• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

Kasem, Nâziât Suresi 1-5, 26



Kasem


Kasem, Nâziât Suresi 1-5, 26


1-5.Evrendeki çekim kuvveti, evrendeki itme kuvveti,

yıldızlar; galaksiler; güneş, ay ve bunların kendi eksenlerinde ve bağlı olduğu yıldız çevresindeki yörüngelerde yüzmesi, bu sayede gece, gündüz ve diğer yaşam koşullarının, med-cezirin, gece-gündüzün, mevsimlerin oluşması,

tüm canlı türlerinin ve bitkilerin yaşam koşullarının ayarlanması kanıttır ki

Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler için sürekli sıkıntı, bunalım ve vicdan azabı vesilesi olan,elden ele, dilden dile, gönülden gönüle dolaşıp duran, hep öne geçen, önemseten ve kişisel ve sosyal tüm işleri ayarlayan, her işe ait emirlerinin, yasaklarının olması; ilkeler koyan Kur’ân âyetleri kanıttır ki,

26.şüphesiz bunda; “o gün, kişinin iki gücünün/mal ve çevresinin ne takdim ettiğine bakıp/yaptıklarıyla yüz yüze gelip ve kâfir; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişinin, ‘Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım’ demesinde”, saygıyla, sevgiyle bilgiyle ürperti duyacak kimseler için bir ibret vardır.



Bu pasajın ilk ayetlerinde, özellikleri sayılan bir varlığa kasem edilmiş ve “O gün, kişinin iki elinin[iki gücünün; mal ve çevresi] ne takdim ettiğine bakıp [yaptıklarıyla yüz yüze gelip] ve kâfirin ‘Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım!’ demesinde haşyet duyacak kimseler için” birtakım ibretler olduğu vurgulanmıştır.


Ne var ki, kasem edilen bu hususlar ilim ehli tarafından hassasiyetle tahlil edilmesi gerekirken, bu yapılamamıştır. Şöyle ki: Çözüm için gayret gerektiren bir durum ortaya çıktığında nasıl mesele “alt komisyona havale” ediliyorsa, emek verilmeden anlaşılmayacak bu hususlar da “melekler”e yorumlanarak işin içinden çıkılmaya çalışılmıştır. Klasik anlayışta bunun yüzlerce örneğini görmek mümkündür. Mesela bu ayetlerde kasem edilenler melekler olarak yorumlanmış ve kasemin cevabı da mahzuf kabul edilmiştir.


Tahlilimize başlamadan önce, sonraki kuşaklara da kaynaklık eden bu görüşleri naklediyoruz:

“Söküp çıkaranlar”, kâfirlerin ruhlarını şiddetle söküp çıkaran melekler­dir. Bu açıklamayı Ali (r.a) yapmıştır. İbn Mesud, İbn Abbas, Mesruk ve Mücahid de böyle demişlerdir: “Bunlar Âdemoğullarının canlarını şiddetle sö­küp çıkartan meleklerdir.”

İbn Mesud dedi ki: Bu buyrukla kâfirlerin canlarını kastetmektedir. Ölüm meleği, cesetlerinden her bir kılın altından, tırnakların altından, ayakların di­binden tıpkı bir demir çubuğun nemli yünden çekilip çıkartılması gibi, kâ­firlerin canlarını cesetlerinden öylece çıkartır. Sonra bunu tekrar sokar, ya­ni o canları bedenlerine geri döndürür, sonra tekrar söküp çıkarır. İşte kâ­firlere yapacağı uygulama böyle olacaktır. İbn Abbas da böyle açıklamıştır.

es-Süddî dedi ki: “Andolsun … söküp çıkaranlara!” buyruğu ile kastedi­len, göğüslerde boğulma zamanındaki canlar, yani “nefisler”dir. Mücahid: Mak­sat canların çıkmasını sağlayan ölümdür.

el-Hasen ve Katade: Bunlar bir ufuktan öbür ufka giden yıldızlardır. Bu da Arapların “Ona gitti” tabirlerinden yahut da “Atlar koştu” ifadelerinden alınmıştır. “Şiddetle” lafzı da “batar, kaybolur ve bir ufuktan öbür ufka gidip doğar” demektir, Ebu Ubeyde, İbn Keysan ve el-Ahfeş de böyle açıklamıştır.
“Söküp, çıkaranlar“ın ok atan yaylar olduğu da söylenmiştir ki, bu açık­lamayı Ata ve İkrime yapmıştır. “Şiddetlice” ise “batırarak [yerleştirerek]” anlamındadır. Okun yayda batırılması ise alabildiğine geriye doğru demir ucu­na ulaşıncaya kadar gerilmesi demektir. “[Oku] yayda batır­dı” tabiri, onu “gerebildiği kadar gerdi” anlamındadır. Bu da yayın, okun yer­leştirildiği kısmının okun ucuna kadar ulaşması ile olur. (Aynı kökten gelen) “istiğrak” da, “bir şeyi tam anlamıyla kapatmak ve kuşatmak” demektir. Yumur­tanın içerideki zarına da -aynı kökten gelmek üzere- ğırgıyün غرقىء denilir.[1]

Ebu Ubeyde ve Ata şöyle demişlerdir: “Yumuşaklıkla çıkaran­lar“, bir beldeden diğerine gecen yabani hayvanlar demektir. Nitekim keder­ler de insanları bir beldeden diğerine alıp götürür. Daha sonra da Himyân’ın az önce geçen beytini zikretmektedir.

“Şiddetle söküp çıkaranlar” buyruğunun kâfirler; “yumuşaklıkla çıka­ranlar” buyruğunun de müminler hakkında olduğu da söylenmiştir. Yani me­lekler müminin ruhunu yumuşak bir şekilde alır. “Nez’” şiddetle, “neşt” de yumuşaklıkla çekmek demektir.

Her ikisinin de kâfirler hakkında olduğu ve bunlardan sonraki iki âyetin dünyadan ayrılış halinde müminler hakkında olduğu da söylenmiştir.

“Dalıp yüzenlere” buyruğu hakkında Ali (r.a) dedi ki: Bunlar, müminlerin canlarını alıp yüzen meleklerdir. el-Kelbî dedi ki: Bunlar, kimi zaman su­ya gömülen, kimi zaman üstüne çıkan yüzücü kimse gibi müminlerin can­larını alan meleklerdir. Onların canlarını kolay bir şekilde ve incitmeksizin usul usul çekerler. Sonra dinleninceye kadar onu bırakırlar.

Mücahid ve Ebu Salih dedi ki: Bunlar, Yüce Allah’ın emrini çabucak ye­rine getirmek için semadan inen meleklerdir. Nitekim hızlıca yürüyen asil ata, çabucak ve hızlıca koşacak olursa “sâbih [yüzücü]” denilir. Yine Mücahid’den şöyle dediği nakledilmiştir: Melekler inişlerinde ve yükselişlerinde yüzerler. Yine ondan nakledildiğine göre, “yüzenler” Âdemoğullarının ruhlarında yü­zen ölümdür. Bunların, gazilerin atları olduğu da söylenmiştir.……
Katade ve el-Hasen: Bunlar yörüngelerinde yüzen yıldızlar demektir, de­miştir. Güneş ve Ay da böyledir. Yüce Allah da şöyle buyurmuştur: “Hepsi de birer yörüngede yüzerler” (Yâsîn/40)
Mukatil: Müminlerin canlarını alelacele cennete ulaştıran meleklerdir, demiştir. İbn Mesud da şöyle demiştir: Bunlar, kendi ruhlarını kabzeden me­lekleri gördüklerinde, karşılaştıkları sevindirici haller sebebiyle Yüce Al­lah’a ve Onun rahmetine kavuşmak şevki ile meleklere hızlıca koşuşan müminlerin canlarıdır. Benzer bir açıklama er-Rabi’den nakledilmiştir. O şöy­le demiştir: Ölüm halinde çıkmakta acele eden canlardır.……

el-Maverdî dedi ki: Bu hususta iki görüş vardır. Birincisine göre, bunlar meleklerdir. Bu cumhurun [büyük çoğunluğun] görüşüdür. İkinci görüşe göre, bunlar yedi gezegendir. Bu görüşü de Halid b. Ma’dân. Muâz b. Cebel’den nakletmektedir. Gezegenlerin işleri[nin] yürüt[ül]mesi [tedbiri] de iki şekil­de açıklanmıştır. Bu açıklamanın birincisine göre, bunların doğuş ve batış­larının düzenlenmesidir. İkinci görüşe göre, bunların tedbiri, Yüce Allah’ın onlar hakkında hükmettiği hallerin değişmesi demektir.

Yine el-Kuşeyrî de bu görüşü Tefsir’inde nakletmiş ve Yüce Allah’ın, âlemin işlerinin yürütülmesiyle ilgili pek çok hususu yıldızların hareketleri­ne bağlı olarak gerçekleştirdiğini, bundan dolayı işlerin yürütülmesi [tedbi­ri] Allah’tan olsa bile, tedbir yıldızlara izafe edilmiştir. Tıpkı bir şeyin ken­disine yakın olan bir diğer şeyin adı ile adlandırılması gibi.

“İşleri yürütenler”den maksadın melekler olduğu görüşüne göre, onların iş­leri yürütmesi, helal ve haram hükümleri ile bunlara dair açıklayıcı hüküm­leri indirmeleridir. Bu açıklamayı İbn Abbas, Katade ve başkaları yapmıştır. Bu da, esası itibariyle Yüce Allah’a ait bir iştir; fakat bu emirleri indirenler me­lekler olduğundan dolayı bu iş onlara izafe edilmiş bulunmaktadır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onu Ruhu’l-emin indirdi.” (Şuarâ/193) Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak ki o, onu Al­lah’ın izniyle kalbine … indirmiştir.” (Bakara/97) Bununla Cebrail (a.s)’ı, Muhammed (sav)’in kalbine indirdiği kastedilmektedir. Onu indiren ise Yüce Allah’tır.…………….

Yeminin cevabı hazfedilmiştir. Sanki Yüce Allah, şöyle buyurmuş gibidir: “And olsun şiddetle söküp çıkaranlara, şuna ve şuna ki, siz mutlaka öldükten sonra diriltilecek ve hesaba çekileceksinizdir.” Bunun [yeminin cevabının] hazfedilmesinin sebebi ise, dinleyenlerin manayı bilmeleridir. Bu açıklamayı el-Ferrâ yapmıştır. Buna da Yüce Allah’ın: “Çürümüş, dağılmış kemikler ol­duktan sonra mı” buyruğu delil teşkil etmektedir. Bunun onların: “Çürümüş, dağılmış kemikler olduktan sonra mı diriltileceğiz?” sözlerine bir cevap gi­bi olduğu görünmüyor mu? Bundan dolayı Yüce Allah “çürümüş, dağılmış kemikler olduktan sonra mı?” diye buyurmakla yetinmiştir.

Kimileri de şöyle demiştir: Yemin, Yüce Allah’ın: “Şüphe yok ki bunda kor­kan kimseler için elbette bir ibret vardır.” (Naziat/26) buyruğu için yapılmış­tır. Tirmizi b. Ali’nin tercih ettiği görüş budur. Yani “Benim anlatmış olduğum kıyamet günü ve Musa ve Firavun’un kıssasında “korkan kimseler için elbet­te bir ibret vardır” demektir.

Fakat İbnu’l-Enbârî’nin söylediklerine göre yeminin sûrede açık ve görü­nür bir şekilde anılmış bir hususa yapılması, daha önce kendisinden söz edilmemiş bir şeye yapılmasından daha uygundur. Çünkü bu, çirkin bir şekil olur, zira her ikisi arasında geçen ifadeler oldukça uzamış bulunmaktadır.

Yeminin cevabının: “Musa’nın haberi geldi mi sana” (Naziat/15) buyruğu olduğu da söylenmiştir. Çünkü: “… gelmiş bulunmaktadır” demektir. “O gün sar­san sarsacak” buyruğunun: “Elbette ki o gün sarsacak” takdiri ile cevabı teşkil ettiği ve “lâm” harfinin hazfedildiği de söylenmiştir.

Bir diğer açıklamaya göre, buyruklarda takdim ve tehir vardır. İfade: “O gün sarsan sarsacak, arkasından onu Râdife izleyecek. Andolsun şiddetle söküp çıkaranlara…” takdirindedir.[2]

Abdullah İbn Mes’ûd, Abdullah İbn Abbâs, Mesrûk, Saîd b. Cübeyr, Ebu Salih, Ebu Duhâ, Süddî: «Boğulmuş olanı söküp alanlara andolsun!» kavli ile meleklerin kastedildiğini söylerler. Yani melekler Ademoğullarının ruhlarını çekip aldıkları zaman, bir kısmı katı ve sert olarak ruhu kabzeder ve bunu söküp çıkarmak için çalışır. Bir kısmı da insanoğlunun ruhunu kolaylıkla alır. Sanki bir ip düğümünü çözüyormuş gibi. İşte Allah Teâlâ’nm müteakiben buyurduğu: «Canları kolaylıkla alanlara» kavlinden maksat budur. İbn Abbas böyle der. Bir başka rivayette de İbn Abbâs der ki: «Söküp alanlar»dan maksat, kâfirlerin nefisleridir. Bunlar sökülüp alınır, sonra cehennem ateşine daldırılırlar. İbn Ebî Hatim böyle rivayet eder. Mücâhid der ki: «Boğulmuş olanı söküp alanlar» kavlinden maksat, ölümdür. Hasan, Katâde ise: «Boğulmuş olanları söküp alanlara andolsun. Canları kolaylıkla alanlara da…» kavli ile yıldızlar kastedilmiştir. Atâ İbn Ebî Rebân der ki: “Söküp alanlar” ile “Kolaylıkla alanlar” kavlinden maksat, savaşa kuvvetle katılanlardır. En sahîh görüş birincisidir ve müfessirlerin ekseriyeti bu görüşü benimsemişlerdir. «Yüzüp yüzüp gidenlere…» kavline gelince: Abdullah İbn Mes’ûd, bunların melekler olduğunu söyler. Hz. Ali, Mücâhid, Saîd İbn Cübeyr ve Ebu Sâlih’den de buna benzer bir ifâde nakledilmiştir. Mücâhid ise «Yüzüp yüzüp gidenlere» kavli ile ölüm kastedilmiştir derken, Katâde: “Bunlarla yıldızlar kastedilmiştir” der. Atâ İbn Ebî Rebâh ise; bununla diriler kastedilmiştir, der. «Yarıştıkça yarışanlara…» Ali, Mesrûk, Mücâhid, Ebu Salih ve Hasan el-Basrî’den rivayet edilir ki; bununla melekler kastedilmiştir. Hasan ise; “iman yarışına katılıp tasdike koşanlar” anlamını vermiştir. Mücâhid ölüm anlamını verirken, Katâde yıldızlar mânâsını verir. Atâ ise bununla Allah yoluna koşulan atlar kastedilmiştir, der. «Ve işleri yönetenlere…» Ali, Mücâhid, Atâ, Ebu Salih, Hasan, Katâde, Rebî’ İbn Enes ve Süddî “Bunlar meleklerdir” derler. Hasan’ın ek bilgisinde ise şu ifâdeler yer alır: Melekler emri gökten yeryüzüne yöneltirler. Bu konuda ihtilâf yoktur. Ancak İbn Cerîr kesin olarak neyin kastedildiğini belirtmemiştir. Onun nakline göre: «Ve işleri yönetenlere…» kavliyle melekler kastedilmiştir. Ancak kendisinin bu görüşe müspet veya menfi tarzda katılıp katılmadığını zikretmemiştir.[3]


Kasemin Cevabının Mahzuf Olduğu Görüşü:

Birinci Görüş: Cevap mahzuftur. Böyle olması halinde, burada şu takdirler yapılabilir:

1- Ferra, mahzuf olan cevabın ” لتبعثنّ letübasünne Muhakkak ki diriltileceksiniz” ifadesi olduğunu; bunun delilinin de Allah Teâlâ´nın, onların söylediklerini dile getirdiği, “Bizler, çürümüş kemikler olduğumuzda mı? (Nâziat/11)” ifadesi olduğunu; zira bunun anlamının “Biz, çürümüş kemikler haline geldiğimizde mi diriltileceğiz?!…” şeklinde olduğunu söylemiştir.

2- Ahfeş ve Zeccac´a göreyse, kasemlerin cevabı ” letenfühunne cena ssuri جنا الصورلتنفخن Biz, Sûr´a iki kez üfleriz” ifadesidir. Mahzuf olan cevabın bu olduğunun delili ise “iki üfleme”yi ifade eden erradife ve erracife الرادفة الراجفةkelimelerinin burada yer almalarıdır.

3] Kısaî, mukadder cevabın ” innelkıyamete vakıatün انّ القيامة لواقعةKıyamet kopacaktır” ifadesi olduğunu; zira Cenâb-ı Hakk´ın, vezzariyati zervan felhamilati vegran والذاريات ذرواً فالحاملات وقراً buyurup, daha sonra ennema tüadune lesadıkun, انما توعدون لصادق buyurmasının, velmürselati urfen felasıfati asfen والمرسلات عرفاً فالعصفات عصفاًbuyurup, daha sonra da, ennema tüadune levakıun انما توعدون لواقع buyurması gibi olduğunu; burada da böyle olduğunu; zira Kur´ân´ın aslında tek bir sûre gibi olduğunu söylemiştir.



Kasemin Cevabının Zikredilmiş Olduğu Görüşü:

İkinci Görüş: Bu görüşe göre ayetteki ifadelerin cevabı mezkur demektir. Bu görüşe göre şu ihtimaller söz konusudur:

1- Hakkında kasem edilen şey [cevap], “O gün kalpler titreyecek; gözleri zilletle eğilecektir” ayetinin beyan ettiği husustur. Buna göre takdir, “Bunları derinliklerden söküp alanlara, rıfk ile çıkaranlara ki, sarsanın sarstığı o günde, titreyen bir takım kalpler, zilletten eğilen bir takım gözler meydana gelir, bulunur…” şeklinde olur.

2- Kasemin cevabı “Muhakkak ki sana Musa´nın haberi geldi…” (Naziat/15) ifadesidir. Çünkü buradaki tıpkı “muhakkak ki sana Gâşiye’nin [kıyametin] haberi geldi” manasındaki Gâşiye/1’de olduğu gibi “muhakkak” anlamındadır.

3- Kasemin cevabı “Şüphesiz ki, bunda, haşyet edenler için bir öğüt vardır” (Naziat/26)cümlesidir.[4]


Kasemin Cevabının Zikredilmiş Olduğu Görüşü:

İkinci Görüş: Bu görüşe göre ayetteki ifadelerin cevabı mezkur demektir. Bu görüşe göre şu ihtimaller söz konusudur:

1- Hakkında kasem edilen şey [cevap], “O gün kalpler titreyecek; gözleri zilletle eğilecektir” ayetinin beyan ettiği husustur. Buna göre takdir, “Bunları derinliklerden söküp alanlara, rıfk ile çıkaranlara ki, sarsanın sarstığı o günde, titreyen bir takım kalpler, zilletten eğilen bir takım gözler meydana gelir, bulunur…” şeklinde olur.

2- Kasemin cevabı “Muhakkak ki sana Musa´nın haberi geldi…” (Naziat/15) ifadesidir. Çünkü buradaki tıpkı “muhakkak ki sana Gâşiye’nin [kıyametin] haberi geldi” manasındaki Gâşiye/1’de olduğu gibi “muhakkak” anlamındadır.

3- Kasemin cevabı “Şüphesiz ki, bunda, haşyet edenler için bir öğüt vardır” (Naziat/26)cümlesidir.[5]



BİZİM TAHLİLİMİZ:

Teknik olarak 1-5. ayetler kasem; kasemin cevabı da 26. ayettir. Surede kasemin cevabı olabilecek başka bir ayet yoktur. 26. ayet hem teknik yapısı hem de anlamı itibariyle kasemin cevabı mahiyetindedir.


Mealde de ortaya koyduğumuz gibi, kasem cümlesinin bir bütün olması lazım gelirken, kanaatimizce, Kur’an’ı mushaflaştıranlar tarafından bu yapı bozulmuştur. Bunun sonucunda da yukarıdaki alıntılarda sunduğumuz gibi bir takım uyarlamalar yapmak zorunda kalınmıştır. Biz, olması gereken teknik yapıyı dikkate alarak meallendirmiş bulunuyoruz.


Sure kasem cümlesi ile başlamıştır. Ardı ardına oluşan bir takım olgulara kasem edilerek, yani bunlar delil, kanıt gösterilmek suretiyle akıllı, bilgili insanlara bunda; Nebe’ suresinin son paragrafında anlatılanlarda “ibret” olduğu kanıtlanmak istenmektedir. Surenin bu bölümü, Zariyat suresinin ilk ayetlerine çok benzemektedir.


İLK AYETLERDE KASEM EDİLENLER:

- النّازعاتNaziat:

“Naziat” sözcüğü “sökerek çekmek”[6] anlamındaki “ نزعnezea” sözcüğünün ismi fail kalıbının çoğuludur. Anlamı “sökerek çekenler” demektir. Sözcük belirteçli olduğundan, “o sökerek çekenler” anlamını taşımaktadır. Hemen peşinden gelen “ غرقاًğarkan” sözcüğü de “mef’ulu mutlak” veya “hal” olarak getirildiğinden, ayetteki ifadenin anlamı da “suya batırırcasına, suda boğarcasına çekenler” veya “suya batırarak, suda boğarak söküp çekenler” demek olur.


Bu anlamdan anlaşıldığına göre, Rabbimiz bu ifade ile “suda boğarcasına sıkıntı veren” bir olguya kasem etmektedir.


النّاشطات Naşitat:

“Naşitat” sözcüğü, “ ن ش طnşt” mastarının ism-i fail kalıbının çoğuludur. Sözcüğün kökü olan “nşt”, Lisanü’l-Arab’da “keselin nâkızı [ağırdan almanın; tembelliğin karşıtı]” olarak verilmekte ve sözcüğün “yumuşaklıkla hareket ettirme, özendirme, kolaylaştırma, gayrete getirme” gibi anlamlarda kullanıldığı örneklerle açıklanmaktadır.[7]


السّابحات السّابقات المدبّرات Sabihat, Sabikat, Müdebbirat:

“Yüzdükçe yüzen, yüzerken de öne geçtikçe geçip işleri düzenleyenler”:


Bu ayetlerin iki açıdan değerlendirilmesi uygundur:

1- Evrendeki olaylar açısından: Buna göre, Rabbimiz evrendeki her zaman hayranlıkla izlenen yasalarına; iş ve oluşları ayarlayan kanunlarına dikkat çekmektedir.


“Naziat”, evrendeki çekim kuvvetidir.

“Naşitat” ise evrendeki itme kuvveti, suyun kaldırma kuvvetidir.

“Yüzenler”; yıldızlar; galaksiler; Güneş, Ay ve bunların kendi mihverlerinde ve bağlı olduğu yıldız çevresindeki yörüngelerde yüzmesi, bu sayede gece gündüz ve diğer yaşam koşullarının, med-cezirin, gece gündüzün, mevsimlerin oluşması, tüm canlı türlerinin ve bitkilerin yaşam koşullarının ayarlanmasıdır.

33.Ve O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ay’ı oluşturandır. Hepsi bir yörüngede yüzmektedir.
34.Biz, senden önce de hiçbir beşer için sonsuzluk tanımadık. Peki, sen öldün de onlar sürekli kalanlar mıdırlar? (Enbiya/33, 34)


38.Kendi yolunda kendisi için kararlaştırılmış olan için akıp giden güneş de duyarsız toplum için bir delildir. İşte bu, çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın ayarlamasıdır.
39.Bizim kendisi için, eski kuru bir hurma dalı gibi dönünceye dek menziller; konaklar ayarladığımız Ay da, o duyarsızlaşmış toplum için bir delildir.
40.Güneşin aya erişip çatması uygun olmaz. Gece de gündüzü öne geçici değildir. Hepsi de bir yörüngede yüzerler. (Yasin/38- 40)


5.Allah, gökten yere, sistemleri düzenler, sonra da sistemler, ölçüsü, sizin saydıklarınızdan bin yıl olan bir günde Allah’a yükselir; geri döner, sistem çöker, bozulur. (Secde/5)


Ve Ra’d/2, Yunus/3, A’raf/54.


Evrene konmuş bu işleyiş yasalarının “haşyet duyacak kimselerin ibret almaları”na referans olması ise, bu düzenin bozulacağının bilimsel gerçekliğinden dolayı ahiretin mutlaka gerçekleşeceğinin bilginlerce kabul edilmesidir.


2- Kur’an’ın özellikleri açısından: Rabbimizin kasem ettiği “kolaylaştıran, işi tereyağından kıl çeker gibi rahat ve kolay yapan, özendiren, bıkkınlık vermeyen, nefret ettirmeyen, insanı tembelliğe, ağırdan almaya sevk etmeyen” hususlardan kasıt Kur’an ayetleridir.


Kur’an kâfirlerin kalplerine hançer gibi saplanmış, onlara sürekli sıkıntı vermektedir. Müminleri ise kendine çekmekte, her yönüyle Allah’ı tanıtmakta, O’nu noksan niteliklerden tenzih etmekte, her işlerinde müminlere yol haritası olup işlerini düzenlemektedir. İçerdiği mesajlar gayet etkili sözlerden oluşmakta, elden ele, dilden dile, gönülden gönüle yağ gibi akmakta ve herkesin her işini görmekte, problemlerini çözmektedir. Kur’an’ın bir adı da “Ruh” olup ölü mesabesindeki kâfirlere hayat verip müminleştirmektedir.


“Naziat” Kur’an’dır: Çünkü Kur’an kâfirler için sürekli sıkıntı, bunalım ve vicdan azabı vesilesi olmuştur:

41.Biz, bu Kur’ân’da, onların akıllarını başlarına almaları için türlü şekillerde evirip çevirdik/farklı farklı şekillerde açıklama yaptık. Ve bu açıklamalar, ancak onların nefretini artırmıştır. (İsra/41)


46.Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık yaptık. Ve sen Kur’ân’da sadece Rabbini ‘bir ve tek’ olarak andığın zaman, ‘nefretle kaçar vaziyette’ gerisin geriye giderler. (İsra/46)


42,43.Ve onlar, var güçleriyle Allah’a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı bir peygamber gelirse, kesinlikle önderli toplumların her birinden daha doğru yolda olacaklardı. Buna rağmen ne zaman ki kendilerine bir uyarıcı geldi, bu, yeryüzünde bir kibirlenme ve kötülük düzeni yönünden onların sadece nefretlerini artırdı. Hâlbuki kötü düzen ancak kendi düzenbazını çepeçevre kuşatır. O hâlde öncekilerin kanunundan/ onlara uygulanandan başka ne gözetiyorlar? Onun için sen, Allah’ın uygulamasında asla bir değişme bulamazsın. Sen, Allah’ın uygulamasında asla bir başkalaşma da bulamazsın. (Fatır/42,43)


12.Böylece Biz Kur’ân’ı, suçluların kalplerine sokarız. (Hıcr/12)


200,201.Böylece onu günahkârların kalplerine soktuk. Onlar acıklı azabı görünceye kadar ona iman etmezler. (Şuara/200)


Şimdi de konumuz olan pasajı tahlil edelim:

Kasem ifade eden ilk ayetlerden sonra, kâfirlerin Kur’an karşısındaki inatçı tutumlarına ve bu tutumun yol açtığı akıbete değinilmektedir. Şüpheci akılsızlar her ne kadar peygamberimizden tehdit edildikleri azabı hemen getirmesini isteyerek inanmaz görünseler de, kafalarının içinde daima bir “acaba?” taşımaktadırlar.


Yani, görünüşte inanmaz, hakikati kabul etmez bir tavır sergileyen bu inkârcılar, aslında içlerinden “Ya doğruysa, ya varsa!” diye şüpheye düşmekte ve huzursuz olmaktadırlar:

55.Küfretmiş; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmişolan şu kişiler de, kendilerine ansızın kıyâmetin kopuş anı veya kısır [yararsız, verimsiz] bir günün azabı gelinceye kadar, Kur’ân’dan kuşku duymaya devam edeceklerdir. (Hacc/55)


1.Elif/1, Lâm/20, Râ/200. Bunlar, Kitab’ın ve apaçık/açıklayıcı bir Kur’ân’ın âyetleridir.
2.Zaman zaman kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan kişiler, ‘Keşke Müslüman olsaydık!’ temennisinde bulunacaklar.
12.Böylece Biz Kur’ân’ı, suçluların kalplerine sokarız. (Hicr/1,2, 12)


“Naşitat”ın Kur’an olduğunu yukarıda da ifade etmiştik. Çünkü Kur’an ayetleri müminlere hem kolaydır, hem de kolaylaştırandır. Onlara müjdeler verir, mutlu olmalarını sağlar.


İşte şüphesiz Biz onu [Kur’an’ı], kendisiyle takva sahiplerini müjdeleyesin, inat eden kavmi de uyarasın diye senin lisanın üzere kolaylaştırdık. (Meryem/97)



9,10.Şüphesiz ki bu Kur’ân, insanları en doğru ve en sağlam şeye; rüşde kılavuzlar ve düzeltmeye yönelik işler yapan mü’minlere kendileri için kesinlikle ve kesinlikle büyük bir ecir olduğunu ve âhirete inanmayan kişiler için Bizim can yakıcı bir azap hazırladığımızı müjdeler. (İsra/9)


1-4.Tüm övgüler, katından şiddetli azaba karşı uyarmak, düzeltmeye yönelik işler yapan mü’minlere, şüphesiz kendileri için, içinde sürekli kalıcılar olarak güzel bir ödül bulunduğunu müjdelemek ve “Allah çocuk edindi” diyenleri uyarmak için, kuluna, gözetici olarak, kendisi için hiçbir pürüz oluşturmadığı Kitab’ı indiren Allah içindir; başkası övülemez. (Kehf/2)


Ve Neml/1-3, Neml/49, Mülk/21, İsra/9, 10.

Sabihat”: Yüzdükçe yüzüp de [elden ele, dilden dile, gönülden gönüle dolaşıp duran].

Sabikati sekban”: Öne geçtikçe geçen; [hep öne geçen, önemseten ve kişisel ve sosyal tüm işleri ayarlayan].

“Müdebbirati emran”: Kur’an ayetlerinin her işi düzenlemesi; Rabbimizin her işe ait emirlerinin, yasaklarının olması; ilkeler koyması demektir. Zaten Kadr suresinde bu açıklanmış idi.


4,5.Haberci âyetler, içlerindeki ruh; can katan, canlı tutan güçleriyle Rablerinin izniyle/ bilgisi gereği, o şafak sökene kadar/aydınlığa kavuşuncaya kadar iner dururlar; her bir işten. (Kadr/4,5)


Unutulmamalıdır ki, Kur’ân’daki mucize dağlarda, taşlarda, rüzgârlarda olan mucizelerden daha yücedir. Öyle bir mucizedir ki, her an el altında ve göz önünde bulunmasına rağmen kıyâmete kadar mucizeleri tükenmeyecektir.


Rabbimiz Kur’an’ın bütün bu özelliklerini ön plana çıkararak onların tanıklığı ile “Şüphesiz bunda haşyet duyacak kimseler için nice ibretler” olacağını kanıtlamaktadır.


Ayetteki “bunda” işaret zamiri ile işaret edilen olgu, Nebe’ suresinde konu edilen “kişi iki elinin [iki gücünün; mal ve çevresi] ne takdim ettiğine bakıp da [yaptıklarıyla yüz yüze gelip de] ve kâfir kişinin: “Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım!” demesidir.


Ayette “haşyet [saygı] duyacak kimseler için bir ibret vardır” buyrulmuştur. Daha evvel “haşyet”in “bilgi kaynaklı bir saygı” olduğunu açıklamıştık. Burada da bu konulara ait bilgisi olanların bundan ibret alacağı, evrendeki ayetleri fark edecek akıl ve bilgiye sahip olmayanlara bu ayetlerin bir şey ifade etmeyeceği bildirilmektedir.


9,10.Bundan dolayı sen hemen öğüt ver, eğer öğüt yarar sağlıyorsa/ sağlayacaksa; saygısı olan öğüt alacaktır. (A’la/9, 10)


21.Eğer Biz, bu Kur’ân’ı bir dağa/çok iri cüsseli bir yükümlü varlığa indirseydik, Allah’a olan saygıyla, sevgiyle ve bilgiyle ürpertiden onu samimiyetle saygı duyar, baş eğer ve parça parça olmuş görürdün. Ve Biz, bu örnekleri iyiden iyiye düşünürler diye insanlara veriyoruz. (Haşr/21)


2-4.Biz, Kur’ân’ı sana sıkıntıya düşesin/mutsuz olasın diye değil, ancak saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan kimse için bir öğüt olmak üzere, yeryüzünü ve yüce gökleri oluşturandan bir indirilişle indirdik. (Ta Ha/3)


28.İnsanlardan, diğer canlı varlıklardan ve davarlardan da böyle türlü türlü renkte olanlar vardır. Kulları arasında Allah’tan ancak bilginler saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperirler. Hiç şüphesiz Allah çok güçlüdür, çok bağışlayıcıdır. (Fatır/28)


Kuran, burada olduğu gibi, başka sure başlarında da bir çok kez böyle mecazi ifadeler ile tanıtılmıştır:

1-7.Küme küme/necm necm gönderilip de önüne gelenleri devirdikçe deviren, toplumları canlandırdıkça canlandıran, canlandırdıkça da hakkı bâtılı ayıran, özür veya uyarı olarak öğüt bırakan Kur’ân âyetleri kanıttır ki kesinlikle tehdit olunduğunuz, korkutulduğunuz şey, kesinlikle meydana gelecektir. (Mürselat/1- 7)


1-5.O saflar hâlinde dizilen/dizen, sonra da haykırıp sürükleyen, haykırıp sürükledikten sonra da öğüt okuyan Kur’ân âyetleri kanıttır ki sizin İlâhınız kesinlikle Bir Tek’tir. O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir. Doğuların da Rabbidir. (Saffat/1- 5)


1-6.O tozuttukça tozutanlar, arkasından ağırlığı taşıyanlar, sonra kolaylıkla akanlar, sonra da bir emri paylaştıranlar kanıttır ki şüphesiz tehdit olunduğunuz o şey, kesinlikle doğrudur. Şüphesiz yapılanların karşılıklarını verilmesi de kesinlikle gerçekleşecektir. (Zariyat/1-6)





İşte Kur'an







Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim