38Sad Suresi 65-70
Hatalı Çevrilen Ayetler
38Sad Suresi 65-70
Hatalı Çeviri:
65. (Resûlüm!) De ki: Ben sadece bir uyarıcıyım. Tek ve kahhâr olan Allah'tan başka bir tanrı yoktur.
66. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi (olan Allah) üstündür, çok bağışlayıcıdır.
67, 68. De ki: Bu büyük bir haberdir. Ama siz ondan yüz çeviriyorsunuz.
69. Onlar orada tartışırken benim mele-i a'lâ hakkında hiçbir bilgim yoktu.
70. Ben ancak apaçık bir uyarıcı olduğum için bana vahyolunuyor.
Doğru Çeviri:
65,66De ki: “Ben ancak bir uyarıcıyım. Ve O, bir tek ve kahredici, göklerin, yerin ve ikisi arasında olan şeylerin Rabbi, çok güçlü, çok bağışlayıcı olan Allah'tan başka tanrı yoktur.”
67De ki: “O; Kur’an, çok büyük, önemli bir haberdir. 68Siz ondan mesafeli duruyorsunuz. 69Onlar birbirleriyle tartışırken, benim en üstün şeylerin doldurulduğu depoya; Kur’ân'a87 dair bir bilgim yok idi. 70Ancak ben, evet ben apaçık bir uyarıcı olduğum için bana vahyediliyor.”
65,66De ki: “Ben ancak bir uyarıcıyım. Ve O, bir tek ve kahredici, göklerin, yerin ve ikisi arasında olan şeylerin Rabbi, çok güçlü, çok bağışlayıcı olan Allah'tan başka tanrı yoktur.”
Bu bölümde sûrenin başındaki konuya dönülmüştür. Dolayısıyla, bu iki âyet, sûrenin başlangıcındaki âyetler hatırda tutularak okunmalıdır. Yüce Allah sûrenin başında kâfirlerin tevhîd, nübüvvet ve öldükten sonra dirilme konularındaki inkârcı tavırlarına karşı Peygamberimize sabretmesini [göğüs germesini] öğütlemiş, örnek almasını istediği kişilerin kıssalarını hatırlattıktan sonra da o'na bu iki âyetten oluşan bildiriyi ilân etmesini emretmiştir: Ben ancak bir uyarıcıyım. O bir tek ve kahredici, göklerin, yerin ve ikisi arasında olan şeylerin Rabbi, çok güçlü, çok bağışlayıcı olan Allah'tan başka tanrı yoktur.
BURADAKİ İLÂHÎ VASIFLAR: Bu âyetlerde Rabbimizden sadece "Allah" veya "Rabbiniz" diye bahsedilmekle kalmamış, O'nun kâfirleri tehdit edici, müminlere ise ümit verici bir takım sıfatları da zikredilmiştir: "Bir tek", "kahredici", "göklerin, yerin ve ikisinin arasındakilerin Rabbi", "çok güçlü", "çok bağışlayan."
Buradaki "kahhâr" ve "evrenin Rabbi" sıfatları, hiç kimsenin Allah'tan kaçamayacağını; "çok bağışlayıcı" sıfatı da, Kendisine yönelenleri bağışlayacağını ifade etmektedir.
67De ki: “O; Kur’an, çok büyük, önemli bir haberdir. 68Siz ondan mesafeli duruyorsunuz. 69Onlar birbirleriyle tartışırken, benim en üstün şeylerin doldurulduğu depoya; Kur’ân'a dair bir bilgim yok idi. 70Ancak ben, evet ben apaçık bir uyarıcı olduğum için bana vahyediliyor.”
Bu âyet grubu da, 27-29. âyetlerden oluşan necm gibi ayrı bir necm olup kendisinden önceki ve sonraki paragraflarla ilgisi yoktur. Hatta, işlenen konu itibariyle 27-29. âyetlerden oluşan necm'den sonra geldiği de söylenebilir.
Kur’ân ile Peygamberimiz arasındaki ilişkinin çok farklı bir üslûp ile işlendiği bu necm'de, konunun doğru anlaşılması için üzerinde durulması gereken iki önemli husus vardır: A) Kur’ân'ın "çok büyük, önemli bir haber" oluşu; B) Âyetteki mele-i a‘lâ ifadesi.
KUR'ÂN'IN ÇOK BÜYÜK, ÖNEMLİ BİR HABER [OLAY] OLUŞUNUN SEBEBİ: Kur’ân'ın çok büyük, önemli bir haber olması konusunda çok fazla delil göstermek mümkündür. Ancak bu delillerin tamamının iki başlık altında özetlenmesi mümkündür:
Birinci olarak: Kur’ân mucize bir kitaptır. Böyle mucize bir kitap, Mekkeli sıradan bir kişi tarafından topluma sunulmuş, bu sıradan kişi de mucizeyi kendisine mal etmeyip kitabın kendisine vahyedildiğini, kendisinin sadece bir elçi konumunda olduğunu söylemiştir. Bu, akıl sahiplerinin vurdumduymazlık yapmamaları ve üzerinde düşünmeleri gereken bir durumdur. Bu durumun oluşmasının tek sebebi olan Kur’ân ise çok önemli bir gerçektir.
İkinci olarak: Kur’ân hem dünyadaki hem de âhiretteki mutluluğun anahtarıdır. Çünkü Kur’ân'da yer verilen konular, insanlığın dünya ve âhiretteki mutluluğunu sağlayan ilkeleri öğretmektedir. Dolayısıyla her iki dünyadaki mutluluğun da reçetesi olan bu ilkelerin insanlığa haber verilmesi, hiçbir akıllı insanın göz ardı edemeyeceği çok önemli ve çok büyük bir haberdir.
الملإ اعلى [MELE-İ A‘LÂ]: Yukarıda 6. âyetin tahlilinde ملاء[mele’] sözcüğünün esas anlamının, "dolu olan" [depo] demek olduğunu ve zaman içerisinde "reisler/başkanlar, bir toplumun ileri gelenleri, toplumun erdemlileri" için de mecâz anlamda kullanıldığını ifade etmiş, bu kişilere mele’ denilmesinin sebebinin, onların bilgi, deneyim ve anlayışla dolu olmalarından kaynaklandığını belirtmiştik.
Eski tefsirciler, mele’ sözcüğünün "reisler, ileri gelenler" [konsey] şeklindeki mecaz anlamından yola çıkarak âyetteki, الملإ اعلى [el-mele'il-a‘lâ] tamlamasını, içindeki a‘lâ [yüce] sıfatından dolayı "yüce konsey" olarak değerlendirmişlerdir. Ancak, bu yüce konseyin ne olduğu hakkında ortada sağlam bir kanıt bulunmadığından, bunların "göklerdeki melekler", "kerrûbiyûn/mukarrebûn" [Allah'a en yakın olan melekler] olduklarına dair mesnetsiz bir takım görüşler ileri sürmüşlerdir. Ama iş bununla kalmamış, Allah'ın başucundaki meleklerin [yüce konseyin] muhabbetlerini dinlemek üzere şeytânlar da göklere çıkarılmış ve orada yıldızlarla bombardımana tutulmuşlardır.
Bize göre ise, sözlük anlamı "yüce dolu, yüce depo" demek olan mele-i a‘lâ ile kasdedilen, "vahiydir, Kur’ân âyetleri"dir. Çünkü Kur’ân, herkesin ihtiyacını karşılayacağı her şey ile dopdoludur; herkesin ihtiyaç duyduğu/duyacağı bilgiler, eksiksiz olarak Kur’ân'da depo edilmiştir. Kur’ân'ın içindekiler ıvır-zıvır şeyler olmayıp, en değerli, en yüce şeylerdir.
38Ve yeryüzünde hiçbir irili-ufaklı kıpırdayan canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi önderli topluluklar olmasın. Biz Kitapta hiçbir şeyi noksan/yetersiz bırakmadık. Sonra onlar Rablerine toplanacaklardır. [En’âm/38]
59Görünmezin, duyulmazın, geçmişin, geleceğin anahtarları da yalnızca O'nun katındadır. O'ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın. [En’âm/59]
12Şüphesiz ki ölüleri ancak Biz diriltiriz Biz. Onların önceden yapıp gönderdiklerini ve eserlerini de yazarız. Zaten Biz her şeyi bir "apaçık önderde/Kur’ân'da" sayıp tesbit etmişizdir. [Yâ- Sîn/12]
Ayrıca 69. âyetin önü ve arkası iyi anlaşıldığında, الملإ اعلى [mele-i a‘lâ] ifadesi ile "Kur’ân"ın kasdedildiği hemen görülür. Zira, 70. âyette "vahyedildiği" bildirilen ve 68. âyette de kâfirlerin "yüz çevirdikleri" şey Kur’ân'dır. Şimdiye kadar tahlilini yaptığımız sûrelerde hep gördüğümüz ve aşağıdaki âyetlerde de göreceğimiz gibi, müşrikler daima Kur’ân'ı tartışma konusu yapmışlar Allah da bu konuda ehl-i zikri yani vahye dair, Tevrat ve incil hakkında bilgisi olan kimseleri bilirkişi olarak göstermiştir:
15Ve âyetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar: "Bundan başka bir Kur’ân getir yahut bunu değiştir!" dediler. De ki: "Onu kendimin öngörmesiyle değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben, sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım."
16De ki: "Allah dileseydi, ben Kur’ân'ı size okumazdım ve Allah, Kur’ân'ı size bildirmemiş olurdu. Ben de Kur’ân'dan önce kesinlikle içinizde bir ömür kalmıştım. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?" [Yûnus/15-16]
73Az kalsın onlar seni, sana vahyettiğimizden uzaklaştırarak ondan başkasını Bize dayandırarak söyleyesin diye sana yanlış yaptırıp seni ateşte yakacaklardı. İşte o takdirde seni halil/iz bırakan bir önder edinirlerdi.
74Ve eğer Biz, seni sağlamlaştırmamış olsaydık, gerçekten onlara birazcık meylediverecektin.
75O durumda sana hayatın iki katını ve ölümün iki katını tattırırdık. Sonra Bize karşı kendine hiçbir yardımcı da bulamazdın. [İsrâ/73-75]
43,44Ve Biz, senden önce de, sadece kendilerine vahyettiğimiz olgun insanları açık kanıtlarla ve yazılı belgelerle elçi olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız, haydiyin Tevrât ve İncîl'i bilen bilginlere sorun. Biz sana da o öğüdü/Kur’ân'ı, kendilerine indirilmiş olanı ortaya koyman için, onların da iyiden iyiye düşünmeleri için indirdik. [Nahl/43, 44]
7Ve Biz, senden önce de ancak kendilerine vahyettiğimiz olgun kimseleri gönderdik/elçi yaptık. Haydi, siz bilmiyorsanız Öğüt/Kitap Ehli olanlara/vahiy bilgisi olanlara soruverin. [Enbiyâ/7]
الملإ اعلى [mele-i a‘lâ] ifadesinin, "Kur’ân" anlamında olduğunu gösteren diğer bir kanıt da, âyette Peygamberimize yaptırılan beyandır: Benim mele-i a‘lâ'ya dair bir bilgim yok idi. Gerçekten de kendisine ilk vahiy gelene kadar Peygamberimizin Kur’ân'a ait hiçbir bilgisi, alt yapısı, ön hazırlığı yoktu. Kur’ân o'na sürpriz olarak gelmiştir. Peygamberimizin bu konuda duyarsız ve bilgisiz olduğu Kur’ân'da açık bir ifade ile bildirilmiştir:
22kesinlikle sen bundan duyarsızlık, bilgisizlik içinde idin. Şimdi senden perdeni kaldırdık. Artık bugün gözün keskindir; Kur’an sayesinde kurmay birisi oldun. [Kâf/22]
86Ve sen Kitab'ın sana vahyedileceğini/indirileceğini ummuyordun. O, ancak Rabbinden bir rahmet olarak verildi. Öyleyse sakın kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere arka çıkma/yardımcı olma. [Kasas/86]
3Sana bu Kur’ân'ı vahyetmekle Biz, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Hâlbuki sen, bundan önce, kesinlikle bu konu hakkında duyarsız/bilgisizlerdendin. [Yûsuf/3]
الملإ اعلى [mele-i a‘la] ifadesi, Sâffat/8'de de yer almış ve orada da "yüce depo" anlamında ve Kur’ân'ın bir niteliği olarak zikredilmiştir.*
87 Âyetteki mele sözcüğünün esas anlamı, “dolu olan” [depo] demektir. Zaman içerisinde “reisler/başkanlar, bir toplumun ileri gelenleri, toplumun erdemlileri” için de mecâzen kullanılmıştır. Bu kişilere mele denilmesi, onların bilgi, deneyim ve anlayışla dolu olmaları sebebiyledir. Eski müfessirler, mele sözcüğünün “reisler, ileri gelenler” [konsey] şeklindeki mecâz anlamından yola çıkarak âyetteki el-melei'l-a‘lâ tamlamasındaki a‘lâ [yüce] sıfatından dolayı “yüce konsey” olarak değerlendirmişlerdir. Ancak, bu yüce konseyin ne olduğu hakkında ortada sağlam bir kanıt bulunmadığından, bunların “göklerdeki melekler”, “kerrûbiyûn/mukarrebûn” [Allah'a en yakın olan melekler] olduklarına dair mesnetsiz birtakım görüşler ileri sürmüşlerdir. Ama iş bununla kalmamış, Allah'ın başucundaki meleklerin [yüce konseyin] muhabbetlerini dinlemek üzere şeytânlar da göklere çıkarılmış ve orada yıldızlarla bombardımana tutulmuşlardır.
Bize göre ise, sözlük anlamı “yüce dolu, yüce depo” demek olan mele-i a‘lâ ile kastedilen, “vahiydir, Kur’ân âyetleri”dir. Çünkü Kur’ân, herkesin ihtiyacını karşılayacağı herşey ile dopdoludur; herkesin ihtiyaç duyduğu/duyacağı bilgiler, eksiksiz olarak Kur’ân'da depo edilmiştir. Kur’ân'ın içindekiler ıvır-zıvır şeyler olmayıp, en değerli, en yüce şeylerdir. Zaten 69. âyetin önü ve arkası iyi anlaşıldığında, mele-i a‘lâ ifadesi ile “Kur’ân”ın kasdedildiği anlaşılır. Zira, 70. âyette “vahyedildiği” bildirilen ve 68. âyette de kâfirlerin “yüz çevirdikleri” şey Kur’ân'dır. Şimdiye kadar tahlilini yaptığımız sûrelerde hep gördüğümüz ve aşağıdaki âyetlerde de göreceğimiz gibi, müşrikler daima Kur’ân'ı tartışma konusu yapmışlardır. Ayrıntılı bilgi Tebyînu'l-Kur’ân'da verilmiştir.
Mele-i a‘la ifadesi, Sâffât/8'de de yer almış ve orada da “yüce depo” anlamında ve Kur’ân'ın bir niteliği olarak zikredilmiştir.
*İşte Kuran, Sad Suresi
Yorumlar -
Yorum Yaz