52Hud Suresi 25-34, 36-49
Mushafta Bozuntu Yapılan Ayetler
52Hud Suresi 25-34, 36-49
Hatalı Çeviri:
25. Andolsun, biz Nuh'u kavmine elçi gönderdik. Onlara: «Ben (dedi), sizin için apaçık bir uyarıcıyım.
26. Allah'tan başkasına tapmayın! Ben, size (gelecek) elem verici bir günün azabından korkuyorum.»
27. Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: «Biz seni sadece bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz.»
28. (Nuh) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından (bildirilen) açık bir delil üzerinde isem ve O bana kendi katından bir rahmet vermiş de bu size gizli tutulmuşsa, buna ne dersiniz? Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona zorlayacak mıyız?
29. Ey kavmim! Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi, bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.
30. Ey kavmim! Ben onları kovarsam, beni Allah'tan (onun azabından) kim korur? Düşünmüyor musunuz?
31. Ben size: «Allah'ın hazineleri benim yanımdadır» demiyorum, gaybı da bilmem. «Ben bir meleğim» de demiyorum. Sizin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için, «Allah onlara asla bir hayır vermeyecektir» diyemem. Onların kalplerinde olanı, Allah daha iyi bilir. Onları kovduğum takdirde ben gerçekten zalimlerden olurum.»
32. Dediler ki: Ey Nuh! Bizimle mücadele ettin ve bize karşı mücadelede çok ileri gittin. Eğer doğrulardan isen, kendisiyle bizi tehdit ettiğini (azabı) bize getir!
33. (Nuh) dedi ki: «Onu size ancak dilerse Allah getirir. Ve siz (Allah'ı) âciz bırakacak değilsiniz.
34. Eğer Allah sizi azdırmak istiyorsa, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdüm size fayda vermez. (Çünkü) O sizin Rabbinizdir. Ve (nihayet) O'na döndürüleceksiniz.»
35. (Resûlüm!) Yoksa, «Bunu uydurdu» mu diyorlar? De ki: «Eğer onu uydurduysam günahım bana aittir. Fakat ben sizin işlediğiniz günahtan uzağım.»
36. Nuh'a vahyolundu ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık (sana) asla inanmayacak. Öyle ise onların işlemekte olduklarından (günahlardan) dolayı üzülme.
37. Gözlerimizin önünde ve vahyimiz (emrimiz) uyarınca gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme! Onlar mutlaka boğulacaklardır!
38. Nuh gemiyi yapıyor, kavminden ileri gelenler ise, yanına her uğradıkça onunla alay ediyorlardı. Dedi ki: «Eğer bizimle alay ediyorsanız, iyi bilin ki siz nasıl alay ediyorsanız biz de sizinle alay edeceğiz!
39. Kendisini rezil edecek azabın kime geleceğini ve sürekli bir azabın kimin başına ineceğini yakında bileceksiniz.»
40. Nihayet emrimiz gelip de sular coşup yükselmeye başlayınca Nuh'a dedik ki: «(Canlı çeşitlerinin) her birinden birer çift ile -(boğulacağına dair) aleyhinde söz geçmiş olanlar dışında- aileni ve iman edenleri gemiye yükle!» Zaten onunla beraber pek azı iman etmişti.
41. (Nuh) dedi ki: «Gemiye binin! Onun yüzüp gitmesi de, durması da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz ki Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.»
42. Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nuh, gemiden uzakta bulunan oğluna: Yavrucuğum! (Sen de) bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma! diye seslendi.
43. Oğlu: Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım, dedi. (Nuh): «Bugün Allah'ın emrinden (azabından), merhamet sahibi Allah'tan başka koruyacak kimse yoktur» dedi. Aralarına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.
44. (Nihayet) «Ey yer suyunu yut! Ve ey gök (suyunu) tut!» denildi. Su çekildi; iş bitirildi; (gemi de) Cûdî (dağının) üzerine yerleşti. Ve: «O zalimler topluluğunun canı cehenneme!» denildi.
45. Nuh Rabbine dua edip dedi ki: «Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vâdin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin.»
46. Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.
47. Nuh dedi ki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum!
48. Denildi ki: Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in! Kendilerini (dünyada) faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır.
49. (Resûlüm!) İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin. O halde sabret. Çünkü iyi sonuç (sabredip) sakınanlarındır.
Doğru Çeviri:
Necm: 188
25,26Ve andolsun ki Nûh'u da toplumuna elçi olarak gönderdik: “Gerçekten ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah'tan başkasına kulluk etmeyiniz! Ben, sizin hakkınızda acı bir günün azabından korkarım.”
27Buna karşılık, toplumunun kâfirlerinin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olanlarının ileri gelenleri: “Biz seni sadece bizim gibi sıradan bir insan olarak görüyoruz. Sana sığ görüşlü aşağı tabakalarımızdan/ ayak takımımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz. Sizin bizim aleyhimize bir fazlalığınızı da görmüyoruz. Tam tersine biz, sizi yalancılar sanıyoruz” dediler.
28-31Nûh, “Ey toplumum! Hiç düşündünüz mü, ben Rabbimden apaçık bir delil üzere isem ve O, bana Kendi tarafından bir rahmet bahşetmiş de bu size saklı tutulmuşsa?! –Biz, siz ondan hoşlanmadığınız hâlde sizi ona zorlar mıyız?”– 29Ve “Ey toplumum! Ben sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim ücretim ancak Allah'a aittir. Ve ben iman edenleri kovacak değilim. Onlar elbette Rablerine kavuşacaklar. Velâkin ben sizi cahillik eden bir toplum olarak görüyorum.” 30Ve “Ey toplumum! Ben onları kovarsam, Allah'a karşı bana kim yardım edecek? Peki, siz hiç düşünmez misiniz? 31Ve ben size, ‘Allah'ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ve ben görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği bilmem. Ben size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. O sizin kendinize göre, hor gördükleriniz hakkında, ‘Allah onlara hiçbir hayır vermez’ de demiyorum. Allah, onların içlerindekini, en iyi bilendir. İşte asıl o zaman ben kesinlikle yanlış; kendi zararlarına iş yapanlardan olurum” 28dedi.
32Onlar dediler ki: “Ey Nûh! Bizimle didişip durdun da mücâdelemizi çoğalttın. Haydi artık doğrulardan isen, bizi tehdit ettiğin şu azabı bize getir!”
33,34Nûh: “Onu size ancak dilerse Allah getirir. Ve siz O'nu âciz bırakanlar değilsiniz. Ben size öğüt vermek istemiş olsam da, eğer Allah sizi azdırmayı murat ediyorsa, benim öğüdüm size bir yarar sağlamaz. O, sizin Rabbinizdir ve yalnızca O'na döndürüleceksiniz” dedi.
35. (35. ayet, teknik ve anlam bilgisi gereği 14. Ayetten sonra tertip edilmiştir.)
36,37Ve Nûh'a vahyolundu: “Kesinlikle toplumundan iman etmiş olanlardan başka artık kimse iman etmeyecektir. Onun için onların yaptıkları şeylere üzülme. Ve Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiler yap. Şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler hakkında da Bana hitapta bulunma. Kesinlikle onlar, suda kesin boğulacaklardır.”
38,39Ve o, gemileri yapıyordu, toplumundan bazı ileri gelenler, o'na her uğrayışta o'nunla alay ediyorlardı. Nûh dedi ki: “Bizimle alay ediyorsunuz, biz de sizinle tıpkı bizimle alay ettiğiniz gibi alay edeceğiz.” –Artık o aşağılatıcı azabın kime geleceğini ve o sürekli azabın kimin üstüne ineceğini ileride bileceksiniz.–
40Sonunda emrimiz geldiği ve iş kızıştığı zaman204 Biz dedik ki: “Hepsinden çift olarak; iki tane ve aleyhlerinde hüküm verilmiş olanların dışında aileni ve iman etmiş olanları onların içine yükle.” –Zaten o'nunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti.–
41Ve Nûh dedi ki: “İçerisine binin, onların akışı da duruşu da Allah adınadır. Kesinlikle Rabbim gerçekten çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.”
42Ve gemiler dağlar gibi; sapasağlam, yıkılmadan, yıpranmadan onlarla, her hangi bir dalganın içinde akıp gidiyordu. Ve Nûh ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna seslendi: “Yavrucuğum! Bizimle beraber bin, kâfirlerle; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler ile beraber olma!”
43Nûh'un oğlu dedi ki: “Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım.” Nûh, “Bugün Allah'ın merhamet ettiğinden başkasını, Allah'ın bu emrinden koruyacak kimse yoktur” dedi. Ve bir dalga aralarına girdi. O da suda boğulanlardan oluverdi.
44Ve “Ey yeryüzü suyunu yut! Ey gökyüzü sen de tut!” denildi. Sular da çekildi. Emir de yerine gelmiş oldu. Gemiler de Cudi üzerine oturdu. Ve o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan topluma, “Uzak olun [kahrolun, tarihten silinin]!” denildi.
45Ve Nûh Rabbine seslenip de dedi ki: “Rabbim! Oğlum benim ehlimdendi. Senin vaadin de elbette haktır. Ve Sen, hâkimlerin en hâkimisin.”
46Allah: “Ey Nûh! Şüphesiz o senin ehlinden değildir. Şüphesiz o, sâlih olmayan bir iştir/o, sâlih olmayan bir iş işlemiştir. Hakkında bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme! Şüphesiz Ben, seni, cahillerden olmaktan sakındırırım” dedi.
47Nûh, “Ey Rabbim! Ben hakkında bilgim olmayan bir şeyi istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Ve eğer Sen beni bağışlamazsan, bana merhamet etmezsen ben zarara/kayba uğrayıp acı çekenlerden olurum” dedi.
48Denildi ki: “Ey Nûh! Bizden bir selâm ve seninle birlikte olanlardan gelecek ümmetlere bir selâm ve bolluklarla gemiden in. –Ve ilerde kendilerini birçok nimetten yararlandıracağımız, sonra da bu yüzden kendilerine tarafımızdan acıklı bir azap dokunacak nice ümmetler vardır.–
49İşte Nûh ile ilgili anlatılanlar, sana vahyettiğimiz görülmeyenin, duyulmayanın, sezilmeyenin haberlerindendir. Bunları sen ve toplumun bundan önce bilmiyordunuz. Şu hâlde sabret. Şüphesiz âkıbet, Allah'ın koruması altına girmiş olan kişilerindir.
Not:
35. ayet, teknik ve anlam bilgisi gereği 14. Ayetten sonra tertip edilmiştir.
Nuh kıssası, yukarıdaki ayetlerden başka A’raf, Yunus, Şuara ve Nuh surelerinde de yer almakta olup aslında gayet açıktır ve herhangi bir izahı gerektirmemektedir. Böyle olmakla birlikte, kıssanın Kitab-ı Mukaddes’te anlatılan şeklini de verip konumuz olan ayetlerdeki bazı noktalar üzerinde durmayı yararlı görüyoruz.
Tufan ve Nuh peygamber olgusu Kitab-ı Mukaddes’in Tekvin/6, 7, 8. Bablarda ayrıntılı olarak yer alır.
Her toplumda olduğu gibi, Nuh kavminde de gerçeklerin karşısına çıkanlar toplumun ileri gelenleridir. Bunun tarihte hep böyle olduğunu Rabbimiz şöyle bildirmiştir:
23Ve işte böyle Biz, senden önce de hangi kente bir uyarıcı göndermişsek, kesinlikle oranın şımarık varlıklı kimseleri: "Şüphesiz biz, babalarımızı bir önderli toplum üzerinde bulduk. Biz de kesinlikle onların izlerine uyanlarız" demişlerdi. [Zühruf/23]
Kavmin ileri gelen inkarcıları, soyluluk ve ihtişamlarına güvenerek Nuh peygamberden "sığ görüşlü aşağı tabakadan" olarak niteledikleri kimseleri yanından kovmasını istemektedirler ki, aynı talep Mekke ileri gelenleri tarafından peygamberimize de yapılmış, onlar da zayıf kişilerle aynı mecliste oturmak istememişlerdir. Mekkeli kodamanların bu girişimlerine karşılık Rabbimiz de peygamberimize şu talimatları vermiştir:
52Ve Allah'ın rızasını dileyerek sabah-akşam; sürekli Rablerine dua eden kimseleri kovma! Onların hesabından sana hiçbir sorumluluk yoktur, senin hesabından da onlara hiçbir şey yoktur. Ki onları kovarsan yanlış; kendi zararlarına iş yapanlardan olursun!
53Ve Biz, "Allah, aramızdan bunlara mı iyilikte bulundu?!" desinler diye, onlardan bazısını bazısı ile böyle ateşlere sürükledik, imtihan ettik. Allah, kendilerine verilen nimetlerin karşılığını ödeyenleri daha iyi bilen değil midir? [En’am/52, 53]
28Ve kendini, sürekli olarak Rablerinin rızasını isteyerek Rablerine yalvaran kişiler ile beraber sabreden biri kıl. Basit dünya hayatının süsünü isteyerek onlardan gözlerini de ayırma. Ve de sen, Bizim anılmamızdan kalbini ilgisiz/duyarsız kıldığımız, boş-iğreti arzusuna uymuş ve de işi aşırılık olan kimseye uyma. [Kehf/28]
الفلكFülk
Lisanü’l Arab’da açıklandığına göre " فلكFülk" sözcüğü, " بردBürd, حرجHurc, حمر Humr ve صفرsufr" sözcükleri gibi " اسم مكسرism-i mükesser (kırık; kalıbı, kural dışı olan isim)" bir sözcüktür. Tekili ve çoğulu aynı kalıpla gelmektedir. Bu sözcüğün tekil veya çoğul anlamda oluşu cümle içindeki kullanımlarından fark edilmektedir.
Sözcüğün fiili (yüklemi) müzekker, tekil bir sözcük olursa, " فلكfülk" sözcüğü orada tekildir. Saffat/140’daki " الفلك المشحونelfülkil meşhun" gibi.
Ya Sin/41 ve Şuara/119’daki " " الفلك المشحون el fülkül meşhun" ifadeleri de Nuh peygamberin gemilerini işaret etmektedir. Bu ayetlerde, " فلكfülk" sözcüğünü çoğul alabilmemiz için ayetteki " المشحونel meşhun" sözcüğü, müennes kalıbıyla " المشحونةelmeşhuneti" şeklinde olmalıydı. Bizim kanaatimize göre buradaki "müennes tâ (ة)"sı âyetin sonunda olduğundan Seci’ (kafiye) için; fonotik gerekçeler ile düşmüştür. Kur’an’da bunun yüzlerce örneği vardır.
Sözcük, cümlede çoğul sıfat alarak veya yüklemi müennes olurak gelirse sözcük çoğuldur. (Arapçada " كل جمع مئنثküllü cem’in müennesin" (Tüm çoğul sözcükler müennestir) kuralı vardır.
" فلكfülk" sözcüğü Kur’an’da 23 yerde geçer: Bakara/164, A’raf/64, Yunus/22, 73, Hud/37, Nahl/14, İsra/66, Hacc/65, Mü’minun/22, 27, 28, Şuara/119, Ankebut/65, Rum/46, Lokman/31, Fatır/12, Ya Sin/41, Saffat/140, Mü’min/80, Zuhruf/12 ve Casiye/12.
Nahl/14 ve Fatır/12’de " الفلكfülk" kelimesi, çoğul olarak " مواخرmevahıre" sıfatı ile gelmiştir. Ki buralarda anlam, "gemiler"dir.
Hud suresinde Nuh peygamberi konu alan âyetlerde (37 -42) " فلكFülk" sözcüğüne yüklem olan fiiller ve zamirler müennes olarak; " فيهاfiha, مجريهاmecraha, مرسيهاmürsaha, هى hiye, تجرىtecriy" şeklinde yer almıştır.
Bakara/164 ( تجرىtecri), Yunus/22 ( جرينcereyne), İbrahim/32 ( لتجرىlitecriye), Hacc/65 ( تجرىtecri), Mü’minun/27 ( فاسلك فيهاfeslük fiha), Rum/46 ( لتجرىlitecriye), Lokman/31 ( تجرىtecri), Casiye/12 ( لتجرىlitecriye)" şeklinde müennes olarak gelmiştir. Bunların hepsi çoğuldur; burlardaki " الفلكfülk" sözcüklerinin anlamı, "gemiler" demektir.
Netice diyebiliriz ki; Nûh peygamber, tek gemi yapmamış, en az üç tane yapmış ve onlara yakınlarını ve çiftliğindeki hayvanları bindirmiştir.
Kırkıncı ayette geçen "fırın/tandır kaynadığı zaman" tabiri azabın yaklaştığını belirten temsilî bir ifadedir. Bu ifade, Arapların savaşın kızışma anı için kullandıkları "fırın/tandır ısındı, kızdı" tabiri ile büyük benzerlik arz etmektedir.
Rabbimizin Nuh peygambere verdiği talimat içinde yer alan "ve aleyhlerinde hüküm verilmiş olanların dışında aileni" ifadesi, Nuh peygamberin ailesinde de inkârları sebebiyle cezalandırılmasına karar verilmiş olanların bulunduğunu göstermektedir. Sonraki ayetlerde, bunlardan birinin Nuh peygamberin oğlu, diğerinin de eşi (Tahrim/10) olduğu açıklanmaktadır.
Yine kırkıncı ayetteki "Hepsinden çift olarak; iki tane" ifadesi, Nuh’un geçimini sağlayacağı sığır ve keçilerinin bir erkek bir dişi olarak alınmasını gösterir. En’am/143’te bu hayvan çiftleri açıklanmıştır. Oradaki ifadeler, buradaki çiftin nelerden ibaret olduğunu açıklamaktadır. Çift ve iki tane ifadesi de meselenin te’kidi, vurgusu mahiyetindedir. Buna benzer örnekleri, Necm/45’te En’am/143, Nahl/51, Hakka/13’te görmekteyiz.
Rabbimizin gemiye binenlerin "çok az" olduğunu söylemesine ve sayıları hakkında bir bilgi vermemesine rağmen rivayetlerde bunların kaç kişi oldukları, adları ile birlikte yer almaktadır:
İbn Abbas [r.a] der ki: Hz. Nuh'un kavminden seksen kişi iman etmişti. Bunların üç tanesi oğlu idi: Sâm, Hâm ve Yâfes. Bunlarla birlikte üç de gelini iman etmişti. Bunlar gemiden çıktıklarında bugün Musul taraflarında "Karyetu's-Semaîn" [seksen kişinin kasabası] diye bilinen bir kasaba inşa ettiler. Haberde nakledildiğine göre, gemide seksen kişi vardı. Bunlar arasında Hz. Nûh ile boğularak cezalandırılandan başka bir hanımı, üç oğlu ve bunların zevceleri de vardı. Katâde, el-Hakem b. Uyeyne, İbn Cüreyc ve Muhammed b. Ka'b'ın görüşü de budur. Hâm gemide iken hanımına yaklaştı. Bunun üzerine Hz. Nûh da Yüce Allah'a nutfesini değişikliğe uğratması için dua etti, böylelikle siyahiler ondan doğmuş oldu. Atâ dedi ki: Nûh [as], Hâm'a: Çocuklarının saçları kulaklarından aşağıya inmesin, nerede olurlarsa Sâm ve Yâfes'in çocuklarına köle olsunlar, diye beddua etti.
el-A'meş: [Gemidekiler] yedi kişi idiler. Nûh, üç oğlu ve üç gelini, diyerek Nuh'un hanımını saymamıştır.
İbn İshâk dedi ki: Hanımları hariç on kişi idiler. Nûh, oğullan Sâm, Hâm ve Yâfes ile ona iman etmiş altı kişi ile bunların hepsinin hanımları." [Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an]
41. ayetteki "onların akışı da duruşu da Allah adınadır" ifadesi, meydana gelen olayların hep Allah’ın müdahalesi ile geliştiği, herhangi bir karışıklığın söz konusu olmadığı anlamındadır. Bu durum, kıssanın anlatıldığı diğer ayetlerde ((Müminûn/28, 29, Zühruf/12-14, Zümer/67, A'râf/167, Ra'd/6, Hakka/11, 12, Kamer/13-15 ) de belirtilmiştir.
Kırk ikinci ayetteki " كالجبالkelcibali (dağlar gibi)" ifadesinin başındaki benzetme edatı olan " كKe"nin müteallikı (bağlantısı), " موجmevc (dalgalar)" sözcüğünün mahzuf sıfatı kabul edilen " الكائنةelkaineti" olmayıp âyetteki açıkça ifade edilen " تجرىtecri (akıp gitme)" fiilidir. Ayrıca "موجmevc (dalga)" sözcüğü tekil "الجبالelcibal (dağlar" sözcüğü çoğuldur. Arapça Gramer kurallarına göre sıfat ve mevsuf arasında gereken uyum şartları mevcut değildir; "dağlar gibi dalga" denmez. Ya "dağlar gibi dalgalar" veya "dağ gibi dalga" denir. Buna göre anlam, "dağlar gibi dalgalar" demek olmayıp, "sallar, dağlar gibi; sapasağlam, yıkılmadan, yıpranmadan dalgaların içinde akıp gidiyordu" demek olur. Zaten dalgaların dağlar gibi olması, mantıken ve fiziksel olarak mümkün değildir.
Âyetteki "dağlar gibi" ifadesi, Nuh’un sallarının sağlamlığını nitelemektedir. Nitekim Nuh’un oğlu da "dağa sığınacağım" derken kendisinin de sağlam, güvenli bir yerde kendisini güvenceye alacağını demek istemektedir.
Bazı kaynaklarda Nuh peygamberin gemiye binmeyen inkârcı oğlunun "Yam" ismindeki dördüncü oğlu olduğu ileri sürülmüştür.
Mevdudî, Tufan’ın bittiğini ve geminin Cudi üzerine oturduğunu anlatan bu ayet hakkında bazı araştırmalar yaptıktan sonra şu mütalâada bulunmuştur:
Kur'an'a göre, gemi, Doğu Anadolu'da eskiden Cezire-i İbn-i Ömer olarak anılan bölgenin kuzeydoğusunda bulunan Cudi Dağı'nın üzerine oturmuştur. Fakat Kitab-ı Mukaddes'e göre geminin oturduğu yer Ararat [Ağrı] dağıdır. Kadim tarihler de geminin oturduğu yerin Cudi Dağı olduğunu teyit etmektedirler. Sözgelimi M.Ö. 250 yıllarında yaşamış olan Babil kentinin dini lideri Berasus, Keldanilerle ilgili tarihinde Hz. Nuh'un gemisinin Cudi Dağı üzerine oturduğunu söylemektedir. Aristo'nun öğrencisi Abydenus ise aynı rivayeti teyit etmekle kalmaz, aynı zamanda kendi çağındaki birçok Iraklının geminin parçalarına sahip olduklarını, bu parçaları batırdıkları suları da hastalara şifalı su olarak içirdiklerini yazar.
Şimdi meseleyi yeniden mütalaa edelim: Burada zikredilen tufan tüm yeryüzünü kapladı mı, yoksa yalnızca Hz. Nuh'un [a.s] bölgesini mi içine aldı? Bu, şimdiye dek halledilmemiş bir sorudur. Kitab-ı Mukaddes'e ve İsrailiyata bakarsanız tufan arz çapında olmuştu. (Tekvin 7: 18-24) Fakat Kur'an bu konuda sükut etmektedir. Gerçi tufandan arta kalanları tüm insanlığın selefleri olarak zikretmektedir ama bu illa da tufanın dünya çapında olduğunu düşünmemizi gerektirmez. Bu meseleye şöyle bir açıklama getirilebilir: Tarihin o döneminde yeryüzünün yerleşim bölgesi yalnızca Hz. Nuh'un [a.s] yaşadığı bölgeydi ve tufandan arta kalan kuşaklar tedrici olarak yeryüzünün diğer bölgelerine yayıldılar. Bu teoriyi iki şey desteklemektedir. Birinci olarak, Dicle ve Fırat bölgesinde büyük bir tufanın meydana geldiği yolunda tarihsel geleneklerin, arkeolojik buluntuların ve jeolojik kanıtların teyit ettiği kesin deliller söz konusudur. Buna karşılık yeryüzünün diğer bölgelerinde tufanın dünya çapında olduğunu kanıtlayacak herhangi bir delil söz konusu değildir. İkinci olarak, Amerika ve Avustralya gibi birbirinden çok uzak yerlerdekiler dahil hemen tüm yeryüzü sakinlerinin geleneklerinde bir zamanlar yeryüzünde büyük bir tufanın koptuğu yolunda rivayetler vardır. Bunlardan çıkarılacak sonuç, insanlığın atalarının bir zamanlar yeryüzünün belli bir yöresinde yaşıyor olduklarıdır. Demek ki, bu olaydan sonra yeryüzünün çeşitli yerlerine dağılmışlar ve tufana dair rivayetlerini de beraberlerinde götürmüşlerdir. [Mevdudi; Tefhimü’l-Kur’an]
Kırkbeşinci ayette "ehil" kelimesi birinci plânda din kardeşliği açısından "yakın" anlamında kullanılmış, böylece mühim olanın soy yakınlığı değil, din yakınlığı olduğu vurgulanmıştır. Zira Nuh peygamber ile oğlu arasındaki nesep yakınlığı tartışmasızdır; ancak Allah "Ey Nuh! Şüphesiz o senin ehlinden değildir" diyerek buradaki "ehil" sözcüğün "iman ve amel yakınlığı" anlamında olduğunu göstermiştir. Demek oluyor ki, kişi mümin olmadıkça, peygamber çocuğu da olsa bunun ona bir yararı dokunmamaktadır.
"Ehil" sözcüğünü ayetteki bağlamından kopararak:
*"O, Benim kendilerini kurtarmayı vaat ettiğim aile halkından değildir"
*"Nuh onu kendi oğlu sanıyordu ama o Nuh’un oğlu değildi. Nuh’un karısı onu başkasından peydahlamıştı."
*"Oğlan Nuh’un evinde doğdu ama eşinin eski kocasındandı" şeklinde zorlama yorumlarla açıklamaya çalışmak gereksizdir. Çünkü bir peygamber çocuğunun da inkârcı, zalim olması mümkündür:
124Ve hani Rabbi İbrâhîm'i, birtakım kelimeler/yaralar, sıkıntılar ile sınamış, o da onları tam olarak yerine getirmişti. Rabbi, "Ben, seni insanlara önder yapanım" demişti. İbrâhîm, "Soyumdan da önderler yap!" dedi. Rabbi, "Benim ahdim/tutulmak üzere verdiğim söz, kendi benliğine haksızlık eden kimselere ulaşmaz!" dedi. [Bakara/124]
Ancak şu husus gözden kaçırılmamalıdır: Nuh peygamberin bizzat oğlu için Allah’a yalvarması, oğlunun müşrik olduğunu bilmediğini göstermektedir. Zira müşrikler için istiğfar etmek mümkün olmadığından, onun da bile bile oğlu için böyle bir talepte bulunması mümkün değildir:
113,114Kendilerine, cehennem ashâbı oldukları iyice belli olduktan sonra Peygamber'e ve iman etmiş kişilere, akraba bile olsalar, ortak koşanlar için bağışlanma dilemek yoktur. İbrâhîm'in babası için bağışlanma dilemesi de yalnızca ona vermiş olduğu bir sözden dolayı idi. Sonra onun, Allah için bir düşman olduğu kendisine açıkça belli olunca ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrâhîm, çok içli, çok halim birisi idi. [Tövbe/113, 114]
Nitekim Rabbimiz 46. ayette "Hakkında bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme! Şüphesiz Ben seni cahillerden olmaktan sakındırırım" demek suretiyle Nuh peygambere bu konuda bilgisi olmadığını belirtmiş ve ona öğüt vermiştir. Nuh peygambere verilen bu öğütten Allah’tan ne isteneceğinin iyi bilinmesi gerektiği anlaşılmalıdır. Allah’tan bilinçsizce ve bilgisizce bir şey istemek doğru bir davranış değildir.
Rabbimiz Kur’an’da insanlara sürekli öğüt vermiştir:
17Eğer siz inanmış kimseler iseniz, onun bir benzerini sonsuz olarak bir kez daha tekrarlamamanızı Allah size öğütler. [Nur/17]
231Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini de bitirdiklerinde, artık onları ya ma‘rûf ile tutun veya ma‘rûf ile salın, haklarına tecavüz için zararlarına olarak onları tutmayın. Her kim bunu yaparsa kendi benliğine haksızlık etmiş olur. Allah'ın âyetlerini oyuncak da edinmeyin, Allah'ın üzerinizdeki nimetini, size kendisiyle öğüt vermek üzere indirdiği kitabı ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri hatırlayıp düşünün. Hem de Allah'ın koruması altına girin ve şüphesiz Allah'ın her şeyi en iyi bilen olduğunu bilin.
232Ve siz kadınları boşayıp da onlar, sürelerinin sonuna geldikleri zaman, eşleriyle aralarında örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekil ile rızalaştıkları zaman, kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye sıkıştırıp engellemeyin. İşte bu, sizden Allah'a ve âhiret gününe iman eden kimselerin kendisi ile öğütleneceğidir. İşte bu, sizin için daha uygun ve daha nezihtir. Ve Allah bilir, siz bilmezsiniz. [Bakara/231, 232]
58Şüphesiz Allah, size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Şüphesiz Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah, en iyi işiten, en iyi görendir. [Nisa/58]
90Şüphesiz Allah, adaleti, iyileştirmeyi-güzelleştirmeyi ve yakınlara vermeyi emreder; hayâsızlıktan, kötülükten ve azgınlıktan nehyeder. O, düşünüp öğüt alırsınız diye size öğüt verir. [Nahl/90]
47. ayette, Nuh peygamber Âdem ile eşinin şu duasını tekrarlamaktadır:
23Onlar/her ikisi, "Ey Rabbimiz! Biz kendimize haksızlık ettik ve eğer bizi bağışlamazsan ve bize rahmetinle işlem yapmazsan kesinlikle zarara uğrayacaklardan oluruz!" dediler. [A'râf/23]
Nuh peygambere verilen mesaj daha sonra onun neslinden gelen İbrahim peygambere de verilmiştir. Rabbimiz, inanmayanları dışlayarak rızk duasında bulunan İbrahim peygambere inanmayanları da az bir zaman faydalandıracağını bildirerek uyarıda bulunmuştur:
126Ve bir zaman İbrâhîm, "Rabbim! Burasını güvenli bir belde kıl, halkını; onlardan Allah'a ve son güne inananları meyvelerle rızıklandır" demişti. Allah dedi ki: "Kâfiri; ilâhlığımı, rabliğimi bilerek reddeden kimseyi dahi çok az kazançlandırırım, sonra da onu ateşin azabına sürüklerim. Ve ne kötü varılacak yerdir!" [Bakara/126]
Nuh peygambere ait kıssa bitirildikten sonra 49. ayette peygamberimize dönülmüş, kendisinin ve kavminin bilmediği bu kıssadan ders alarak sabretmesi istenmiştir. Hatırlanacak olursa, peygamberimize daha önce de sabırlı olması emredilmişti:
17Sen onların dediklerine sabret ve güçlerin sahibi kulumuz Dâvûd'u hatırla. Şüphesiz o, Rabbine çokça dönendi. [Sad/17]
48Öyleyse Rabbinin kararı için sabret, bunalan kişi gibi olma. Hani o, bir kez aşırı bunaldığında Rabbine seslenmişti. [Kalem/48]
Rabbimizin kıssadan alınmasını istediği dersler, suç ve cezanın bireysel olduğu, insanların sosyal statülerine göre değerlendirilmemesi gerektiği, insanların değerlendirilmesinde hasep, nesebin önemli olmadığı ve hiç kimseye ayrıcalık tanınmadığı gibi hususlardır.
Kıssanın peygamberimize hitap eden son ayeti, alınması gereken mesajlarla beraber şu şekilde takdir edilebilir: "Nuh'un başından geçenleri size anlattım. O nasıl sabretti ise siz de sabretmelisiniz. Toplumunun ona gösterdiği olumsuz tepkiyi ve işi ne derece ileri götürdüklerini gördünüz. Nuh’un nasıl kurtarıldığını da öğrendiniz. Size de olumsuz tepkiler olacaktır. Ama bunun en büyük çaresi sabırdır. Siz de Nuh gibi mutlaka selâmete ereceksiniz."*
204 Bu âyette geçen “fırın/tandır kaynadığı zaman” tabiri, azabın yaklaştığını belirten temsilî bir ifade olup, Arapların savaşın kızışma anı için kullandıkları, “Fırın/tandır ısındı/kızdı” tabiri ile büyük benzerlik arz etmektedir.
*İşte Kuran, Hud Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz