Kasem, Sad Suresi 1,3,2
Kasem
Sad Suresi 1,3,2
1.Sâd/90. Öğüt/şeref sahibi Kur’ân kanıttır ki, 3.onlardan önce nice kuşakları değişime, yıkıma uğrattık Biz. Onlar da çağrıştılar. Ama artık kurtuluş vakti değildi. 2.Aksine o kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler bir gurur ve bölünme içindedirler.
Sâd/90
Daha evvel, Kalem sûresi’nin başında bulunan ن[nun] ve Kaf sûresi’nin başında bulunan ق[kaf] harfleri ile ilgili açıklamalarımızda “hurûf-ı mukattaa’” denilen kesik harfler hakkında bazı bilgiler vermiştik. İşte, bu sûrenin başındaki sâd harfi de “hurûf-ı mukattaa”dan biridir. Bize göre bu ص[sâd] harfi; ya Kur’ân’ın yapısı yönünden bir kod, ya bir sayı [90], ya da uyarı harfidir.
ص[sâd] harfinin ne anlama geldiği ile ilgili olarak; “Mekke’deki bir denizdir”; “ölülerin diriltileceği denizdir”; “Allah’ın isimlerinden biridir”; “Kur’ân’ın isimlerinden biridir”[2] gibi bazı yakıştırmalar yapılmışsa da, bu görüşlerin itibar edilecek, güvenilecek bir dayanağı mevcut değildir.
Diğer taraftan, klâsik kaynakların bir kısmında “sâd” harfiyle ilgili kıraat [okuyuş] farklılıkları dikkat çekmektedir ki, bu kıraat farklılıklarından bazısı “sâd”ı harf olmaktan çıkarıp fiil [emir] konumuna sokmaktadır. Bunun sonucu olarak da “sâd”, anlamlı bir sözcük hâline gelmektedir. Bu kıraatler ve bu kıraatlere göre “sâd”ın kazandığı anlamları Kurtubî şöyle sıralamıştır:
Ubey b. Ka‘b, el-Hasen, İbn-i Ebî İshâk ve Nasr b. Âsım tenvinsiz olarak د[dal] harfi esreli صاد [sâdi] diye okumuşlardır. Buna göre صاد يصادى[sâdi, yusadî=karşı çıktı, karşı çıkar]dan gelmektedir. Sadâ [yankı] sözcüğü de buradan gelmektedir. Buna göre sâdi emrinin manası, “sen amelinle Kur’ân’a karşılık ver” demektir. Yani, sen amelinle ona karşı dur, amelinle ona karşılık ver. Emirlerinin gereğini yap, yasaklarından uzak dur” demektir.
Nehhâs ise bunun anlamının, “Kur’ân’ı oku ve onu okumaya kalkış” olduğunu söylemiştir.
Îsâ b. Ömer ise صاد[sâde] diye “dal” harfini üstün olarak okumuştur. Bu okunuşun da üç türlü açıklaması vardır: Birincisine göre bu “oku” anlamında olur, ikincisinde arka arkaya iki sakin [sesi olmayan harf] gelmesi dolayısıyla üstün okunmuş olabilir. Üçüncüsü ise yemin harfi kullanılmaksızın yemin olması dolayısıyla nasb ile gelmesidir. Bir kimsenin, Allâhe le-ef‘alenne [Allah'a yemin ederim ki mutlaka yapacağım] demesine benzer.
Bunun iğra/teşvik olmak üzere üstün olarak okunduğu da söylenmiştir. Buna göre sözcüğün anlamı fiil olarak, “avladı” şeklindedir.
Anlamının, “Muhammed, insanların kalplerini kendisine iman edinceye kadar avladı ve kendisine meylettirdi” olduğu da söylenmiştir.
Yine İbn-i Ebî İshâk, د[dal] harfini esre ve tenvinli olmak üzere sâdin şeklinde, yemin harfinin hazfedilmiş olması esasına göre mecrur okumuştur. Ancak bu okuyuş hoş bulunmamıştır. Söylenme imkânı bulunamayan seslere ve daha başkalarına benzetilmiş olması da mümkündür.[3]
Zikir [öğüt/şeref] sahibi Kur’ân’a kasem olsun ki
Bu sûre de kasem cümlesiyle başlamıştır ve 1. âyet kasem cümlesinin “kasem bölümü”dür. “Kaseme cevap bölümü”nün hangi âyet olduğu ise, mevcut âyet sıralamasına göre tartışılacak durumdadır. Çünkü, sûrenin 2. âyetinin başında bulunan bel [fakat, bilakis] edatı, bu âyetin, kasem cümlesinin, “kaseme cevap bölümü” olmasına engel teşkil etmektedir.
Anlatılan bir meseleyi, anlam bakımından tam tersine çevirmek için kullanılan بل[bel] edatı Arapça’da durup dururken kullanılmaz. Bu edat, kendisinden evvelki yargıyı bozar ve yeni bir yargı ortaya çıkarır. Mevcut âyet sıralamasında ise böyle bir şey söz konusu değildir ve بل[bel] edatı yapılmış yemini bozmaya yaramamaktadır.
O halde, kasem cümlesinin “kaseme cevap bölümü”nün, 2. âyetten başka bir âyet olması gerekmekte ve 2. âyetteki بل[bel] edatı 1. âyetin değil, başka bir âyetin yargısını nakzetmektedir. Bu durumda, kasem cümlesi, tabiri caizse askıda kalmış olmaktadır. Zira, gramer kurallarına göre kasem cümlesinin “kaseme cevap bölümü”nün, “kasem bölümü”nün hemen arkasında olması gerekir.
Hatırlanacak olursa aynı mesele Kaf sûresi’nde de karşımıza çıkmış ve orada kasem cümlesinin “kaseme cevap bölümü” olabilecek âyetleri sûre içinde araştırmıştık.
Mevcut meal ve tefsirlerde bu ciddî sorunu yine görmezden gelinmiş ve ne kaseme ne de “bel” edatına dikkat edilmiştir. Konu geçiştirildiği için sûrelerin anlaşılırlığı da tartışılır hâle gelmiştir.
Tebyînu’l-Kur’ân/İşte Kur’ân‘ın “Sunuş” bölümünde açıkladığımız gibi; elimizdeki mushafın sûre ve âyet sıralaması sahabe tarafından, kendi anlayışlarına göre yapılmıştır. Bu yapılandırmada ne Allah’ın bir emri, ne de Peygamberimizin bir öngörüsü söz konusudur. Bu, mevcut Mushaf sıralamasının herhangi bir bağlayıcılığı bulunmadığı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla burada da meselenin çözümü için, kasem cümlesinin “kaseme cevap bölümü”nü teşkil edebilecek âyet, sûredeki diğer âyetler arasında araştırılmalıdır. Sûre baştan sona tarandığı zaman, yapısal özellik itibariyle kaseme cevap olabilecek âyetin; 3., 14., 54. veya 64. âyetlerden birisinin olabileceği görülmektedir.
Bu âyetlerle aşağıdakiler gibi kasem cümleleri oluşturmak mümkündür:
1..Zikir [öğüt/şeref] sahibi Kur’ân’a kasem olsun ki,
3.onlardan önce nice kuşakları helâk ettik Biz. Onlar da çağırıştılar. Ama artık kurtuluş vakti değildi.
1.Zikir [öğüt/şeref] sahibi Kur’ân’a kasem olsun ki,
14.onların hepsi elçileri yalanladılar. Bu sebeple azabım hakk oldu.
1.Zikir [öğüt/şeref] sahibi Kur’ân’a kasem olsun ki,
54.işte bu, bizim rızkımız; ona hiç tükenmek yoktur.
1.Zikir [öğüt/şeref] sahibi Kur’ân’a kasem olsun ki,
64.şüphesiz ki bu; ateş ehlinin birbiriyle tartışması hakktır.
Bize göre kasemin cevabı 3. âyettir. Zira diğer âyetler, bulundukları pasajlardaki söz akışına uyumludurlar. 3. âyet dışındaki âyetlerin, “kaseme cevap bölümü” olarak 1. âyetin hemen arkasına taşınmaları hâlinde, bulundukları pasajların anlamları bozulmaktadır. Dolayısıyla bu âyetleri başka bir yere taşımanın gereği yoktur.
1. âyetteki kasemin cevabının hangi âyet olduğu konusu, birçok âlim tarafından tartışılmıştır. Mehdevî ve Ferrâ 3. âyeti kasemin cevabı olarak tercih etmişler,[4] İbn-i Enbarî ise kasemin cevabının “sâd” olduğunu söylemiş, ama 3. âyetin de kasemin cevabı olmasında bir sakınca olmadığını belirtmiştir.[5] Bunlardan başka kasemin cevabı olarak, Ahfeş 14. âyeti,[6] Kisaî 64. âyeti[7] öngörmüş, 54. âyeti de kasemin cevabı olarak kabul edenler olmuştur.[8] Katâde ise, kasemin cevabının hazfedildiğini söylemiş ve cevabı şöyle takdir etmiştir: “Sen peygamberliğinde doğrusun, sana söylenen gerçektir, o vaat ve tehdit mutlaka yerini bulacaktır.”[9]
Bizim görüşümüz doğrultusunda 3. âyetin kasemin cevabı olarak kabul edilmesi durumunda, sûrenin başındaki 3 âyetin dizilimi aşağıdaki gibi olmaktadır:
1-3.Zikir [öğüt/şeref] sahibi Kur’ân’a kasem olsun ki, onlardan önce nice kuşakları helâk ettik Biz. Onlar da çağrıştılar. Ama artık kurtuluş vakti değildi. Aksine o inkâr edenler bir gurur ve bölünme içindedirler.
Bu âyet dizilimine göre, sûre, hatırlatan, öğüt olan şerefli Kur’ân’ın tanıklığı ile ifade edilmiş bir kasem cümlesi ile başlamaktadır. Bu kasem cümlesi Mekkeli kodamanlara ciddî bir tehdit konumundadır. Kasemin cevap bölümünde geçen onlardan önce niceleriniifadesinin ayrıntıları, hatırlanacak olursa, bu sûreden evvelki sûrelerde anlatılan geçmiş kavimlerin yaşantıları ve âkıbetleri arasında da konu edilmişti.
ZİKR’İN MANASI: Âyetteki الذّكر[zikr] sözcüğünün üç anlamda değerlendirilmesi mümkündür:
1) Zikr: “Şeref, kıymet.”
Araplar bir kimsenin şanını, şöhretini ve kıymetini anlatmak için zikr sözcüğünü kullanırlar. Kur’ân’da da zikr’in bu anlamda kullanıldığı bir ok âyet vardır:
10.Hiç kuşkusuz Biz size, öğüdünüz/şan şerefiniz içinde olan bir kitap indirdik. Buna rağmen hâlâ akıllanmayacak mısınız?
(Enbiyâ/10)
44.Ve şüphesiz sana vahyedilen [Kur’ân], senin için de, toplumun için de gerçekten bir öğüttür/şan-şereftir siz ondan sorgulanacaksınız. (Zuhruf/44)
Senin şanını da senin için yüceltmedik mi? (İnşirah/4)
2) Zikr: “Anmak, hatırlatmak, öğüt.”
Bu anlama göre Kur’ân’daki ilkeler, hükümler, vaatler, tehditler, geçmiş toplumların yaşamlarındaki ibret alınacak kıssalar ve haberler hep zikr‘dir. Muhkemleri, müteşâbihleri ve kıssaları ile Kur’ân âyetlerinin hepsi ahlâkî öğütler içerdiği gibi, aynı zamanda da birer hatırlatmadır. Kur’ân’da daima ön plânda tutulmuş olan zikr [öğüt, hatırlatma], insanların akıllarını başlarına alarak sadece Allah’a yönelmeleri içindir.
3) Zikr: “Dinin gereklerini anlatmak.”
Zikr sözcüğünün yukarıdaki anlamları içerdiğini göz önüne alarak, zikr sahibi Kur’ânifadesini; “şanlı, öğütlü, din öğreten, ibret veren Kur’ân” olarak anlamak gerekir.
Onlar da çağrıştılar
Bu ifade, “onlar, kendilerine dünyada azap geldiğinde, belâya tutulduklarında yardım görmek için feryat ettiler, yalvarıp yakardılar; çığlık kopardılar” anlamına gelmektedir. Zira, başlarına azap gelen kimselerin çağrışması; yardım umarak feryat etmeleri, çığlık atmaları şeklinde olur.
Ama artık kurtuluş vakti değildi
Bu ifade ise, “o vakit, onlar imana geldiler ama iş işten geçmişti. Onların bu imanları işe yaramamıştı” demektir. Kâfirlerin ilâhî azabı görüp hissettikleri zaman iman ve teslimiyetleri [iman-ı ye’s ve iman-ı be’s], Kıyâmet sûresi’nde “Zoraki İman” başlığı altında açıklanmıştır.[10]
Rabbimizin bu konudaki mesajı aşağıdaki âyetlerde de görülebilir:
64.Sonunda, onların konfor içinde olanlarını azapla yakaladığımızda hemen feryadı basıverirler. (Müminûn/64)
85.Ama hışmımızı gördükleri zamanki imanları kendilerine yarar sağlayacak değildi. –Allah’ın, kulları hakkındaki sürüp giden tutumu…– İşte kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler burada kaybettiler, zarara uğradılar. (Mümin/85)
İşte Kur'an
Yorumlar -
Yorum Yaz