Mushafta Bozuntu Yapılan Ayetler
92Nisa Suresi 34-35, 128-130
Hatalı Çeviri:
34. Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür.
35. Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah aralarını bulur; şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.
Doğru Çeviri:
Necm: 535
34Allah'ın, bazı şeyleri bazısına fazla kılması ve erkeklerin mallarından nafaka sağlamaları nedeniyle erkekler, kadınlar üzerine iyi koruyup iyi gözeticidirler. Hâl böyle olunca, sâlih kadınlar, Allah'a itaat edicidirler; Allah'ın koyduğu kurala uyanlardır, Allah'ın koruduğu şey nedeniyle henüz gelmediği hâlde başlarına gelebilecek felaketler için koruyucudurlar. Dik kafalılık yaparak kendisini taciz ve tecavüz riskine atmasından korktuğunuz kadınlara da, öğüt verin ve yan gelip yattıkları yerlerde; kendi ülkeniz sınırları içerisinde göç ettirin ve de baskı yapın/ onlara örnekler verin. Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa, artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah, çok yücedir, çok büyüktür.
35Ve eğer karı-kocanın arasının açılmasından korktuysanız, o zaman bir hakem erkeğin yakınlarından, bir hakem de kadının yakınlarından kendilerine gönderin. Bu karı-koca gerçekten barışmak isterlerse, Allah karı-kocanın arasında geçim verir. Şüphesiz Allah, çok iyi bilendir, her şeyin iç yüzünü, gizli taraflarını da iyi bilendir.
128-130Ve eğer bir kadın, verimsiz kocasının hâlinden; diklenmesinden veyahut kendisinden uzaklaşmasından korkarsa, artık aralarında bir barış yapmalarında, onlara bir günah yoktur. Ve barış hayırlıdır. Ve nefisler kıskançlığa hazır kılınmıştır. Eğer iyileştirir-güzelleştirirseniz ve Allah'ın koruması altına girerseniz, artık şüphesiz Allah, yapmış olduğunuz şeylere haberdardır. Ve kadınlarınız arasında adaletli davranmaya ne kadar uğraşsanız da asla güç yetiremezsiniz. Öyleyse birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Ve eğer düzeltirseniz ve Allah'ın koruması altına girerseniz artık şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir. Eğer onlardan karı-koca ayrılırlarsa, Allah, hepsini geniş armağanlarından zenginleştirir. Ve Allah, ilmi ve rahmeti geniş ve sınırsız olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.364
34Allah'ın, bazı şeyleri bazısına fazla kılması ve erkeklerin mallarından nafaka sağlamaları nedeniyle erkekler, kadınlar üzerine iyi koruyup iyi gözeticidirler. Hâl böyle olunca, sâlih kadınlar, Allah'a itaat edicidirler; Allah'ın koyduğu kurala uyanlardır, Allah'ın koruduğu şey nedeniyle henüz gelmediği hâlde başlarına gelebilecek felaketler için koruyucudurlar. Dik kafalılık yaparak kendisini taciz ve tecavüz riskine atmasından korktuğunuz kadınlara da, öğüt verin ve yan gelip yattıkları yerlerde; kendi ülkeniz sınırları içerisinde göç ettirin ve de baskı yapın/ onlara örnekler verin. Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa, artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah, çok yücedir, çok büyüktür.
Bu âyette, toplumdaki mutluluğun, huzurun ve sulh içinde yaşamanın yolları gösterilmekte ve kamu otoritesine bir takım emirler verilmektedir. Bunları maddeler hâlinde sıralayacak olursak:
• Erkekler, kadınları en iyi şekilde koruyup kollamalı ve gözetmelidirler.
• Sâlih kadınlar, Allah'ın bu ilkesine uymalıdırlar. (Çünkü bu ilke, kadınların korunmasına yönelik olarak konmuştur.)
• Nüşûzundan [dikkafalılık yaparak kendisini taciz ve tecavüz riskine atmasından] korkulan kadınlar, öğüt verilerek, bilinçlenecekleri bir ortama göç ettirileceklerler, baskı yapılarak/dövülerek/İFK olayı gibi gerçek hayattan çeşitli somut örnekler verilerek [eğitilip rehabilite edilerek] nüşûzdan vazgeçirilmelidir.
Âyette geçen qavvam sözcüğü, fa‘al vezninde mübalağa ifade eden bir kelime olup, "bir şey üzerinde özenle durmak, onu iyice gözetmek, bütün gayreti ile onu korumak, ona nezaret etmek" anlamındadır.
Bu âyette, erkek, hanımı üzerine değil, toplumun erkekleri, toplumun kadınları [ana, bacı, kız, eş, gelin, hala, teyze, komşu kadını vs.] üzerine "qavvam" tayin edilmiştir. Bu da, kadınların yaşamlarını sürdürmeleri için gerekli tüm ihtiyaçların erkekler tarafından karşılanması gerektiğini ifade eder. Hanımın geçimi kocasının; kızın geçimi babasının, babası yoksa erkek kardeşlerinin üzerinedir.
Durumun böyle olması gerektiğine gerekçe olarak da, Allah'ın, bazı şeyleri bazısına fazla kılması gösterilmiştir.
Âyetin bu bölümü, –genellikle– "Allah, erkekleri kadınlara üstün kılmıştır" diye açıklanmaktadır, ki bu kesinlikle yanlıştır. Burada üstünlükten bahsedilmez, fazlalıktan bahsedilir. Yani kadın ve erkeğin birbirinden farklı özellikleridir. Meselâ, erkekteki güç, cesaret, soğukkanlılık ve metanet, kadındakinden fazladır; kimse bunun aksini iddia edemez. Diğer yönden, yani hayâ, merhamet, şefkat, eğiticilik gibi özellikler açısından ise kadın erkekten fazlalıklıdı; kimse bunun aksini iddia edemez. İşte âyette söz konusu edilen fazlalıklar, bu özellikler açısındandır; yoksa cinslerin birbirinden üstünlüğü değildir. İnsanların birbirinden üstünlüğünün tek ölçüsü, takva'dır.
Öyleyse, daha güçlü, daha cesur ve daha dayanıklı olmaları hasebiyle erkekler, kadınların koruyucusu ve gözeticisi olmalıdırlar. Bu, kamuya verilen bir görevdir.
Âyetin devamında da, Hâl böyle olunca, sâlih kadınlar, Allah'a itaat edicidirler, Allah'ın koruduğu şeynedeniyle ğayb için koruyucudurlar buyurularak, kadınların bu kuralı kabullenmeleri gerektiği bildirilmiştir. Çünkü Allah, onların onurlarını, ırz ve namuslarını koruma altına almış; onlara mehir verilmesini emretmekle, onların geçimlerini erkekler üzerine yüklemekle kadınları güvenceye almıştır. İyi kadınlar, başlarına gelebilecek taciz, tecavüz vs. muhtemel felaketlere karşı tedbirlerini alıp kendilerini korur, bu açıdan korunmayı da seve seve kabul eder, Allah'ın koyduğu bu kurala boyun eğer, kibir ve komplekse kapılıp erkeklerle yarışa girerek dışarıda zor ve riskli işler yapmaya kalkışmazlar.
Âyetin son bölümünde ise, Dik kafalılık yaparak kendisini taciz ve tecavüz riskine atmasından korktuğunuz kadınlara da, öğüt verin ve yan gelip yattıkları yerlerde; kendi ülkeniz sınırları içerisinde göç ettirin ve de baskı yapın/onlara örnekler verin. Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa, artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah, çok yücedir, çok büyüktür.buyurularak, bu kurala uymayan kadınlar hakkında baş vurulacak tedbirler ortaya konulmuştur.
Birçok kitapta [tefsir, meâl, ilmihal], burada sözü edilen kadınların, erkeklerin kendi hanımları olduğu iddia edilir. Hâlbuki muhatap kocalar değil, tüm insanlardır [toplumdur, kamudur]. Öyleyse, nüşûzundan [dikkafalılık yaparak kendisini taciz ve tecavüz riskine atmasından] korkulan kadın da, toplumdaki herhangi bir kadındır; bu, bir eş, bir anne, bir kız kardeş veya dul ve kimsesiz bir kadın olabilir.
Bu âyetin iniş sebebi hakkında şu nakledilmiştir:
Âyet-i kerîme, Sa‘d b. er-Rabî hakkında nâzil olmuştur. Hanımı, Zeyd b. Hârice b. Ebî Züheyr kızı olan Habîbe, ona karşı serkeşlik etmiş, o da ona bir tokat atmıştı. Babası ise şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasûlü! Kızımı ben onun nikâhı altına verdim, o da kalktı, onu tokatladı." Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Kocasına kısas yapsın" dedi. Kocasına kısas yapmak üzere babasıyla geri dönüp gidince, Hz. Peygamber, "Geri dönün. İşte Cebrâîl bana gelmiş bulunuyor" dedi. Yüce Allah da bu âyet-i kerîmeyi indirdi. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
DARB
Ayette geçen "vedribûhünne" ifadesi, genel dövme anlamıyla ele alınır. Halbuki:
DARB: الضّرب[darb] sözcüğü, iyi bir müteşâbih sözcük örneği olup, Lisânü'l-Arab ve Tâcü'l-Arûs'un beyanlarına göre yüzlerce farklı anlamda kullanılmaktadır.
Darb sözcüğünün hakikî manası, "bir şeyin üzerinde bir şey oluşturmak" demektir. Bir şey üzerinde bir şey oluşturmanın ise doğal olarak birçok yolu ve yöntemi olduğu için sözcük de mecâzen pek çok anlamda kullanılabilmektedir. Meselâ, herhangi bir nesne üzerinde el, sopa, kılıç gibi birçok şey vasıtasıyla bir şeyler oluşturmak mümkündür. Bir nesne üzerinde el ile oluşturulan şey "dövmek" veya "çarpmak" sözleriyle, sopa ile oluşturulan şey "kırmak" veya "devirmek" sözleriyle, kılıç ile oluşturulan şey "kesmek", "yaralamak" veya "çizmek" sözcükleriyle ifade edilen eylemler olabilir. İşte, tüm bu eylemler darb sözcüğünün anlamı kapsamındadır. Başka bir örnek olarak, herhangi bir metal parçası üzerinde yapılacak oyma veya kabartma eylemi de darb sözcüğüyle ifade edilir. Nitekim metal para basımına darb, para basılan yere de darbhâne adı verilmiştir. Osmanlı paralarının üstünde yazılı olan ضرب فى قسطنطنيّه [duribe fî kostantıniyye] ibaresi de, "Kostantıniye'de [İstanbul'da] basılmıştır" anlamına gelmektedir. Yine başka bir örnek olarak, yollarda ayakla iz oluşturmak ve bu anlam ekseninde rızık, ticaret veya savaş için yola gitmek de darb sözcüğüyle ifade edilir. Ayrıca Araplar misafire ضارب[dârib=yol tepen] derler. Mecâz anlamları arasında "dövmek" ve "çarpmak" anlamlarıyla meşhur olan darb sözcüğü; yağmurun topraktaki izi, tuvalete def-i hacet için hızlı gitmek, çiş yapmak, bir yere bir şey dikmek, erkek hayvanın dişisinin üstüne çıkması, bir şeyi bir şeye çarpmak, karıştırmak, koyun boyamak, suda yüzmek, akrep sokması, kalp atışı, nabız vuruşu, bir şeyi kaldırmak, el ile işaret, sıkı tutmak, kavgadan-belâdan kaçmak, bir yere varıp dikilmek, örnek vermek ve daha birçok anlamlarda kullanılır. [Lisânü'l-Arab, 5/477, 483; Tâcü'l-Arus, 2/166-175; Müfredât, s. 294.]
Kur’an’a baktığımızda ise en çok "ÖRNEK VERMEK" anlamında kullanıldığını görürüz. Ama bu örnekler, sıradan örnekler değil İZ BIRAKAN, TE’SİR eden ÖRNEKLERDİR. Ki sözcüğün öz anlamıyla da uyumludur.
Ayetteki "İdribuhünne" ifadesini "onlara, etki yapacak örnekler verin" şeklinde meallkendirmek en uygun olanıdır. Örneğin İfk olayı! Orada Aişe vailidenin sorumsuz bir davranışı ile Rasülüllah ve mü’minlerin çektikleri sıkıntılar örnek verilebilir.
Bizce, terbiye için olsa bile kocanın hanımını dövmesi, Kur’ân'a terstir.
ERKEĞİN HÂKİMLİĞİNE DAİR HÜKMÜN NÜZÛL SEBEBİ
Qavvâm, "işi bi-hakkın yapan kimse" demektir. Kadının işlerini gereği gibi yapıp, onu korumaya itinâ gösteren kimse için de denilir. İbn Abbâs (r.a), bu âyetin Muhammed ibn Seleme'nin kızı ile Ensâr'ın ileri gelenlerinden biri olan kocası Sa‘d b. Rabî hakkında nâzil olduğunu söylemiştir. Zira Sa‘d ona bir tokat atmış, o da kocasının yatağını hemen terkederek, kocasının tokadının izi yüzünde olarak Hz. Peygamber'e (s.a) gelip, kocasının kendisini tokatladığını şikâyet etmiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), "Ondan kısas iste" dedi, sonra da, "Sabret, (vahiy) bekliyorum" dedi. Bunun üzerine, Erkekler kadınlar üzerine hâkimdirler... âyeti nâzil olmuştur. Bu, "erkekler kadınları terbiye etme ve onlara müdahale etme hususunda hakimdirler" demektir. Böylece Cenâb-ı Hakk sanki erkeği, karısı üzerinde bir reis ve hükmü geçen birisi kabul etmiştir. Bu âyet nâzil olunca Hz. Peygamber (s.a), "Biz bir şey istedik, Allah da bir şey istedi. Allah'ın istediği daha hayırlıdır" buyurdu. Böylece Cenâb-ı Allah, Hz. Peygamber'in (s.a) söylediği kısas hükmünü kaldırmış oldu. Daha sonra o, erkeklerin kadınlara hâkim olduğunu ve erkeklerin emrinin onlar yanında geçerli olması gerektiğini belirtince, bunun şu iki sebepten dolayı olduğunu beyân buyurmuştur. [Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.]
ERKEĞİ KADINDAN İLERİ KILAN SEBEPLER
Birinci sebep: Cenâb-ı Hakk'ın, Çünkü Allah onlardan bazısını [erkekleri], bazısından [kadınlardan] üstün kılmıştır buyruğu ile belirttiği husustur. Bil ki erkekler pek çok yönden kadınlardan üstündür. Bunların bir kısmı hakiki sıfatlar, bir kısmı ise şer‘î hükümlerdir. Hakiki sıfatlara gelince, bil ki hakiki üstünlüğün neticesi şu iki şeye dayanır:
a) Bilgi [ilim],
b) Kudret [güç-kuvvet].
Erkeklerin akıllarının ve bilgilerinin daha çok olduğu hususunda şüphe yoktur. Yine, erkeklerin güç ve meşakkatli işlere karşı kuvvetlerinin daha fazla olduğu hususunda da şüphe yoktur. İşte bu iki sebepten ötürü akıl, sebat, kuvvet, genel manada yazı yazma, binicilik ile atıcılık, peygamberler ile alimlerin erkeklerden oluşu, gerek büyük gerek küçük imametin [namaz imamlığı ve devlet başkanlığının] erkeklere verilmiş olması; cihad, ezan, hutbe, itikaf, had ile kısas hususlarındaki şehadet –ki bu sayılanlar âlimlerce ittifakla kabul edilmiştir–, Şâfiî'ye (r.h) göre evlilik, mirastaki hissenin fazlalığı, mirasta asabe oluş, gerek kasten gerekse hataen adam öldürmede diyeti yüklenme, kasame, nikâhta velâyet, talak, ric’at [talaktan dönüş], birden çok kadınla evlenebilme ve çocukların erkeklere nisbet edilmesi hususlarında, erkeklerin kadınlardan üstünlüğü söz konusudur. Bütün bunlar, erkeklerin kadınlardan üstün olduğuna delâlet eder.
İkinci sebep: Cenâb-ı Hakk'ın, Ve çünkü onlar [erkekler] mallarından infak ederler buyruğu ile belirttiği husustur. Bu, "erkekler, kadınlara mehir verip, onların nafakalarını [geçimlerini] temin ettikleri için daha üstündürler" demektir.
Sonra Allah Teâlâ kadınları iki kısma ayırıp, sâlih olanları, İyi kadınlar itaatli olanlardır. Allah kendilerini nasıl koruduysa onlarda öylece mahremiyeti koruyanlardır diye tavsif etmiştir. [Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.]
NÜŞÛZ
النشوز[nüşûz] sözcüğü, ن ش ز[neşz] kökünün türevlerindendir. Sözcüğün kök anlamı, "yeryüzünün yüksek bir yeri" demektir. Bir vâdinin içinde bulunan kimseye nisbetle yukarı bölümlerine, النشز[neşz] denir. نشوز[nüşûz] ise mastar anlamı olarak, "aşağıdan yukarıya doğru yükselmek, bulunduğu konumdan bir üst konuma çıkmak, dikleşmek" demektir. [Lisânu'l-Arab; c. 8, s. 557.]
Bu sözcük Kur’ân'da Bakara/259, Nisâ/34, 128 ve Mücâdele/11'de olmak üzere 4 kez yer alır.
Nisâ/34'de kadının nüşûzu, "dikleşmesi, kendisini bulunduğu konumdan daha bir üst konumda görmesi, onun bedenen zayıf ve cinsel yönden savunmasız olmasına rağmen, kendisini güçlü ve cinsel taciz ve tecavüzden koruyabilir sayması, bu konuda kendisini erkek seviyesine çıkarması"dır.
Nisâ/128'deki erkeğin nüşûzu ise, "kendini kadından üstün görmesi"dir.
Bakara/259'daki nüşûz, "etin alttan yukarı doğru tırmanması"dır.
Mücâdele/11'deki nüşûz ise, "alt konumda olanların kendilerini üst seviyeye çıkarmaları, aşağılıktan kurtulup üstün olmaları"dır. Bu genellikle düşman karşısında kişinin kendisini; veya bir kitlenin kendilerini olduklarından daha güçlü göstermeleridir. Anaç tavuğun civcivlerini korurken kabarması, kedi ve diğer hayvanların düşmanları kaşısında kendini daha güçlü ve korkusuz göstermesi gibi.
Nüşuzundan korkulan kadınlara gerçeği anlamaları için kamu otoritesi tarafından birtakım yaptırımlar söz konusudur. Bu yaptırımlar, kendilerine öğüt verilmesi (eğitilp ikna edilmeleri) ve yan gelip yattıkları yerlerde; kendi ülkeniz sınırları içerisinde göç ettirilmeleri ve de kendilerine baskı yapılması/nişuz nedeniyle yaşanmış kötü örnekler verilmesidir. Bu yaptırımlar tedrici; kademeli yaptırımlar değildir; toplu yaptırımlardır. Ayette bağlaç, tıpkı Maide/6’da olduğu gibi "ve" bağlacı olup "ev" bağlacı değildir.
Ayetteki "Mezaciı" ifadesinin gerçek anlamı "Yataklar" demek olmayıp "yan gelinip yatılan yerler" demektir. [Lisanü’l Arab, Tacü’l Arus] Bu da huzur içinde yaşanan yerlerden kinayedir.
Ayette geçen "darp" sözcüğü her ne kadar "dövme" anlamıyla meşhurlaşmış ise de Sad suresinde Eyyüb peygamber ile ilgili bölümde ayrıntılı olarak verdiğimiz açıklamalar çerçevesinde "yola çıkarmak, baskı; pres uygulamak. Örneklemek" anlamları tercihe şayandır.
35Ve eğer karı-kocanın arasının açılmasından korktuysanız, o zaman bir hakem erkeğin yakınlarından, bir hakem de kadının yakınlarından kendilerine gönderin. Bu karı-koca gerçekten barışmak isterlerse, Allah karı-kocanın arasında geçim verir. Şüphesiz Allah, çok iyi bilendir, her şeyin iç yüzünü, gizli taraflarını da iyi bilendir.
Bu âyette de eşler arasındaki geçimsizlik durumunda yapılması gereken kamusal görev bildirilmektedir. Buna göre, karı-koca arasının açılmasından korkulduğu durumlarda, barıştırma çabasında bulunulmalı, bir hakem erkeğin, bir hakem de kadının yakınlarından gönderilmelidir. Hakemler anlaşmazlığın nedenlerini araştırmalı ve çözüm aramalıdır. Hakemlerin, karı-kocanın akrabalarından ve onların evliliklerine tanık olanlardan olması daha uygun olur. Hakemler tarafsız tesbit, teşhis ve öğütleriyle karı-kocaya yardımcı olmalıdırlar. Karı-koca gerçekten yuvanın devamını istiyorlarsa, Allah da onlara yardımcı olacaktır. Hakemler karı-kocanın ayrılmaları gerektiğine kanaat getirirlerse, bu kanaatlerini kendilerini bu göreve tayin eden merciye [mahkemeye] bildirmelidirler.
Âyetteki, gönderin emrinin muhatabı, sûrenin başında zikredilen "insanlar"; kısaca kamudur. Aile hukuku kapsamında da boşanmaya bakan hâkimdir.
128-130Ve eğer bir kadın, verimsiz kocasının hâlinden; diklenmesinden veyahut kendisinden uzaklaşmasından korkarsa, artık aralarında bir barış yapmalarında, onlara bir günah yoktur. Ve barış hayırlıdır. Ve nefisler kıskançlığa hazır kılınmıştır. Eğer iyileştirir-güzelleştirirseniz ve Allah'ın koruması altına girerseniz, artık şüphesiz Allah, yapmış olduğunuz şeylere haberdardır. Ve kadınlarınız arasında adaletli davranmaya ne kadar uğraşsanız da asla güç yetiremezsiniz. Öyleyse birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Ve eğer düzeltirseniz ve Allah'ın koruması altına girerseniz artık şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir. Eğer onlardan karı-koca ayrılırlarsa, Allah, hepsini geniş armağanlarından zenginleştirir. Ve Allah, ilmi ve rahmeti geniş ve sınırsız olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
Bu âyetlerde de aile ilişkilerine dair birtakım kurallar konulmakta, sosyolojik ve psikolojik bilgiler verilmektedir. Şöyle ki:
• Bir kadın, kocasının diklenmesinden veya kendisinden uzaklaşmasından korkarsa, aralarında sulh yapmalarında bir günah yoktur. Sulh ise hayırlıdır.
• Nefisler, kıskançlığa hazır kılınmıştır.
• İyilik-güzellik üretir ve takvâlı davranırsanız, Allah, yapmış olduğunuz şeylere haberdardır.
• Kadınlarınız arasında adaletli davranmaya ne kadar uğraşsanız da güç yetiremezsiniz. Öyleyse birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın.
• Düzeltir ve takvâlı davranırsanız, şüphesiz Allah gafûr'dur, rahîm'dir.
• Karı-koca ayrılırlarsa, Allah her ikisini de geniş lütfundan zenginleştirir.
Bu âyetlerin iniş sebebine dair şu bilgiler nakledilmiştir:
Âyet-i kerîme, Sevde bt. Zem’a sebebiyle nâzil olmuştur. Tirmizî'nin rivâyetine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Hz. Sevde Rasûlullah'ın (s.a) kendisini boşayacağından korktu ve bu sebeple şöyle dedi: "Beni boşama, nikâhın altında tut ve bana ayırdığın gününü Âişe'ye ver." Hz. Peygamber de böyle yaptı, bunun üzerine, Barış yoluyla aralarını düzeltmelerinde kendileri için bir vebal yoktur. Barış daha hayırlıdır ayeti nâzil oldu. O sebepten aralarında sulh ile kabul ettikleri herhangi bir şey caizdir. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân]
Bu âyet-i kerîmedeki fıkhî inceliklerden biri de, koca, kadının gençliğinin geçip gitmesinden ve yaşlanmasından sonra onun yerine bir başka kadın ile evlenmemesi gerektiği görüşünde olan câhillerin kanaatlerini reddetmesidir. İbn Ebî Muleyke der ki: "Sevde bt. Zem’a'nın yaşı ilerleyince Peygamber (s.a) onu boşamak istedi. Ancak o, Hz. Peygamber ile birlikte kalmayı tercih edip, o'na, "Beni nikâhın altında tut ve bana ayırdığın gününü Âişe'ye tahsis et" dedi. Hz. Peygamber de öyle yaptı. Hz. Sevde de o'nun hanımlarından birisi olduğu hâlde vefat etti. [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.]
NÜŞÛZ İLE İLGİLİ ÂYETİN NÜZÛL SEBEBİ
Müfessirler, âyetin nüzûl sebebi hakkında şunları söylemişlerdir:
1) Sa‘îd ibn Cübeyr, İbn Abbâs'tan bu âyetin İbn Ebi's-Saib hakkında nâzil olduğunu rivâyet etmiştir ki, bu zatın bir hanımı ve bu hanımından da çocukları vardı. Hanımı yaşlı olduğu için, onu boşamak istedi... Bunun üzerine hanımı, "Beni boşama, bırak çocuklarımın işleriyle meşgul olayım ve her ay pek az bir geceyi bana ayır..." dedi. Bunun üzerine kocası, "Eğer iş bu şekilde olacaksa, bu benim için daha faydalı ve uygun olur" dedi.
2) Bu âyet, Sevde bt. Zem’a hakkında nâzil olmuştur. Buna göre, Hz. Peygamber (s.a) onu boşamak isteyince, Sevde, Hz. Peygamber'den kendisini boşamamasını, sırasını da Hz. Aişe'ye tahsis etmesini istedi. Hz. Peygamber bunu uygun buldu da, onu boşamadı.
3) Hz. Aişe'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Bu âyet, bir erkeğin yanında bulunup, erkeğinin de kendisi yerine başkasını almak istediği bir kadın hakkında nâzil olmuştur. Bunun üzerine kadın, "Beni tut [boşama] ve başkasıyla evlen, nafakam ve sıramdan da vazgeçiyorum, sana helâl olsun" der. [Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.]
NÜŞÛZ ve KOCANIN NÜŞÛZU
Nüşûz'un, "diklenmek, kendisini dev aynasında görmek" demek olduğunu beyân etmiş ve kadının nüşûzuna dair bilgiler vermiştik. Kocanın nüşûzu [kendini kadından üstün görmesi] ise, kendini dev aynasında görüp hanımını küçümseyerek, "Sen çirkinsin", "Sen yaşlısın", "Ben genç ve güzel bir kadınla evlenmek istiyorum" demesi veya kaba kuvvet kullanması olarak açıklanabilir.
Âyetteki, Aralarında bir sulh yapmalarında, onlara bir günah yoktur. Ve sulh hayırlıdır ifadesiyle Allah, kocayı, çekiciliğini yitirse bile yıllardan beri birlikte yaşadığı karısına iyi davranmaya teşvik ediyor, karısına karşı olan tutum ve davranışlarında Kendisinden korkması gerektiğini bildiriyor.
Âyetteki, Ve nefisler, kıskançlığa hazır kılınmıştır. Eğer iyilik-güzellik üretirseniz ve takvâlı davranırsanız artık şüphesiz Allah yapmış olduğunuz şeylere haberdardır. Ve kadınlarınız arasında adaletli davranmaya ne kadar uğraşsanız da asla güç yetiremezsiniz. Öyleyse birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Ve eğer düzeltirseniz ve takvâlı davranırsanız, artık şüphesiz Allah gafûr'dur, rahîm'dir ifadesiyle de, olağanüstü koşullar gereği çok eşli olan kocaların, karılarının hepsine tam anlamıyla eşit davranmasının mümkün olmadığı, böyle ailelerde geçimin zor olduğu, fakat bu şatlarda da iyilik-güzellik üretilmesi gerektiği bildiriliyor.*
364 Bu pasajı, teknik gerekçeler ve anlam bilgisi gereği Resmi Mushaf'tan farklı tertip ettik. Ayrıntılı açıklama için bkz. Tebyîn.
*İşte Kuran, Nisa Suresi