı uzaklıktadır. Vega yıldızı, 27 ışık yıIı uzaklığı ile dördüncü sırada yerini alır.
Samanyolu galaksisinin merkezinden 30.000 ışık yılı uzakta yer alan güneş sistemimiz, bizim galaksiye en yakın olan Andromeda galaksisinden 2.500.000 ışık yılı uzaktadır. Bizden 1.000.000.000 ışık yılı uzakta, ismine kuasar denilen çok parlak, çok enerjik yıldızlar vardır. 10.000.000.000 ışık yılı uzaklıkta ise, en uzak kuasarlar dizilmişlerdir. 10 milyar ışık yılı uzaklık demek, aslında zamanda da 10 milyar yıl geriye gitmek anlamını taşır. Başka bir ifadeyle; 10 milyar ışık yılı uzaklıktaki bir yıldıza baktığımızda, evrenin yaşı 15 milyar yıl kabul edilirse, henüz 5 milyar yıl yaşındaki halini görürüz.
Pioneer 10'un işi zor gibi görünüyor!
Bir de süpernova dediğimiz garip patlamalar oluyor çevremizde. Çevremizde derken, tabiî bunun ne anlama geldiğini de iyi belirtmek gerekiyor. Uzak, çok çok uzak çevremizde aniden patlayan yıldızlar, etraflarını şiddetli bir ışıldak gibi parıl parıl parlatıyorlar.
M.S. 1000 yıllarında, bazı uzmanlara göre 1054 yılında, Çinli astronomlar, Boğa takımyıldızları bölgesinde daha önce hiç rastlamadıkları parlaklıkta bir yıldız gördüklerini kayıtlara geçirdiler. Aynı olaya Güneybatı Amerika yerlileri tarafından da tanık olunduğuna dair bazı belgelerin mevcut olduğunu biliyoruz. İslam toplumlarında da benzer bir olayın gözlendiği konusunda bilgilerin varlığı söz konusu.
Ortalama bir hesapla, her galakside her asırda bir kez olmak üzere böyle aşırı bir parlaklık gözleniyor. Bu parlaklığın nedeni, süpernova patlamasıdır. Tipik bir galakside, 10 milyar yıl ortalama bir ömür olarak kabul edilirse, 100 milyon yıldızın patlayacağı kolayca bulunur. Aslında bu oran, ancak yüzde biri temsil eder. Samanyolu galaksisinde 1054'ten sonra 1572 senesinde başka bir süpemova patlaması daha gözlendi. Bu patlama, ünlü gözlemci Tycho Brahe tarafından ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Daha sonraki süpernova olayına, 1604 tarihinde rastlıyoruz. Kepler bu parlak ışımayı kayda geçirmiştir.
Yakın geçmişte yeni bir süpernova patlaması daha oldu. 1987 yılının 22 Şubat günü saat 7.35.41 'de, dünyamızdan 170.000 ışık yılı ötede büyük Magellan takımyıldızı içindeki patlama, güney yarıküreden çıplak gözle bile fark edildi. Patlamanın şiddetini hesaplayan bilimciler, şaşkınlık ve hayret içinde haftalarca bu konuyu tartıştılar. Patlamadan sonraki parlaklık, güneşten tam 1.000.000.000 kez daha fazla ışık şiddetine eşdeğer oluyordu!
Bu patlamalar niçin?
Sebebi çok basit!
Canlılık için! İnsanlık için! Çünkü artık gayet iyi biliyoruz ki, Big Bang sırasında sadece hafif element adını verdiğimiz hidrojen ve helyum oluşmuştu. Ağır elementler Big Bang'te yaratılmamıştı. Bildiğimiz bir gerçek daha var, o da şu: Tüm canlı organizmalarda karbon var, oksijen var, demir var, çinko ve alüminyum var. Özetle canlılığın oluşması için hidrojen ve helyum dışında başka elementlere de gerek duyulacaktır. İşte süpernova patlamaları sonucunda çevreye yayılan bu maddeler, birbirleriyle kimyasal etkileşim yaparak, ağır elementleri oluşturuyor ve bu elementler de gezegenleri meydana getiriyorlar.
İşte dünyamız da böyle doğdu!
işte dünyamız. Uzaydan bakıldığında masmavi okyanusları, bembeyaz bulutlan ile insanda hayranlık uyandıracak kadar güzel ve sevimli dünyamız. Üzerinde doğup büyüdüğümüz, kaynakları ile ısındığımız, toprağı ile beslendiğimiz, havası ile soluduğumuz, dünyamız. Mavi gezegenimiz. Dünya yukarıdaki fotoğrafta Hazar Denizi'nden İspanya içlerine kadar gündüzü yaşıyor. Öte yandan Atlas Okyanusu henüz gecenin karanlığında bulunuyor. Gece ile gündüz, her an birbirini izliyor. Bir yanda güneş batarken aynı anda öbür yanda güneş doğuyor. Fotoğrafın çekildiği saatlerde Türkiye ikindi saatlerini yaşıyor. Siz bu saatlerde ne yapıyordunuz?
Artık görülüyor, görülmesi gerekiyor ki, evren diye adlandırdığımız bu koskoca âlem, ufuklara sığmayacak kadar uzak ve büyük; akıl, zihin ve fikir gücüyle algılanmayacak kadar muhteşem ve müstesna bile olsa, yine de mevcut imkânlarla, bilim ve teknolojinin sağladığı o harikulâde sonuçlarla pek çok bilgiye ulaşıyoruz. Dünya tarihinde hiçbir nesle nasip olmamış bir ayrıcalığa sahip asrımızın insanı; bugünün insanına bulunulan bu ihsan, yüce Allah'ın asla inkâr edilmeyecek bir nimetidir.
İşte onun için diyoruz ki, zamanımızın insanı, şimdiye kadar hiç kimsenin bilemediği, rastlayamadığı bilgilerle donanmakta; elinde sayısız kitaplar, dergiler, makaleler ve bilimsel bilgi ve belgelerle evreni daha iyi tanımak hususunda en şanslı nesil olmakla bahtiyar olmalıdır.
Bu mutluluğun erişilmez hazzının ortaya koyacağı tek, ama tek bir sonuç vardır:
Evrenin Yaratıcısını tanımak!
"Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişlerinde akıl sahipleri için, Allah'ın varlığını gösteren âyetler vardır.” (Âl-i İmrân: 190)
Müthiş hızların, uzak mesafelerin, muazzam büyüklüklerin ve enerjilerin, bildiğimiz madde ve zaman boyutlarının da üstünde ve ötesindeki yapıtaşlarıyla dantel misali örülmüş ve donatılmış bu şaheserler şaheseri evrenin, bu koskoca kâinatın yoktan, yokluktan yaratılmış olduğu gerçeği, artık kafalara dank etmeli; beyinlere ucu sivri bir çivi gibi hiç çıkmayacak şekilde, sağlam delillerin sert çekici ile sağlamca çakılmalıdır. Çünkü bilim bunu söylüyor!
Ve çünkü evrenin yaratılışı, basit bir senaryo konusu ya da sıradan bir bilimsel tez değil, sağlam bilgi ve bulgularla desteklenen; teori ve deneylerle açıklanan, uzay araçları ile defalarca test edilerek, denenerek, doğruluğu saptanan, yerde ve atmosferde yıllarca sürdürülen ısrarlı laboratuvar çalışmalarının sonuçları ile tecrübe edilen, kontrol edilen, mukayese edilerek kanıtlanan, en ufak bir şüphe ve tereddüde yer vermeyecek şekilde yeterli ve güvenilir belgelerle ispatlanmış bir evren yasasıdır.
Big Bang olayı artık kanıtlanmış, doğruluğu kesinleşmiştir, yaratılışın ilk saniye dilimlerinde nasıl bir madde ve enerji alışverişi sonucunda, önce atom altı parçacıkların, sonra atomların, nihayet, elementlerin, moleküllerin, özetle maddenin ve bunun sonucunda da parıldayan yıldızların, dünyaların yaratıldığı tüm bilim dünyasınca kabul edilmiş, destek görmüş, onaylanmış, en ufak bir itiraza yer vermeyecek şekilde tasdik, tasvip ve teyit edilmiştir.
Bundan sonrası, insanların kendi vicdanına bağlıdır. Taklide dayalı imana da bağlı değildir! Sergilenen sonuçlar elimizdedir. Kanıtlar ortadadır. Bilgi ve belgeler açıktadır. Tahkik ehli olunmalıdır!
İnanmak isteyen veya istemeyen bir kişi için, herkes için, 21. yüzyılın bilim dünyası tüm ayrıntılan ile açıklamıştır. Artık beyaz değnek kullanan birisi için bile gerçekler 'görülebilir' açıklıkta ve şeffaflıktadır.
"Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla duymazlar. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller bunlardır.” (A'raf: 179)
Gerisi size kalmış!
"Haktan (gerçekten) ayrıldıktan sonra geriye sadece sapıklık kalır.” (Yunus: 32)
Hangisini tercih edersiniz?*
* Taşkın TUNA, Ol Dedi Oldu Big Bang’ın Nefes Kesen Öyküsü 152-177. sayfa
Yorumlar -
Yorum Yaz