Müteşabih ve Sebebiyet Mecaz-ı Mürseli, Kehf 60-64
MÜTEŞABİH ve SEBEBİYET MECAZ-I MÜRSELİ
KEHF SURESİ
60.Ve bir vakit Mûsâ, delikanlısına: “Ben iki bilgin kişinin toplandığı yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim” demişti.
61.Bunun üzerine “iki bilgin kişinin toplandığı yer”e vardıklarında ikisi de bunalımlarını/sıkıntılarını terk etti. O zaman bunalım/sıkıntı, bilgin kimse yardımıyla yok olup gitti.
62.Bu şekilde geçtikleri zaman Mûsâ, delikanlısına: “Getir kuşluk yemeğimizi, gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk” dedi.
63.Delikanlı: “Gördün mü/ hiç düşündün mü? O Kaya’ya sığındığımız vakit doğrusu ben bunalımdan/ sıkıntıdan kurtuldum, onu söylememi de kesinlikle bencilliğim engelledi. Bunalım/ sıkıntı, şaşılacak bir şekilde bilgin insanda kaybolup gitti” dedi.
64.Mûsâ, “İşte bu, aradığımızdı!” dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler.
Musa peygamber ile ilgili bu pasajda da Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakim kıssasında olduğu gibi müteşabih [allegorik, sanatsal ifadeli] bir anlatım söz konusudur. Bu nedenle bazı sözcükler üzerinde özellikle durulmalıdır:
MUSA’NIN DELİKANLISI
“فتى Fetâ”, “sağlam genç, yiğit delikanlı” demektir. Sözcüğün çoğulu “fityetün”dür. Sözcüğün çoğul hali yine bu surenin baş kısmında [Kehf/10, 13’te] Ashab-ı Kehf için kullanılmıştır. “Fetâ” sözcüğü “filan kişinin fetası / filancanın genç yiğidi” şeklinde herhangi bir şahsa izafe edilerek kullanıldığında, genellikle o şahsın hür veya köle hizmetçilerini ifade eder. Arap dili buna uygundur.
Gencin kimliği ile ilgili Kur’ân’da bilgi verilmemiştir. Ancak Musa’nın Medyen’den ehli/ailesi/yakınları ile birlikte ayrıldığı [Kasas/29] bilinmektedir. Bu genç yiğit Musa’nın (as) ehlinden birisidir; ama oğlu, ama kardeşi, ama uşağıdır. Kur’an’dan anladığımıza göre, Musa (as) Medyen’den zengin birisi olarak ayrılmıştır.
Bu genç ile ilgili birçok rivayet ortaya atılmıştır. Gencin isminin şu veya bu olmasının önemi yoktur. Konunun bize verdiği mesajlar onun ismi ve kimliği üzerine kurulu değildir. Ayrıca kimliğini ön plana çıkaracak şekilde delikanlıya muteber bir isim bulmak da anlamsız ve Kur’ân terbiyesine aykırıdır.
Literatürdeki seyahatnamelere, özellikle de feodal dönem seyahatnamelerine bakıldığında, Marco Polo, Evliyâ Çelebi, Robinson Crusoe, Strabon, Piri Reis, İbn Batuta, Mark Twain, Henry Miller ve Paul Bowles gibi seyyahların/gezginlerin birer hizmetçilerinin/yardımcılarının olduğu görülür.
İKİ DENİZİN TOPLANDIĞI YER
Bu güne kadar ayetlerin Mekkî oluşu ve müteşâbihliği göz ardı edilip olay coğrafi olarak ele alınmıştır. Bu yaklaşım nedeniyle de yeryüzünün her tarafında “iki denizin toplandığı yer” nitelemesine uygun mekânlar aranmıştır. Kimi Karadeniz ve Hazar Denizi arasını, kimi Ermenistan’da Kur ve Res [Aras] nehirleri arasını, kimi Akdeniz ile Kızıldeniz arasını, kimisi de Ürdün ile Kuzum nehirleri arasını bu niteliğe uygun bulmuştur. Söz konusu coğrafî mekânın Antakya, Eyle, Atlas Okyanusu kıyısındaki bir Endülüs şehri, Afrika’da Tanca, Amerika kıtasında Panama olduğunu ileri sürenler olduğu gibi, İstanbul Boğazının Karadeniz’e çıkışı olan Anadolukavağı veya Çanakkale Boğazının çıkışındaki Gelibolu Yarımadası olduğu görüşünü dile getirenler de olmuştur.
Paragrafa göre, Musa’nın gideceği, arayacağı şey “ صخرة sahra [kaya]”dır. Hutlarını orada [iki denizin toplandığı yerde veya iki denizi toplayan şeyde] unutmuşlardır. Genç adam, 63. ayette geçen ikrarına göre, Hut’u Sahra’da [Kaya’da] unutmuştur, terk etmiştir, bir bakıma ondan kurtulmuştur. Bu durumda, Sahra [Kaya] ile Mecmeu’l-Bahreyn [İki Denizin Toplandığı Yer] aynı yer veya aynı şeydir.
صخرة SAHRA
“Sahra” “Büyük kaya” demektir. Ayette geçen [صخرة ] Sahra/ Büyük Kaya, bugün Kudüs’teki Kubbetü’s-Sahra’nın [Mescid-i Aksa’nın] yakınında bulunan ve “Sahratullah” olarak bilinen Kaya’dır. Yahudiler de orayı “Ağlama Duvarı” olarak anmaktadırlar. Bundan da anlaşılmaktadır ki, Davud ve Süleyman peygamberler, ataları Musa peygamberden bu yana bir ilim merkezi olması sebebiyle Beytü’l-Makdis’i orada inşa etmişlerdir. Söz konusu Kaya’nın kutsal kabul edilmesine de bu olaylar neden olmuş olsa gerektir.
Sahra/Kaya sözcüğü, başına özel isim yapma eki olan “El” takısı alarak “ الصّخرة Es-Sahra” olmuş ve böylece özel bir isim haline getirilmiştir. Sözcüğü “Sahratullah” olarak da özel isim haline getirmek mümkündür. Lokman/16’da ise sözcük nekra [belirsiz] olarak yer almıştır.
BAHR [DENİZ]
“ البحر Bahr ” sözcüğü “genişlik ve açık yüzlülük” demektir. Denize “bahr” denmesi genişliğinden, enginliğinden dolayıdır. “Bahr” sözcüğü aynı zamanda “çok bilgili kişi” demektir. Mecaz olarak ise “çok bilgili, saygın kişi” demektir. Bilindiği gibi, Türkçemizde de çok bilgili insanlar için “derya gibi adam” deyimi kullanılmaktadır.
Buradan hareketle, ayette geçen “mecmau’l-bahreyn [iki bahrin toplandığı yer]” ifadesinin coğrafi olarak “iki denizin toplandığı, birleştiği yer” demek olmayıp “iki bilgin kişinin toplandığı yer” anlamında olduğunu söyleyebiliriz.
Pasajdan açıkça anlaşıldığına göre, Musa bu “iki denizin buluştuğu yer”e gitmek niyetiyle yola çıkmıştır. “Ben iki denizin toplandığı [iki bilgin kişinin toplandığı] yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim” demesi, bu konudaki kararlılığını göstermektedir. Genç hizmetçisine yaptığı açıklamadan, bilgi toplamak için yıllarını harcamayı göze aldığı anlaşılmaktadır. Daha sonraki ayetlerden de anlaşılacaktır ki, Musa’nın bu seyahatteki amacı ticaret değil, bilgi sahibi olmaktır; zihnindeki problemlerini çözmek, karamsarlıktan ve bunalımdan kurtulmaktır. Zira Musa elçilik görevine hazırlanmadan evvel birçok badirelerden geçirilmiştir, eğitilmiştir.
37.Ve andolsun Biz, sana diğer bir defa daha iyilik yapmıştık: “38.Hani bir vakit vahyolunan şeyleri annene vahyetmiştik,39. Mûsâ’yı sandık içine koy da bol suya/nehre bırak, sonra da bol su/nehir o’nu sahile atsın. Onu Bana düşman olan ve o’na düşman olan birisi alsın.’ Ve Ben tarafımdan senin üzerine bir muhabbet bıraktım ve Benim gözetimim altında yetiştirilmen için, 40.hani kız kardeşin yürüyordu da ‘Sizi o’nun bakımını üstlenecek birine götüreyim mi?’ diyordu. Böylece gözü aydın olsun ve kederlenmesin diye seni annene geri döndürdük. Ve sen, bir can öldürmüştün de seni gamdan kurtarmıştık. Ve Biz seni potada eritip saflaştırdıkça saflaştırdık/seni olgunlaştırdık. Bir de yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra bir kader üzerine geldin, ey Mûsâ!
41.Ve Ben, seni Kendim için yetiştirdim. (Ta Ha/37- 41)
Musa ve delikanlının Kehf suresinde anlatılan yolculukları ve Musa’nın bu yolculuktan öğrendikleri de onu peygamberliğe hazırlama işlemlerindendir.
Pasajda üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da genellikle “balık” diye çevrilen “hut” sözcüğüdür. Sözcükle ilgili olarak daha önce A’raf suresinde yaptığımız açıklamayı, öneminden dolayı kısaca tekrarlamayı yararlı görüyoruz:
HUT
“ حوت Hut” sözcüğü, dilbilimcilerinin bir kısmına göre “balık”, bir kısmına göre de “büyük balık” demektir. Bu anlamıyla sözcük, tatlı ve tuzlu sularda yaşayan soğukkanlı omurgalıların genel adıdır. Ayrıca eski çağlardan beri burçlar kuşağındaki bir takımyıldızın adı olarak da kullanılmaktadır.
Ancak Kur’an’ı doğru anlamak için sözcüklerin teamüldeki kullanımını değil, gerçek anlamlarını bilmek gerekmektedir.
Sözcüğün kökü olan “حوت hvt”, Arap dilinde “hut” ve “havt” olmak üzere iki türlü okunur. Bu okunuşlardan ilki olan “Hut”, Bedeviler arasında “ağır ağır da yutsa, çabuk çabuk da yutsa kendisine kâfi gelmeyen [doymayan, doyma duygusu olmayan]” anlamında kullanılmıştır.
“Havt” ise “kuşun suyun çevresinde veya vahşî hayvanın bir şeyin çevresinde dönüp durması, oradan ayrılmaması” anlamındadır. Bu anlamlardan anlaşılacağı üzere, “hut” sözcüğü aslında doyma hissi olmadığı ve doyduğunu bilmediği için balıklara yakıştırılmış bir sıfattır, balık demek değildir. Nitekim herkesin bildiği gibi, sularda yaşayan balığın esas adı “semek”tir. Balıklarda doyma hissinin olmaması, yemeye ara verme nedenlerinin doymaları değil de tıkanmaları olması, bugün artık bilimsel bir bilgidir. Balıkların bu özelliklerini bilmeyen amatör akvaryumcuların, günlük ihtiyacın üzerinde yemleme yaptıkları takdirde çatlayarak ölen balıklarla karşılaştıkları bilinen bir durumdur. Balık oburluğunun balık cinsleri itibariyle gösterdiği özellikler ise Su Ürünleri Fakültelerinin araştırma raporlarına da girmiş durumdadır.
Buna göre, “hut” ve “havt” sözcüklerinin anlamlarını “hırs, doyumsuzluk” olarak ifade etmek mümkündür.
“Hut” sözcüğünün Kur’an’da yer aldığı pasajlardaki anlatım dikkate alındığında, sözcüğün daima “sebebiyet mecaz-ı mürseli” şeklinde kullanıldığı görülmektedir. Yani, sebep olan “hırs ve doyumsuzluk” zikredilmekte fakat hırsın insanda sebep olduğu “bunalım ve karamsarlık” kastedilmektedir. Musa’nın bunalımının nedenini yukarıda açıklamıştık.
Şimdi pasajı tahlile devam edelim:
“Bu şekilde geçtikleri zaman o [Musa], delikanlısına: ‘Getir kuşluk yemeğimizi; gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk’ dedi” ayetinin metnine dikkatle bakıldığında, Musa’nın genç arkadaşından kuşluk yiyeceklerini istediği fakat “hutu getir de yiyelim” demediği görülmektedir. Ancak genç adam yemeği getirdi mi, getirmedi mi; yemeklerini yediler mi, yemediler mi; bize bildirilmemektedir. Musa kuşluk yemeği istediği bir anda, genç adam “Gördün mü? O Kaya’ya sığındığımız vakit doğrusu ben hutu unuttum/ terk ettim; ve onu anmamı muhakkak şeytan unutturdu/ terk ettirdi. O [Hut], şaşılacak bir şekilde denizde yolunu edindi” demektedir. 61. ayetteki ifadeye göre ise sadece genç adam unutmamış, Musa da hutunu unutmuştur/terk etmiştir; yani dertten kurtulmuş, rahatlamıştır.
HUT’UN BAHRDE [BİLGİN KİŞİDE] KAYBOLMASI:
Musa ve yardımcısının sıkıntıları, karamsarlıkları, bunalımları Büyük Kaya’da bilginler arasında yaşadıkları şeyler vasıtasıyla ortadan kalkmıştır. Sanki denizde bir balığın derin bir deliğe dalıp kaybolup gidişi gibi olmuştur.
Olay deniz ve balık sembolleri ile anlatıldığından, ifadeler dağdağalıdır.
64. ayetteki “O [Musa], ‘İşte bu, aradığımızdı!’ dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler” şeklindeki genel ifadeye göre, Musa’nın aslında aradığı yeri bulduğu fakat aradığı yerin orası olduğunu anlayamadığı anlaşılmaktadır.
Büyük Kaya’nın orada yaşadıkları olaylara – orada deniz gibi bilgiye sahip kimselerle karşılaşıp sıkıntıdan, bunalımdan kurtulmalarına- bakılırsa, Musa’nın varmak istediği yer; iki denizin birleştiği [bilginlerin toplanıp bilgi alışverişi yaptığı, bilgisizleri bilgilendirdikleri, zihinsel problemleri çözdükleri] yer orası olmalıydı. Oraya dönüp bir şeyler daha öğrenmeliydi. Bu nedenle hemen gerisin geri o Büyük Kaya’ya döndüler.
İşte Kur'an
Yorumlar -
Yorum Yaz